Wednesday, April 30, 2014

Sorularınıza itinayla cevap verilir 2


-Hocam, RTE AYM’yi pasifize edebilir mi? Edemezse ne yapar sizce?
 
Öyle bir niyeti olduğunu sanmıyorum. Kullanışlı bir araçtır. Yapılması gereken, ama kendi yapmak istemediği işleri ona yaptırıyor. Askerlerin salınması, HSYK yasasının (amacına ulaştıktan sonra) iptali, Twitter’ın açılması işine gelmedi mi sanıyorsun?

Rahatsız olduğu şey, Haşim Kılıç’ın açıkça Cumhurbaşkanlığına oynaması. Gerçi ondan da ne derece rahatsız olduğunu kestiremiyorum. Sanki kendi teşvik ediyormuş gibi davranıyor. “Cübbeni çıkar da gel” ne demek? Adamın niyeti yoksa bile aklına geliverir.

-Mustafa Kemal’e mi, Muhammed’e mi daha gıcıksınız?

  
İkisine de değilim. İkisi de büyük adamlar. Büyük maceralara girmişler, yırtıcı bir zeka sergilemişler. Sıradanlığı aşan insanları, sıradan ahlaki yargılarla değerlendirmek kolay değil, doğru da değil.

Her ikisinin ikonudur beni rahatsız eden. Bağnazlığın, sürü ruhunun, cahilliğin, farklı ve yalnız olanı ezme içgüdüsünün vesilesi olarak kullanılmaları.

Adamlar ölmüş gitmiş, arkalarından taş atmak neye yarar? Maksat onları değil, müritlerini rahatsız etmek.

-Hocam, Peygamberimizin adının otuzlu yaşlarına dek Kasım olduğu doğru mu? 


Hiç duymamıştım. Kaynak neymiş? Kutsal anlatılarla ilgili bu tür (olumlu veya olumsuz) bir bilgi duyduğunda önce kaynak sor. Sonra, imkanın varsa o kaynağın bu “bilgiyi” hangi amaçla piyasaya sürmüş olabileceğini düşün. Doğruya epey yaklaşırsın.

Muhammed’in tek eseri olan kitabı, ölümünden yaklaşık 60 yıl sonra, kanlı bir polemik ortamında derlenmiş. Yaşamına ilişkin anekdotlar, 90 ila 180 yıl sonra kaleme alınmış. Hakkında, kendisiyle çağdaş olan hiçbir tanıklık yok. Yazılı bir belgede adı ilk kez ölümünden 10 yıl sonra anılıyor. Böyle birinin, eğer yaşamışsa, kariyer-öncesi gençliği hakkında ne bilebiliriz? Nasıl bilebiliriz? Ne kadar bilebiliriz?

-Gençlik ve çocukluk yıllarınızda inançlı olup olmadığınızı merak ediyorum. Çevremdeki çoğu insanın müslüman olmasının beni toplumdan uzaklaştırdığını hissediyorum. Siz de benzer şeyler yaşadınız mı? 

İlkokul 4. sınıftayken “tanrı” kavramının absürt ve tutarsız bir düşünce olduğu kanısına vardım. O günden beri de fikrimi değiştirmedim. Annem kendi çapında dindardı, ama aydın bir babam ve kültürlü bir aile çevremiz vardı. Sivri dilim bazen eleştirildi ise de başka rahatsızlık yaşamadım.

Yakınlarına şunu anlatmaya çalış. Dedelerinizin inandığı şeylere inanmamak “inançsızlık” değildir. İnanç, adanmışlık, manevi değerlere sadakat, onlarsız da mümkündür. Hatta konformizmin konforundan yoksun olduğu için öylesi daha gerçek ve daha değerlidir.

Birazcık ufuk sahibi iseler sana kulak vereceklerdir. Öbür türlü zaten uğraşmaya değmez. Ninen ise, üzme “sen haklısın” de gönlünü al. Öbürlerini şutla gitsin.

-Kültür unsurlarına (din, dil, gelenek, sanat...) sahip çıkmak, onları koruyup gelecek nesillere iletmek önemli midir?

  
İnsanlığın temel değerleriyle bağdaşıyorsa evet, toplumun hayatına zenginlik katar, ortak bir dil sağlar. Yoksa unutmak ve unutturmak evladır. Dedelerin görevi iletmek olsun; fikir önderlerinin sorumluluğu, iletilenleri aklın ve vicdanın terazisinde tartmak olmalı.

-Kendini resimlemek anlamında “selfie” diye bir kelime yaygınlaştı. Buna Türkçe bir karşılık üretmeye çalışmalı mı, yoksa olduğu gibi kabul mü etmeli?

  
Selfie “kendini resimlemek” değil ki? “Mobil cihazın reverse kamerasını kullanarak kendini veya kendi dahil olduğun bir grubu resimlemek.” Öbür türlüsü otoportre olur. Ne olabilirdi? Terso? Aynalı? Cepgeri? Oto çek? I-ıh, hiç biri. Selfie kusursuz. İlk duyulduğu gün oy birliğiyle maçı aldı.

Tuesday, April 29, 2014

Bıktık mı artık bu memleketten?



Bir arkadaş yazmış, uzun uzun içini dökmüş, okumaya değer. Benim cevabım aşağıda.


Selamlar,

İsmim Semih, mailim biraz uzun olacak, içimi dökeceğim, sizden de sanki yanınızdaymışım da beraber fikir teatisi yapıyormuşuz gibi soracaklarımı kendinize sormanızı isteyeceğim. Çünkü, neredeyse son 5 senedir yazdığınız her şeyi ama her şeyi okudum. Üstüne saatlerce kafa patlattım. Ayrı düştüğümüz konularda allah allah neden şimdi böyle dedi ki diye günlerce düşündüm. Ya da beni ikna ettiğiniz noktalarda "adam haklı tabi lan" deyip kendimi güncelledim ama son zamanlarda o kadar keskin bir ayrılık yaşıyoruz ki, boşa koysam dolmuyor, doluya koysam almıyor. Eğer içeri girmiş olmasaydınız atlayıp şirinceye gelir, kovsanız da bi şekilde karşınıza çıkıp şimdi yazacaklarımı sormaya çalışırdım. Neyse başlıyorum.

Problemimiz tahmin edebileceğiniz gibi son zamanlardaki Akp çıkışınız. İddiam da kendinizi zamanın ruhuna uygun olarak güncelleyemediğiniz. Gerçi sizin içerde olduğunuz son zamanlarda makas o kadar ani açıldı ki, dışarı da olsaydınız şimdi düşündüklerinizi asla ama asla düşünmeyeceğinizi düşünüyorum. Sanırım yaşlanıyorsunuz ve yaşlandıkça kendi davanıza atfettiğiniz kutsallık, sizin de kendi ilerleyişinizi durduruyor. Blogunuzda Murat Belge ve Ömer Laçiner ile ilgili yazdığınız yazıda 1980 sonrası Ömer Laçiner'in zihinsel evriminin durduğunu anlattığınız kısımda bahsettiğiniz şeyi siz yaşıyorsunuz.

En baştan başlayalım. Devletimizin kurulduğu günden beri kendi içinden düşman üreterek, elinde tuttuğu güçlerin konsolidasyonunu sağladığı bir gerçek. Bunlardan en önemli iki tanesi de Kürtler ve İslamcılar. Ve bu baskı altında temsil üretemedikleri için de terör yarattılar. Hatta islamcılarınki küresel boyutlara ulaştı ama 2000lerin başında esmeye başlayan siyasal islam rüzgarıyla islamcılara "silahlarınızı bırakıp partinizi kurun seçimlere katilin, bakın sizi de adam yerine koyuyoruz" dendi. Bence de güzel fikirdi. Gerçekten de bir kısmı silahları bıraktı, sakalları kesti, "moderate" olup seçimlere girdiler ve AKP örneğinde olduğu gibi daha önce toplumun hiç oy almadığı kesimlerinden de oy alıp meclislere girdiler. Sizin gibi benim gibi bir takım batı öğretileriyle yetişmiş insanlar da aşağı yukarı şunu düşündü, düşündük; "Yahu adamlara bi şans verelim, bizim 90 yıllık öküzlerden daha kötü olamazlar, hem herkesin partisi olacağız derken belki de gerçekten öyle olacaklar? " 2007ye kadar gerçekten iyilerdi. Sivilleşme sağlandı. Ordudaki bi takım beton kafa generallerin dediğim dedik tavrı bitti. AB uyum yasaları süratle meclisten geçti. Bunlar gerçekten hoş gelişmelerdi.

Fakat sonra ne olduysa oldu ve hükümet sivilleşme, demokratikleşme vs vs vs adına ne derseniz diyin hamlelerini sadece ama sadece kendi gücünü kuvvetlendirmek için kullanmaya ve kendi seçmeninin isteklerini de - olması gereken - olarak empoze etmeye başladı. ve o dakikadan sonra AKP seçmeni olanlarla olmayanlar arasındaki makas giderek açılmaya başladı. Sizin gibi, (benim gibi) bir takım iyi niyetli insanlar hala bi dakika canım bakın hem bunun Avrupa'da da benzer örnekleri var, Kemalist teyzeler ve memur emeklisi amcalar abartıyor demeye devam etti. Askeri vesayetten sıtkı sıyrılmış herkes yine de iktidarın icraatlerine destek vermeye devam etti. Ama kafalardaki "LAN ACABA?" sorusu giderek güçlenmeye başladı.

Mesela sizce, Dsip falan gibi bir takım cihangir showmanlerinin Yetmez ama Evet dediği o referandumun akşamında başbakan kurmaylarıyla konuşurken, HELAL OLSUN LAN ÇOCUKLARA NE DEMOKRAT İNSANLARMIŞ mı dedi? Yoksa AHAHAHAH BU SALAKLAR DA KENDİ KENDİLERİNE DEMOKRATIKLIK OYNUYO NE GÜZEL DE EKMEĞİMİZE YAĞ SÜRDÜLER mi dedi? Yani şunu soruyorum ülkedeki demokratikleşme çabalarını kendi gücünü arttırma dışında bir gıdım önemsedi mi? önemsiyor mu?

Gelelim bu işin toplumsal yansımalarına;

Benim de sizin yaptığınız gibi bu ülkedeki her kötü şeyi kemalizmin kurumsallaşmış diktatoryasına bağlamak gibi bir huyum var. Bugüne kadar da hiç yanılmadım. Ülkeyi eline alıp herkese batılılaşmayı öğretmeye çalışan bir takım Selanik kıroları ne kadar batılıydılar ki, ya da batıdan ne anlıyorlardı ki bana batıyı öğretebilecek kudreti kendilerinde görüyorlardı? Biraz Fransızca bilip iki Russo okumakla bu iş olur mu ki? Kaldı ki modernizm denilen şey virüs gibi bir şeydir. Yayılmaya başladı mı karşısında hiç bir şey duramaz. Şapkayı alalım ama eşcinsel hakları gelmesin, yahut serbest piyasa okey ama rica edicem latin alfabesi gelmesin demek olmaz. Derseniz hiç ama hiç olmaz, kılçığın biri çıkar inadına getirir. iyi de eder. Gazi paşa ve arkadaşlarına sonuna kadar vuralım, vurdukça da bu toplum değişecek ve güçlenecek bunda hem fikirim.

Ama bu sefer gelin değişik bir şey yapalım ve denklemden bu değişkeni çıkaralım ve öyle düşünelim. Elimizde kurumsal olarak da liderlik kültü açısından da çok güçlü bir yönetim ve 10 senedir değiştirdiği bir Türkiye var. Biraz bunun üzerinden gidelim. Gezi olayları sırasında Başbakan'ın Fatih Altaylıya konuk olduğu bir program vardı hatırlarsınız. Ne demişti? "Ben bazen dolmabahçeden etrafa bakıyorum, vapurdan inen kadınların kıyafetlerinden utanıyorum" minvalinde bir şeyler söyledi. Gelin beraber düşünelim kim bu değişik değişik giyinen kadınlar? Söyleyeyim, Annem, kız arkadaşım, okul arkadaşlarım, Üst komşu, eski eşleriniz, kızınız, Kolejden arkadaşınız vs vs vs. Vapur ulan bu hergün kadıköyden beşiktaşa binlerce benden, sizden, çevremizden çok da farklı olmayan olsa da sizin benim umrumuzda olmayan insan geçiyor. NE KADAR DEĞİŞİK OLABİLİRLER Kİ?

Almanya'da doğup büyüdüm, Türkiye'ye geldik ortaokul lise falan derken Bahçeşehir Üniversitesinde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler okumaya başladım. Her gün cahilliğim biraz daha yüzüme vuruluyormuş gibi hissettim. Sinirlendim bu iş böyle olmaz dedim. Okudum, gezdim, dinledim, araştırdım, anlamaya çalıştım, empati yaptım. Bu işler derya deniz dedim bi o yana bi bu yana koşuşturdum. Fransızca öğrendim, Galatasaraya girdim yüksek lisans yapmaya, aman tanrım ne kadar çok şeyi bilmiyormuşum diye krizler geçirdim. Osmanlıca sözlüklerin üstüne uyuyakaldım. Beethoven belgeseli izlerken bi bölüm daha izliyim sonra giderim doktora derken apandıştımı patlattım. Falanlar filanlar. Komik olan ne biliyor musunuz? Hani klasik bir söz vardır ya, "Durumumuz yoktu kardeş, okuyamadım." diye, heh işte o söz neredeyse KUSURA BAKMA KARDEŞ DURUMUMUZ VARDI OKUDUM gibi abuk bi şekle dönüştü. Elitizm yapmamak için cahilliği over duruma geldik. Halbuki ikisinin arasında kapkalın kocaman bi çizgi var. Politik doğruculuğa bulanmış vicik vicik bir köylü seviciliğin ortasında battıkça batıyoruz. Ama sorsalar kemalist dikta, sivilleşme etc. etc.

Bakın Sevan Amca, bugüne kadar yazdığınız en güzel yazıların birinde doğu ile batının arasındaki savaşı çoktaaan batının kazandığından bahsediyordunuz, imanın sadece tanrısal manasının olmadığını, Macellanın, Galileo'nun adanmışlığının ne kadar önemli olduğunu ve batının işte tam da bu yüzden kazandığını anlatıyordunuz. Totalde baktığımızda kemalist dıktanın da şimdi onun yerini alan ve sevdiğinizi belirttiğiniz AKP yönetiminin de dayandığı "milli irade" aynı insanlar. Ama bir de ülkede sizin gibi benim gibi, bir takım batı öğretileriyle büyümüş bir nesil var ve ciddi olarak azınlıktayız. Akp'nin bu "sivilleşme" adına yaptığı reformlar vb. bir takım hareketler bu niteliksiz  çoğunluk tarafından onaylandıkça size ve bana kala kala kol saati kalıyor. Siz de ben de zihinsel çabalarımız ve inandığımız bir takım temel değerler yüzünden bu insanların ontolojik düşmanlarıyız. Katlımız vacıb.

Kemalist rejimin üstten bakan tavrını eleştirirken tutturulan motto empati yapmak idi. Haklılık payı yok muydu? Vardı elbet ama bugün gelinen noktada ben artık empati yapmaktan sıkıldım, bunaldım ve yoruldum. İSTEMİYORUM. yozgattaki eşek şikenle, diyarbakırdaki kızını vuranla empati falan yapmak istemiyorum. Ağır geliyor artık. Çünkü inandığımız bir takım değerler uğruna, onları da yanımıza çekeriz düsturuyla yıllardır yaptığımız bu empati hep bi tarafımızda patladı. Şunun adını koyalım artık ÖKÜZ ANADOLULU'nun benimle empati yapmak gibi bir derdi yok. Hatta hiç olmamış. Biz öğretebiliriz sanmışız, onlar AHAHAH KERİZE BAK demişler. Bugün gelinen noktada -sadece sivilleşmeyi sağlıyor diye- AKP'ye oy vermek, bu saçma sapan tavırların hepsini onaylamaktan başka hiç bir şey değil. Yozgattaki adam için ahirindaki eşek benim, yozgatta uzun saçla gezebilme özgürlüğümden daha değerliyse, kusura bakmasın onun için yapabileceğim hiç bir şey kalmamıştır artık. Bahsettiğim kalabalık öyle bir noktadaki başbakan yürüyün aslanlarım dese, Kasımpaşadan bi çıkarlar Asmalimescitten yukarıya doğru kese kese ilerlerler. Çünkü artık onların gözünde onların dışındaki herkes marjinal ve edindikleri bilgi ve tecrübeleri sadece onlar için kullanmakla mükellefler. Hani çok anlatılan sağlık reformu var ya, doktorlar o yüzden dayak yiyor paso işte.

Birlikte yaşama pratiğine alışamayan bizler değiliz. Yan komşum sakallı olmuş, alevi olmuş, cihadçi olmuş, fahişe olmuş, eşcinsel olmuş umrumda değil benim. ve ayrıca benim gibilerin. Aksine merak ederim tanımaya çalışırım. diyalog kurmak isterim. Artık çok daha net anlıyoruz ki, bu ayrımı yapanlar, beraber yaşamaya bi türlü razı olamayanlar onlar. Allah razı olsun sayelerinde bu yanlış anlaşılmadan da kurtulduk. Yıllarca bu jakobenler öbürlerini yanlarında istemiyor diyorlardı. Alakası yokmuş. Daha doğrusu biz adapte olabiliryormuşuz da, öbürleri onlardan olmayana ev bile vermiyormuş.

Bir adım ileri gideyim, bu verili koşullar ele alındığında, Batı yanlılarının (Geçmişten günümüze) asker sevdasını şimdi daha iyi anlıyor musunuz? Zihinsel bir ayrımda çoğunluk sizin düşündüklerinize günah, ayıp, din düşmanlığı vs vs gibi baktığında bu vahşi kalabalığı size karşı koruyabilecek yegane unsur olarak ellerinde bir tek modern devletin monopoly of viölence'i idare etme gücü kalıyor elinizde.

Sistemin vatandaşına zulüm ettiği nokta artık kemalist öğretilerin kurumsallaşmış gücü falan değildir. Modern öğretilere inanmış bireylerin karşısındaki vahşi çoğunluk karşısında inim inim inlemesine sebep olan çoğulculuktur. AKP de bu mekanizmanın onay noktasını oluşturuyor. Atılan her oy bahsettiğim bu çoğunluğa haklısın abicim onayı veriyor. Ve belki de ironilerin en hası burda ortaya çıkıyor. Yıllardır vurduğumuz zihniyetin partisi CHP strategic voting için bugünkü alternatifimiz oluyor. neden BDP değil diyeceksiniz, çünkü Kürt siyasetinin etrafındaki duvarlar ortadan kalktığından beri, sahip olduğunu düşündüğümüz çapın o kadar da geniş olmadığını gördük. Hala aynı terane, eziliyoruz. Bunu 90larda söylemek olaydı. Artık klasik solcu ağlamasından başka hiç bir şey değil. Ülke öyle bir noktaya geldi ki, yanyana gelen herhangi 5 kişi DURUP DURURKEN devletin zulmüne maruz kalabiliyor. Bu yüzden gruplar halinde "biz daha çok ezildik, hayır biz daha çok" kavgası hiç bir şey anlatmıyor. Bugün artık bu ülkede devlet şiddetine, baskısına maruz kalmamış bir grup kalmamıştır.

Farkında mısınz bilmiyorum ama heryerde kendimize bir takım gettolar kuruyoruz. Facebook ve twitter timelinelarımız dahil olmak üzere, yaşadığımız yerler, gezerken gittiğimiz sokaklar, alışveriş yaptığımız marketler falan hep bir yaşamsal alan seçilimi üzerine kurulu. Giderek de bu seçilim büyüyor. Beşiktaşta oturuyorum. Taksiminde boku çıktı artık, şişli ve kadıköyden başka çok çok az yere gidiyorum istanbulda. Bu ilçelerin hepsinde CHP'nin yönetimde olması tesadüf mü? Daha doğrusu benim gibi sizin gibi insanların istanbulda yaşarken en rahat ettiği ilçelerin bunlar olması tesadüf mü? İronik olan ne biliyor musunuz? Zamanında kürt hareketiyle özdeşleşen bu yerellik olayının artık beyaz türk'ünde gündemine oturması. Adamlar haklı olarak bağcılardaki çarıklı orda ne bok yerse yeşin ama ordan attığı oy benim burdaki bilmemne festivalime etki etmesin diyor. Göreceksiniz bu görüş giderek toplumsal bir destek kazanacak. Kürt hareketinin talep edip sonucunda kafasına sopayı yediği bu "eyaletleşme" belki de beyaz türk'ün canını kurtaracak.

1920lerde iyi tahminle yüzde 12sinin okuma yazma bildiği bir toplumda öyle yada böyle demokrasi rejimi kumak gerçekten şaka gibi. yani iki açıdan saka gibi. adama hem salak mısın? hem de helal olsun derler. Bu yüzden de etrafta ilanları dağıtılan HIZLANDIRILMIŞ İNGİLİZCE KURSU gibi süreçlerden geçti ülke, biz suçu hep insanların kafasına vuran kemalizmde bulduk. Haklıydık da. Hala da haklıyız ama bugün, şu an, şu saatte bunu söylemek artık hiç bir işe yaramıyor.

Toparlayayım. Siz de siyaset bilimi okudunuz. Canınız ne zaman isterse şeytanın avukatlığını yapacak bilgi ve donanıma sahip olduğunuzu çok iyi biliyorum. Bu mektubu size hadi bakalım atayist buna da cevap ver demek için yazmadım. Bu kadar yakınen takip ettiğim birinin seçimlerle ilgili attığı 5 tivite olan cevabım bu yazdıklarım. Düşündüm düşündüm bulamadım, size sorayım dedim. Belki de haddim olmayarak amcacım göremiyor musun bunları yani demek istedim. Bilimsel bilginin en önemli özelliğinin yanlışlanabilir olması olduğunu bilen biri olarak biraz da, BÖYLE DEĞİL Mİ YANİ? de demek istedim. Söyleyecekleriniz belki de benim bu konudaki bakış açımı değiştirecek bunu da heyecanla bekliyorum. Bakarsınız üstüne koya koya ilerler hakikate ulaşırız. Esen kalın.




Semih,

Avam zorbalığından tiksinmişsin. Eyvallah. Ben elli senedir oradayım. Annemle babam 6 Eylül 1955 günü İstiklal Caddesi’nde düğün alışverişinde imişler. Kasımpaşa’dan Asmalımescit’e kese kese gelen kalabalığı ta oradan hatırlıyor olabilirim.

Bugünküler dünkülerden daha mı kötü? Ya da daha mı egemen? 1930’larda "idealist gençlik” diye çıkanlardan yahut 1960’larda Kıbrıs Türktür mitingi yapanlardan, veya Milliyetçi Cephe güruhlarından, Kenan Evren şakşakçılarından daha mı tehlikeliler? Ya da ortaokuldan hatırladığım Kemal yalakası sadistlerden? Yozgat gerçekten memleketi istila mı etti sence? Yoksa İş Bankası reklamlarındaki danslı fistanlı 1930’ları gerçek mi zannediyorsun? Tavsiye ederim, 1930’ların, 40’ların, 50’lerin, 60’ların, 70’lerin, 80’lerin gazete koleksiyonlarını tara. Ben sözlük çalışması için yıllardır tarıyorum. Kasımpaşa ve Yozgat hep oradaydı, hep egemendi. Değişen bir şey yok. Pardon, var, iyiye doğru. Eskisinden daha aşağılık bir ükede yaşamıyoruz. Epeyce daha rahatız. Sadece beklentilerimiz arttı, o yüzden belki daha fazla batıyor bunlar.

15 sene önce Beyoğlu’nda kaç tane içkili lokanta vardı sence? Kadıköy vapurundaki mini etek-mini şortlu sayısı artmış mıdır, azalmış mıdır?
Kemal Paşa’nın daha “modern” ya da özgürlükçü bir şeyleri temsil ettiği külliyen yalandır. Zamanın gerçeklerine göre kıvırmış; ama özünde, Milli-İslami geleneğin bir başka mezhebinin temsilcisidir. İlk hatırladığımda ellerinde Kemal büstleriyle İstanbul Rumlarını denize döküyorlardı. 1964 olmalı. Lisedeyken, saçı uzun öğrencilerin kafasını İstiklal Marşı eşliğinde traşlıyorlardı. Aynı sınıfsal nefretin diğer adıdır. CHP’nin o geçmişi reddettiğini daha duymadım.

Kendini biraz daha iyi hissetmek istiyorsan şöyle düşün. Bu ülkede demokratik yoldan iktidarı hedefleyen herkes popüler islami “kültüre” (“kültür” sözü tırnak içinde) kuyruk sallamak zorunda. İki kere iki gibi bir kural bu, matematiksel bir zorunluluk. CHP bunu beceremiyorsa “modern” filan olduğundan değil, aptal olduğundan. Öteki daha iyi beceriyorsa inandığından, ya da “onay noktasını oluşturmayı” sevdiğinden değil. Daha akıllı olduğundan. Bkz:Bakara-makara. Başbakan’ın o saçmalıkları Egemen Bağış’tan daha fazla ciddiye aldığını sanır mısın? Ben sanmam. İş yapıyorlar. Ellerinde başka meşruiyet olmadığından ona isnat etmek zorundalar. Oy alacaksa Yozgat’tan alacak, Erzurum’dan alacak, Diyarbakır’dan alacak. Mecbur öyle oynamaya.

Yalnız oy değil, bir de para boyutu var. Petrolü olmayan, sanayii olmayan bir ülke nasıl tutturacak %7 kalkınmayı? Petrolü olanın parasını alarak. E, Arap'tan para istiyorsan Arap’a hoş görüneceksin. Elin mahkum. Abartalım istersen: Beyoğlu’nda bugün 6000 tane içkili lokanta-kafe arasında tercih yapma lüksüne sahipsen, biraz da bu hükümet Araplara kuyruk sallayıp cilve yapmayı bildiği için sahipsin. Ya!? Parasız olmuyor.

İslam dininin bir cahillik ve nefret ideolojisi olduğundan yana şüphem yok. İlk gençliğimde öyle düşünürdüm, hala öyle düşünürüm. Aileden miras olmalı; ama 50 yıllık deneyim ve tefekkür de var üstüne.

90’lara doğru şunu keşfettim. İslam istediği kadar kötü olsun, birtakım dürüst ve - bu dünyada olunabildiği kadar - temiz insanlar, İslam bünyesinde kalarak özgürlüğü, modernliği ve rasyonel bir toplum düzenini tasavvur etmeye çalışıyorlar. Bunların iyi niyetinden, dürüstlüğünden şüphe etmedim; hatta çoğu zaman taş kafalı Kemalcilerden daha dürüst olduklarını düşündüm. Orjinal bir düşünce çabası içindeydiler - bu topraklarda kelaynak kuşundan daha nadir bir vakadır. Yaptıkları işin mantıken tutarsız olduğunu, çıkmaz yol olduğunu ısrarla savundum - yüzlerine karşı savundum, dergilerine yazdığım yazılarda savundum. Ama “keşke yanılayım” demedim değil. Sempati duydum. Alman rasyonalizminin 18.yüzyılda Pietizm’den doğduğunu, Amerika’nın en iyi üniversitelerinin Püriten yobazlar tarafından kurulduğunu kendime hatırlattım. Ama “aa, islam iyi bir şeymiş, özgürlüklerle bağdaşırmış” diye bir cümle çıktığını duyan olmadı ağzımdan. “Mantıken bağdaşmaz, ama Allah’ın mucizesi belli olmaz, iyi yoldasınız, aferin size” dediğim olmuştur belki.
O iyimserliğimin yaklaşık iki-üç yıldır azaldığını itiraf etmeyelim. 2011-12’den beri, gitgide yaygınlaşan islami kabullere karşı daha sert bir dille mücadele etmeyi savundum. Özellikle Gezi günlerinde, Abdurrahman Dilipak gibilerinin, dili kanlı birer fanatiğe dönüşmesi beni sarstı. Bıçak kemiğe dayandığında öyle davranacaklarını biliyordum, teorik olarak biliyordum, defalarca söylemiştim. Ama gene de sarstı. Kan kokusunu duymak başka türlü bir şey.

Evet, o cahillik ve nefret ideolojisiyle mücadele etmek lazım. Üç tane temel gerçeği unutmamak şartıyla. 1) Ötekisi de aynı yolun yolcusudur, 2) Demokratik siyaset, toplumun gerçeklerine -ve önyargılarına- boyun eğmek zorundadır, 3) İdeoloji boktan da olsa o bünye içinde iyi ve dürüst insanlar olabilir ve vardır. O insanları yok sayamazsın.

Ayrıca Yozgatlılar (ve diğerleri) zannettiğin kadar da nefret dolu insanlar değiller. Asmalımescittekilere tahmin ettiğinden daha fazla saygıları ve hatta onların yaşam tarzlarına özlemleri vardır. Sen dışlayıp aşağıladıkça öfkeye kapılıyorlardır belki.

Selamlar, sevgiler.

19 yorum:

  1. Ben size demiştim, ben Arapça bilmem, Kuran’dan anlamam, kim beni sever ve bir şeyler verirse ona inanırım. Ne sevdiniz, ne bir şeyler verdiniz, şimdi de oturmuş benden şikayet ediyorsunuz?
    Yanıtla
  2. Sayin Seminin konuyu isleyis mizahi tarzda sayin Sevan Nisanyani yapmis oldugu bazi yorumlari animsatmakta fakat senelerin gelismesindeki olaylar ustunde bizlerden cok daha fazla kafa yordugu da inkar edilemez.
    Uzerinde durdugu sorular hic de kucumsenecek sorular dayil ve yanit olarak sayin Nisanyanin yazdiklari da bir o kadar "hakikaten cok dogru" denebilecek cinsinden olusu konu hayli ilgi cekici bir alana getirerek siklimadan bastan sona kadar okunabilecek hale oldugudur.
    Tessekurler her ikisine de .
    Sayin Sevan Nisanyanin bu memlekete yapmis oldugu hizmetleri hatirlanmasinda sahsinin bir an evel devlet yetkililerince takdir tebrikleri ile ozur dilenmesini yazmadan da edemiyecegim.
    Ornek oldugu cesaretin'e ve bilgisine sonsuz tessekurler.
    En kisa zamanda yavrularina kavusmasi temmenileri ile.
    Sevgi ve Saygilar.
    Yanıtla
  3. "15 sene önce Beyoğlu’nda kaç tane içkili lokanta vardı sence? Kadıköy vapurundaki mini etek-mini şortlu sayısı artmış mıdır, azalmış mıdır?"
    Doksanları hatırlıyorum, çok daha az olduğunu hiç sanmam. Ayrıca içki epey daha ucuzdu, çıkıp içebiliyorduk. Şimdi mali durumum kat be kat daha iyi ama çıkmadan 3 kere değer mi diye düşünüyorum, bütün çevremde de durum bu.
    Daha öncesini hatırlamıyorum ama mesela 1 yıl kadar Adapazarı'nda yaşadım, yaşadığım sokakta 1 (bir) başı açık teyze vardı. Bana 70'li yıllarda arkadaşlarıyla rahatça mini etekle gezdiklerini anlattı. Şimdi çık bakalım orada mini etekle pazara yiyor mu. Tabi bunu diyince de "başörtüsü düşmanı" oluyoruz... Ama artık siklemiyorum, benim için de empati devri kesin olarak bitti.
    İdeoloji boktan da olsa o bünye içinde iyi ve dürüst insanlar olabilir ve vardır. O insanları yok sayamazsın.
    "İyi ve dürüst" nazi var mıydı? "İyi ve dürüst" komünist var mıydı? Varsa bile yok sayıyorum. Bunları yok saydığım gibi.
    Yanıtla
    Yanıtlar
    1. Amenna. Sen de haklısın.
  4. Merhaba, Peki 1920 lerde ne yapılsaydı bugünden daha iyi bir konumda olabilirdik sizce?
    Yanıtla
  5. Semih sen ne dangalak bir adammışsın birader?
    Yanıtla
  6. Abi sen Semih'in esas derdini atlamak istemissin herhalde. 1960'in kalabaligi senin icin degil belki ama Semih icin elbette daha az tehlikeliydi. Semih (i.e. ben) ilk kez simdi dogrudan hedef olabilecegine uyandi.

    Ben soyle sorayim: Bu sefer bu kotulugun karsisinda durmak zorunda kaldik, belki istedik (yalan) diyelim. Gotumuz yemiyor hapis falan. En azindan simdilik yemiyor. O beyinsiz solcular gibi surec (ahiret) pesinde falan da degiliz, bu hayatta mutlu olmak istiyoruz. Zaten solcudan cok fena tiksiniyoruz. Arada bir rahatlikla mutlulugu karistiriyor da olabiliriz. Ne yapalim, sen deyiver? (biliyorum, dedin ama ozet gec bir daha, net olsun)

    Dinledigim seceneklerin ozeti:
    -Baska yere kacalim (master yapiyor, doktoraya basvuracak bu).
    -Zengin olalim (annesinin arazisi var).
    -Gettomuza siginalim (sabanci'da 4 yil planlayan izmirli).
    -Vicdan yesertelim (umit kivanc).
    -Asker gelsin kurtarsin (malum).
    -Tek yol devrim (malum).
    -Mucadele edelim (kemalciler, solcular, sen).

    Neyle mucadele edelim? Soyut olma bak ama simdi, ideoloji deme bana. Hem nasil? Goliath'la (akromegalili bir garibanmis o da) dovusulur mu? De ki dovustuk, expected return ne? Unutalim mi yani beklentiyi? Yok artik. Hakkimizda menkibeler de yazilsin.

    Ustelik belki daha fenasi su: Hadi arada heyecanlandik da kafamizi uzatak dedik, yanimiza yoremize bakinca "midyeyi kabuguyla yemisler, ehehohoe"cileri gorduk. Bak Kemalist de degil bunlar. Utaniyorum bildigin yahu. Ofke, azim falan degil, ardisik utanclar iste.

    Sen mucadele ederken mutlu olabiliyorsun, biliyoruz. Hayraniz zaten. Ama bizi gazliyor olma? Nadiren iyi adam bulduk diye sevinirken sen de bize rahiplik yapiyor olmayasin? Alttan alta cesaret veriyor, aciktan cagirmiyor da ornek oluyor. Tasakli. Hem de yalniz. Hem de kafasi basiyor.

    Belki en iyisi, sen cikinca su paravan sirketi kuralim da gidelim. Sirince'yi de Berkeley'e tasiyalim, tum ogrencileriyle. Herkes icin daha iyi olmaz mi?
    Yanıtla
  7. Semih Bey'i (Yozgatlıyı Diyarbekirliyi belki rencide edebilecek genellemeler yapması haricinde) takdir ettim. Kendi tabirimle "liberciligin" temel çelişkisini, jakobenligi elitizmi eleştirirken gericilige taviz verir hale gelmesini görmeye başlamış. Nişanyan ise onu libercilige geri kazandırmaya çalışmış tabii.
    Ben de içimi dökeyim bari. Eskiden ben de liberciydim. Ama bilhassa Suriye Savaşından sonra realiteyi farkettim. Birincisi gericiligin ne kadar vahşileşebilecegine, kafa kestigine, çocukları kurşuna dizdigine şahid oldum. İkincisi de, Sünni Alevi Hristiyan, dindar laik, Arab Kürd Türkmen Ermeni, halkın çoğunluğunun bu saldırıya birlikte karşı koyduğuna. Çünkü ilerici Baas hareketi zamanında Ixwan zihniyetine geçit vermemiş, farklı inanç ve kültürlerin karşılıklı hoşgörüyle ve yurtsever duygularla bir arada yaşayabilecegi bir Suriye yaratmıştı. Türkiye’den daha az “demokratik” olan Suriye, daha medeniydi. Zira Batılıların geçirdigi tarihsel süreçleri tam olarak yaşamamış toplumlarda Batılı degerleri, medeniligi ancak güçle hakim kılabilirsiniz.
    Mesela diyelim ki, bir Ortadoğu ülkesinde yöneticisiniz ve kadın haklarıyla ilgili, kadınların toplumsal hayatta daha fazla yer almasına yönelik bir düzenleme getirmek istiyorsunuz ve bunu referanduma sundunuz. Ne olur? Tabii ki kadınları daha da kısıtlamaya yönelik bir sonuç çıkar. İşte libercilik “demokrasi”ye aşırı bir deger atfettigi için bu noktada çaresizdir. Ben olsam, böyle bir düzenlemeyi oylamaya sunmazdım. Toplumda kadınlardan dahi böyle bir talep gelmedigi, hatta “milletin degerleri” buna ters düştügü halde onu uygulamaya koyar, karşı çıkan medeniyet düşmanlarını ise cezalandırırdım. Medeniyete deger veren herkes de bunu yapar.
    Irkçı ve dinci gericiligi ezmeden demokrasi uygularsanız, gericiler populizmle kimlik istismarıyla iktidarı ele geçirmelerinin ardından toplumun çoğunluğunun geri ve cahil kalacağı, yoksul bırakıldığı halde sadakaya rıza gösterecegi adımları atarlar (mesela egitime müdahale), ve sürekli istismar edip oy alabilecekleri kitlesel çoğunluğu yaratırlar. Türkiye’nin 65 yıllık sorunu budur.
    Yanıtla
  8. Semih kardeşim içinde büyüdüğü, sınıfsal aidiyetinin olduğu kesimlerin, zümrelerin tabularını, kırmızı çizgilerini epey zorlamış anladığım kadarıyla. Bunun için bir araba bedel ödediğini de tahmin edebiliyorum. Bilmediğini bilme erdemi, özellikle mevzubahis çakma aydınlık kesimlerde, çok ender rastlanan bir şey.
    Maamafih, kendisinin zihinsel olarak dönemediği, dönmemekte ısrar ettiği bir köşe kabak gibi göze çarpıyor: Kendini toplumun üzerinde konumlamak. Yozgat'taki zoofiller senin onları geliştirmen, dönüştürmen için orada - veya artık burada - değiller güzel kardeşim. Onlar seninle aynı biyolojik türün mensupları. Aranızda evrimsel rekabet var. Kedi-köpek gibi 'eğitemezsin' insanları. Kafandaki ideal dünya resminde sen bizzat sorumlu sınıfların bir üyesi isen, hayalinde öyle konumluyorsan kendini içgörü, entellektüel dürüstlük kalemlerinden yemen gereken daha 20 fırın ekmek var demektir.
    İçine girmiş olduğun sürecin sınıfının seni geri almasına varmaması dileğiyle.
    Not: Yozgatlı köylü bir ailenin çocuğuyum. Eşeğin gönlü olduğu sürece eşek sikmekte de beis görmüyorum. :D
    Yanıtla
    Yanıtlar
    1. Esas sorun da bu ya essegin gönlünün olup olmadigini bilmiyorsunuz. Bilmediginiz birseyi yapmakta da sizin deyiminizle beis görmüyorsunuz. Büyük cogunlukta yaptigi bir cok seyi ayni sizin gibi düsünerek yapiyor ve beis görmüyor. Sanirim sorunda bu.
    2. Gönlü olmayan bir eşşeği sikebilen cengavere ben de hiç çekinmem domalırım. 'Çifte' diye bir mefhum vardır. Bilmem hiç duydunuz mu?
    3. Cocugun gonlu oldugu surece cocuk ve hatta bebek tacizinde beis var midir Yozgatli?
      Suslu laflarin icine gizlenmis ilkel hirslar goruyorum. Beyin korteksi gelisti diye hayati algilayabilmek ve sorular sormak insani evrenin merkezine mi koyar?
      Insan sadece oyle zannediyor..
  9. Semih Bey'i (Yozgatlıyı Diyarbekirliyi belki rencide edebilecek genellemeler yapması haricinde) takdir ettim. Kendi tabirimle "liberciligin" temel çelişkisini, jakobenligi elitizmi eleştirirken gericilige taviz verir hale gelmesini sorgulamaya başlamış. Nişanyan ise onu libercilige geri kazandırmaya çalışmış tabii.
    Ben de içimi dökeyim bari. Eskiden ben de liberciydim. Ama bilhassa Suriye Savaşından sonra realiteyi farkettim. . (Aslında bu kısmı başta söylemem riskli oldu, zira Suriye düşmanlarının yalanlarına kanıp dediklerime inanmıyorsanız muhtemelen okumayı müteakib cümlelerden sonra bırakacaksınız) Birincisi gericiligin ne kadar vahşileşebilecegine, kafa kestigine, çocukları kurşuna dizdigine şahid oldum. İkincisi de, Sünni Alevi Hristiyan, dindar laik, Arab Kürd Türkmen Ermeni, halkın çoğunluğunun bu saldırıya birlikte karşı koyduğuna Çünkü ilerici Baas hareketi zamanında Ixwan zihniyetine geçit vermemiş, farklı inanç ve kültürlerin karşılıklı hoşgörüyle ve yurtsever duygularla bir arada yaşayabilecegi bir Suriye yaratmıştı. Türkiye’den daha az “demokratik” olan Suriye, daha medeniydi. Zira Batılıların geçirdigi tarihsel süreçleri tam olarak yaşamamış toplumlarda Batılı degerleri, medeniligi ancak güçle hakim kılabilirsiniz.
    Mesela diyelim ki, bir Ortadoğu ülkesinde yöneticisiniz ve kadın haklarıyla ilgili, kadınların toplumsal hayatta daha fazla yer almasına yönelik bir düzenleme getirmek istiyorsunuz ve bunu referanduma sundunuz. Ne olur? Tabii ki kadınları daha da kısıtlamaya yönelik bir sonuç çıkar. İşte libercilik “demokrasi”ye aşırı bir deger atfettigi için bu noktada çaresizdir. Liberci çaresizligi Sevan Nişanyan da yazısında yeterince ifade etmiş: “Bu ülkede demokratik yoldan iktidarı hedefleyen herkes popüler islami “kültüre” (“kültür” sözünü iğrenerek kullanıyoruz) kuyruk sallamak zorunda.”, ” Demokratik siyaset, toplumun gerçeklerine -ve önyargılarına- boyun eğmek zorundadır”
    Halbuki ben, böyle bir düzenlemeyi oylamaya sunmazdım. Toplumda kadınlardan dahi böyle bir talep gelmedigi, hatta “milletin degerleri” buna ters düştügü halde onu uygulamaya koyar, karşı çıkan medeniyet düşmanlarını ise cezalandırırdım. Medeniyete deger veren herkes de bunu yapar.
    Irkçı ve dinci gericiligi ezmeden demokrasi uygularsanız, gericiler populizmle kimlik istismarıyla iktidarı ele geçirmelerinin ardından toplumun çoğunluğunun geri ve cahil kalacağı, yoksul bırakıldığı halde sadakaya rıza gösterecegi adımları atarlar (mesela egitime müdahale), ve sürekli istismar edip oy alabilecekleri kitlesel çoğunluğu yaratırlar. Türkiye’nin 65 yıllık sorunu budur.
    Yanıtla
  10. Sevan bey, yaklaşımınızı epeyi sorunlu buluyorum; temelde savunduğunuz şey bunlardan öncekiler daha mı iyiydi ya da etrafta daha iyisi mi var ki merkezli bir bakış açısı. Eğer bizi yönetenlerin yönetim şekillerinden memnun değilsek eyvallah sandıkta hesap soralım ama burada şikayet edilen temel insan hakları ve demokrasi yoksunluğu ise burada emsal göstereceğimiz bundan öncekiler veya alternatifler olamaz, evrensel kriterler olabilir. Biz de eleştirilerimizi evrensel değerlere göre yapar, savunur veya karşı çıkarız. Beni şaşırtan ise iktidar ile aynı dili kullanıyor olmanız, beyoğlunda kaç içkili lokanta vardı, kaç katına çıktı, yüzde yedi büyüme için arap sermayesi, ahh 1930 ların tek parti iktidarı, vs. Aydınların olayları / durumları farklı yorumlamaları gayet doğal ve paylaşmasam da bir çok düşüncenizi eleştirmem fakat aydınların kişisel özgürlükler, demokrasi, insan hakları gibi konularda seçme özgürlüğü olduğunu düşünmüyorum, doğru olan tarafta ikircikli davranmadan durmak gerekiyor. Bu konularda taraf olma sorumluluğu aydın olduğunu iddia etmekle beraber geliyor. Sağa sola yalpalayanları da herkes görüyor, kendi hükmünü veriyor.
    Yanıtla
  11. Beş yıl önce, üniversitede okurken, ayda bir defa spor salonunda parti olurdu. Elimizde 3TL'lik teneke biralar, kafamız dağılır, müzik dinler, dans eder, sohbet ederdik.

    Artık bu yasak

    Hatta senede bir gün şenlik zamanında dahi yasak

    Mezuniyet gününde şarap içmek dahi yasak.

    Şakşakçılık ve göt yalama serbest tabi.
    Yanıtla
  12. Nişanyan'ın unuttuğu birkaç nokta var (ya da bilerek es geçiyor). Birincisi 6-7 Eylül olaylarını yapan zihniyet bugünkü Akp zihniyetidir, Demokrat Parti ve Menderes tarafından bizzat tertip edilmiştir. İkincisi 6-7 Eylül olaylarında da Yozgat'tan, Çorum'dan trenlerle eli sopalı adamlar getirtilmiştir. Yani "bunlardan öncekiler" tezi geçersizdir. 6-7 Eylül'deki zihniyet 12 yıldır iktidardadır.
    Yanıtla
    Yanıtlar
    1. http://en.wikipedia.org/wiki/1934_Thrace_pogroms
  13. Ya o değil de kim bu 'Semih Bey'? İsmi var,soyismi yok. Tivaytirdan bir bakayim diyordum.
    Yanıtla
  14. 2014 yerel seçimlerinde sırf AKahPe'nin ve bilhassa Tayyip'in tahtı sallansın diye istemeye istemeye(tiksinerek) sandıkta CHP'ye vermiş bir yurddaş olarak söylüyorum ki Valla Sevan hoca tastamam haklıdır.
    Yanıtla

Wednesday, April 23, 2014

Okuma notları 3

“Dün gece bir grup arkadaşımla TUIK’in malum mutluluk araştırmasını konuşuyoruz. “En iyisi buraları bırakıp Sinop’a gidip yerleşmek” dedim. Madem Türkiye’nin en mutlu insanları Sinop’ta yaşıyor.” (Basından)
Koskoca medyada matematik bilen bir kişi çıkmaz mı? Nasıl sazan gibi atlarlar?
İstatistiğin birinci sınıfında öğretirler, örneklem nüfusu ne kadar düşükse, ortalamadan sapma ihtimali o kadar yüksek olur. Üç defa zar atarsan, ortalamanın 4’ten yüksek (çok mutlu) ya da 2’den düşük (çok mutsuz) çıkması olasılığı yüksektir. Yüz defa zar atsan, çaresi yok, ortalama 3.5 gelecek. Aynı nedenle, nüfusu büyük olan iller daima Türkiye ortalamasına yakın sonuç verir. Küçük iller ise, manik depresifler gibi, kah bir uçta, kah öbür uçta görünür.
Nüfusu bir kişi olan bir ilde “mutlu musunuz” diye sorduğunu düşün. Sonuçta iki ihtimal var, ya yüzde yüz mutluluk ya yüzde yüz mutsuzluk çıkar. Haberciler de bunu haber sanır.
Daniel Kahneman’ın Thinking Fast and Slow diye muhteşem bir kitabı var, bu tür akıl tutulmalarını irdeleyen. Son yıllarda okuduğum en iyi kitaptı galiba. Tavsiye ederim. Mesela İsrail Hava Kuvvetleri’nde, ödüllendirilen pilotların performansının neden düştüğünü, cezalandırılanların performansının neden arttığı, ya da zeki erkeklerin neden kendilerinden daha az zeki kadınlarla evlendiğini öğrenirsiniz, ağzınız açık alır.
*
Son okuduğum, eski ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright’in anıları, 580 sayfa. Bu tür biyografiler asla tam dürüst olamaz. Ama olabildiği kadar dürüst, güzel bir kitap. İnandırıcı bir portre çiziyor.
Esas olay, 11 yaşında mülteci olarak geldiği ülkede zirvenin bir altına yükselmesi. Babası Çekoslavak bir entelektüel ve diplomat. Onu idolize etmiş, onun yolundan gitmiş. Başka bir ülkenin entelektüeli ve diplomatı olmuş. Kalbinde hep Çek kalmış. Ama yanı zamanda, su katılmamış Amerikalı. Başka bir ülke olsa o kadar kusursuz bağdaştıramazdı.
Zbig Brzezinski hocası imiş. Benim de hocamdı. Ondan işittiğim hikaye de aşağı yukarı aynıydı. Kadiri mutlak bir dev değil, fırtınalarla dolu bir denizde kıt bilgi ve sınırlı imkanlarla rotayı tutturmaya çalışan olağan insanlar.
*
Fernand Braudel, A History of Civilisations, ilk 1963’te yazmış (A Year in Provence adlı dünyalar şekeri kitabın yazarı Richard Mayne İngilizceye çevirmiş.) [Yanlış bilgi! Peter Mayle ile karıştırmışım. Ezbere bilgi bu kadar.] 100 sayfadan sonra kustum, bıraktım. Pek havalı teorik lafların altında, bomboş bir klişeler yığını.
Braudel’in Mediterranee’sini 32 yıl önce okumuş, ondan da bir tad alamamıştım. Son 60 yılda Fransa’da okumaya değer bir kitap yazıldı mı, bilen var mı allahaşkına?

4 yorum:

  1. Kitaplari bir arastirayim belki alirim dedim bir de ne goreyim: A Year in Province (Provence) kitabinin yazari Peter Mayne, Richard Mayne tamamen baska birisi!
    Yanıtla
  2. Pierre Clastres'ın Devlete Karşı Toplum'u okumaya değer bir kitaptır, en azından benim gözümde.
    Yanıtla
  3. braudel'i beğenmemeniz beni şaşırttı
    sizin din ve akıl semineri videolarını izliyorum. tarih felsefesi olarak aynı noktada durduğunuzu düşündüm. yani genel olarak annales ekolü ile. daha geniş zamanlı bir tarih anlayışı, yapısal analizler vs.
    belki de kitabın size katabileceği bir şey yoktur, yani sizin daha önceden vardığınız çıkarımlarla dolu olduğu için... carr'ın what is history kitabına da klişeler yığını diyebiliriz ama tarih felsefesi açısından önemli bir kitap olarak da görülebilir, mesela.
    ben sizin islam tarihi hakkındaki çalışmalar ile ilgili gereksinimini duyduğunuz paradigmik değişimin de braudel tipi tarihçilikle aşılabileceğini düşünüyorum.
    Yanıtla
  4. Tavsiye ettiğiniz kitaplar arasında 'thinking fast and slow'u göremeyince şaşırmıştım. Evet bence de muhteşem bir kitap. Bahsettiğiniz yasaya regression to the mean deniliyor. Çok ilginçtir; eğer evrenimizde tesadüfler ve rastgelelikler hakimse neden ibre bir tarafa doğru devamlı kayacağına, denemelerin sayısı arttıkça ortalamaya doğru kayar? Ya da şöyle sorayım; bunu dengede tutan nedir? Acaba tanrının eli olmasın. İsrail hava kuvvetlerinde anlattığı anısında, başka bir şeyden daha bahsediyor yanlış hatırlamıyorsam eğer; olaylara doğru tarafından bakmak. Aklıma şöyle bir şey geldi; siz daha önce kuranda yazan bazı kavramların, adların, ya da isimlerin başka kitaplardan, efsanelerden, kültürlerden araklandığını söylüyorsunuz, gayet güzel bir şekilde donelerinizi ortaya koyarak. Ya peki, bahsedilen bu kavramlar acaba kuranın iddia ettiği gibi hep aynı kaynaktan çıkıp, daha sonra tahrif edilip, bu kültürlerin içine yerleşmiş olamaz mı? Meseleye hiç bu taraftan baktınız mı? Sizce Kahnemann mı yanılıyor, yoksa eğitmenler mi?
    Yanıtla

Thursday, April 17, 2014

Sevr ve Lozan üstüne bir yazışma

Müzmin sorgucum Kadir Sarıkaya, Lozan Antlaşması'nın neden ulusal facia olduğuna dair makalesini göndermiş. Cevap yazdım:


"Bir ölüm projesi olan Sevr"... Neyin (ya da kimin) ölümü? Osmanlı-Türk devletinin ölümü belki. Peki o devletin ölümü, bu topraklarda yaşayanlar için iyi bir şey mi, kötü bir şey mi? Aynı yıl ve aynı aylarda benzer bir antlaşmayla (Saint-Germain antlaşması, Sevres banliyösünden bir adım ötede) Avusturya-Macaristan devleti de öldürüldü. İyi mi oldu, kötü mü oldu? Bugün, o antlaşmayla yaratılan Avusturya, Macaristan, Slovenya, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya eski imparatorluk döneminden daha mı iyi, daha mı kötü?

1923’te eli kalem tutan Türklerin hayattaki tek şansı devlete kapılanmaktı; aman devlet gidiyor diye vahvahlanmaları anlaşılır bir şey. Bugün hala aynı yerde miyiz? Aynı reflekslerle mi çalışıyoruz? Neden bu devlet sevgisi? 

1945-49’da Almanya’ya empoze edilen şartlarla Sevr’i kıyaslamayı dene bir ara. Almanya’yı da böldüler, dörtlü müttefik işgaline soktular, devlet adamlarını yargılayıp, idam ettiler. İyi mi oldu? Kötü mü oldu?


“Naziler kötüydü, hak ettiler, İ-T erbabı vatansever yurt evlatlarıydı” demeyeceğinden eminim.

Mamafih ana tezin doğru. Sevr bir şantaj belgesiydi, gerçek hayatta uygulanmasına imkan yoktu, bile bile imzalattılar. Sanırım Lozan pazarlığında bir ilk hamleydi; ölümü gösterip, sıtmaya razı ettiler. Eyvallah. Asıl hedeflerinin ta baştan Lozan olduğunu sanıyorum. Belki 1919-20’de bir ara öfkeye kapıldılar, abartılı hedeflerin peşine düştüler. Ama doğrusunu istersen, pek sanmıyorum. Bence gayet soğukkanlı oynadılar ve istediklerini elde ettiler.


“Lozan’daki akılalmaz kayıplar ve korkunç tavizler”den, dem vurmuşsun. Var mıydı Türkiye'nin başka şansı? Kıytırık Yunanistan’ı, ikmal üslerinden bin km ötede, yabancı ve düşman topraklarda yenmeyi “yedi düvele karşı şanlı zafer” zannedecek kadar saf mısın? Dünya harbinde hezimete uğramışsın, yok olmanın eşiğine gelmişsin, yıllık varidatının on misli savaş borcu altına girmişsin, taviz vermeyip ne halt yiyeceksin? İngiltere’ye savaş mı açacaksın?


Lozan’ın dişe gelir sonuçları nedir, sana söyleyeyim.


1- Türkiye’nin Almanya’ya borçları silindi. Batı ülkelerine ve açık piyasaya borçları da gayet mülayim bir ödeme takvimine bağlandı. Tarihte bu ülkeye yapılan en büyük kıyaklardan biridir.

2- Türkiye kendisine hiçbir ekonomik ve stratejik faydası olmayan Arabistan yükünden  kurtuldu. Anlaşılan İ-T yönetimi daha 1914’te veya en geç 1917’de kendi rızasıyla o noktaya gelmişti, Türkiye’de devlet işlerine vakıf olan kimsenin Arabistan’ın kaybından dolayı üzüldüğüne rastlamadım.


Irak, Suriye ve Arabistan’ın galip devletlere bir faydası olsaydı, işgalden 10 ila 20 yıl sonra bırakıp giderler miydi sanıyorsun?


3- Nüfus ağırlığı Rum olduğu halde, İzmir şehri ve Doğu Trakya, stratejik gerekçelerle (İzmir, Ege’nin ihraç limanı olduğu için, Trakya İstanbul’un savunma mevzii olduğu için) Türkiye’ye bırakıldı. Teşekkür ettik mi?


4- Ermeni konusu kapatıldı, Ermeni vilayetlerinde yaratılmış olan de facto durum, de jure tescil edildi.


5- Wilson Prensipleri çerçevesinde her ulusa bir devlet ilkesi kabul edildiği halde, Kürt illerinin büyük çoğunluğunun Türkiye’de kalması kabul edildi. 

Bunların her biri TC açısından büyük kazanımlardır. Adamların himmetiyle kuruldu burası.

Velakin, Lozan’da attıkları en büyük kazık gözden kaçtı ve kaçmaya devam ediyor. 

Türkiye’nin, ekonomisinin kaldıramayacağı büyüklükte bir ordu beslemesine – nazlana nazlana - razı oldular. Böylece yeni devletin ebediyen Batı’ya göbek bağıyla bağlı kalmasını garantilediler. Lozan’ın üstünden on yıl geçmeden, 1933'te, TC askeri yardım için İngiltere’nin kapısına dayandı; 1946’da ordusunu donatıp besleyebilmek için ABD’ye teslim oldu. Üstelik kendi ayağına bağladığı bu prangayı, Lozan’da sanki zafer kazanmışçasına elde etti. 

6 yorum:

  1. Patron;
    1. Yanlış Cumhuriyeti okudum, çok beğendiğimi söylememe gerek yok (yoksa var mı?). Aslında eleştiri yada övgü maksatlı değil yazımın amacı sadece şunu doğru anlamış mıyım o kadar;
    • Pek belli etmesen de bir İngiliz hayranlığı var sanırım, yani büyük millet (pardon devlet) nasıl olur nasıl olunur, İngilizler sanırım senin için bir timsal.

    2. Şu Peygamberlik mesleği yazıları çok iyiydi (eski ahit), peygamberlik hiyerarşisi tespiti mükemmel bence, önce eften püftenler, sonra etkinin artması (Musa’nın yüzyüze görüşmesi) ve en son İsa (Almighty). Nuh, Lut, Sodom – Gomorra, İbrahim-Sarah, devam etsen süper olacak.. (yoksa beklemek mi lazım)


    Sabah işe gelince ilk iş kahvemle birlikte nişanyan1. Yeni yazı görünce hediye almış gibi seviniyorum. Kısa metinler ama napalım yetinmek lazım şimdilik, artık çıkınca telafi edersin.
    Neyse bak şimdi; kalemim tabii senin kadar iyi değil, dükkanı kapatmadığına çok sevindim. 
    Yanıtla
  2. Bu kadar genel bilgilerle bu kadar kesin sonuçlara varıldığını da ilk kez görüyorum.
    Yanıtla
  3. Bence Şimdi de ona benzer bir şey Kapıda.
    Bence bir iki 'Osmanlıyı ihya etme' Martavalından sonra, boka sarılıp, el öpe öpe AB ile imtiyazlı ortaklık vaziyetine razı olunacak.
    Yanıtla
  4. İzmir ve Doğu Trakya'nın nüfus ağırlığının Rum olduğuna dair kaynak verebilecek olan var mı? Benim bulabildiklerim çoğunluğu Türk (Müslüman) gösteriyor.
    Yanıtla
  5. Bu yazıya ancak yaw he he denir. Sanırım sayın nisanyan Doğu Anadolunun Ermenistana ( hiç ermeni yaşamayan rize ve Trabzon dahil) egenin yunanistana verileceği anlaşmaların uygulanmamasını bir yanlış olarak değerlendirmemizi istiyor. Izmir'de bir kere rumlar 1920lerde yoğunluk değildi tıpkı hiç bir Doğu ilinde Ermenilerin yoğunlukta olmadığı gibi. Ama yazıda doğru kısımlar da var örneğin almanyaya borçların silinmesi gibi. Nisanyan gibi zeki biri ayrıca neden sadece türkiyede değil Suriye ve Irak'ta bir Kürt devletinin kurulmamasını ingiliz ve Fransızların sağladığını irdelemesini isterim. Çünkü kürt sorunu saatli bomba olarak bırakıldı kuruldu 60 70 yıl sonra tekrar buraları karıştırıralım diye
    Yanıtla
  6. Türkiye 2. Dünya savaşında özellikle krom satarak Almanya'yı destekledi, savaşın sona ermesinden sonra Ruslar bunu bahane ederek Türkiye'de bir bölgeyi işgal edip koridor açmak istediler. Bence Türkiye Rusya korkusundan dolayı ABD'ye el açmıştır. Rusya Türkiye'yi işgal etmiş olsaydı şu an çok farklı bir konumda olacaktı.
    Yanıtla