Sunday, September 30, 2018

Şiddete övgü


Fiziksel şiddetin her türlüsünün her koşulda kötü olduğunu savunanlarla aram iyi değil. Muhallebi çocuğu ideolojisidir, hayata cepheden bakmaya cesaret edenlere yakışmaz. 2012’de bu konuda iki üç kez kelam etmeye kalkmışım (http://nisanyan1.blogspot.com/2012/09/siddete-dair.html, http://nisanyan1.blogspot.com/2012/09/siddete-kars-myz-sahiden.html), daha sonra da yeri geldikçe değindim, ama işin can damarını yakalayamadım galiba. Bir daha deneyeyim.
İnsanın diğer insana kötülük etmesinin binbir yolu var, illa kan akıtmak ya da kemik kırmak şart değil. Sayalım: iftira atarsın, ihbar edersin, tehditle sindirirsin, alçaltırsın, emeğini sömürürsün, işinden attırırsın, işini batırırsın, onurunu kırarsın, umudunu kırarsın, sevincini tüketirsin, kandırırsın, çaresizken sırtını dönersin, köleleştirirsin, sevgilisini elinden alırsın, evini yıktırırsın, ailesini dağıtırsın, askere alırsın, ölmesini emredersin, adaleti önlersin, özgürlüğünü çalarsın, intihara sürüklersin, kendisine dokunmadan sevdiklerini harcarsın... Pisliğin sonu yok. Peki neden fiziksel şiddet bunların herhangi birinden daha kötü olsun? Neden hepsine eyvallah ama sıra yumruğa ya da silaha geldi mi orada dur?
Fiziksel şiddet çoğu zaman efektif bir mücadele yöntemi değildir, peki, sabredip endirekt vuruşla topu yuvaya koymak genellikle daha etkili bir yol. Ama neden a priori o silahı elimizden bırakalım?
Muhallebi çocuğu olarak yetiştirildiğimiz için kavgadan ödümüz kopuyor, belki odur. Küçük burjuva değer yargılarının sefil ufkundan ötesini tahayyül edemiyoruz, belki de o. O ufkun sınırlarını Devlet ve Polis bekler. Biz uslu olalım, Polis amca gereğini yapsın... Zulme uğrayan sakın güç kullanmayı aklından geçirmesin...
Şiddet karşıtlığının şiarı polis şiarıdır: “Sakin ol dostum ve elindekini yavaşça yere bırak!”    
*
Toplumların düzeni, insan yaşamının vazgeçilmez bir ögesi olan şiddeti kontrol altına alma esasına dayanır. O yüzden, düzenden yana olan her ahlak öğretisi şiddeti ayıplar, şiddeti azaltmanın yollarını arar. Kabul. Peki. Tamam. Ama bu önermeden, şiddetin her koşulda reddedileceği sonucu çıkmaz. Tam tersi de çıkabilir.
Mesela, bir. Şiddet eğer kötüyse, daha büyük şiddeti önleyen şiddet meşrudur. Adam kalabalık barda arbede çıkarmaya kararlı görünüyorsa bir uyarırsın, sonra yumruğu çakarsın. Çekmiş silahı kalabalığı taramaya başlamışsa düşünmez vurursun. Mantıken kaçınılmaz bir çıkarımdır: Eğer şiddete karşıysan, büyük şiddete karşı küçük şiddeti savunmalısın. Yoksa büyük şiddeti savunmuş olursun.
Ufak bir pürüz gibi görünür, ama devamını düşünürsen senin anti-şiddetçi teorini tuzla buz etmeye yeter. Nerede duracaksın? Adamın uçakları Vietnam’ı – ya da Nusaybin’i – bombalayacaksa karargahını havaya uçurmak meşru değil midir? Diktatörleri halka daha fazla zarar vermeden bertaraf etmek gerekmez mi? Diktatörü bertaraf etmek yetmez, onun hizmetkarlarını, maşalarını da kırman gerekebilir. Rusya’nın saldırmasını bekliyorsan önce senin saldırman hak değil midir? Haktan öte, ahlaki ödev değil midir?
Devam et, durma. Mesela komşu ülkenin hükümdarı kâfirse ve bundan dolayı bütün halkının ahiretini sonsuza dek berbat ediyorsa, ona karşı cihat etmeden ahlaken salih olabilir misin? Daha: Savaştan sonra Ermeniler senin halkını Erzurum ve Van’dan sürecekse önce davranıp onları zararsız hale getirmek vicdani görevin değil midir? Ha?
*
Bu yetmediyse, iki. Kendini şiddetten korumak için şiddet meşrudur. Adı üstünde, meşru müdafaa. Bunu önceki maddenin özel hali olarak da görebiliriz. Büyük şiddete karşı önleyici şiddet dedik. Şahsıma yönelik şiddet ister istemez bu kapsama girer, çünkü ahlaki ödevin öznesine – yani bana – zarar verme riski taşır. Ahlaken doğru olanı yapacaksam önce var olmam gerekir. Dolayısıyla varlığıma yönelik tehlikeyi bertaraf etmek sadece hak değil ödevdir.
Burada da gene işler beklediğimizden daha hızlı çapraşıklaşır. Meşru müdafaayı sadece bireyin kendisine yönelik şiddetle sınırlayamazsın. Çünkü bireyin dokunulmazlığı bedeni ile sınırlı değildir. En azından ailesini, çoluk çocuğunu pakete dahil etmek zorundasın. Adam göstere göstere senin çocuğunun kemiklerini kırıyorsa, bana dokunan yok, öyleyse meşru müdafaa yok, aman fiske vurmayayım der misin? Peki çocuğun değil en yakın arkadaşınsa? En yakın arkadaşının yengesiyse? Devam edelim: Ya ciğerinin yarısı olan takım arkadaşlarınsa? Kimliğinin ve kişiliğinin altyapısını oluşturan değerli yoldaşlarınsa?
Ya vatanının evlatlarıysa? Ya herif senin canından aziz bildiğin Mehmetçiğe kurşun sıkmışsa? Ya hain Ziyonistler gibi senin din kardeşlerinin evlerini başına yıkıp hı diyeni kurşunluyorsa?
Zanneder misin ki sembolik aidiyetler insan yaşamında hiç değerindedir? Ait olduğu zümreye yönelik şiddeti kendine yapılmış gibi hissetmeyen insan ahlaklı sayılamaz. Şiddeti a priori reddeden muhallebi filozofu, o halde, insanlara ahlaksız olmayı önermektedir.
*
Üçüncü önerme ilk ikisi kadar güçlü değil, ama yine de göz ardı edilmemeli. Şiddete karşı şiddet meşrudur. İkinci maddede bize yapılacak şiddeti önlemekten söz ettik. Bu sefer şiddet gerçekleşmiş, biz karşılık veriyoruz. Elbette kınanası bir şeydir. Elbette kindir, intikamdır. Tabii biliyoruz, şiddete şiddet nereye kadar, sonsuz sarmaldır, sen vurursan o da vurur, sonu gelmez. O yüzden hemen her ahlak hocası her zaman affediciliği över, rövanşizmi ayıplar. Doğru. Haklıdır. Karşındaki Devlet terörü bir milyon kişinin evini başına yıkmış olabilir, ama karşı terörle ne elde edebilirsin ki, kanı sonsuza dek sürdürmekten başka?
Peki elinde zulme karşı başka çare kalmamışsa ne yapacaksın? Akıl yolunu tüketmişsin, hukuk düşmanın elinde esir, iç dünyana çekilip kalender hayatı yaşamana da müsaade yok. O zaman “şiddete hayır” öğüdü ne anlama gelir? “Şiddete boyun eğ, zulme razı ol, çaresizliğini kabul et”ten öte bir içeriği var mıdır? Zulme suskunlukla cevap vermek, zulmü ödüllendirmek değil midir? Dünkü şiddete hak ettiği cevabı vermeyen – veremeyen – yarınki şiddeti teşvik etmiş olmaz mı?
Muhallebi çocukluğu sadece bir kişilik zaafı değildir, ahlaki bir tercihtir derken işte bunları kastediyoruz.
*
Bilmem belirtmeye gerek var mı, şiddete yatkın bir adam değilim. Ortaokuldan beri yumruklu kavgaya girdiğimi hatırlamıyorum, girsem de herhalde dayak yerdim. Isparta Er Eğitim Alayında talim atışları dışında silaha elim pek değmemiştir. Kendimi savunmaya yarayan başka yeteneklerim var şükür.
Lakin küçük burjuva yaşamının cenderesinden dışarı çıkıp dünyayı tanıdıkça çok net görüyorsun ki şiddet insan yaşamının kaçınılmaz unsurlarından biridir. Yalnız kaçınılmaz değildir, bazı koşullarda doğrudur, meşrudur, ahlaki zorunluluktur. Hatta bazen güzeldir.
“Iyy, falancaya şiddet uygulamış, lanet! lanet!” diye haykıran cüceler de sadece feci surette cahil değildir. Polis devletinin – bilinçli ya da bilinçsiz – ajanıdır.

32 comments:

  1. This comment has been removed by the author.

    ReplyDelete
  2. Sevan Hocam, ABD'deki bireysel silahlanma özgürlüğü, bilmemkaçıncı ammendment tartışmalarının bu konuyla bi ilgisi var mı sizce?
    Bir de, sık sık ahlak diyorsunuz ama ne tür bir ahlaktan bahsettiğinizi ben bugüne kadar tam anlamadım. Malum, piyasada çeşitli ahlaklar var. Cengiz'in Moğollarının ahlakı zayıf olanı ezmeyi lanetlemek şöyle dursun, bilakis yüceltiyordu, mesela. Veya bireyselliği en büyük günah gibi gören ahlaklar da mevcut ama siz bu ekollerin müntesibi olmasanız gerektir.

    ReplyDelete
  3. "Evren o kadar büyükki içine herşey sığar".

    O yüzden şu yanlış bu yanlış demeden önce iyice düşünmekte fayda var.

    Şiddet yanlıştır ama "bazen" gereklidir demek daha doğru bana göre...

    İyi günler

    ReplyDelete
    Replies
    1. O yüzden şu yanlış bu yanlış demeden önce iyice düşünmekte fayda var.

      İyice düşündüm, diyorum artık.

      "Evren o kadar büyükki içine herşey sığar." (yanlış)
      "Evren o kadar büyük ki, içine her şey sığar."(doğru)

      Delete
    2. Merhaba

      Teşekkürler bilgilendirme için.

      Ama maalesef ben bu konuda umutsuz vakayım.

      Daha noktalı virgülün bile nerede kullanıldığını bilmiyorum.

      Okulda türkçe dersinden "nefret ederdim".......

      Delete
  4. Bu yorumlarınızın ucu açık. Kurduğunuz mantık örgüsünün bir sınırı yok. Hemen hemen her katliam, sürgün ve pogromu vs. meşrulaştırıcı argümanlar. 1915 için şu argümanı biri kullansa mesela ? "Savaştan sonra Ermeniler senin halkını Erzurum ve Van’dan sürecekse önce davranıp onları zararsız hale getirmek vicdani görevin değil midir? Ha?"

    Yani daha büyük şiddeti önleyen şiddet meşrudur her şeyi mubâhlaştıran bir ifade. Darbeler meşru olur, katliamlar meşru olur, diktatörlükler meşru olur.Otoriter liderlerin, darbecilerin kullandığı argümanlar zaten bu ifadenin üzerine bina edilir. Darbe yapmasaydık ortalık kan gölüne dönecekti, ben otoriteyi teessüs etmesem olmasam toplum birbirine düşer, demokrasi rafa kalkar vs.

    Yani meşru müdafaa hakkını savunmak ve vazgeçilmez olarak görmek ile beraber sizin sınırlarınızın hududu yok.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Evet, zaten sınırı olmadığını vugulamak için yazdım. Demek ki "şiddet kötü" ilkesine dayanarak tutarlı bir teori kurulamıyormuş. Kriteri, kuralı, sınırı başka yerde aramak gerekirmiş.

      Delete
  5. "Şiddet bazı koşullarda doğrudur, meşrudur, ahlaki zorunluluktur."

    Kemalist olmuşsunuz Sevan Bey.

    Onlarda dersim deyince "devrim koşullarında" şiddet doğrudur, meşrudur, ahlaki zorunluluktur diyor.

    İyi günler



    ReplyDelete
    Replies
    1. "Şiddet bazı koşullarda meşrudur, ahlaki zorunluluktur" demeyen kimseye rastlamadım. Mesele koşulları doğru tayin edebilmekte. Kemalcilerin kriteri ("Türkse iyi, başkasıysa kötü") bana tatmin edici gelmiyor pek.

      Delete
    2. İyide kemalcilere göre zaten "herkez türktü".

      Peki kemalciler bu açıdan tutarlı mıydı?

      Aslında evet.

      Türk olmayı kabul eden Kürtler eşit haklara sahip oldular.

      Kürtler mesela Amerika'daki siyahilerin üniversiteye gidememesi gibi bir yığın ayrımcılığa maruz kalmadılar.

      Asilimasyonu eleştirebilirsiniz ( Bunu açık olmasada örtük yapmayan ülke mi var? ) ama kemalciler "tutarlıydı".....


      Delete
    3. Selamlar, yaptığınız yorumdaki kemalcilere göre herkez türktü ifadesini açabilir misiniz ? Bu soruyu özellikle sormamdaki sebep de kemale ve kemalcilere göre ney ya da kimin türk olduğunu hala çözememiş olmam

      Delete
    4. Merhaba

      ABD'den örnek vereyim.

      ABD devletine göre "herkez Amerikalıdır".

      Peki bu "gerçek hayatta" bu böyle midir :

      Maalesef değildir.

      İkinci dünya savaşında japon kökenli "Amerikalılar" artık Amerikalı değil düşmandı. Hepsi toplama kamplarına gönderildi.

      11 eylül saldırısından sonraysa düşman olma sırası ortadoğu kökenli "Amerikalılara" geldi. 21. yy'da toplama kampları çok tepki çekeceği için bu yeni düşmanları başka yöntemlerle "hallettiler".

      Ulus-devletler "maalesef" böyledir.....

      Kağıt üstünden "herkez türktür / şudur / budur vs.vs." ama gerçek hayatta "her zaman böyle olmaz"....

      Türkiye'dede durum "aynen böyleydi"....

      Ama ben genede ulus devletlerden yanayım.

      Zira diğer seçenekler zannedildiği gibi daha parlak değil....

      En azından şimdilik......

      İyi günler

      Delete
  6. Terör örgütü aslında Yuval Noah Harari'nin de dediği gibi boğanın kulağına vızıldayıp rahatsız eden bir sinek gibidir, boğa kızıp dükkana girer ve her yeri darmadağın eder, zaten sineği gönderenin amacı da budur. Evet dış güçler falan sanki cahillerin uydurması gibi geliyor fakat uzak doğu ülkelerinden Türkiye'ye gelmiş olan iki kişinin verdiği farklı cevaplar aklıma acaba bu cahillerin bahsettiği dış güçler gerçek olabilir mi? sorusunu getirdi.

    Çinli ve Tayvanlı şirketler ile ortak çalışan bir firmada çalışıyorum. Bizi sık sık ziyarete gelen Tayvanlı iş adamı J.L., bir senedir korkudan bizi ziyarete gelmemişti, bu olay geçen sene yazın oluyor, 15 temmuz olduğu için bir sene korkudan gelmemiş, geldiğinde ise Türkiye çok tehlikeli, korkuyorum diye şikayet ediyordu. Konu doğu Türkiye'ye geldiği zaman ise sanki ezberlemiş gibi " gariban Kürtlerin ülkesi yok vah vah çok yazık" demişti. Ertesi hafta Çin'den iş adamları ziyarete geldi, arabada antik orta doğu tarihini konuşurken Tayvanlının korkusu aklıma geldi ve sordum "Türkiye'ye gelirken tereddüt ettiniz mi?" Çinli bana " hayır, seve seve geldik Türkiye çok güzel bir ülke, aynı zamanda Çin gibi imparatorluk tarihine sahip olduğundan Türkiye'ye büyük saygı duyuyoruz" dedi.

    Sonra düşündüm Tayvan ve Çin birbirine yakın ülkeler, ikisi de Çince konuşuyor, fakat arada bir fark var, Çin'de batı medyası yasak, cnn yasak, bbc yasak, facebook yasak, whatsapp yasak. Tayvan'da ise hepsi serbest, tarihi sebeplerden dolayı soğuk savaş zamanında Amerika, Rusya ve Çin'e karşı Japonya-Tayvan hattını desteklemiş.

    Galiba konuyla biraz alakasız oldu ama yazınızı okuyunca aklıma bu olay geldi.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Yazınız ile Sevan Nisanyan'ın yazısı arasındaki ilişki boğa sikine konmuş sinek gibi üstat kusura bakma...

      Delete
    2. işte bütün bu olaylara o sinek sebep oluyor ... yazıda da bahsettiğim gibi

      Delete
    3. Sineğin suçu var kabul, peki o sineği boğanın sikine koyanın hiç mi suçu yok, azizim?

      Delete
  7. Her şeyin bir zamanı var sevan bey zamanı...

    ReplyDelete
  8. Mahatma Gandhi örneğine ve sivil itaatsizliğe ne dersiniz hocam??

    ReplyDelete
    Replies
    1. 20. yy'ın en çok insan ölümüne sebep olmuş üç dört liderinden biridir derim. 1947 Hindistan'ı bilmiyorsan Dalrymple'ın City of Ghosts'unu oku mesela.

      Delete
    2. Sevan Hocam,

      William Dalrymple'in kitabı galiba "City of Djinns: A Year in Delhi (1994)" olacaktı.

      Delete
    3. "City of ghosts " ismiyle bulamadım fakat William Dalrymple'ın City of Djinns : A Year in Delhi adında bir kitabı var, bahsettiğiniz kitap bu olmalı

      Delete
    4. Arundathi Roy - Debunking Gandhi Myth
      https://www.youtube.com/watch?v=4-yMiBGBOe0

      Delete
    5. Sevan Bey, kitap bu mu? https://www.amazon.com/City-Djinns-Delhi-William-Dalrymple/dp/0142001007 Dalrymple'ın City of Ghosts diye bir kitabını bulamadım.

      Delete
  9. Maalesef, kavgadan ne kadar korkup kaçınırsanız, aksine üstünüze gelirler. Hele ki türkiye gibi, "sınırsız-evrenselüstü ve über-cahil" bir toplumda, birilerini öldürmeden yaşayabilene, insanüstü-yaratık muamelesi ve ödülü verilmeli kanımca. Ben ki yolda hayvanları rahatsız edemem, sağa-sola kaçarım rahatsız olmasınlar diye , ama gelin görün ki, ben kavga ve münakaşadan kaçtıkca hepsi adeta üzerime geliyorlar. Yeminliyim ve silah almadım, ama emin olun, alsam hergün istisnasız en az birkaç kişiyi vururum herhalde, araba da kullanmam bu ülkede sırf bu yüzden, yoksa hergün trafikte de en az birkaç kişiyi delik deşik etmem gerekirdi yine herhalde. Herkesin, herkese ve herşeye burnunu sokup karıştığı bir toplumda ve hemen herkesin kendisini zorla öldürtmek için elinden geleni ardıına koymayan bu türkiye denilen tımarhane de yaşamak, zaten az da olsa aklı başında olanlar için yeterince büyük ve sonsuz bir azaptır herhalde. :)

    ReplyDelete
  10. Sevan bey "tutarsızsınız".

    Malum Batılı "devletler" çıkarları için sürekli orayı burayı işgal ediyor ( Irak, Afganistan, Vietnam vs.vs........ )

    Oraya buraya füze yağdırıyorlar. ( En son gene bir Pakistan köyünü içindeki insanlarla birlikte "yanlışlıkla" havaya uçurdular tıpkı TC'nin kaçakçı zannettiği kürtleri "yanlışlıkla" havaya uçurması gibi. )

    İşkence kampları kuruyorlar ( Ebu Garip, Guantanamo vs.vs...).

    Ama siz bunlara rağmen Batılı devletler tarafından ülkeleri "işgal edilen", "bombalanan", "işkence gören" çaresiz insanların Paris vs.vs. gibi Avrupa'lı şehirlere yönelik şiddet eylemlerine "karşı çıkmıştınız".

    ABD devleti ne kadar hukuk tanıyor?

    11 eylül hakkında ne düşünüyorsunuz mesela?

    İyi günler

    ReplyDelete
  11. Hocam insanoğlunun şiddete karşı çıkması biraz da pragmatizm kaynaklı. Sonuçta yaptığı etkiye karşı sert bir tepkiyle de karşılaşabilir."iftira atarsın, ihbar edersin, tehditle sindirirsin, alçaltırsın, emeğini sömürürsün, işinden attırırsın, işini batırırsın, onurunu kırarsın(...)" gibi eylemlerin sonuçlarıyla uzun vadede haşır neşir olurken, şiddet eylemi sırasında kaşla göz arasında yaralanabilir, ölebilir. Dolayısıyla uygulayan kişiye de riski yüksek olduğu için çok tercih edilmiyor.

    İkincisi geçen yazılarınızdan birisinde yazdığınız gibi insan evladı hayvan olarak doğuyor-hatta çoğu hayatına öyle devam.- Üstelik bu hayvan çok da asil bir hayvan değil.Mesela porsuk denilen hayvan kendisinden kat kat büyük aslana bile dayılanırken insanoğlunun uyguladığı şiddet eylemlerinin %99'u kendisinden güçsüzlere yönelik. Kahramanlık efsanelerinin, kabadayılık hikayelerinin biraz altını kazırsanız gerçeklerin çok farklı olduğu ortaya çıkar: 100.000 kişilik orduyla 50.000 sivilin kaldığı şehri 2 ayda fethetmeyi büyük başarı olarak kutlarlar, 5 kişi 2 kişiye dalmayı delikanlılık olarak anlatır, 1,90lık adam 1,65lik adamı dövmüştür,bunla hava atar vs... Daha da bunun aile içi şiddeti var,çocuğa şiddeti var...

    Sonuçta şiddet uygulansa bile en azından uygulayacak kişinin ehil olup olmadığı, karşıdakinin hak edip etmediği, kavganın adil olup olmadığı da pek belli olmuyor.

    ReplyDelete
  12. Ortaokulda öğretmenlik yapan ve öğretmenlikte daha 2. Yılı olan genç bir kız arkadaşımla, birgün ortak bir arkadaşımızın eczanesinde karşılaştık. Kızcağız nasıl hüngür hüngür ağlıyor. Şiddete karşı olan, özellikle eğitimde şiddete karşı olan kızcağız, sıraların arasında yürüyerek ders anlatırken çocuklardan biri arkasından yaklaşarak poposunu avuçlamış. Kız da o an, arkasını dönerek çocuğa okkalı bir tokat atmış. Olayın etkisinden öyle kurtulamamış ki, okuldan sonra uğradığı eczanede vicdan muhasebesi yaparak aslında vurmamam gerekirdi diye ağlıyordu. Şiddet karşıtlığı işte böyle saçma sapan bir noktada. Bugün popoyu avuçlayan, yarın memeleri eller, ertesi gün eteğin altından elini sokar. Ezberden şiddet çözüm değil demek hakikaten politik doğruculuk ucuzluğu.

    ReplyDelete
  13. devletlerin kullandığı zaten bir 'meşru şiddet' söz konusu, bunu herkes biliyor, devlet yasaya uymayanı açık biçimde cezalandırır, bunu da psikolojik veya fiziki şiddet uygulayarak gerçekleştirir. buna karşılık derseniz ki, halkın da bir 'meşru şiddete' ihtiyacı var anlarım. galiba bunu da kastettiniz.
    ancak bu durum, bütün şiddet olaylarının yüceltilmesi anlamına gelmemeli. michael kohlhaas'ı okuduysanız bilirsiniz, orada şiddet yüceltilerek bir hakkın peşinden koşulmuştur ve istenilen hak elde edilmiştir, ancak kohlhaas'ın sonu da hazindir. kohlhaas bir haklılık mücadelesi vermiştir, bunu da şiddetle gerçekleştirmiştir, bu tür şiddeti ben de desteklerim, ancak, bütün şiddet olaylarına karşı şiddetle cevap vermek her zaman için olumlu sonuçlar vermeyebiliyor. bunu görmek için muhallebici olmak gerekmiyor.

    ReplyDelete
  14. Lakin küçük burjuva yaşamının cenderesinden dışarı çıkıp dünyayı tanıdıkça çok net görüyorsun ki şiddet insan yaşamının kaçınılmaz unsurlarından biridir. Yalnız kaçınılmaz değildir, bazı koşullarda doğrudur, meşrudur, ahlaki zorunluluktur. Hatta bazen güzeldir.

    Evet evrensel düzeyi boşver sokaktaki adam kavgasını verip gerikalan herkesi aman alirıza bey ağızmızın tadı bozulmasına getirerek kendi konforlu alanını yaratıyor. bizim büyük çaresizliğimiz!

    ReplyDelete
  15. Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.

    (2) Gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelik olup, bilerek neden olmadığı ve başka suretle korunmak olanağı bulunmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak zorunluluğu ile ve tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta arasında orantı bulunmak koşulu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.

    Tck 25

    ReplyDelete
  16. Şiddet, bir varlığın kendi çıkarını başkalarına zorla dayatması, işkence yapmasıdır. Şiddet veya işkencenin özü, bir sisteme, planlı bir bilince dayanır. Bu, psikolojik ya da fiziksel şiddet olabilir. Şiddetin kaynağı, ne doğanın işleyişinde, ne hayvanlar ve bitkiler aleminde, ne de insanın özüne ilişkin bir durumdur.
    Doğanın işleyişi, zıtların birliği ve uyumu üzerinedir. Örneğin, Dünya üzerinde durmamızı sağlayan şey, yerçekimi kuvveti ile itme kuvveti arasındaki dengedir. Bu iki zıt kuvvetin dengesi olmasaydı, ya yeryüzüne yapışıp hareketsiz kalırdık ya da uzaya fırlar giderdik. Yani, bu iki zıt kuvvetin arasında bir şiddet değil, bir denge durumu söz konusudur ki zaten bu, varlığın temel koşuludur.
    Hayvanlar aleminde her canlı kendi varlığını korumak ve sürdürebilmek için yaşam alanlarını korumaya çalışır ve avlanır. Avlanmak zorundadır ve bu şiddet anlamına gelmez. Çünkü avladığı hayvana işkence yapmaz. Saldırır, avlar, karnını doyurur ve çekilir. Yani avladığı hayvanlara şiddet veya işkenceye dayalı, kendi üstünlüğünü kabul ettirecek ne bir sistemli davranış ne de bilinçli planı vardır. Aksine, kendi aralarında sürekli bir denge, işbirliği ve uyum vardır. Doğada tüm canlılar için, en az zararla maksimum fayda sağlama üzerine kurulu evrimsel süreç işler. Bitkiler alemi de bu işbirliğinin ve uyumun parçasıdırlar.
    Doğada olmayan şiddet, insanın özünde de yoksa, neden insan şiddet, işkence uygular. O halde şiddetin kaynağı, doğaya uygun olmayan toplumsal, kültürel yapıda aranmalıdır. Bu kültürel yapının en belirleyici özelliği ise, toplumsal üretim ve paylaşımın nasıl yapıldığı ile ilgilidir ve bu toplumun zihinsel yapısını da belirleyen özellik taşır. Üretim ve paylaşım ne kadar bozuksa, kültürel yapı da o derece bozuktur. İnsan, içinde bulunduğu kültürel yapının toplamından ibarettir. Kendisinden zayıf olana hükmetme duygusu bu kültürel ortamdan beslenir ve şiddet, yaşamın her alanında ortaya çıkar. Yani, doğaya uygun olmayan kültürel ortam, doğaya uygun olmayan insan zihnini yapılandırır. Aile içinde, okulda, askerde, işyerinde her yerde ve her zaman şiddetin değişik biçimleri kendini gösterir.
    Kadın cinayetleri, hayvanlara işkence, çocuklara şiddeti gördüğünüzde, suçluyu aramadan önce o suçlunun ortaya çıktığı kültürü kendimizin yarattığını ve sürdürdüğünü düşünmemiz gerekir. Çünkü aslında hepimiz, değişik biçimlerde şiddeti içimizde barındırıyoruz. Suçluya en ağır cezayı vererek şiddeti ortadan kaldırmak mümkün değildir. Ne kadar sivrisinek öldürürseniz öldürün, bataklık, sivrisinek üretmeye devam edecektir. Yapılması gereken üretim ve paylaşımın doğaya uygun hale getirilmesidir, çünkü doğada özel mülkiyet yoktur. Kısaca, tüm kötülüklerin esas kaynağı özel mülkiyetdir. Çünkü kültürel yapı, özel mülkiyet savaşının bir yansımasıdır.
    H. YAZAR

    ReplyDelete