Friday, June 30, 2017

Cumhuriyet geldi, yurttaş olduk


2016 başlarında, Prof. Aziz Sancar’ın aldığı Nobel Ödülü münasebetiyle Cumhuriyet övgülerinin ayyuka çıktığı günlerde yazılmış bir yazı. Eski defterleri karıştırırken çıktı.
Diyorlar ki memlekete hak ve fırsat eşitliği Cumhuriyet’le geldi, hepimiz eşek iken Atam sayesinde vatandaş olduk, Çoban Sülü başımıza başbakan oldu, Aziz Sancar Mardin’in bir sefil köyünden – pardon, üç bin yıllık Savur kentinden – çıkıp Kuzey Carolina’ya, İsveç’e kadar yol alabildi. Malum ağlak hikâyeler, “biz çocukken ilkokula yalınayak giderdik, sonra okudum adam oldum, yaşasın Cumhuriyet!”
Bundan yirmi yıl önce Tarih Vakfı’nın Toplumsal Tarih dergisinde son kırk Osmanlı sadrazamının sosyal kökenlerine ve kariyerlerine ilişkin uzun bir yazı yazmıştım, sonradan kısaltıp Yanlış Cumhuriyet’e de ekledim, o geldi aklıma. Kaynaklar elimde değil, o yüzden detaylar biraz muğlak kalabilir, ama maddi hata yoktur diye umarım. Fazlası ilginizi çekerse İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın Son Sadrazamlar kitabına bakın derim.
      *   Âli Paşa, şapkalı A ile, 1850’lerden 1871’e kadar Osmanlı devletinin en güçlü kişisi, Tanzimat’ın iki ya da üç liderinden biri. Babası Eminönü’nde attar, yani baharatçı veya bakkal. İbnülemin “ücreti mukabilinde bağçe kapusunu açıp kapatmakla görevliydi” diyor. Kastedilen Bahçekapı semtine adını veren sur kapısı mı, yoksa lalettayin bir bahçe kapısı mı anlaşılamadı.
     *    Hüseyin Avni Paşa, ordu komutanı, 1876 darbesini yapan asker-sivil cuntanın lideri; Kadıköy yakasındaki konağı şimdilerin bir ünlü müteahhidinin malı oldu, yandı, oradan hatırlarsınız. Babası Isparta Gelendos’ta eşekçilik yaparmış, bu yüzden kendisi – İbnülemin’in hınzırane aktardığına göre  – “eşek siken oğlu” lakabıyla anılırmış. (Not: Gelendost değil, Gelendos.)
     *    Mithat Paşa, Vodafone Arena’nın eski isim babası, aynı 1876 cuntasının sivil lideri, iki kez başbakan, memlekette cumhuriyet ilan edip kişisel başkanlık sistemi kurmayı tahayyül eden ilk siyasetçi. Alevi (yahut Bektaşi) kökenli küçük memur iken önü açılmış.
      *   İbrahim Edhem ve Tunuslu Hayreddin Paşalar, Abdülhamid’in ilk yıllarının reformcu sadrazamları. İkisi de aslen köle. Edhem Paşa Sakız’lı Rum, Sakız isyanı sırasında beş yaşındayken esir alınmış, talihi yaver gitmiş, paşa hanesine düşmüş, iyi bir eğitim almış, maden mühendisi olmuş. Hayreddin Paşa Çerkes, esir tüccarları tarafından İstanbul’a satılmış, sonra Tunus Paşasına hediye edilmiş, Tunus vezirliğinden düşünce yeniden İstanbul’a gelmiş.
      *   Sait Paşa, önce saray başdanışmanı, sonra altı defa başbakan sıfatıyla 33 yıl boyunca Abdülhamid rejiminin temel direklerinden biri. Sonradan padişahı devirip hapse attıran entrikaların da merkezinde; İttihat ve Terakki devrinde seksen küsur yaşında yine başbakan. Saraya ilk çağrıldığında Vefa’da mı, Saraçhanebaşı’nda mı kaynanasının iki katlı ahşap evinde oturan bir Maarif Encümeni üyesi.
      *   İttihat ve Terakki rejiminin önderlerinden Enver Paşa, Romanya muhaciri mütevazı bir ailenin oğlu, bursla askeri mektebe gitmiş. Talat Paşa, Edirne’de posta memuru, Roman kökenli olduğu rivayet edilir. Romen değil, Roman.
Bunlar cumhuriyetimiz sayesinde mi yükselip adam olmuşlardır sizce?
*
Daha ta 1520’lerde Niccolò Machiavelli, Hükümdar (Il Principe) kitabında, çeşitli devletlerin sosyal yapılarından söz ederken Osmanlı devletinin meritokratik yapısını Fransa’nın aristokratik yapısıyla karşılaştırır, Türkiye’de alt toplum tabakalarından gelen kişilerin kolayca devletin en yüksek kademelerine tırmanabildiklerini anlatır. Tahminlerimizin aksine Machiavelli bu özelliği övmez, devlet için bir avantajdan çok dezavantaj olduğunu savunur. Okumaya değer bir kitaptır, Türkçesi de var, okuyun bence.

2 comments:

  1. 16. yüzyıl meritokrasisinden 21. yüzyıl kleptorasisine...

    ReplyDelete
  2. hocam machiavelli aynı zamanda osmanlıdaki makam sahiplerinin "beceriksiz sadık"lardan oluştuğunu söylemiyor muydu? bu nasıl meritokrasi?

    ReplyDelete