Türkiye’nin “Asıl Anadolu” adını verdiğimiz batı ve orta bölümleri ile kuzeyde Giresun’a, güneyde Adana-Osmaniye’ye ulaşan alanın yer adlarını analiz etmeye devam ediyoruz. Bugün üçüncü, yarın dördüncü tabakalar.
Tabaka 3
Bölgedeki 28.000 yer adından sekiz ila on bin kadarı
15. ve 16. yy’lardaki Osmanlı tahrirlerinde yer almaz. Bu yerlerin bir kısmı belki tahrirlerde başka adla boy gösterip sonraki ad değişikliğini belgeleyemediğimiz yerlerdir; ancak böylelerinin ender olduğunu tahmin ediyorum. Diğerlerinin çoğu 17.-18. yy’larda ve en geç 19. yy’ın ilk çeyreğinde ortaya çıkmış yeni yerleşimler olmalıdır. Kuruluş öykülerini takip etmek olağanüstü zordur, çünkü Anadolu’da 1600’lerin başından 1830’lara dek süren anarşi çağına ait yazılı belge çok azdır – arşivlerde eğer varsa ben haberdar değilim.
Bu gruptakilerle ilgili gözlemlerimiz şöyle:
1. İnternette bulabildiğim sözlü anlatımlar (kuruluş mitleri) sıklıkla “350 yıl önce atalarımız filan yerden gelmiş” kalıbını tekrarlar. Bu anlatılar yukarıda çizdiğimiz tarihi çerçeveyi teyit edicidir; bu yerlerin çoğunun iç göç sonucu oluştuğu tezini destekler.
2. Sözlü anlatıların hemen hepsi, köyün “Türkmen yerleşimi” olduğu noktasında birleşir. Karakeçili, Kızılkeçili, Tacirli, İnallı, Çakallı, Eşmeli, Savcıllı, Honamlı, Şerefli, Hotamış, Horzum, Caber, Barak, Şam Bayadı, Boynuyoğun, Cabbarlı, Cerid, Elmalı, Tekeli, Mortına/Murtuna, Terikanlı/Delikanlı, Cihanbeğlü, Atmanlı/Etmanlu, Okçiyan, Ceceli, Tahtacı, Varsak, Sarıveliler, Kıbrısi... gibi aşiret ve cemaat adları anılır. Bu adların hemen hiç birinin 17. yy öncesinde bir geçmişi yoktur. Buna rağmen, bu toplulukların efsanevi “Oğuz boyları” ile akrabalığı (herhangi bir delil ve hatta mantıklı bir öykü ileri sürme gereği duymaksızın) vurgulanır.
Yer adları sıklıkla aşiret/cemaatin veya kurucu kişinin adıdır. Birçoğunda cemaat adı tipik İkinci Tabaka adına niteleyici olarak eklenir: ŞerefliKoçhisar, ÇepniKaradere, SancaklıBozköy gibi. (Şerefli, Çepni ve Sancaklı aşiret/cemaat adıdır.)
3. Göçlerin yönü hemen her zaman güneyden ve doğudan kuzeye ve batıya doğrudur. Anadolu’daki birçok göçer cemaatinin Musul, Halep, Şam, Diyarbakır, Maraş taraflarından “koptuğu” anlatılır. Birçok sözlü efsanede “Horasan” adı geçer; ancak Horasan sözcüğünün Fars dilinde sadece “doğu” (Orient) anlamına geldiği hususu gözden kaçırılır.
4. Dönemin idari yazışmaları içeren mühimme defterlerinde Kürd/Ekrad unsuru çarpıcı bir sıklıkta anılır. Fırat batısındaki Kürt yerleşimleri bu dönemde ortaya çıkmıştır. Cihanbeyli, Kulu, Haymana, Polatlı, Çorum, Mecitözü, Kırşehir-Çiçekdağı, Aksaray gibi belli başlı Kürt göçü odakları bunlar arasında sayılabilir. Yanısıra, beklenmedik yerlere dair şöyle bilgilere rastlanır: Yıl 1706, “Simav kazası karyelerine göçen on bin kadar Kürd ve Türkmen taifelerinin ahali hudutlarına, bahçelerine ziyanları dokunduğundan...” 1739: “Biga sancağında mütemekkin göçebe taifesinden Badıllı Ekradı kendi hallerinde olmayıp enva-ı şakavet ve habaseti irtikab ettiklerine dair...” 1772: “Lekvanik Kürd aşireti perakendesinden Rumeli'de Malkara ve Keşan vesair mahallerde bulunan Kehvanlı cemaati ve tevabii...” 1809: “Elbistan civarında kain Asandere nam mahalde iskan edilen Kılıçlı Kürd Aşireti şakavette bulunduklarından Rakka dahiline nakil ve iskanları.” “Bolvadin, Teke ve Hamid livalarında azeban ve yörükan-ı Ekrad mukataaları”, “Teke sancağındaki Kürtlerden Elmalı nahiyesinde kain Mortana/Murtuna Aşireti Yörükan Cemaati.” “Kütahya sancağı dahilindeki Siroz maa Tefen kazasına tabi Karamanlı, Bedirli ve diğer köylerde adam öldüren, ırza tecavüz eden ve mal yağma eden eşkiyadan Kürd Mehmed oğlu İsmail ve avanesi...” 1899: “Gemlik civarında Karacaali karyesinde sakin sabıkalı Kürd Abdurrahman ve arkadaşları Şeyho, Süleyman ve Hüseyin'in halka zarar vermelerine ve inzibatı yok etmelerine meydan verilmemesi.”
Dönemin yazışmalarında “Kürd/Ekrad” kimliği ile “Türkmen/Etrak” kimliği sık sık birbirine karışır. Karakeçili/Şexbizinli, Badıllı/Beğdilli, Çakallı gibi bazı aşiretlerin ne kadar Kürt, ne kadar Türkmen, ya da Türkleşmiş Kürt ve Kürtleşmiş Türkmen oldukları meçhuldür. Buna karşılık eski kaynaklarda Kürd/Ekrad olarak anılan cemaatlerin birçoğu günümüzde “Türkmen” olduklarını şiddetli bir tutkuyla ileri sürerler.
5. Yine aynı dönemde Sivas kökenli büyük Alevi/Kızılbaş diasporası gerçekleşir. Çorum, Maraş, Kayseri ve Malatya’da çok sayıda Alevi köyü bu dönemde ortaya çıkar.
6. 17. yy’ın ilk on yılında Doğu’dan Batı Anadolu’ya büyük mülteci kitleleri şeklinde Ermeni göçü gerçekleşir. Kastamonu, Yozgat, Adapazarı, Bursa, Bilecik, İzmit ve Tekirdağ’daki yüze yakın Ermeni yerleşimi bu dönemde kurulur. Bu yerleşimlerin istisnasız hepsinin adı Türkçedir: Büyükbeğli, Cerrah, Yoğurdukara, Suluca, Belençal, Armağanşah>Armaş, Burunkışla, Karayakup, Melikşah, Eşme... Çoğunun, önceden Türkçe adı olan önemsiz yerlerde iskan ve/veya satın alma yoluyla kurulduğu anlaşılıyor.
Yalova ve Bursa-Orhangazi dağlarında göçebe yaşam süren Ermeni eşkiya “güruhları” probleminin 18. yy ortalarına dek giderilemediği belirtilir.
7. Batı Anadolu’da Çingân, Kıbtiyan, Zengen, Zenger, Çenger, Çengel, Çengiler, Sepetçiler gibi adlar taşıyan yerleşimlerin hemen hepsi Osmanlı tahrirleri çağından sonra beliren yerler arasındadır. Anamur-Silifke yöresinde halen “Türkmen” olmakla övünen yerlerin birçoğu eski Osmanlı kayıtlarında Kıbtiyan ya da Yörükân-ı Kıbtiyan, yani “Çingene göçerleri” adıyla boy gösterir.
8. Çağdaş Türk tarihçiliğinin tercih ettiği etnik tasniflerin gerçekte ne kadar etkili olduğu soru işaretidir. Arap, Mehmet ve Gavur sıfatlarını yan yana getiren şöyle bilgilere sık sık rastlanır – 1758 “Levend eşkıyasından Gavur Hacı ve Kör Mehmed ve İnce Arab namındaki şakiler 2700 kadar levend ile Erzurum tarafından kalkıp Sivas dahilinde Kangal ile Zara arasında Karaçayır denilen mahalde ikamet eyledikleri...”
9. Bu tabakada yer alan yerleşimlerin çoğu ilçe merkezinden ve ovalardan uzak, marjinal, çorak, tepelik yerlerdedir. Pek çoğu, kaba tabirle “köpek bağlasan durmaz” denilecek nitelikte yerlerdir. İnsanlar bu yerlere neden yerleşir? Belki devlet zoruyla iskan edilmiş ya da başka çareleri kalmadığı için konmuş olduklarını düşünmek gerekir. (Belki de hayvancılıkla geçinen toplulukların ihtiyacına uygun olduğu için böyledir, emin olamadım.)
Özetlersek, 17. ve 18. yy’larda Anadolu’da batıya ve kuzeye doğru büyük bir göç yaşanmıştır. Göçenler uzun süre yurtsuz kalmış, yerleşik tarım toplumlarının gözünde “eşkiya”, “çapulcu”, “dinsiz” ve hatta “çingene” imajı taşımışlardır. Nihayet bir yere yerleştiklerinde, kurdukları köylere ya bir cemaatin ya da şefin adı verilmiş, ya da Uğursuzlar, Delibozuklar, Harami, Çepni, Dönekler, Çirkinoba, Kötüköy, Yalınayak, Bednam gibi aşağılayıcı sıfatlar tercih edilmiştir.
Bu köylerin ne kadarı ve hangi anlamda “Türkmen” köyüdür?
Bir kere belirtmek gerekir ki Osmanlı idari terminolojisinde “Türkmen”, etnik olduğu kadar siyasi bir tanımlamadır. Eski Osmanlı arazisindeki göçebe topluluklara Yörük denir; buna karşılık Osmanlı’nın aşağılayıcı bir tonla “Türkmen emirlikleri” diye nitelendirdiği eski Akkoyunlu, Dulkadriye ve Memluk ülkelerinden gelen göçerlere topluca Türkmen adı verilir. Bu anlamda anadili Türkçe olmayan bazı topluluklar da, gelmiş oldukları yerler nedeniyle “Türkmen” olabilirler. Sık sık karşımıza çıkan “Türkmen Ekradı” deyimini, bu nedenle, “Türkmen illerinden gelen Kürtler” diye yorumlamak makuldür.
İkincisi, şiddetli asayişsizlik ve hukuki belirsizlik ortamında yaşama tutunmaya çalışan toplulukların, gerçek kökenleri ne veya neler olursa olsun, kendilerini “Türkmen” olarak tanıtmaları ve güçlü birtakım aşiret birliklerinin koruyucu ismine sığınmaları için yeterli motivasyon vardır. Birlikte hareket eden karışık bir grubun içinde Türkmen unsuru varsa, diğerlerinin de Türkmenlik iddia etmesi akılcı bir tutumdur. Her halükarda, devletin zararlı ve yasadışı saydığı bir hayatı sürdüren toplulukların kendi kimliklerine ilişkin beyanına güvenilmez. 17.-18. yy koşullarında devletin ya da herhangi birinin böyle beyanları tahkik edip doğru mu yanlış mı sınayacak imkanı olduğunu da sanmıyorum.
“Türkmenlik” iddiasının pratik ve psikolojik gerekçeleri, aradan geçen üç yüz yıla rağmen, bugün de ortadan kalkmamış görünüyor. Çeşitli nedenlerle köklerine ilişkin kuşkular taşıyan, özellikle Kürt, Çingene, Ermeni, Kızılbaş, Abdal, Poşa gibi itibar bozucu nitelemelerden en çok çekinen topluluklar, günümüzde de “Türkmenlik” savını en büyük şevkle ileri süren gruplardır. “Oğuz Türklerinin Bozok kolunun Sarıulus dalının Kızık aşiretinden Sarıhocalar sülalesinin Cigenler kabilesi” gibi tumturaklı şecere beyanlarını, bu anlamda, kuşaktan kuşağa aktarılmış derin bir korkunun ifadesi olarak değerlendirmek yanlış olmaz.
Bu olgunun sosyometrik profili çıkarılabilir mi, nasıl çıkarılabilir? Acaba bir sonraki grupta inceleyeceğimiz Rumeli muhaciri köylerinin ağırlıkla CHP’ye oy vermesi gibi, burada değindiğimiz grupların da tipik bir siyasi davranış kalıbı var mıdır? Buyurun, o halde, doktora tezi konusu: “Anadolu’da 1600-öncesi tahrirlerde adı görülmeyen fakat 1850’den eski olan yerleşimlerde MHP oylarının dağılımı”.
Bahse girerim maden çıkar.