Wednesday, August 14, 2013

Ergenekon muhasebesi

Ergenekon davası siyasi bir hesaplaşmaydı. Devlete kim egemen olacak kavgası verildi; bir taraf kazandı, öbür taraf kaybetti. Kuralsız sahada oynanan bu tür iktidar oyunları tarihin her döneminde kanlı olmuştur. İdam cezası kaldırılmamış olsa şüphesiz idamlar da verilirdi; muhtemelen infaz da edilirdi. Ya öbür taraf kazansaydı? Daha merhametli olacaklarını hiç sanmıyorum. Genelkurmay tayfasının 2007’deki cumhurbaşkanlığı gambiti başarılı olsaydı bugün Erdoğan, Gül ve Arınç nerede olurdu, düşünebiliyor musunuz?

*
Bu kavgada ben açıkça taraf tuttum. Fikirlerine değer verdiğim, sağduyusuna güvendiğim arkadaşlarımın ezici çoğunluğu da benle aynı tarafı tuttu. Askercilerin yenilmesine sevindik. Halâ da –her şeye rağmen – ben seviniyorum.

Neden, ah neden? diye soruyor bazı arkadaşlar. Başbuğ yahut Balbay, mesela Bekir Bozdağ’dan daha mı bozuk adamlardı? İzmir’in Gündoğdu meydanında bayrak töreni yapan cici kızlar Kazlıçeşme’de Tayyip için şehadet andı içenlerden daha mı fena? Türklüğe hakaretten sana açtıkları davayla, Türklerin peygamberine hakaretten açtıkları dava arasında ne fark var?

Pis sorular bunlar, evet. Ama cevabım var. Buyur anlatayım.

Sevindik, çünkü:

Bir: Daha önceki üç darbede uyguladıkları ahmakça, sadistçe zulüm hafızalardan çıkmamıştı. Bu sefer daha akıllı veya daha mülayim olacaklarına kimse inanmadı. Darbe ile gelen illa ahmak ve sadist mi olur? Bilmiyorum. Emin değilim. Ama üç denemenin skoru ortadayken, ben şahsen o riski almak istemezdim.

İki: Temsil ettikleri ideoloji kabak tadı vermişti. Yalanı, riyakârlığı, lime lime dökülmeye başlamıştı. Omzunun kalabalığıyla beyninin parıltısı orantısız birtakım generaller her ağzını açtığında, o ideolojinin yıldızı biraz daha soldu. Miadı elli sene önce dolmuş bir hurafeler sistemi milletin boğazına tıkıldıkça gına geldi. Miadı bin sene önce dolmuş bir başka hurafeler sisteminden bile, bazı insanlar, medet ummaya başladılar.

Üç:  Uzun süreden beri iktidarda olmalarının getirdiği yozlaşma ve kibir, tahammül edilmez bir seviyeye varmıştı. Yollarına çıkanı böcek gibi ezeceklerine inanıyorlardı. Bunu hak görüyorlardı. İşledikleri cinayetlerde insanların kanını donduran şey, cinayetin kendisinden ziyade, ardındaki pervasızlık ve şımarıklıktı sanırım. Ogün Samast’tan ziyade Kemal Kerinçsiz’di tiksindirici olan – “Biz hakikatin sahibiyiz, dolayısıyla gerekirse öldürürüz” diyen o iğrenç sırıtış!

Dört: Memleketin temel sorunları karşısında acizdiler. Kürt sorununda, Ermeni sorununda, Kıbrıs sorununda, AB ilişkileri konusunda, denenmiş ve tükenmiş bir zihniyetin temsilcisi idiler. Sunabilecekleri bir çözüm umudu yoktu.

Bunlar da Ermeni ve Kıbrıs meselelerinde fosladılar, evet, AB meselesinde de foslamanın eşiğindeler. Ama en azından denediler. Kürt sorununda belki bir şeyler başardılar da.

Beş: Türkiye’de parlamenter rejimin bekası, oy çokluğuna sahip olan tarafın galip gelmesini gerektiriyordu. Karşı taraf seçim kazandı diye oyunun kurallarını değiştirmeye kalksan o rejimden hayır gelmez. Parlamenter rejimin bekası bizim buralarda kimsenin umurunda mıdır? Doğrusu pek  emin değilim. Ama Batılı dostlarımız, kendilerince haklı birtakım nedenlerle, bu konuya önem veriyordu. Onların tercihi, bizim de eğilimlerimize bir şekilde yansımıştır muhtemelen.

*
Lafı uzatmaya ne hacet? “Darbe suçtur, cezalandırılmalıdır” demek yetmez mi?

Affınıza sığınarak itiraf edeyim, darbe konusu beni o kadar heyecanlandırmıyor. Siyasi rekabetin normlarının oturmamış olduğu bir ülkede darbe, siyasetin opsiyonlarından biridir. Olmasa daha iyi, tabii. Ama sonuçta ülkenin nasıl yönetildiği mi daha önemli, yönetenlerin oraya hangi usulle geldiği mi?

Demokrasi diye, siyasi iktidarın rutin ve düzenli bir şekilde el değiştirebildiği rejime derler. Sen eğer kalabalıkların gücüne dayanarak ebedi iktidar hesabı yapabiliyorsan, birileri de elbette, ya kolordu hesabıyla, ya saray entrikasıyla, ya polis ve istihbarat operasyonuyla o iktidardan parça koparmaya çalışacaktır. Eşyanın tabiatıdır. Memleket kirliyse elbet oyuncular da kirli olacak: “senin elin daha kirli” diye birilerine çıkışmanın çok da fazla anlamı yok.

*
Peki sonuç iyi mi oldu? “Al birini vur ötekine”den daha hayırlı bir yerde miyiz şimdi?

Evet, perspektife koyduğunda iyi oldu bence.

Yanlış anlamayın: Gelenlerin gidenlerden daha ahlaklı olduklarını düşünmüyorum, düşünmedim. Sadece daha zayıftılar. Dolayısıyla daha az yozlaşmışlardı. İktidarı pervasızca kullanmayı henüz bilmedikleri ve beceremedikleri için, daha edepli duruyorlar, daha utangaç gülümsüyorlardı. İktidara alıştıklarında neler yapabileceklerini daha göreceğiz.

Yine de, ve her şeye rağmen, sanki bunların zararı öbürlerinden daha az olacakmış gibi geliyor bana. İdeolojik zemini öbürküler ölçüsünde işgal etmeleri mümkün görünmüyor. Bütün devlet dairelerine kendi kutsal ikonlarını henüz asamadılar, ve muhtemelen asamayacaklar. Tüm kaleleri zapt edemeyecekler, tüm tersanelere giremeyecekler. Çünkü temsil ettikleri ideoloji, bu toplumun büyük ve önemli bir kesimini asla razı edemeyecek bir ideolojidir. Ülke içinde ve dışında doğal sınırları vardır. Ve dünya, 1930’ların dünyası değildir.

Memleketin en okumuş, en zengin ve en rabıtalı kesimlerini karşına alarak nereye kadar gidebilirsin? Memleketin hamilerinin, bütün dünyada, kaygı ile izlediği bir rotayı nereye kadar sürdürebilirsin?


Kazandılar, zafer sarhoşu oldular, ve bana sorarsanız, inişe geçtiler bile.

Ergenekon hesaplaşması

Ergenekon davası siyasi bir hesaplaşmaydı. Devlete kim egemen olacak kavgası verildi; bir taraf kazandı, öbür taraf kaybetti. Kuralsız sahada oynanan bu tür iktidar oyunları tarihin her döneminde kanlı olmuştur. İdam cezası kaldırılmamış olsa şüphesiz idamlar da verilirdi; muhtemelen infaz da edilirdi. Ya öbür taraf kazansaydı? Daha merhametli olacaklarını hiç sanmıyorum. Genelkurmay tayfasının 2007’deki cumhurbaşkanlığı gambiti başarılı olsaydı bugün Erdoğan, Gül ve Arınç nerede olurdu, düşünebiliyor musunuz?
*
Bu kavgada ben açıkça taraf tuttum. Fikirlerine değer verdiğim, sağduyusuna güvendiğim arkadaşlarımın ezici çoğunluğu da benle aynı tarafı tuttu. Askercilerin yenilmesine sevindik. Halâ da – her şeye rağmen – ben seviniyorum.
Neden, ah neden? diye soruyor bazı arkadaşlar. Başbuğ yahut Balbay, mesela Bekir Bozdağ’dan daha mı bozuk adamlardı? İzmir’in Gündoğdu meydanında bayrak töreni yapan cici kızlar Kazlıçeşme’de Tayyip için şehadet andı içenlerden daha mı fena? Türklüğe hakaretten sana açtıkları davayla, Türklerin peygamberine hakaretten açtıkları dava arasında ne fark var?
Pis sorular bunlar. Ama cevabım var. Buyur anlatayım.
Sevindik, çünkü:
Bir: Daha önceki üç darbede uyguladıkları ahmakça, sadistçe zulüm hafızalardan çıkmamıştı. Bu sefer daha akıllı veya daha mülayim olacaklarına kimse inanmadı. Darbe ile gelen illa ahmak ve sadist mi olur? Bilmiyorum. Emin değilim. Ama üç denemenin skoru ortadayken, ben şahsen o riski almak istemezdim.
İki: Temsil ettikleri ideoloji kabak tadı vermişti. Yalanı, riyakârlığı, lime lime dökülmeye başlamıştı. Omzunun kalabalığıyla beyninin parıltısı orantısız birtakım generaller her ağzını açtığında, o ideolojinin yıldızı biraz daha soldu. Miadı elli sene önce dolmuş bir hurafeler sistemi milletin boğazına tıkıldıkça gına geldi. Miadı bin sene önce dolmuş bir başka hurafeler sisteminden bile, bazı insanlar, medet ummaya başladılar.
Üç:  Uzun süreden beri iktidarda olmalarının getirdiği yozlaşma ve kibir, tahammül edilmez bir seviyeye varmıştı. Yollarına çıkanı böcek gibi ezeceklerine inanıyorlardı. Bunu hak görüyorlardı. İşledikleri cinayetlerde insanların kanını donduran şey, cinayetin kendisinden ziyade, ardındaki pervasızlık ve şımarıklıktı sanırım. Ogün Samast’tan ziyade Kemal Kerinçsiz’di tiksindirici olan – “Biz hakikatin sahibiyiz, dolayısıyla gerekirse öldürürüz” diyen o ahlaksız sırıtış!
Dört: Memleketin temel sorunları karşısında acizdiler. Kürt sorununda, Ermeni sorununda, Kıbrıs sorununda, AB ilişkileri konusunda, denenmiş ve tükenmiş bir zihniyetin temsilcisi idiler. Sunabilecekleri bir çözüm umudu yoktu.
Bunlar da Ermeni ve Kıbrıs meselelerinde fosladılar, evet, AB meselesinde de foslamanın eşiğindeler. Ama en azından denediler. Kürt sorununda belki bir şeyler başarırlar hala, göreceğiz.
Beş: Türkiye’de parlamenter rejimin bekası, oy çokluğuna sahip olan tarafın galip gelmesini gerektiriyordu. Karşı taraf seçim kazandı diye oyunun kurallarını değiştirmeye kalksan o rejimden hayır gelmez. Parlamenter rejimin bekası bizim buralarda kimsenin umurunda mıdır? Doğrusu emin değilim. Ama Batılı dostlarımız, kendilerince haklı birtakım nedenlerle, bu konuya önem veriyordu. Onların tercihi, bizim de eğilimlerimize bir şekilde yansımıştır muhtemelen.
*
Lafı uzatmaya ne hacet? “Darbe suçtur, cezalandırılmalıdır” demek yetmez mi?
Affınıza sığınarak itiraf edeyim, darbe konusu beni o kadar heyecanlandırmıyor. Siyasi rekabetin normlarının oturmamış olduğu bir ülkede darbe, siyasetin opsiyonlarından biridir. Olmasa daha iyi, tabii. Ama sonuçta ülkenin nasıl yönetildiği mi daha önemli, yönetenlerin oraya hangi usulle geldiği mi?
Demokrasi diye, siyasi iktidarın rutin ve düzenli bir şekilde el değiştirebildiği rejime derler. Sen eğer kalabalıkların gücüne dayanarak ebedi iktidar hesabı yapabiliyorsan [bkz. DP-AP-ANAP-AKP], birileri de elbette, ya kolordu hesabıyla, ya saray entrikasıyla, ya polis ve istihbarat operasyonuyla o iktidardan parça koparmaya çalışacaktır. Eşyanın tabiatıdır. Memleket kirliyse elbet oyuncular da kirli olacak: “senin elin daha kirli” diye birilerine çıkışmanın çok da fazla anlamı yok.
*
Peki sonuç iyi mi oldu? “Al birini vur ötekine”den daha hayırlı bir yerde miyiz şimdi?
Evet, perspektife koyduğunda iyi oldu bence.
Yanlış anlamayın: Gelenlerin gidenlerden daha ahlaklı olduklarını düşünmüyorum, düşünmedim. Sadece daha zayıftılar. Dolayısıyla daha az yozlaşmışlardı. İktidarı pervasızca kullanmayı henüz bilmedikleri ve beceremedikleri için, daha edepli duruyorlar, daha utangaç gülümsüyorlardı. İktidara alıştıklarında neler yapabileceklerini daha göreceğiz.
Yine de, ve her şeye rağmen, sanki bunların zararı öbürlerinden daha az olacakmış gibi geliyor bana. İdeolojik zemini öbürküler ölçüsünde işgal etmeleri mümkün görünmüyor. Bütün devlet dairelerine kendi kutsal ikonlarını henüz asamadılar, ve muhtemelen asamayacaklar. Tüm kaleleri zapt edemeyecekler, tüm tersanelere giremeyecekler. Çünkü temsil ettikleri ideoloji, bu toplumun büyük ve önemli bir kesimini asla razı edemeyecek bir ideolojidir. Ülke içinde ve dışında doğal sınırları vardır. Ve dünya, 1930’ların dünyası değildir.
Memleketin en okumuş, en zengin ve en rabıtalı kesimlerini karşına alarak nereye kadar gidebilirsin? Memleketin hamilerinin, bütün dünyada, kaygı ile izlediği bir rotayı nereye kadar sürdürebilirsin?

Kazandılar, zafer sarhoşu oldular, ve bana sorarsanız, inişe geçtiler bile.