Son yazılarıma bir sürü yorum, tepki, mepki gelmiş. Ali Nesin
sağolsun, derleyip gönderdi. Polemik olunca kalemim canlanıyor, gözüme
fer geliyor, haberiniz olsun.
“Adil ve iyi insanlar birbirini katletmez, zalim insanlar mazlumları katletmiştir” demiş bir okur.
Keşke
öyle olsa, hayat çok kolay olurdu. Ama değil. En büyük katliamları
yapanlar zalimler değil, adiller ve iyilerdir – ya da kendini iyi ve
adil sananlardır. Bunu anlamadan felsefenin kapısını açamazsın. Saatli
Maarif Takvimi seviyesinde takılır kalırsın.
Adlin ve iyiliğin
sırrını keşfetmiş olan insanın, o kutlu keşiften mahrum olanlara doğal
tepkisi, önce şaşkınlık, sonra öfke, sonra nefrettir. İsterse “hoşgörü”
takılsın. Eninde veya sonunda, adlin ve iyiliğin timsali olan
kardeşlerini kâfirden koruma yükümlülüğüyle yüzleşmek zorunda
kalacaktır.
Hakikati bulmuş insan tehlikelidir. Tabiatta hiçbir
mahluk, hakikatin sahipleri kadar kör ve gaddar olamaz. Tarihteki en kan
dökücü zalimlere bak: Hepsi kendi dava arkadaşlarına karşı sevgi ve
sadakatle dolu insanlardır. Onların başına bir şey gelecek diye akılları
çıkar, canavara dönüşürler.
O yüzden gerçek filozoflar insanlara
asla hakikati anlatmazlar. Çünkü hakikat tehlikelidir. Bak Sokrates’e,
Descartes’a, Hume’a, evet Hegel’e, Nietzsche’ye. Hakikat anlatmamışlar,
hakikat yıkmışlar. İnsanların ruhunu esir alan mitleri sarsmışlar.
İnsanlığa faydaları peygamber geçinenlerden daha fazladır. En azından zararları daha azdır.
“İyi
ama ülkemizde biri ‘kral çıplak’ diye bağırmaya görsün... Hem otorite
tarafından cezalandırılıyor hem de halk küfür ediyor.”
Kralın
giysileri bir suç ve riya ortaklığıdır. Dokunursan elbette
küfredecekler, cezalandırmaya çalışacaklar. Küfür etmiyorlarsa onları
sarsmayı başaramadın demektir. O zaman sus daha iyi.
Bir düzine kadar yorumcu “inanca saygı” sakızını çiğnemişler. “Nişanyan’da saygı yok” neticesine varmışlar.
İnanca
saygım elbette var. Siz benim Bahailiğe ya da Sikh’lere, Abhazya’da
ağaca tapanlara, Haiti’deki Vuduculara, Zerdüştlere, Yahudilere,
Rastafaryanlara ya da Alevilere laf soktuğumu hiç duydunuz mu? Hepsine
saygım var, merak ederim, buldukça okurum, lütfedip inançlarını anlatmak
isterlerse dinlerim, hatta çok sıkıcı değilse ayin ve törenlerine
katılmak isterim. Hacıbektaş dergâhında, Delhi’deki Sikh mabedinde,
Hayfa’daki Bahai tapınağında, Habeşistan’daki Yemrehanna Krisdos
manastırında vakit geçirmişliğim vardır.
Müslümanların inancına
saygımızdaki noksanlığın sebebi basit. Çünkü onlar bize küfrediyorlar.
Küfre küfürle karşılık vermek haktır.
İki düzeyi var bunun. Bir kere
Müslümanlık baştan beri küfretmiş. Kutsal kitap diye okudukları metin,
kutsallık atfedilen bir kitaba yakışmayacak ölçüde gazap ve hakaretle
dolu bir metindir. Kendi mitolojilerine inanmamayı daha baştan küfr diye
tanımlamışlar ve küfre küfürle, lanetle, ötekileştirmeyle, kılıçla,
kafa keserek, esir alarak, talan ve soygun yaparak cevap vermişler.
İkincisi,
bugünkü durum. Etrafımız son yıllarda bir küfür borbardımanıyla
çevrildi. Her televizyon kanalında, her kürsüde, her okulda, her gün ve
her saat, onların hurafelerine inanmayanların akıldan ve vicdandan
yoksun olduklarına, insanlık onuruna sahip olmadıklarına, hayatlarının
değer taşımadığına, kızlarının ve kadınlarının ırz yoksunu olduğuna,
kitaplarının sahte ve inançlarının boş olduğuna dair durup dinmeyen bir
hakaret tufanıyla karşı karşıyayız.
Gönül isterdi ki bu
terbiyesizlerin cevabını aynı zamanda insan olma bilincinde olan
Müslümanlar versin. Ama maalesef onlar “inanca saygı” teranesiyle vakit
geçirmeyi tercih ettiğinden, o görev, mecburen, hariçten gazel okuyan
bizlere düşüyor.
“Eleştiride öfke olmaz. Soğukkanlılıkla eleştiri yapılır.”
Vallahi siz bir de Voltaire okuyun derim. Küçük Felsefe SözlüğüTürkçeye
çevrildi, MEB yayınlarından çıktı yanılmıyorsam. Orada Katolik
Kilisesi’ne yönelttiği yıldırımları bugün ben kullanmaya cesaret
edemezdim.
Hume soğukkanlıdır, eleştirisini çok inceden yürütür. Ama o İskoç, soğuk memleket orası, bize uymaz.
“İslami
mitolojinin diğer mitolojilerden farkı yok mu? Cihad Savaşları, köle ve
cariye alımları, millet-i hakime sistemleri diğer mitolojilerde de mi
var? Madem öyle niye diğerlerinin içinden kafa kesenler, cariye pazarı
kuranlar, IŞİD’ler çıkmıyor?”
Çin’de Kültür Devrimi sırasında
kurşuna dizilenlere ya da Kamboçya’da Khmer Rouge kurbanlarına,
Çavuşesko’nun kolektif çiftliklerinde ya da Husak Çekoslavakya'sının
birahanelerinde hayatını tüketenlere bu soruyu sormak ilginç olurdu.
Sanırım dayak yerdik.
Hitler'in gizli Müslüman olduğunu
söyleyenler var gerçi, ama bunun da doğru olduğunu sanmıyorum. Cariye
pazarı kurmamış amcam, beterini yapmış.
Türk milletinin, yarın bir
mucize olur da Müslümanlığı bırakırsa daha iyi olacağını düşünüyorsanız,
hayal kuruyorsunuz derim. Kemalci oldular da ne oldu? Komünist olsalar
Türk Solu dergisinden daha matah bir yere mi varacaklar?
Son
yılların küfür bombardımanı, evet, bende de Müslümanlığa ve Müslümanlara
karşı bir ikrah hissi uyandırdı. Ama gerçekçi olmak gerekirse gene de
eski ve denenmiş mitoloji, taze ve çiğ mitolojiden iyidir derim.
Köşeleri yuvarlaklaşmıştır, denge mekanizmaları oluşmuştur. "Hadi
bakalım bütün kulak'ları, ya da devrim düşmanlarını, ya da Yahudileri,
Ermenileri vb. keselim" noktasına daha zor varırlar. Tahminimce. Belki.
Umuyoruz.
"Düne kadar Ilımlı İslam'a teslim olmuş bir
liberalin şimdi 'Bu iş İslam'la olmaz' diyebilmesi paradigmasında ciddi
bir kopuşu gerektirir"
Saçma. Bir kere hiçbir tarihte kendime "liberal" dediğimi hatırlamıyorum. "Kendini tanımla" diye üzerime çok
vardıklarında bir keresinde "muhafazakâr anarşist" demiştim, ondan öteye
gitmedim. İkincisi, Ilımlı İslam diye bir şeyi ne
savundum, ne destekledim. Ayrıca öyle bir modelin olduğunu da
sanmıyorum. AKP bir siyasi partidir, bir toplum modeli ya da ideoloji
değil. Bugün işime gelir desteklerim, yarın yanlış yola gider,
desteklemem, o kadar.
Hafızanızı tazeleyin. Bundan on sene önce
bu memleketin her tarafına bir takım akıl ve ahlak yoksunu zorbalar
olmadık yerlere devasa bayraklar dikip "Orduya sadakat şerefimizdir"
gibi sloganlar yazıyorlardı. Onların mitolojisine dil uzatmaya cüret
edenler teker teker sokakta ve dağda katlediliyordu. Bu duruma itiraz
eden tek parti AKP olduğu için, Müslümanlık gibi bir handikapa rağmen,
onu destekledik. Akıl ve vicdan bunu gerektiriyordu. Yaptığımızın
doğruluğuna dair bugün de aklımda en ufak bir kuşku yok.
İtiraf
edeyim ki bu kadar hızlı yoldan çıkacaklarını, elde ettikleri avantajı
bu kadar hoyratça harcayacaklarını tahmin edemedim. Bundan dolayı -hem
kendi adıma hem AKP adına- üzgünüm. Evet, özeleştiri gerekiyor. Kendimce
yapmaya çalışıyorum ve yapmaya devam edeceğim.
Yine de o kadar
feci bir hata değilmiş, o kadar zaptedilmez bir tehlike değilmiş
herhalde ki, bir partinin oyu üç puan fazla çıkınca tık diye
devrilebiliyormuş, değil mi? Ötekisi gibi her devlet dairesine resmi
asılmamış, her okula büstü dikilmemiş henüz.
Yani üzülelim, peki, ama panik yapacak bir durum göremiyorum.
Thursday, June 25, 2015
Thursday, June 18, 2015
Memleket Nasıl Kurtulur, Bölüm 178
Fırat Bayram birkaç soru göndermiş. Cevapladım.
1. Ülkemizde siyasal saflaşmalar üzerinde ekonomi değil kültür belirleyici oluyor. Bu islam ülkelerine has bir durum mu, yoksa Batı’da da böyle mi?
Dünyanın her yerinde siyaset inançlar, kimlikler ve aidiyetler üzerinden yapılır. İnsanlar bir gruba ait olmakla değer kazandıklarına inanırlar; o grubu “temsil eden” kişilerden iktidarda olmasından kendilerine pay çıkarır ve mutlu olurlar.
19. yüzyıl ortalarından 1930’lara kadar olan dönemde, “işçi sınıfı” adı verilen bir ekonomik ve meslekî statünün bir aidiyet odağı olarak görülmesi bazı Batı ülkelerinde popüler olmuştu. Marksizm bu kısa vadeli siyasi-kültürel modanın bir ürünüdür. Bugün için bir geçerliliği kalmamıştır.
Dünya modaları Türkiye’ye biraz geç geldiği için, Batı trendlerini takip eden entellektüel kesim 1930-1970’ler döneminde Marksizmi keşfetti. Şimdi yaşlandıklarından geçmişi terk etmeleri zor tabii.
2. Eğer inanç siyaseti belirliyorsa inancın eleştirisi siyasal anlam kazanmaz mı? Göktekini demokratlaştırmadan yeryüzüne demokrasi gelebilir mi?
Sorunun maksadını anlıyorum ve katılıyorum. Sadece formülasyona itiraz edeceğim.
Türkiye’de “inanç” kavramını tekellerine almaya çalışanların başka herhangi birinden daha “inançlı” olduklarını sanmıyorum. “Göktekini” demokratlaştırmak da sözkonusu değil, çünkü gökte kimse yok. Gökte hava cıva var, o kadar.
Türkiye’de, yüzyıllar boyunca, belli birtakım mitolojik formüllerin (Allah, peygamber, Kuran vesaire) tartışılmaz ve dokunulmaz olduğu kabulü yerleştirilmiş. Bu kartları çekenler koz çekmiş sayılıyor, herkesin kâğıdına basabiliyorlar. Siyasette “Müslüman” diye bir şeyin olduğuna inanmıyorum. Sadece “Müslüman” kartını daha pervasızca kullanan birtakım cambazlar var. Üstelik asgari kültür ve edep sahibi insanlar bu kartı kullanmaktan hicap duyacakları için, ister istemez bunlar toplumun genellikle en cahil ve edepsiz kesiminden çıkıyorlar.
Demokratik bir toplumda bu haksız rekabeti önlemenin basit bir yolu olduğunu sanmıyorum. O kart orada durduğu sürece birileri onu kullanacaktır. Tek çözüm yolu, dinî formülleri tartışılmaz olmaktan çıkarmak olmalı. Muhammetçiliğin de, Kemalcilik ve Marksçılık kadar saçma ve çağdışı bir mitoloji olduğunu, dokunulmazlığı bulunmadığını, “inanç” perdesi ardında saklanmasına izin verilmeyeceğini bilip usanmadan insanlara anlatmak lazım.
3. Bu ülkede aydınlanma ve kültür devrimi olmadan demokrasinin işlemeyeceği, dinsel istismara hep meze olacağı görüşüne katılıyor musunuz? Demokrasi için sekülarizm şart mı?
İslami mitolojinin diğer herhangi bir mitolojiden daha irrasyonel olduğunu düşünmüyorum. Farklı olan bu inancın içeriği değil, bu inancın – ve sadece bu inancın – eleştirilemeyeceğine ve eleştirilmemesi gerektiğine dair topluma dayatılmış olan mutabakattır. Öncelikli dava bu ortak kanının kırılması olmalıdır. Son zamanlarda, en muhalif olanlar dahil, dört parti liderininin de, dinî inançların dokunulmaz ve eleştirilmez olduğuna dair tam bir söz birliği içinde olduklarını görüyoruz. Ben bunu yanlış ve tehlikeli buluyorum. Neden Muhammetçilik dokunulmaz olsun? Ya da neden sosyalizm, liberalizm, Alevizm, faşizm ya da Öcalanizm öyle olmasın?
Demokrasinin püf noktası mitolojinin müntesiplerini o mitolojiden kurtarmak değil sanırım. Her mitolojinin eşit derecede saygıdeğer -ya da saygı değmez- olduğu fikrini yerleştirmek önemli olan. İnsanları mitolojiden kurtarmak beyhude bir çaba. Bugünün aşırı kalabalık ve aşırı dillenmiş dünyasında esas mesele, farklı mitelojilere sahip insanların nasıl bir arada yaşayabileceği.
4. İslam dini ile demokrasinin uyuşabileceği kanaatinde misiniz? Uyuşuyor ise bunun örneği var mı? Etyen Mahçupyan yıllarca Müslümanların demokratlaşabileceğini savundu. Bugün geldiğimiz noktada bu tez çökmedi mi?
Hiçbir mitoloji kendiliğinden demokrat olmaz. Dayak yiye yiye demokrat olunur. Demokrat demek, fikirlerinden iğrendiğin, vatan haini ve şeytanın sözcüsü olduğuna inandığın adamların memleket yönetiminde senin kadar söz hakkı olduğunu kabul etmek demek. Dayak yememiş adam böyle bir şeye boyun eğer mi?
Mahçupyan’ın hayalini – onun kadar şevkle olmasa da – bir zamanlar ben de paylaştım. Şimdilik feci surette yanıldığımız ortaya çıktı.
Şimdi yenildiler, daha bir müddet yenik kalacaklar. Bu durumun hayırlara vesile olacağına inanıyorum. Karşı taraf için belki biraz tevazu ve özeleştiri fırsatıdır. Şansımız varsa bölünürler.
Bizim taraf açısından çıkarılacak en önemli ders, Cumhuriyet’in sekülerleşme projesinin ne kadar eksik, korkak ve yüzeysel kaldığını görmek olmalı. Bu ülkede din olgusu eleştirilmedi, halının altına süpürüldü. “İnanca saygı” kisvesi altında birtakım sefil hurafelerin, birtakım saçma sapan iktidar ilişkilerinin dokunulmazlıklarını korumasına izin verildi.
Şimdi dokunulmazlara dokunmanın tam zamanıdır diye düşünüyorum. Eleştirmeli, lime lime etmeliyiz. Omuzumuzun üzerinden “kaç kişi takip ediyor” diye bakmanın zamanı değil. Maksat taraftar kazanmak, konsensus inşa etmek değil, konsensus kırmaktır. Söylediklerimize –seçkin bir azınlık dışında – hiç kimse katılmayabilir. Ama kulakları eleştiriye alışacaktır. Birtakım insanların tanrıyı bir saçmalık, vahyi soytarılık, peygamberi ucuz bir fırsatçı olarak gördüğünü kabul etmek zorunda kalacaklardır. Dinden çıkmayacaklardır şüphesiz – kimsenin akıl yoluyla mitolojiye galip geldiği görülmemiştir – ama belki dinî inancın diğer inançlara karşı bir ayrıcalığı ya da dokunulmazlığı olmadığını fikrine zamanla alışacaklardır. Ki istediğimiz de o kadar zaten.
Unutma ki Batı’da Hıristiyanlığı sosyal güçler, sınıflar, üretim müretim ilişkileri yıkmadı. Voltaire ile Hume ve onlar gibi beş on cesur adam yıktı. Bir kere birileri “kral çıplak” deyip direnmeyi başarsa gerisi gelir, şüphen olmasın.
Friday, June 12, 2015
24 Nisan için yazılmış bir yazı. Geç oldu ama olsun.
1.
Etnik temizlik düşüncesinin ve bunu savunan bir zümrenin 1880 veya 90’lardan itibaren devlet teşkilatı içinde etkin olduğu anlaşılıyor. 1895 katliamları şüphesiz Abdülhamit’in kişisel kaprisine indirgenemez. 1909 Adana katliamının da merkezden örgütlenip kışkırtıldığı, vali ve emniyet teşkilatı aracılığıyla kontrol edildiği açıktır.
İttihat-Terakki’nin “Genç Türk” kadrolarında etnik temizlik fikri 1909’dan itibaren taraftar bulur; 1913’e doğru egemen olur. 1914’te savaşa girme kararında, fırsattan istifade bu büyük “ulusal projeyi” hayata geçirme düşüncesi rol oynamış görünüyor.
Sebepleri bellidir, anlaşılır şeylerdir. Osmanlı devleti çökmektedir. Etnik nüfus gerekçe gösterilerek Yunanistan, Sırbistan, Bulgaristan imparatorluktan koparılmıştır. Aynı gerekçeyle bir “Ermenistan” kurulması gündemdedir. [Altı Vilayette Ermeni nüfusu gerçi %25 dolayındadır; ancak basit birkaç operasyonla bu nüfus yoğunluğu artırılabilir veya belli alanlara kaydırılabilir.]
1912-13 Balkan Harbinde Rumeli Türklerine uygulanan etnik temizlik İT kadrolarının düşünsel evriminde belirleyici olmuştur. Benzer bir temizliğin Anadolu’da tekrarlanma ihtimali zihinlere egemendir. Selanik eğer kaybedilebiliyorsa İzmir, hatta İstanbul kaybedilebilir.
Etnik temizlik, bu riski ortadan kaldıracak bir tedbir olarak düşünülür.
2.
Etnik temizliğin yöntemi 1915 ortalarına dek muğlaktır; muhtemelen yeterince düşünülmemiş ya da bir mutabakata varılmamıştır.
Dünyada ve Türkiye’de klasik yöntem pogrom yöntemidir. Temizlenecek unsur devlet terörü ile sıkıştırılır, katliamlarla yıldırılır, gözü korkutulur, göçe zorlanır. Kılıç artıkları mümkün mertebe asimile edilir. Bu yöntemi Balkan ulusları Rumeli Türklerine karşı, Ruslar (1860’larda) Kafkasya Müslümanlarına karşı başarıyla uygulamışlardır. 1895 pogromlarından sonra Osmanlı Ermenilerinin büyük kitleler halinde ABD’ye, Balkan ülkelerine, Rusya’ya, hatta İran’a göçü, aynı yöntemin Türkiye’de de başarılı olabileceğini düşündürür. 1913 ve 1914’te Ege ve Marmara bölgelerinde yüz binlerce Rum aynı yöntemlerle Yunanistan’a göçe zorlanmıştır.
Dünya Savaşı bu seçeneği ortadan kaldırır. Ermenileri Rusya’ya kaçırmak, sınır ötesinde bir düşman konsantrasyonu yaratmaktan başka sonuç doğurmayacaktır. [Nitekim Kars, Bayezid ve Oltu-İspir yörelerinin Ermeni nüfusunun boşalmasına yol açan 1828 pogromları, Erivan’da daha önce var olmayan bir “Ermenistan” yaratılmasıyla sonuçlanmıştır.] Üstelik savaşın olumsuz bitmesi halinde Rusya kontrolündeki Ermenilerin, kovulmuş oldukları topraklarda hak iddia etmeleri kaçınılmazdır.
Ermenilerin topluca ABD’ye göçürülmesi fikri 1915 yazında ciddi bir şekilde tartışılır. Güncelerinde bu konuya geniş yer ayıran ABD büyükelçisi Morgenthau, Enver’in bu düşünceye sıcak baktığını, ancak iki konuda ısrarcı olduğunu anlatır: Ailelerin tüm fertleri göçmen olarak kabul edilmeli ve göçmenlerin Osmanlı pasaportlarına el konulmalıdır. Göçmenlerin savaştan sonra geri gelmesi ihtimalinden çekindikleri anlaşılıyor.
Bir başka seçenek, Ermenilerin Osmanlı ülkesi içinde dağıtılarak yoğunluklarının azaltılmasıdır. 1915’in ilk yarısında egemen düşüncenin bu yönde olduğu anlaşılıyor. Ancak savaşın yenilgiyle sonuçlanması halinde iç sürgünlerin yurtlarına dönmek isteyeceği ve içinden çıkılması zor bir tazminat meselesinin gündeme geleceği muhakkaktır.
Ermenileri Suriye çölüne sürme kararı 1915 Ağustosunda kesin bir politikaya dönüşmüş görünüyor. Bu karar bir çıkmazın sonucudur. Sürülenlerin büyük bölümünün öleceği şüphesiz hesaplanmıştır. Muhtemelen savaştan sonra Suriye’nin elden çıkacağı da öngörülmüştür. Dolayısıyla esas amaç, güney sınırında güçlü (ve düşman) bir Ermeni konsantrasyonunun oluşması önlemek olmalıdır. [1918-1921 Kilikya krizini de bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Can yakıcı olan Fransız işgali değildir, Adana-Antep-Maraş’ta Ermeni iskânı ihtimalidir.]
Etnik temizlik iradesinin soykırım (= topyekün imha) kararına dönüşmesini 24 Nisan’a değil, 30 Ağustos 1915 civarında bir tarihe yerleştirmek daha doğru olur kanısındayım.
3.
Ermeni devrimci hareketinin varlığı bu süreçte önemli rol oynar. Ortada bir veya daha fazla gizli ve silahlı ihtilal örgütü vardır. [Başlangıçta daha çok Sosyalist Hınçag Partisi etkindir; 1905’lerden sonra “Taşnagtsutyun”, yani Ermeni Devrimci Federasyonu öne çıkar.] Ermeni aydınlarının önemli bir bölümünü etkisi altına almışlardır. Gerek Abdülhamid gerek İT hükümetleri, bu örgütlere karşı adeta paranoyak bir korku sergilerler.
Morgenthau’nun günceleri bu konuda aydınlatıcıdır. 24 Nisan 1915 arefesinde Talat’ın bir Ermeni darbesinden ciddi bir şekilde korktuğunu anlatır. Büyükelçinin kuşku ifade etmesi üzerine Dahiliye Nazırı “Biz Abdülhamid’i 50 kişiyle devirdik” cevabını verir; “onlar daha kalabalık, üstelik daha iyi örgütlü.” Tehcirin başlangıç aşamasını oluşturan Mart-Nisan tutuklamaları devrimci örgütü çökertmeyi hedeflemiştir. Bilinen örgüt üyeleriyle birlikte üye olma ihtimali olanlar ve sempatizanlar, yani Ermeni toplumunun ileri gelenlerinin neredeyse tümü, tutuklanır ve çoğu öldürülür. [Tutuklananların sayısı İstanbul’da 250, Erzurum’da 50 civarında olduğuna göre toplam sayı 500 dolayında olmalıdır.]
Kabul edelim ki ölüm kalım mücadelesi veren bir ülkede ihtilalcilik riskli iştir. Gerçek dünyanın güç dengelerini hiçe sayan bir devrim romantizmi, şüphesiz, Ermenilerin felaketine zemin hazırlamıştır. Öte yandan şu da bir gerçek ki silahlı örgüt, bir savunma refleksinin ürünüdür. 1895 ve 1909 olaylarının yaşanmış olduğu bir ülkede Ermenilerin başka seçeneği var mıydı? Devlet teşkilatının etnik temizlik tasarladığı bir yerde, temizlenmesi planlananların nasıl davranması gerekir?
4.
“Karşılıklı katliam” iddiası dürüst değildir. Ermenilerin sivil Müslüman ahaliye kırım yaptığı belli başlı iki vaka anılır: 1916 Bitlis-Hizan baskınları ile 1918 Ocak-Mart döneminde geri çekilen Batı Ermenistan Geçici Hükümeti birliklerinin Erzurum-Sarıkamış-Kağızman hattında yaptığı katliamlar. Her ikisini de kaotik birer intikam hareketi olarak görmek daha doğru olur.
1915’ten önce Ermenilerin herhangi bir yerde sivil halka katliam düzenlediklerine ya da tasarladıklarına ilişkin ortada somut bir iddia yoktur. Nitekim böyle bir şey eşyanın tabiatına aykırı olur. Bir taraf orduya, polise, yasaya ve devlete sahiptir; nüfusça ezici şekilde üstündür; bin yıllık silah ve savaş geleneğinin mirasçısıdır. Öbür taraf hiçbir yerde sayıca %25’i aşmaz; silahları kaçak, örgütü yasa dışıdır; misilleme halinde evi ile dükkânını savunmaktan acizdir. Bu şartlarda kim kimi kesecek?
Öte yandan şu da bir gerçek ki, geçmişte Ermeniler pogrom yapmadı demek, savaştan sonra uygun şartlar oluşursa yapmayacaklar demek değildir. Yunanlılar yaptı. Bulgarlar yaptı. Ermeniler neden yapmasın? Ermeniler yerinde kalsa ve savaşı Türkler kaybetse bugün Erzurum’da ya da Van’da kaç Türk kalırdı? Eskiden %70 küsur Türk (Azeri) kenti olan Erivan’da bugün kaç Türk var?
5.
Büyük çaplı bir toplumsal hareket toplumda var olan dinamikleri harekete geçirir ve o dinamiklere uyum sağlar. Elli kişiyle yapacağın işte kendi kurallarını koyabilirsin. Elli bin kişiyle yapacağın işte toplum ortalamasının iradesine boyun eğmek zorundasın.
İslam töresi, gâvurun malını, ırzını ve canını helal sayan kuvvetli bir damara sahiptir. Özellikle savaş ve kargaşalık zamanlarında bu damar azar. Öyle anlaşılıyor ki 1915 Nisan-Mayıs aylarından itibaren bu refleks ön plana geçmiş ve başlangıçtaki niyet ne olursa olsun bu tarihten itibaren ülkeyi saran gaza ve fetih “neşvesi” işi başka bir mecraya taşımıştır.
Başlatılmış olan tehcirden 1915 yazında herhangi bir nedenle vazgeçmek isteseler dahi bunu yapabilirler miydi, emin değilim.
6.
Tehcirin ekonomik boyutu gözardı edilemez.
Savaşın ikinci yılında Osmanlı devleti ve İT rejimi iflas noktasındadır. Devletin toplam bütçe geliri 1913’te 33 ve 1914’te 36 milyon sterlindi. 1915 ve sonrasında sağlıklı bir bütçe yapılamadı, ancak kamu gelirlerinin sıfıra düştüğünü varsayabiliriz. Açık piyasada borçlanma imkânı kalmamış, ancak Almanya’dan 110 milyon sterlin dolayında askeri kredi alınmıştır. Fikir vermek için belirtelim: Savaşın son yılında İngiltere’nin savunma bütçesi 2,4 milyar sterlin, Almanya’nınki 1,6 milyar sterlin idi. [Bir ara bunları araştırıp yazmıştım. Şimdi kaynaklar elimde değil, o yüzden sayılarda ufak tefek hatalar olabilir. Pardon.]
1913-1923 arasında ülke nüfusunun yaklaşık bir çeyreğinin tehcir veya imha edildiğini biliyoruz. Ekonomik açıdan daha etkin olan bu zümrenin, ulusal servetin %25’ten fazla bir payına sahip olduğunu varsayabiliriz. Demek ki ulusal servetin belki üçte birine ulaşan bir değer bu süreçte el değiştirmiştir. Terk edilen varlıkların bir bölümünün ziyan olduğu düşünülse bile, ortada devasa bir servet transferi vardır.
Ermeni malları meselesi 1915 Mayıs sonlarından itibaren idari yazışmaların ana eksenini oluşturur. Metruk malların büyük bölümü İT örgütü ile yandaşları arasında pay edilir, kalanı tehcirde az ya da çok etkin olan yerel girişimcilerce yağmalanır. Bu ikincisini bir tür “sus payı” olarak görebiliriz. Savaş koşullarından dolayı taşrada doğabilecek potansiyel hoşnutsuzluğun önü kesilmiş, İT rejimine (ve ardıllarına) çıkar ve suç bağlarıyla bağlı bir zümre yaratılmıştır. [İkinci Dünya Savaşının ekonomik sıkıntıları birincisine oranla hiç mertebesinde olduğu halde, rejime karşı birincisiyle kıyaslanmayacak kadar derin bir husumete yol açtığını hatırlayınız. Neden? Neden İkinci harpte devlete kafa tutan Türk milleti, Birincisinde aynı isyankârlığı göstermedi?]
7.
İade ve tazminat korkusu anlaşılmadan, 1916-1923 döneminde olan hiçbir şey anlaşılamaz. Savaşın yenilgiyle bitmesi halinde Ermenilerden hayatta kalanlar (ve muhtemelen kaçan Rumlar) geri gelecek, evlerini, kayıp kızlarını, tarlalarını ve banka hesaplarını talep edecektir. Savaşın galibiyetle sonuçlanması halinde dahi bir hesaplaşma kaçınılmaz olabilir. Dolayısıyla tehcir yeterli değildir. Gidenlerin imha edilmesi ve hak kayıtlarının silinmesi gerekir.
1919-1920’de Teşkilatı Mahsusa hücrelerinin Müdafaa-yı Hukuk örgütlerine dönüşmesinde belirleyici olan endişe, olası bir barış antlaşmasıyla Dünya Harbi galipleri tarafından Rum ve Ermenilerin geri gelmesinin, ya da en azından tazmin edilmelerinin dayatılmasıdır. Savaş sonrasında Anadolu’da gücü fiilen elinde tutanlar açısından ölümcül olan tehdit budur. Erzurum ve Sivas kongrelerinin esas, hatta biricik konusu da budur. Erzurum’a çıkabilecek otuz kişilik İngiliz garnizonu yahut Urfa’ya yerleştirilen 200 kişilik Fransız müfrezesi değildir konu. Rusya ile Türkiye arasında ezilmiş, ordusuz ve beş parasız Ermenistan’ın tehdidi de değildir. Esas konu Anadolu’dan sürülmüş olan Ermeniler ve Rumlardır. Milli Mücadele, onlara karşı verilecektir.
8.
Cumhuriyet’in kurucu kuşağının neredeyse tamamı, Rum ve Ermeni tehcirinden nemalanmış kişilerden oluşur. İlk iki veya üç Meclisin üyelerinin ezici çoğunluğu, o dönemde ani zenginliğe kavuşan ünlü iş adamlarının tümü, Atatürk dönemi bakanlarının bir ikisi hariç hepsi, ve bizzat Cumhuriyet’in kurucusunun kendisi bunlar arasındadır. Ev, konak, çiftlik, otel, ticarethane, fabrika, hizmetkâr ve “evlatlık” sahibi olmuşlardır.
Cumhuriyet rejiminin, teknik olarak Cumhuriyetin ilanından önce gerçekleşmiş bir olay konusunda takındığı sahiplenici tutum bu olgudan bağımsız olarak anlaşılamaz. Türkiye’de 1920-1980 döneminde siyasi, idari ve ekonomik erk sahibi olan zümrenin neredeyse tamamı toplumsal konumlarını bu olaya borçludur. Soykırımın kabullenilmesi, cumhuriyet elitinin kendi kendini inkârı anlamına gelir.
9.
Soykırım tartışması soyut bir tarih tartışması değildir. Sonuç olarak kanlı ve utanç verici sayfalar her toplumun tarihinde aranırsa bulunabilir, ve yüz yıl önce ölüp gitmiş insanların ateşi, ne kadar harlanırsa harlansın, bugün yaşayanları çok fazla heyecanlandırabilecek bir konu değildir.
İtiraf edilmese de esas mesele başkadır. “Soykırım olmadı” diyenlerin meramının bir fakt tartışması değil, bir hak ve etik tartışması olduğunun herkes farkındadır. Savunulan şey “biz haklıydık” ve bunun mantıki sonucu olarak “aynı koşullar oluşsa yine aynı şeyi yaparız” tezidir. Dünyadaki vicdan sahiplerinin tepkisini çeken şey de budur.
Evet, çoluk çocuğun katledilmesini açıkça savunanların sesi (radikal bir azınlık dışında) çok duyulmuyor. Ancak gayrimüslim nüfusun “Türk” devleti için bir tehdit olduğu, dolayısıyla etnik temizliğin gerekli ve zorunlu olduğu fikri, Türk milliyetçiliğinin ve resmi devlet söyleminin neredeyse bir aksiyom olarak benimsediği bir görüştür. Türkiye Cumhuriyetinde okutulan tarih ve edebiyat öğretisinin değişmeyen ana fikri budur. Etnik temizlikten adım adım soykırıma giden mantığı yukarıda özetledik. 1914’te geçerli olan rasyonalitenin, benzer koşullar oluştuğunda, bugün de aynı şekilde işlememesi için bir neden yoktur.
Soykırım, Türk milliyetçiliğinin zorunlu ve mantıkî sonucudur.
10.
Başkaları da pogrom ve soykırım yaptı, evet. Kızılderilileri hatırlayın. Cromwell’in kestiği İrlandalıları hatırlayın. Onların ne farkı var?
Büyük bir farkı var. O kırımları bugün savunan kimse yok; ya da eğer varsa marjinal azınlıklardır. Türkiye’nin inkâr kisvesi altında sürdürmekte ısrar ettiği savunma pozisyonunun bugünkü dünyada emsalini göremiyoruz.
Tüm dünyada vicdan ve entelektüel namus sahibi insanları dehşete düşüren husus işte budur.
Yüz yıl önce olup bitenler değil, bugünkü tavır.
19 yorum:
- Dogrudur, her toplumun gecmisinde katliyamlar vardir. Zira Yunanlilarin Kûcûk Asya da koloniler kurarken, Anadoluya sûrdûkleri Firikler, yani Ermenilerin atalari seviserek Urartuyu yikip mirasina konmadilar. Urartu öne sürdügünüz gibi Ermenilerin atasi da degildi. Khurri (Hurri) ve Kh-Urartu ayni dilin birer lehceleri idi, ve Kürtlerin henüz aryanlasmadan (Hint-Avrupai Istila) atalari idi. Bu dil ailesi Kafkaskayadan Hattiye oradan Sümer gögüs germisti. Heredot Anabasis te Ermenilerin istilaci Firiklerin torunlari olduguna dair not düser. Firikler Anadolda ilk devletlerini Sakarya nehri kiyilarinda kurar, Karadenizi kollayarak Urartuyu, yaní Kürdistani yagmalamaya cikar. En az 2500 yil Kürdlerle kaynasir, bütün istilacilar gibi bazi ovalara yerlesir, Kürdistan daglarini zaptedemezler, ayni istilaci Türkler gibi. Bakiyoruz, Kürtlerin tarihten beri atalari "Kur" olarak adlandirilmis. Bak. Kur-Mittani, Kurartaya/Kurri (Urartu), Khurri (Hurri) ayni bügünün Kürdleri "Kur-Mandsh" olarak isimlendirildikleri gibi. Ermeniceye en yakin dil Yunancadir, zira Ermenice dili atasi olan Firikce gibi, Iliryaca, Trakca, Arnavutca ve Yunanca gibi HA- Dillerinin Balkan-Hint-Avrupaca sini olustururlar. Sadece dilleri bile Ermenilerin Mezopotamyali degil, Balkan/Trakya yerlisi oldugunu gösterir. "Kürdlerin atalari olan Urartulular Firiklerle hem savasir, hem onlarin kizlariyla sevisirlerdi". Issi otunun ve Laz otunun faydalarini yazmaya devam edecegiz MR. NevDilaçar, anlarsin sen taşranin taşlarindan. Ermenistandaki Ezidi Kûrdler Ermenistanin en kadim yerli halkidir bilesin, Hatta 500 yil önce Tûrklûge asimile edilen Azeriler bile bir asil Irani halk olarak Ermenilerden daha eski ve kökenlidir. Bazi Ermeni nazilerine anlatamazsin tarihi gercekleri..
Yanıtlar
- Bir kere tarihi biraz daha iyice incele öyle konuş.Tarih bilmediğin belli. Ilk önce medeni cesaret gösterip adını belirt. Anabasis(onbinlerin ricatı) Ksenefon tarafından yazılmıştır. Kitapta hangi bölümde dediklerinden biri var, göster.Attığın belli oluyor.
- o dönemi yaşamış anneannemin anlattıkları ve o dönemi yaşamış kişilerin anlattıkları yalan o zaman :)
ermeniler kıyım yaptılar, biz de buna ermeni mezalimi deniyor...bundan hiç bahsetmiyorsunuz...
bir milleti savaşta sırtından vuran bir topluluk neden bulundukları yerlerden sürgün edilmesin ki?
ve ermenilerin tehcir yollarında kürt aşiretleri yaşıyordu,bilmediğinizi söylemeyin...
tehcirde ölen ermeniler konusunda orada yaşayan kürt aşiretlerinin neler yaptıklarını hiç araştırdınız mı?
araştırmadığınıza da inanmam.
Türk ve kürt ü karıştırma gibi bir sorununuz var,bilinçli bir sorun üstelik :) ...
tehciri yaşamış hiçbir ermeni anılarını yazmamış mı o yolculukta neler yaşadıklarını anlatmamış mı ?buna da inanmam...
ve neden tehcire uğradıklarını yazmamış mı?
kendi aile büyükleriniz, müslüman türklere ,ermenilerin neler yaptıklarını size anlatmadı mı?
Bu sorularıma dürüst bir yanıt vermenizi dilerim ...
dürüstlük ; hani ermeni veya türk olmakla değil,insan olmakla ilgili bir kavram ...
İnsanca bir yanıt lütfen ,ermenice veya türkçe değil...
"dürüstce..." (...anlamını bilmediğiniz bir kelimedir bu, anlamak için de kendinizi yormayın,sizin dürüst olma ihtimaliniz yok biliyorsunuz :)
Biz müslüman türkler için de şu dize çok uygun ; :)
"seni neden anlasınlar tarumba ?" ................
her neyse, bu sorulara yanıtı önce kendinize verin..
Emre Köksal - Ankara -Türkiye
Yanıtlar
- Anneannenizin anlattıkları nerede ve ne zaman olmuş, hiç sordunuz mu? Erzurum-Ağrı-Sarıkamış arası, 1918 mi? Yoksa Hizan 1916 mı? Bu ikisinden biriyse yazımda bu konuya değindim. Değilse, ya a) ben bilmiyorum, b) anneanneniz yanılıyor
- Ben Öldürülen, mallarına el konulan, kalanlarda bir şekilde yerinden yurdundan edilen Kemaliye=Eğin ilçesinden. Yani ERMENI SOYKIRIMINI REFERANS Doğu Perinçek in ilçesinden. Ermeni kıyıminin en yoğun olduğu yerlerden birinde doğdum. Yaşım 70 .çocukluğumda ve gencligimde1915 olayları sirasinda yaşı 15-20 olanlar ben onlarla konuştuğumda 70 yaşından bile küçüktü.Bunak falan değildiler. Anlattıkları şuydu Fırat'ın Karasu kolunun geçtiği kıyılar kenara vurmuş ölüler doluydu.Hepsi bir şekilde gördüğümüz Ermenilere aitti.Kurtlar insan eti yemeye alıştığı için nehir kenarındaki bağ ve Bahçelerimize yalnız gidemez olmuştuk. Benim dedem Baspinar o zamanki adıyla Basvartinik jandarma görevlisi imiş. Vazgeçtim Ermenilerin mal ve canlarını korumayı kendisi bile birçok Ermeni öldürmüş. Babaanne kocasından yani Dedeman bu nedenle igrendigini söylüyordu. Ama Urfali aile gibi iki taraftada komşuları sahip çıkma adına kendileri sıkıntı çekenler var.Perinceke sormak gerek devlet kayıtlarına giren kendi köyü Apcagadaki Ermeniler, malları, ibadethanelerine ne oldu? Geleceğimizi doğru kurmak için geçmişin kirlerinden ayiplarindan arinmaliyiz. Size Halep Günlüklerini okumanızı salık veririm.cemil nadir özgün
- Ismim unknown olarak geçmiş..Adım soyadım. CEMİL NADİR ÖZGÜN gerçi yazının sonunda görünüyor da.
- Dönemi yaşamış Ermeni yazarlarından Kapriel Serope Papazian, 1934 yılında Bosna'da yayınladığı Patriotism Perverted (Yanlış Yurtseverlik) adlı kitabında aynen, "eğer taşnak liderleri savaş sırasında daha ihtiyatlı davranmış olsalardı" bu faciaların yaşanmayacağını yazmıştır.
Tehcirin sebebi bir soykırım arzusu değildi. Tehcirin sebebi: Osmanlı ölüm-kalım savaşındayken, Ermeni komitelerinin Osmanlı'yı arkadan vuran askeri faaliyetleriydi. Tehcir sırasında devlet görevlerindeki Ermeniler yerlerinde görevlerine devam ediyorlardı üstelik. Nazi Almanya'sında yüksek devlet görevlisi Yahudiler düşünebilir misiniz?
Osmanlı, Ermenilere asla soykırım uygulamamıştır. Eğer soykırım uygulasaydı, bugün yeryüzünde ne bir Ermeni, ne de Ermenistan diye bir yer kalırdı. Bunu siz de çok iyi biliyorsunuz. - Adsız24 Nisan 2016 15:05SEVAN , GERÇEKTEN Merak ediyorum cevaplarsan çok sevineceğim.. sabetayistler ve diğer kripto yahudilerin 1915 de rolü neydi? 2. sorumsa ermeniler , türkleri mi yoksa kürtleri mi müsebbib olarak görüyor? teşekkürler..
- Adsız24 Nisan 2016 15:44Dedemden dinlediğim ermenileri arapgir çevresinden topladıkları. Arapgir malatya arasında levenge bogazı denilen yerden fırata döktükleri. Hatta dedemin ermenilerden çarptıkları bir tavayı (evet tava) ganimet olarak eve getirdiği, bu tavanın adının evde "talan tavası" olarak anıldığıdır. Sevan bey, bu levenge bogazından uçurumdan atılma olayını yakın çevrede bırkaç kez duymuşluğum vardır. Bu olayla ilgili bilgı varmı yararlanabileceğimiz.
- sevan nişanyan senin ermeni olman olayaka taraflı bakmana sebep veriyor. rusya bitlise kadar ilerler ermeniler rusların desteği ile bir buçuk milyon musluman kürd oldürürler. rusyada lenin ihtilal yaptıktan sonra ruslar geri çekilirler. ondan sonra ancak ermeni çeteleri durdurulur. ve en doğru karar olan tehcir uygulanır. bana göre ermeniler fiziksel olarak insana benzeyen cehennem yaratıklarıdır.
- o dönem için, herkesin araştırma yapıp kendi görüş/milliyetine göre bir kısmını görmezlikten gelerek açıkladığını düşünüyorum.
Bence, her iki taraf utanç verici şeyler yapmış,büyük acılar yaşatmış ve yaşamıştır. Bugün yapılanlar ise "kan davası"'dır. İnsanların birbirlerinden kopmasını, düşman olmasını sağlamaktır. İnsan olan bu olayların utancını yaşar ve benzerini yaşamamak için birbirini kucaklar. Ama anladığım kadarıyla bu bölge insanının (Ermeni, Türk, Arap, Kürt) pek başarılı olamadığı bir şey. - Adsız25 Nisan 2016 11:56Recep Bey, sizi yanlış mı anlıyorum. Diyorsunuz ki eğer, Dünya'da Türkler'den başka bir millet hala varsa, bunun nedeni Türkler tarafından soykırım'a uğramamış olmasıdır. Öyle mi? Ve bunu da Türkler'in hiçbir zaman soykırım yapmamış olduğuna kanıt olarak sunuyorsunuz. Tebrik ederim. Sizin gibi 60 milyon yurttaşımız olsun, bir de ideoloji uydurduk mu, Allah'ın da izniyle Türk'ü bütün Dünya'ya hakim kılarız. Karşı gelen herkesi katlederiz. Kimse de bize siz suç işlediniz falan diyemez.Derlerse siz hemen harika argümanınızla herkesi ikna edersiniz. Var mısınız?
- Merhaba, ottomanhistorypodcast'de Osmanlıların ABD'ye göçü yasakladıklarını, zorluklarla ABD'ye kaçabilenlerin bu nedenle aileleri yanlarına alamadıkları, Osmanlıların bu kararlarının nedeninin ABD'ye göçenlerin geri dönme tehlikesi olduğu için Ermenilerin gitmesine izin vermeyip hepsini burada öldürme isteği olduğunu anlatıyorlar. Bu söylem sizin yukarıdaki anlattıklarınızla çelişiyor değil mi? Gerçi Ottomanhistorypodcast'de Harputtan ABD'ye göçleri anlatıyordu, belki bu nedenle farklılık vardır.
- Büyükelçi Morgenthau'nun günlüklerinde bu konuyla ilgili ayrıntılı bilgi var. Yayınlanmak amaçlı değil, kendi şahsi notları. Enver ısrarla ailelerin gönderilmesini istedi diyor.
- Gercekten cok egitici bir yazi olmus. Sizin butun yazilarinizi zevkle okudum ve tiryakiniz oldugumu belirtmek isterim.
- Adsız24 Ocak 2017 14:09Dedem 1912 Ordu dogumluydu. Hayatinin son bir senesine kadar islami tatbik eden gunumuz imamlarina tas cikartacak cinsten bir hocaydi.Inanilmaz hosgorusu olan rahat bir insandi. Akli ve Hafizasi inanilmaz bir pariltiya sahipti. Hic bir seyi unutmayan surekli en ayrintisina kadar resimsel betimlemelerle anlatan bir gorsel zekasi ve uslubu vardi. Zaten eski yaziyi da latin harfleriyle okumayi da kendi kendine ogrenmesinden bunu anlayabiliriz.
2015de oldu. Olmeden 10 sene once babamla Ermeni Soykirimi oldu mu diye direk sorduk. Verdigi yanit evetle esgudumlu bir yuz kafa ifadesiydi. Cok netti bu konuda. acikcasi bu konuyla ilgili o evet ifadesi disinda konusmak istemedi biz de bir daha sormadik. Benim icin kendisinin bu ifadesi bile bir cok belgeye esdegerdir. - Adsız2 Mart 2017 19:51"Türkiye’nin inkâr kisvesi altında sürdürmekte ısrar ettiği savunma pozisyonunun bugünkü dünyada emsalini göremiyoruz."
Aslında Wikipedia'nın uzun bir listesi var:
https://en.wikipedia.org/wiki/Genocide_denial
Diğer bazı programlar da çok ses çıkarmaz genellikle, her ne kadar dönemleri ve ülke tarihleri için önemli olsalar da(bizim Yunan/Yahudi pogromları, Kiev pogramları vs.) - o dönem için, herkesin araştırma yapıp kendi görüşüne milliyetine göre bir kısmını görmezlikten gelerek açıkladığını düşünüyorum.
Bu ne demek beyefendi/hanımefendi? Yine Arapça veya dini literatüre hakim olmadan anlayamayacağımız bir cümle olmuş. Biz cahiller için bunun anlamını ve gideceği noktayı açıklayabilirseniz sevinirim (mesela yaşadığımız fani dünya "her türlü mekan" kavramının kapsamı dahilinde midir vs.).
http://www.gazetevahdet.com/ideolojiyi-feda-ederek-devleti-kurtarmak-2712yy.htm
"Bizim taraf açısından çıkarılacak en önemli ders, Cumhuriyet’in sekülerleşme projesinin ne kadar eksik, korkak ve yüzeysel kaldığını görmek olmalı. Bu ülkede din olgusu eleştirilmedi, halının altına süpürüldü." Ne demek yahu? Dünya üstünde kaç ülke biliyorsun bu şekilde sekülerleşme projesini o yıllarda yürütebilen? Daha avrupada seçme seçilme yokken kadınlara -->islami kuralları hiçe sayarak -->seçme seçilme hakkı getiren, yabancı dildeki din kitabını anlaşılır kılacak şekilde türkçeye çevirten, kılık kıyafetteki din tahakkümünü ortadan kaldırmak için elinden geleni yapan bir burjuva devrimini bu kadar küçük görmek sence ne derece rasyonel hacı? Lütfen duymamış olayım bunları....