Tuesday, December 10, 2013

Arkadaşlar Allah'ı neden sever, biz neden sevmeyiz


“Tanrı(lar), bir sevgi ve güven ilişkisinin adıdır” diyeyim de ağzınız bir karış açık kalsın. Bu adam kırdı kafayı, Allahçılara teslim oldu diye korkun.
Halbuki iyi düşünürseniz, bunun ne kadar radikal bir ateist tez olduğunu görürsünüz.
Hakikat yolu zahmetli bir yoldur. Neyin ahlaken doğru olduğundan hiçbir zaman emin olamazsın. Anamın altınlarını satayım mı? Günahkâr kızımızı linç edelim mi? Gezi’ye nasıl tavır alalım? İşin yoksa kıvran dur.
İstersin ki biri olsun, sana doğruyu söylesin. Ararsın, bulursun: Ya Hoca efendi’dir, ya Papaz efendi, ya Swami, ya Derviş, onlardan da büyüğü Nebi veya Mesih. Kolay açıklayamayacağın bir şekilde adamı seversin, güvenirsin, doğruyu söylediğinden emin olursun. Hoca bilir! Oh!
Tanrı, işte o ilişkinin mührüdür. Garanti belgesidir. Duygusal bir yakınlık üzerine kurulu ilişkinin, metafizik alemdeki çapasıdır. [Ontolojik çapasıdır diyeceğim aslında, ama boku çıkarılmış bir kelimedir, kullanmayayım.] “Adamı sevdim, o yüzden güveniyorum” demek zayıf gelir, sübjektivizm kuşkusuna kapı açar. “Babam güvenirdi, ben de ona uydum” desen tatmin etmez. Hocanın mutlak ve tartışılmaz bir Hakikat zeminine ayak bastığına inanman gerekir. Neden güveniyorum? Çünkü tanrıdan vahiy aldı. Veya vahiy alanlardan el aldı. Ya da vahyin sırrını benden daha iyi etüt etti. Benim gibi aciz, kayıp bir ademoğlu değil. Belki aciz bir ademoğlu, peki, ama bir eliyle Mutlak’ı tutuyor.
Tanrı dediğin saçma sapan bir kavram, düşünsen iler tutar yeri yok. Ama o tanrıyı var saymazsan, kimsenin Hakikatinden emin olamazsın. Hoca efendinin, yahut Nebi’nin neden senden benden üstün olduğunu kolay kolay açıklayamazsın.
İşte din meselesinin püf noktası budur. Asıl odak noktası tanrı değildir. Etten kemikten birileridir, onların söylediklerine inanma ihtiyacıdır. O yüzden Latincede re-ligio demişler, “bağlanma”. Soyut bir kavrama değil, hocaya, şeyhe, pîre, nebiye. Ve onların mensuplarının oluşturduğu cemaate.
Test et bak. “Allah yok” desen pek takmazlar. “Senin peygamberin menfaatçiymiş” desen linç ederler, hadisten siyerden kanıt da göstersen fayda etmez.
*
Peki itirazımız ne? Üç tane.
Bir. Tanrı – daha doğrusu Tek Tanrı – fikri sakattır. Rasyonel düşünceyi ciddiye alan birini bu devirde ikna etmesi mümkün değildir. Kadir-i mutlak’ın günah ve zulüm karşısında aciz kalması absürd bir düşüncedir. Kendi mutlak kudretine tabi olanlara kızıp onları orantısız güçle cezalandırması ahlaksız bir düşüncedir. O paradoksu çözmek için ikibin seneden beri döktürdükleri argümanları da toplasan bir incir çekirdeğini doldurmaz. [1]
“Canım o da irrasyonel olsun, ne zararı var, insan yaşamı sırf akıl mı” diye soracaklardır. Kanmayın. Mesele felsefi tutarlılık meselesi değil, felsefi tutarlılıktan vazgeçmeyenleri harcama meselesidir. Akılcı düşünceyi şiar edinenler isterse küçük bir azınlık olsun. Manevi emsal ve öncü olma hakkını onlara tanımayan bir sistem kaç para eder? Voltaire ve Einstein’ı dışlayan, ama Alabama’lı bir kasaba vaizini yahut Aşağı Güngören’in cahil şeyhini Mutlak’ın sözcüsü sayabilen bir anlayıştan kime ne fayda gelir? Hangi ufuk genişliği, hangi tecrübe zenginliği, hangi ruh cömertliği, hangi bilgelik o çorak topraklarda serpilebilir?
İki. Kitaplar eskimiştir. İnterneti, İkinci Dünya Harbini, Amerika’yı ve Çin’i, matbaayı, İnsan Hakları Beyannamesini, profesyonel orduyu, SSK’yı, DNA’yı ve organ naklini bilmeyen bir çağda bir cahil Filistinli derviş ile bir cahil Arabistanlı hocanın söylemiş olduğu sözlerden, ne kadar zorlarsan zorla, bugün için bir ahlak öğretisi çıkaramazsın. Bugünün sorularına cevap bulamazsın. Ha, vardır elbet orada da bir-iki hikmet incisi: Sonuçta insanlığın ahlaki sorunlarının bir kısmı yeniyse, bir kısmı dünden beri var olan sorunlar. Ama ona bakarsan Sophokles’te de vardır hikmet incisi, Karagöz ile Hacivat’ta da. Üç tane vasat Amerikan filmi izlesen, Kuran’ın toplamından fazla çıkaracak ahlak dersi bulursun.
Üç. Aidiyet ahlak bozar. Hakikatin tekeli Bizimkiler’e verilmiş ise, Ötekiler, tanım gereği, hakikat dairesinin dışında kalırlar. Kâfirdirler. Tahammül edebilirsin, hoş görebilirsin, ama inanamazsın. Hemen kılıcı alıp kafa kesmezsin belki, ama riyanın ve çifte standardın çürütücü zehrinden ruhunu kolay kolay arındıramazsın. Yarın öbür gün kafa kesenler sahneye çıktığında da, onlara verecek güçlü bir cevabın olmaz. Ama peygamberimiz onlara da fazla şey yapmayın demiş, liküm diniküm, kem küm…
*
O yüzden, sevdiklerini seven arkadaşlarımızı bazen incitme pahasına diyoruz ki, tuttuğunuz yol yol değildir. Ufkunuzu kısmaktadır. Hakikatin pek çok vechesinden, ve onlara dair birkaç şey bilen insanlardan, sizi soyutlamaktadır. Sizi cehele ile aynı kaptan yemek yemeğe mahkûm etmektedir. Bugünün konularını anlamaktan aciz bırakmaktadır. Kontrol edemeyeceğiniz bir öfkenin kollarına sizi teslim etmektedir. Sorumsuzluktur.
Peki seviyorsun, anladık da, dünyayı bu kadar fakirleştirmeye hakkın yok ki?




[1] Ayrıca gözü olmayan göremez. Dili olmayan konuşamaz. Dili olanın dişi de ağrır, karnı da acıkır. Zeus, mesela, dişi ağrıyabilen, karnı acıkan bir tanrıdır. Kadir-i mutlak olma iddiasında değildir. O yüzden daha rasyoneldir. Zeus’a inan deseniz o kadar zorlanmayız. İncil ve Kuran’ın tanrısı ise, ancak aklını rafa kaldırma yeteneğine sahip olanları mutlu eder.

52 yorum:

  1. “Allah yok” desen pek takmazlar. “Senin peygamberin menfaatçiymiş” desen linç ederler, hadisten siyerden kanıt da göstersen fayda etmez.

    Belki baskalarina agir gelicek ama bana Neyzen Tevfikin muthis sozunu hatirlatti. Bizim millet gariptir, ipna dersin kizar da zukersin aldirmaz.

    Butun bunlar tamam. Baglanmaya da eyvallah.

    Peki, gonul yoluna Tanrilar'siz, inancsiz, nasil cikariz?
    Yanıtla
  2. Bu durumda hakikat yolunda olan birileri için siz de bir 'hoca efendi' sayılmaz mısınız? İlişkinin mührü de a-tanrı (tanrısızlık).
    Kolay gelsin hocam.
    Yanıtla
  3. alabama'lı kasabalı vaiz ya da aşağı güngören'in cahil şeyhi güzel oturmuş
    Yanıtla
  4. ' Gönül Yolu' na tanrıyla çıkmışsan zaten yanmışsın .....!?
    Yanıtla
  5. Hocam, sizin tuttuğunuz yol nasıl bir yol? ''Hikmet'', ''Hakikat'' deyip duruyorsunuz. Sonra da işinize geldiği için en genel yargılardan bir seçki sunuyorsunuz. Ebussuud Efendi'yi bile tercüme eden siz, bir metafizik/teozofik kaynak bulamadınız mı gelenekte? Lütfedip birazcık İbn Arabi, Molla Sadra, Sühreverdi okuyun sonra tartışalım bunları. Fars diline de Arapça'ya da hakimsiniz. Hadi bir gayret okuyuverin.
    Yanıtla
  6. Hocam, sizin tuttuğunuz yol nasıl bir yol? ''Hikmet'', ''Hakikat'' deyip duruyorsunuz. Sonra da işinize geldiği için en genel yargılardan bir seçki sunuyorsunuz. Ebussuud Efendi'yi bile şerh eden siz, bir metafizik/teozofik kaynak bulamadınız mı gelenekte? Lütfedip birazcık İbn Arabi, Molla Sadra, Sühreverdi okuyun sonra tartışalım bunları. Farsçaya da Arapça da hakimsiniz. Hadi bir gayret okuyuverin.
    Yanıtla
  7. Bu yazdıklarını bronz bir levhaya kazıtıp duvarıma asmak, hatta Voyager'a vidalayıp güneş sisteminin dışına göndermek istiyorum. Ama şunları da eklersek daha iyi olacak sanırım:
    Dört. Ölüm korkusu din sobasının odunudur. İnsanlar ölüm travması yaşadıktan sonra kolay kolay dinden uzak kalamazlar.
    Beş. Din, propagandadır. Propaganda da (bildiğimiz gibi) çok etkili bir silahtır. Propagandası yapılmayan din, din olmaz.
    Altı. Din, katliam yapmak duygusu kadar 'katliama uğrama' korkusundan da beslenmektedir. Şöyle ki, aslında katliam yapma güdüsü de bir nevi katliama uğrama güdüsünün ters yüz halidir. İnsan kendine benzemeyenden korkar, işte o nedenle, kimin güçlü olduğunun belli olmadığı zamanlarda hoşgörü maskesi altında kendini gizler. Ama kimin güçlü olduğu belli olunca, güçlü olan güçsüz olana karşı katliam yapmayı kendine ödev bilir. Bu aslında böceksi bir eylemdir.
    Yanıtla
  8. Sayın Nişanyan bunca zamandır, kısaca, şunu söylüyor: Benim bulamadığım hakikat olmaz olsun.
    Olur Hocam olur, bu da geçer.
    Yanıtla
  9. Ahlak HLK, aHLaK, Halık, Mahluk, Hilkat....... aynı kökten. Ahlak yaratılışa uygun davranmak anlamında bir kelime. Allaha ahlamsız demek çelişki. Sorgulamak güzel çözüm eksik...
    Yanıtla
  10. Bu yorum yazar tarafından silindi.
    Yanıtla
  11. http://www.dailymotion.com/video/x7pxyy_hasan-basri-ebu-hanife-mevlana-okul_people

    kim ne derse desin her devirde su videodaki aglayan insanlar gibi transa gecmek ihtiyacinda olanlar cikacaktir.
    bakin burada kendisinin bazi islam buyukleriyle gorustugunu iddia eden biri var ve bir kisi de cikip itiraz etmek yerine ciglik cigliga bagirmayi tercih ediyor.
    (ki bunlar en okumus yazmis taife olmakla ovunenleri)
    Yanıtla
  12. ben hep ölüm korkusunu bastırmak için icat edilmiş bir konsept olduğunu düşürüm dinin.hoş gerçi modern zamanlarda korkuyu bastırmaktan çok onu yaymaya yarıyor.daha çocuk yaşından şartlandırıldığı için atmakta imkansız gibi...
    Yanıtla
  13. Dinin en önemli özelliklerinden biri de oldukça kârlı bir "geçim kapısı" olmasıdır. Din konusundaki tartışmaların kanlı bıçaklı hâle gelmesinin bir nedeni de budur. Dini eleştirdiğinizde, inanırlar "ekmekleriyle oynandığı" hissine kapılıp ölümüne girişirler. Bu, öylesine bereketli ve geniş bir çarktır ki en alttaki, para karşılığı 4444 Salâvât-ı Tefriciye okuyan mahalle imamından, en üstteki "Ya Allah, Bismillah" diyerek oy alan siyasetçisine dek besler, doyurur. Kimisi dinî kitaplar satan dükkân açar, kimisi perşembe geceleri ekranlara çıkıp 2 saat masal anlatıp bölüm başı 20 bin lirayı cebe indirir. Ne kadar kârlı ve zahmetsiz bir geçim yolu değil mi? Üstelik toplum içinde çoğunluğa uyarak, güvende yaşarsınız, bu da cabası.

    Dindarlarla tartışmalarda sınayın, mesele bir yaratıcının varlığını kabûl etmek değil, ille de İslam'ın Tanrısı Allah'ı kabûl etmen gerek. Kimi inanırlar bir yaratıcının varlığını kanıtlarlarsa direkt olarak Allah'ın varlığını ispatlayacaklarını düşünürler. Bu nedenle kimi zaman Hristiyan bir bilim adamından alıntı yaparlar, kimi zamansa Hindu bir ruhaniden. Sanki o adamlar Kur'an'ın Allah'ından bahsediyorlarmış gibi. Kısacası Allah var olmalıdır, var olmalıdır ki milyonlarca insan geçimlerini kolay yoldan sağlayabilsin. Bence inançlı gözüken kişilerin büyük çoğunluğu gerçekten inançlı değil, çıkarları gereği inançlıymış gibi gözüküyorlar. Özellikle bu işlerin başındaki kodamanların hiçbirinin gerçekten inançlı olduğunu sanmıyorum. En alt tabakada üç beş samimi dindar olabilir, ancak onlar da bir şekilde bu çarktan nemalanıyorlar, o nemalar olmasa kimse inanmaz. Zaten inanırların tümü Cennet'e kapağı atmak için inanıyor, her şey çıkar için, gerisi hikâye.
    Yanıtla
  14. Dinin bir başka özelliğine daha değinmek isterim. İnsanların inanmak istemelerinin bir diğer nedeni de kendilerini güvende hissetmek istemeleridir. Din, size güven verir. Din, bir tür teskin edici, bir tür avuntu vericidir. Bunu yaklaşık 6 yıl önce dinsizliği seçtikten sonra fark ettim. Mesela dindarken ne olursa olsun, asla intihar etmem diye düşünürdüm, ancak şimdiki düşüncem böyle değil. Eğer bir gün kaldıramayacağımı düşündüğüm bir güçlükle karşılasırsam intihar edebilirim. Dindarken, beni her an gözeten ve her hâlimden haberdar olan, hislerimi umursayan bir koruyucu baba figürlü Tanrım vardı çünkü. O, hislerimi biliyordu, içimden geçenleri de. Bu dünyada karşılaştığım haksızlıkların da hesabını soracaktı hakkımı yiyenlere öbür tarafta. Bu avuntular insana güç veriyor ve dayanma direncini arttırıyor. Mesela bir yakını ölen dindar daha az acı çeker, çünkü o yakınının aslında ölmediğini hatta öbür dünyada tekrar karşılaşacaklarını düşünür. Bu onun acısını bir nebze olsun azaltır. Oysa dinsizseniz ve bir yakınınız öldüyse, kendinizi avutacağınız bu tür müsekkinleriniz yok. Çektiğiniz acı çok daha derin. Dinsizliği seçtikten sonra şu meseleyi çözdüm sanırım; Bir Müslüman, dinsiz birini gördüğünde neden rahatsız olur? Evet, ortada sizden nefret etmesini gerektirecek hiçbir şey olmadığı hâlde sadece inançsız olduğunuz için, neden sizden rahatsız olur? Şöyle bir örnek vereyim, mesela çocuğu ölmüş bir anneyle karşılaşsanız neler hissedersiniz? Üzüntü. Çünkü o anda alt bilinciniz şunu düşünür; "bir gün sen de bu duruma düşebilirsin", "ya sen de böyle bir duruma düşersen, ne yaparsın?". Aslında o kadına da üzülürsünüz tabii, ancak aynı zamanda kendinize üzülüyorsunuzdur. Bu düşünceler sizi rahatsız eder. İşte bir dindar, inançsız birini gördüğünde alt bilinci şöyle der; "ya sen de bir gün bunun gibi inancını yitirirsen ne olur?" ve alt bilinç yanıtı da verir; "Çok daha güçsüz olursun. Çünkü kendini avutacak, teskin edecek bir şeyin kalmaz". İşte dindar kişi, saniyeler süren bu alt bilinç uyarısıyla rahatsızlık hisseder. Çünkü o da bilir ki bir gün olur da dinsizliği seçerse, artık ölen bir yakını için gerçek bir acı çekecek. Bir gün dinsiz olursa eğer, bu dünyada yapılan haksızlıkların öbür tarafta hesabı falan sorulmayacak ve bu çok kötü bir durum. Alt bilincinden bunlar geçen dindar dehşete kapılır, büyük bir huzursuzluk hisseder ve karşısındaki dinsize saldırmak ister, en azından onu susturmak. Oysa ne de güzel kendisi gibi düşünenlerle birlikte tatlı bir rüyadaydı. İnançlılar olarak birbirlerinin imanlarını tasdik ediyorlar, böylece içlerindeki kuşkuları daha da bastırıp daha da kavi bir imanla mutlu mesut yaşıyorlardı. Bu kadar insan, bunca yıldır yanılıyor olabilir miydi? Nereden çıktı bu dinsiz? Abuk sabuk konuşuyor. Kralın giysileri ne de güzeldi oysa.
    Yanıtla
  15. Maaşallah ne güzel bir yazı daha gelmiş. Evvelden kitaplardan okurduk, Sokrates, savunmasını yaparken kendisi için, miskin bedenlerin üzerine konarak onları uyaran bir at sineği yakıştırmasında bulunmuş. Ama sonra herhalde atın hassas bir yerine konmuş ki alıvermişler aşağı. Ben de bu 'din min allah kitap karıştırmayın kafamızı bunlar boş işler; peygamberler, hocalar, nebiler, alabamalı ve oflu hocalar allaha yakın, bana uzak olsunlar' temalı yazıyı okurken o at sineği aklıma geldi.
    Yanıtla
  16. "Bir de zararlı faaliyetlerde bulunmak, küfre yardım etmek, aramıza ayrılık sokmak için ve öteden beri Allah ve Resûlüne karşı savaşanlara üs olsun diye bir site yapanlar vardır. Bunlar, “Bizim iyilikten başka hiçbir kasdımız yok” diye de mutlaka yemin ederler. Ama Allah şâhitlik eder ki bunlar mutlaka yalancıdırlar."
    Yanıtla
  17. Teorik olarak sunduğunuz argümanların karşısına islam düşüncesini değilde uygulayanların somut örnekliğini alırsanız böyle absürt bir yazı çıkar. Bu kurnazlığı yutmayız. Üstünede "islamı yanlış biliyorlar demeyin" tarzı şeylerle bu yoluda kapatmışsınız. Allah'a değilde Şeyhe Peygambere Hocaya bağlanan kendini yakmıştır. Bizde din LA (Yok) ile başlar.İLAHE İLLALLAH ile devam eder. Allahtan başkasını ilah edinenler var diye bu islamın çelişkili vs. olduğunu ortaya koymaz. Kitap eskidi demek çok çocukca nedir eskiyen ahlaki normlarmı? Fıkıh ilmi neden var? teknoloji bilim değişen yaşam şartları vs. bunlar kitabın eskidiğini göstermez.Kadir'i mutlakın aciz kalmasını islamdaki "imtihan" meselesini göstermeden yazarsanız tabi ki çelişki olur. Ayrıca orantısız cezalandırmayı da "bildiği halde yapma" olarak değerlendirmeden düz mantık baktığımda inanın bende sizin gibi düşünüyorum.Yani paradoks diye ortaya koyduğunuz sizin zihin karışıklığınızdan başka birşey değil. Ayrıca "biz zekiyiz tanrıya inanmak cehalet aptallık konuşabilseniz tartışalım ama bu inanlarla konuşulmuyor" havalarından çıkarsanız oturup adam akıllı birşeyler tartışabiliriz. Selametle..
    Yanıtla
  18. Yine muhteşem. Ben olsam din kültürü ve ahlak dersi yerine şu yazıdaki fikirleri esas alan bir felsefe dersi okuturdum çocuklara. Gerçi o zaman taşra tüccarları nasıl seçim kazanacak?
    Yanıtla
  19. Dinler, asla kanıtlanamayacak iddialar üzerine kuruludur. Ölümden sonra hayat var; ya cehenneme gidilecek ya da cennete... At gitsin... Nasıl olsa gidip de geri dönen yok. Kanıtlanabilmesi imkansız bir iddiada bulunmanın rahatlığı içindeler; "Öbür tarafa gidince görürsün, pis kafir!". Oldu canım görürüm :)

    İbrahimi dinlerde intiharın yasak olmasının nedeni de budur. Eğer bu dinlerde intihar yasak olmasaydı, bugün bir Müslüman'a (ya da Hristiyan'a, Yahudi'ye), "Madem öbür dünya var, hadi kendini öldür ve bir an önce cennete kavuş" dediğinizde apışıp kalacaktı. Ancak şimdi böyle bir şey derseniz; "Dinimizde intihar yasak, bu nedenle intihar edemem, çok günah" deyip bu hamleyi önceden engelleyebilirler. Atasözünde dendiği gibi, "Minareyi çalan kılıfını uydurur". Tüm sistemi ona göre kurmuşlar.

    Ben çoğu Müslüman'ın gerçek bir iman sahibi olmadığı kanısındayım. Adam kalkıyor din tebliğinde bulunuyor, "öbür tarafta işkence göreceksin" diyor. İyi de sana ne? İşkence göreceksem ben göreceğim sana ne oluyor? Yoksa Allah'a inanmıyor musun? Öbür tarafta biz inançsızlara hak ettiğimiz cezayı veremeyeceğini mi düşünüyorsun yoksa? İçten içe, "ya Allah yoksa, bu kafirler cezasız kalırlarsa?" mı diyorsun, hı? Seni gibi şüpheci seni :) İmanın tam olsa, "Nasıl olsa Allah bunlara hak ettikleri cezayı verecek bana ne" der geçersin. Size kitabınızın diliyle bir uyarıda bulunayım; "Ey iman edenler, iman edin. Sizler gerçekten iman etmiş değilsiniz, sadece dillerinizle inandık diyorsunuz oysa iman kalplerinize inmemiştir". Dininizi de bir kafirden öğreniyorsunuz ya size daha ne diyeyim sevgili Müslimler.
    Yanıtla
  20. Tengricilik inancının günümüzdeki ruhani lideri Akay koca (Ak/beyaz Ay hoca) şöyle der; "Tengri hiç kimseyle konuşmaz. Bu tür iddialarda bulunanlar, bunu menfaatleri gereği söylemektedirler. Yüce Tengri, hiçbir evladının kulağına diğerlerinin duyamayacağı bir şey söylemez".

    Akay kocanın iki sözünü daha paylaşmak isterim;

    "Bizlerin inancında tapınak inşa etme yoktur. Çünkü bizlerin duvarları çevremizdeki ormanlarımız ve dağlarımızdır. Tabanımız Toprak Anadır, çatımız ise mavi gök. Hiç kimse gökten daha görkemli bir şey inşa edemez".

    "Tengri'nin betiği (kitabı) doğadır. O, doğa aracılığıyla konuşur. Bizler O'nu anlamak için doğayı okuruz".
    Yanıtla
  21. cok güzel tesbitler..ince zihin ürünü.okurken aklima su geldi :iyilik tanrisina inanalar bu kadar aktifken akillarina tanri adina kitaplar yazmak gelirken,kötülük yayicisi ve yasaticilarinin aklina neden böyle bir tanri uydrmak gelmiyor..taniya olan bu hüsnü zan nereden kaynaklaniyor aceba ? eger iyilik ve kötülük esit olsalardi,iyi tanri adina peygamber uydurmayi dpspnebilen insan akli kötü peygamberi de akil ederdi..iyiligin kötülüge üstünlügü ontolojik midir !?

    bir de cahil ve kadin güc mevki delisi o arap,kendi yazdigi kuranda " muhammed de diger elciler gibi bir elciydi.o halde o ölür ya da öldürülürse ökceleriniz üzere geri mi döneceksiniz ?" ya da " -muhammede itafen-sunun suratini eksitisen bak ! sen nerden bileceksin hangisinin daha iyi anlayacagini " benzeri ifadelere neden yer verir ? gerizekali mi yoksa cok mu kurnaz..ya insanlari kuranin tanri tarafindan indirilidgine ikna icin kendini kücültmek istiyor ve bu sayede tüm amakam meevki hayallerini riske atiyor..ya da cahil degil tam tersine kendisiyle barisik,sadece akilli bir insandan bekelencek kadar kendisiyle barisik,ne oldugunun farkinda !

    sevan bey,sizin varliginiz icin gercekten tesekkür ediyorum varliginiza..bu kadar ölü aklin arasinda sizin parlak zihninizi görmek beni cok mutlu ediyor.ve ben de kör bir muhammed hayrani olmayip,hala imanin benim ne isime yaradigini kesfedememis biriyim,imansizligi bir eksik olarak görmüyüroum sizi imana gelmeye filan cagirma küstahligi niyetim de yok :) ancak yine de benim aklimin almadigi bir sey var : muhammed in ve diger peygamberlerin hic mi yi taraflari yoktu?? eger varsa sizi bunlari görmezden gelmeye iten sebebi merak ediyorum..ben de kurumsallasmis dine karsiyim ama sunu da cok iyi biliyorum peygamberler kurumsalliktan hicbizaman sorumlu olmadilar,onlar insanlari iyilige adalete akla davet edip kölelige karsi,ATALAR DININE KARSI mücadeleye cagirdilar gözlemeley<ebildigim kadariyla..
    sizin gibi akilli,objektif,cesur bir adami,muahmmed ve digerlerini yerden yere vurup tek bir iyilikleri olmadigina ikna eden emin kilan sebep nedir aceba..aklim tikaniyor bu noktada.
    esen kalin :)
    Yanıtla
  22. Allah hepinizi ıslah etsin. Madem inanmıyorsunuz neden inanların inancıyla alakadar oluyorsunuz? Sizin inanmadığınız şeyler sizi neden "alaycı tavırlarla kendinizi, savunduğunuz akılcılığınızı küçük düşürecek kadar" rahatsız ediyor? Allah yok demişsiniz, inanmayabilirsiniz lakin keşke bu basit ve çocuksu tartışmalara sebep olacak üslupla bahsettiğiniz konuları seçmek yerine; "neden hayat var, neden doğum-ölüm var ya da bu dünya neden var, insan denen yaratık nereden nasıl gelmiş, tüm bu alem kendiliğinden mi olmuş yoksa bir yaratıcı Allah var mı gerçekten veya neden her şeyde olduğu gibi yaşamın da sonu geliyor, neden ölüm var...?" gibi konuları açıklayın da inancın yanlış olduğunu aciz beyinleriniz yeterse açıklamaya çalışın. Diyeceksiniz big-bang!? Acaba kainatta bir şeylerin canı sıkıldı da "hadi bir patlayalım kocaman patlayalım da dünya falan oluşsun bir süre devam etsin sonra bir daha patlar başka bir şey oluruz" mu demiş? Diyeceksiniz ki insan maymundan türedi evrim geçirdi, peki maymun neyden türedi ya da insan maymundan türediyse neden hala birçok maymun ve goril cinsi şu an dünyamızda yaşamakta? Ya da neden diğer hayvanlar evrim geçiremedi, kabiliyetsizler miydi yoksa? Hadi bu sorunun da cevabını geçiyorum; peki siz neden hala maymuna ana-baba-dayı-amca-hala-kardeş-arkadaş-lider falan demiyorsunuz? Evrim geçirmeyenleri mi dışlıyorsunuz yoksa akıl mantık çerçevenizdeki teoride maymundan gelmeyi kabul edip uygulamada-pratikte maymunluğu mu kabul etmiyorsunuz?

    Öte yandan dünyada maalesef sizler gibi aklı evvel, maneviyattan yoksun, sözde bilgi ve mantık ışığında yaşadığını zannedenler yüzünden tüm o bahsettiğiniz "kadın sünneti, inancın rant olarak kullanılması..." gibi mübalağa ile verdiğiniz örnekler yaşanıyor. 1,5 milyar Müslümanın içinde, o kadar inanan insanın içinde sizler gibi bir avuç inançsız -ya da ateist mi dersiniz ne denirse- inançsızlığını yaşıyorsa o hatalı ve yanlış uygulamalar da yaşanıyor! Daha yazacak çok şey var ama Kur'an'ın ilk ayetinin "oku" ile başladığını, yani gerçekte akılcı, bilim-ilim-ahlak-yaşam tarzı olduğuna inanmanız ve idrak edebilmeniz gerekir.
    Yanıtla
  23. İkinci maddedeki görüşünüze kısmen katılıyorum fakat kısmen karşıyım. Allah, İslam ve din günümüzde bile iyi amaçlar için kullanılabiliyor. Aşağıdakilere bir bakarsak bu konuda böyle toptancı olmamak gerektiğini daha iyi anlayabiliriz. (İkincide 5:25 – 6:40 arasına dikkat)

    http://www.youtube.com/watch?v=12mwsOSzzuI

    http://www.youtube.com/watch?v=Eq455IuypOE
    Yanıtla
  24. "İslam ilkeleri bin dört yüz sene önce konmuştur. Bugün bu ilkeler, ülkelerin yönetiminde nasıl yeterli olabilir. İslam irticai bir dindir, gericilik demektir. Uygarlığın getirdiği her yeniliğe, uygarlığın her görünümüne karşıdır. Oysa çağımızda hiçbir ülke evrensel uygarlıktan ve onun gerek ve sonuçlarından vazgeçemez..."
    Humeyni'ye göre bu iddialar İslam'ı ve siyasetin temel kavramlarını bilmemekten kaynaklanmaktadır. Çünkü İslam'ın bu konuda getirdiği ilkeler zamanın akışı içinde toplumsal "değerini" yetirecek, eskiyecek şeyler değildir. İslam bu konuda kanunların "adalet" ölçüleri içerisinde olmasını, zalimlerin zulmünün önlenmesini, zulüm yönetimlerinin yıkılmasını, bireysel ve toplumsal adaletin gerçek anlamına ulaşmasını ve yaygınlaşmasını, fesattan, fahşadan, her türlü sapıklık ve eğriliklerden sakınılmasını, akıl ve adalet ölçüleri içinde bir özgürlüğü, bağımsızlığı, kendi kendine yetmeyi, emperyalizmin ve sömürünün, insanların köleleştirilmesinin önlenmesini, fesadın önlenmesi için ceza adaleti çerçevesinde adil cezaları ve bunun nice eşsiz ilkeleri tebliğ edilmiştir. "Şimdi" diyor Humeyni ve ekliyor; "Bunlar mı çağa ayak uyduramayacak ve eskiyecek şeylerdir! Bunu iddia etmek mantık ve akıl ilkelerinin ve matematik kanunlarının bu asırda değiştirilmesi gerektiğini iddia etmek gibi bir şey olur. Yaratılışın başından beri adaletin sağlanması gerekli idiyse, zulüm, çapulculuk ve yağmacılık, adam öldürtme kötüyse 'Bugün atom çağında yaşıyoruz bunlar eskimiştir.' denemez!"
    Humeyni'ye göre "İslam yeniliklere karşıdır." demek de Şah Pehlevi'nin "Bunlar bu çağda dörtayaklılara binmek istiyorlar." demesi gibi ahmakça bir ithamdan başka bir şey değildir. Yeniliklerden amaç bu gibi buluş ve teknikler ise, İslam, tevhid dini, hiçbir zaman bunlara karşı çıkmamıştır ve çıkmayacaktır. Aksine İslam, bilim ve sanayinin ilerlemesini teşvik eder, Kur'an bu yönde ilerlemeye çağırır. Eğer uygarlıktan maksat bazı "profesyonel aydınların" her türlü münker ve fahşayı özgürce işleyebilmek,hatta homoseksüelliği bile özgürlük kapsamına almak ise gerçek din anlayışı bunu hiçbir zaman kabul etmeyecektir.
    Yanıtla
  25. üff bi dünya yorum var, hepsini okuyamadım ama benim yorumum şu..doğal kaynaklar ortada, dünya nüfusu belli. her insan refahtan,zenginlikten hasılı kelam dünya nimetlerinden daha fazla pay isterse işler karışır. bu sebeple dünya nüfusunun bir kısmının (büyükçe bir kısmının) öte dünyadaki bir cenneti istiyor olması hepimizin işine geliyor :)))
    Yanıtla
  26. http://www.risaleara.com/oku.asp?id=1402

    Birkaç ilim sahasında mutebersiniz. Hakikat yolcusu olmanız ve okumayı nefes almak gibi kabul ettiğiniz zannımın hatrına okur musunuz?
    Yanıtla
  27. Güngören-Bağcılar-Esenler=Yobaz Üçgeni (Güngören örenğin tam yerine oturuyor gerçekten)
    Yanıtla
  28. Allah’ı fizik veya metafizik bir olgu olarak (Allah var mıdır? Varlığı kanıtlanabilir mi? İnsan yaratılmış mıdır yoksa maymundan mı gelmiştir?) veya epistemolojik bir sorun (Allah’ın varlığı kanıtlanabilir mi? Akıl mı inanç mı?) olarak veya hukuki bir sorun (yani bir inanç ve vicdan hürriyeti sorunu) olarak ele almak, kavramsallaştırmak tam da Aydınlanma’nın Din ve Allah kavramlarıyla düşünmenin tam kendisidir.
    Diğer bir ifadeyle sosyolojik (toplumsal) bir olguyu, fizik, epistemolojik veya hukuki kavramlarla ele alıp tanımlama girişimi olmaktan öteye gitmezler. Ama bu girişimin kendisi sosyolojik olarak bir dinin, yani modern toplumun dininin, yani Aydınlanma ve onun karşı devrimci biçimi olan ulusçuluğun din kavrayışı ve tanımlamasından başka bir şey değildir.
    Allah ya da daha genel anlamıyla din, ne metafizik veya fizik, ne epistemolojik, ne de hukuki bir olgudur. Allah sosyolojik, yani toplumsal bir olgudur ve toplum bilimsel, yani sosyolojik olarak, sosyolojik kavramlarla açıklanmalıdır.
    Allah, Mısır ve Mezopotamya uygarlıkları arasında ortaya çıktı. Ne Çin’deki Sarı Nehir boylarında, ne Sibirya’da, ne Himalayaların tepesinde, ne Hindistan’da İndus ve Ganj vadilerinde, ne Anadolu, İran, Balkan, İberik yarımada ve platolarında değil.
    Din konusunda bütün kavramlar karışmış bulunduğu için biraz geriden başlayalım.
    Nasıl “canlı” diye bir şey yoksa somut canlılar, hayvanlar, bitkiler vs. varsa; “Toplum” diye somut bir şey de yoktur. Toplum bir soyutlamadır. Somut toplumlar vardır. Klanlar, Aşiretler, Kentler, İmparatorluklar, Uluslar vs.
    Dinin toplumsal olarak birbirinden ayrılmaz iki işlevi vardır.
    1) O dinden olan somut topluluğun tüm hukuk, ahlak, mülkiyet, miras, dağılım, tüketim, üretim, eğitim, sanat ilişkilerini düzenler.
    2) O dinin geçerli olduğu somut topluluğun sınırlarını belirler.
    Yani örneğin, Müslüman olmak için Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak gibi. A klanından olmak için o soydan olmak veya bir ritüelle o soya kabul edilmek gibi. Bir ulusun vatandaşlığına geçmek gibi.
    İşte bu ilişkilerin ve sınırların nasıl olacağını bizzat toplumun iktisadi ilişkileri belirler. Avcılık ve toplayıcılıkla yaşayan bir toplumda soyut bir tek tanrı olmaz. Henüz uygarlaşmamış; sınıflı topluma geçmemiş, devletin, yazının, paranın ortaya çıkmadığı bir toplumda, bir Allah’a ve Kitap’a ihtiyaç yoktur. Zaten mümkün de değildir. Ve de böyle yerlere ve topluluklara ne Allah peygamberlerini yollamıştır ne de bir kitap inmiştir. Bu nedenle Sibirya ya da Himalayalara, Avustralya’ya veya Okyanusya adalarına peygamberler gelmemiştir.
    http://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2014/05/demokrasi-ve-islam-demokratik-islam.html
    Yanıtla
  29. Rasyonelliğin bu denli ön plana alınması da insanı dogmatizme götürebilir. Auguste Comte ve aydınlanma düşüncesini hatırlatırım- bu tavrın uç bir tarafı olarak.. Benim düşünceme göre gerçekten hakikat yoluna kendini adayan bir kimse bunu göz ardı etmemelidir; her şeye açık kapı bırakabilen bir yansızlığa sahip olması gerekir. Bu yolun zor bir yol olduğu konusunda hemfikirim. Karşı çıktığım şey ise İslam dininin bize kesin bir cevabı olup, bize bir güvence verdiği anti-teziniz. Burada göz ardı ettiğiniz belki de görmezlikten geldiğiniz bir şeyler var. Bir bakıma haklılığınızı size vermek durumundayım tabii. Yaşanan din, zamanın islam fıkıhçılarının yarattığı bir din. Bu dini hepimiz çok yakından tanıyoruz. Aşkın ahlakçı bir tanrı, insan aklının alamadığı bir takım özellikleri var, her şeyi duyan, her şeyi gören vs. Peygamber aracılığı ile insanlara bir takım kurallar getiren bir tanrı. Bunlara uymayanlara ceza verebilecek kadar da gaddar. Kuran'a bakıldığında da bunlara uygun düşecek ve kökten karşı çıkışınıza temel oluşturabileceğinizi düşündüğünüz verileri kolaylıkla bulabilirsiniz. İşte tam da burada din karşıtlarının çabuk karar vermek suretiyle dogmatizme düştüğünü görüyorum. Göz ardı ettiğiniz şey İslamın sadece bunlardan -yani fıkıh çalışmalarından doğan kuralcı İslam'dan- ibaret olmadığı gerçeği. Özellikle fıkıhçılarla, köktenci din karşıtlarıyla hemen hemen aynı düzlemde ters düşmüş tasavvuf öğretilerine hem tartışmanın dincileri hem de ateist ya da agnostikleri gereken önem vermiyor. En azından şöyle bir ihtimali sizde uyandırabilmek internet ortamında böyle işlere hiç girişmeyen biri olarak bir yük olarak üzerime bindi : fıkıh kuranın görünen yüzüdür ve her görünen yüzün altında bir görünmeyen anlam vardır. İslam sünnilik olsaydı ben de muhtemelen bu rasyonelliğe kapılıp sıkı bir agnostik olarak hayatımı tamamlayabilirdim. Ama örneğin şiilik, bu zahiri-batıni ikiliği temelinde oluşmuştur. Somut bir örnek olarak İbn-i Arabi'nin ateistliğinden de bahsedebilirim. En büyük şeyh olarak anılmış bu insan, tıpkı sizin gibi aşkın,ahlakçı ve yoktan var eden, yukarıda bir yerlerde varlıktan bağımsız bir şekilde var olan (?) bir tanrıya inanmaz. Düşülen temel hata da gördüğüm kadarıyla tek bir tutarsızlığın ya da anti-tezin bütünlüklü olarak İslam'a hatta bu anti-tez'în içeriğine bakarak daha da köktenci bir biçimde bütün dinlere dahi atfedilebilmesidir. Kısaca anti-tez'lerinizin ulaşacağı yer ne İslam ne de "din" kavramıdır. Din karşıtlarının tavrı daha çok dinin fıkhına, zahiri kurallarına körü körüne bağlanmış ve bunu da "doğru din" olarak addedip dini kurumsallaştıranlaradır. Yani İslam ortodoksisi diyebiliriz. Tekrar ediyorum dini bunlarla kısıtlamak ve eleştirileri bütün bir dine atfetmek dogmatizmdir.. Umarım bu yazı ulaşmak istediği yere ulaşır.
    Yanıtla
  30. Allah yoktur deyip de tesadüfen oluştuğunu düşündüğün beyin denen et parçasına taparcasına itimat etmek..
    Yanıtla

Vampir

Obur sözcüğünü kime sorsan “Türkçedir” der, ben de öyle zannediyordum; hatta Dil Cinneti döneminde etobur, otobur gibi bileşikleri yapıldı. Ama Türkçenin gelmiş geçmiş en müthiş sözlüğü olan Meninski sözlüğü, sene 1680, Farsça demiş. Farsça awbârîdan “çiğnemeden yutmak” fiilinden awbâr اوبار, Türkçede alternatif telaffuzu obâr, “yutucu”. Ejderhâyı merdüm awbâr “insan yutan ejderha”. Mahî-i keştî awbâr “gemi yutan deniz canavarı”. Cilt 1, sayfa 481. Farsçanın klasik sözlüğü olan Burhan-ı Katı’dan çek ettim, awbârîdan ve awbâr mevcut, TDK basımında sf. 231.
Evliya Çelebi’de ise vav ile obūr اوبور insan kanı içen bir tür menhus yaratık. Evliya bunu Çerkeslerden işitmiş. Seyahatname kopyam elimin altında değil, onun için müsaadenizle Başak Ö. Bitik’in makalesinden özetleyeyim:
“Karakoncolos gecelerinde insan kanı içen oburlar vardır. Kanı içilen kişinin yakınları obur tanıtıcı, yani “câdî sihirbâz bilici” ihtiyâr Çerkes ademlerine başvururlar. Toprağının bozulmasından içinden obur çıktığı anlaşılan mezar kazıldığında kan içmekten gözleri kızamış obur leşi bulunur. Oburun göbeğine böğürtlen çalısı kazığı çakıldığında sihri bâtıl olur, kanı içilen insan da ölümden kurtulur. Kanı içilen kişinin kimsesi yoksa, obur tanıtıcı bulunmazsa o kişi ölür gider. Bazı kişiler de bulunan oburun göbeğine kazık çaktırdıktan sonra başka bir obur onun leşine girmesin diye o leşi ateşe atarlar. Bir obur, bir insanın kulağından kanını emdiğinde o kişi günden güne hastalanır. Obur tanıtıcılara haber ve mal verince, onlar köyleri gezip insan kanı içmekten gözleri kan çanağına dönmüş oburu yakalar ve zincire vururlar. Obur, oburluğunu itiraf edince de yine göbeğine böğürtlen kazığı çakıp kanından, hastalanan kişiye sürdüklerinde o kişi şifa bulur. Obur da ateşe atılır.” (Milli Folklor, 2011, sf. 66)
Şimdi Meninski’nin obâr’ı ile Çelebi’nin obūr’u aynı kelime midir, değil midir, bilemedim. Belki obūr, Farsça sözcüğün Kafkas/Tatar kültür çevresine özgü bir varyantıdır, Çelebi oradan duymuştur. Her halükarda seyyahımız sözcüğün bundan başka bir anlamından habersiz görünüyor. “Doymak bilmez” anlamında sıradanlaşmış obūr en erken 1876 tarihli Vefik Paşa sözlüğünde karşımıza çıkıyor.
*
Kan içici oburun Tatarcası ubır, Rusçası upır упырь imiş. 13. yüzyıl öncesine ait Rusça Aziz Grigoriy Menkıbesinde upır’lardan söz edilmiş, yani kökü hayli eskiye gidiyor. Bir Türk dilinden alıntı olabilir mi? Bilemeyeceğim. Bilumum diğer Slav dillerinde sözcük mevcut: Çekçe upír, Lehçe wąpierz, Sırpça… dur bakalım.
1718’de Avusturyalılar Sırbistan’ın yarısını ele geçirdikten sonra bir sürü teftiş heyeti gönderip memleketin envanterini çıkarmışlar. Avrupalılar bu sayede Sırp (Macar, Transilvanya vb.) köylülerinin mezar açıp Vampyr avlama, bulduklarının göğsüne kazık çakma geleneğini ilk kez duyma fırsatı bulmuşlar. 1734’te ilk kez İngilizce bir yazıda vampyre sözcüğü geçmiş. Sahneyi bilirsiniz: Batı Avrupalı seyyah, Balkan taşrasında sefil bir han, kuşku dolu köylüler, ürkek fısıltılar, dışarıda kar fırtınası…
Belki de yenilmiş Osmanlı’nın ruhudur ürküten, kim bilir?
Neden mp? Emin değilim ama Yunan imlasıymış gibi geliyor bana. Yunancada /b/ sesi olmadığından mp kullanırlar, Beethoven yerine Mpetoven yazarlar. O tarihte Sırplarda okuma yazma yok gibi bir şey, belki çat pat Rumca yazan Ortodoks köy papazı var. Sırpça orijinal sözcük neydi? Bilmiyorum, 18. yüzyıl Sırpça kaynaklarını arayacak halim yok, ama sanki vampır değil vabır olabilirmiş gibi geliyor bana.
*
Vampirin pis kokulu bir leş iken soluk benizli bir genç kadına dönüşmesi galiba 1890’larda Burne-Jones’un çizimleriyle olmuş. O seksi vampirin adının vamp diye kısaltılması ise 1910 dolayları. Sinemanın ilk vampı Enid Bennett, 1918.

Sunday, December 8, 2013

Peygamberlik konusuna devam



Peygamberlik mevzuu şu açıdan can alıcı.

“Tanrı(lar) var mı, yok mu” meselesi nihayetinde teorik bir soru. Varsa vardır, yoksa yoktur, nasıl yorumladığına bakar. Zeus var mı? Noel Baba var mı? Kürdistan var mı? Aşk var mı? Var diyorsan vardır, zararı yok.

Lakin, var dediğin tanrı(lar)ın meramını nereden bileceğiz? Peki var olsunlar, ama niyetleri ne? Tercihleri ne? Neden hoşlanır, neye uyuz olurlar? Oruç bozdum diye bana kızgınlar mı? Günahkâr kızımızı linç etmemizi isterler mi? Lider’imizi tutuyorlar mı? O Arab’ın yazdığı kitabı gerçekten onlar mı yazdırdı?

Herkesin içinde vardır bir duygu, Allah şöyle istedi böyle istemedi gibi bir şey. Ama emin olamazsın, çünkü Allah kimseye direkt konuşmaz. O zaman, ah ne iyi olurdu, seçkin bazı kişilere direkt konuşsa, biz de sorsak öğrensek, içimiz rahat etse. Gelsin nebiler, evliyalar! Onlar konuşmuş, elbet bilirler.

Ama hayır, bu da yetmez. Bugünün nebisine asla güvenemezsin. Elle tutabileceğin adamın, öbür eliyle Allah’a değdiğine sahiden inanabilir misin? De ki on kişi kuşkusunu bastırıp inandı, inanmak iyi geldi; bin kişi inanmaz, dalga geçer, “bırak o şarlatanı” deyip yoluna devam eder.  Hoştur “O, bulmuş” diye hikâye anlatmak. “Ya kardeş, çok kuvvetli hocaymış, hatta bir gün…” Ama içten içe inanmazsın, tezgâh olduğunu bilirsin. Allahı kim kaybetmiş ki Falan Hoca bulsun?

BUGÜN peygamber olmaz. Ama DÜN? Masalların zaman içinde nasıl hakikat kazandığını bilirsin. İnsanlar masal dinlemeyi ve masal aktarmayı sever. Anlattıkça o masal ete kemiğe bürünür, kuşkudan arınır. Eski zaman dünyası zaten bugünkünden farklı bir dünyadır. Orada doğa yasaları işlemez; bugünün küçük insanları o zamanın devleri yanında hiç kalır. Evet, bugün tanrı(lar) insanlara konuşmuyor pek, ama geçmişte mutlaka konuşmuş olmalı.

Eskiden de konuşmamışlarsa zaten boku yedik, hakikatin zahmetli yolunda yapayalnızız demek!

*
Yahudistan’da tanrıyla kontak kurma işini nebîler üstlenmiş dedik. O geleneği sanırım İlyas başlatmış, MÖ 850 gibi bir tarih, sonra el verme yoluyla halifesine aktarmış, nebilik kurumsallaşmış, meslek olmuş, nebi nüfusu artmış. Sayı artınca da, doğal olarak, itibarları düşmüş. Tevrat’taki gerçek zamana (yaklaşık MÖ 600’e) yakın nebilerin hepsi loser tipler. Halk ve kral tarafından pek ciddiye alınmamışlar, onlar da köpürüp bela okumuşlar.

Bütün nebilerden üstün bir eski zaman nebisi ihtiyacı belli ki o zaman doğmuş. Yasa yapacaksın, kurban nasıl kesilir, rahip nasıl seçilir, ölüm cezası kime verilir, Şabat günü kölenden bir bardak su istemek caiz midir, belirleyeceksin. Bunu alelade bir nebi haber verse olmaz, tartışma çıkar. Oysa Musa Hoca öyle mi? Şimdiki nebiler tanrıyı ancak rüyalarında görür, ya da ıssız bir yerde perde ardından vahiy alırlar. Oysa Musa farklı, Hazretle bizzat yüz yüze görüşmüş mü? Görüşmüş. Bitti.

Musa var mıydı? Belki vardı, bilemem. Belki Dede Korkut veya Akşemsettin kadar vardı, meselleri halk arasında anlatılırdı. Fakat kesin bildiğimiz birkaç şey var,

1) Yahudiler Mısır’dan çıkıp İsrail’e göçmediler, izi bile yok.

2) Tevrat’tan 500 veya 700 yıl önce Tek Tanrı düşüncesi olmaz. Bırak onu, Tevrat’ın ana gövdesinden 100 yıl önce yazılmış Amos ve Hosea kitaplarında bile Tek Tanrı’nın izine rastlanmaz.

3) İbrani yazısının icadından yüzlerce yıl önce yazıldığı iddia edilen yasaların bugüne nasıl aktarıldığı belli değildir. On Emir’i Sina Dağından indirdiyse hangi yazıyla indirdi? Kim okudu?

4) Ayrıca Kızıldeniz yarılmaz, mümkün değil. 

Masallarda yarılır belki. Anlatması da, dinlemesi de güzeldir. Çok anlatırsan sonunda anlattığına inananlar bile çıkabilir. Ama gerçek dünyada yok öyle şey maalesef.

32 yorum:

  1. Tanjantı, Kotanjantı varmıdır? Ya sinüsü, kosünüsü varmıdır?
    Yanıtla
  2. Sayin nisanyan tek tanrı düşüncesi önce eski misirda dogmadi mi? Kral amanotep diğer tanrılari yok sayip tek tanri atonu ortaya koydu ve Tevrattaki çoğu bilgi Mısırin ünlü ölüler kitabindan benim bildiğim kadarıyla.
    Yanıtla
  3. Sevan bey, bu tarihi ve akli/bilimsel argümanların dine ve İslam'a karşı mücadelede geniş kitleler üzerinde bir etkisi olmadığı için daha farklı ve daha toplumsal yöntemlerin denenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun için önümüzde çok güzel fırsatlar var zaten. Sözgelimi İslam'ın toplumsal hayatla ilgili emir, yasak ve değer yargılarının modern Türk toplumunun değer yargılarına, hayat tarzına ve dünyevi zevklerine çok ters düşmesi nedeniyle bu çelişkiden yararlanılabilir. Bireyler ve toplum, İslam'ı ya tamamen kabul etmek (ki başka türlüsü zaten imkansız ama bizdeki dejenere din anlayışı nedeniyle bunu hatırlatmak gerek) veya Müslüman olmamak arasında tercih yapmak durumunda kalırsa ikincisini tercih edecektir.
    Yanıtla

    Yanıtlar




    1. ya da insanların beyinleriyle oynamaktan vazgeçerseniz kendi yollarını (sizin hoşunuza gitmese bile) bulacaklardır. insanların istediklerine inanma özgürlükleri var, manipüle etmeye çalışmaktan vazgeçin.
    2. İnsanların istediklerine inanma özgürlükleri varsa Lat ve Uzza'ya da inanma özgürlüğü vardır. Peki İslam bu özgürlüğü neden yok etti o zaman? Dininizi bu şekilde savunamazsınız.
    3. İslam'ın Lat ve Uzza'ya inanma özgürlüğünü yok ettiği nereden çıktı? Olsa olsa Lat ve Uzza'ya inananları yok etmiştir.
  4. Gerçek dünyada neler oluyor bir bilseniz, bir şey bilmediğini anlardınız. Ben bir şey bilmiyorum. Ama işte her insan da göz, ama her göz aynı çözünürlükte değil. Iyi ki de değil zaten.

    Yazı yazmak kanaat önderi olmak vb. figürler, bugünün dünyasında eskiden nebilerin yaptıklarını yapıyor buluveriyorlar kendini. Biri var diyor, diğeri yok diyor.

    Bu makul, ancak alaycı üslüp ancak kişinin kendini başka kişılerden üstün görmesidir ki bu noktada bir özeleştiri en azından bugüne kadar okunmuş kitapların hatırına şart gibi görünüyor.

    Kızıl deniz yarıldı veya yarılmadı, sonuçta din kitapları semboller aracılığı ile anlatır, yani denizin yarılmasına takılmak tıpkı ağaçlardan ormanı görememek gibi dir durum.

    Ayrıca oradaydınız herhalde bu kadar sağlam gözlem yaptığınıza göre, bu ayrı bir konu. Veya tüm gezegendeki fizik kanunlarını çözdünüz neler olabilir neler olamaz Zweistein Dreistein. Siz kaçıncı Stein' sınız?

    Ben bir arabın yazdığından ötede bir yerden bakıyorum din olgusuna. Bugüne kadar anlayan olmadı anlattıklarımı, çok net anlayabildiğim halde anlatmakta ya da karşimdakinin prangaları yüzünden takıldı kaldı akıl, tutuldu bir yerde.

    Niye yazdıysam bunu belki bir fanatiğin refleksi şeklinde algılamamanız için olabilir.

    Huzur.
    Yanıtla

    Yanıtlar




    1. ya kurbanın olayım şu din dili nedir allasen?

      "din dili" diye ölen bir metne hayat aşılıyorsunuz, ne güzel... ama bari bize satmayın.

      sen din dili dedikçe aslında son yy da yeni anlam yüklemesi yapıyorsun kutsal metinlere ve bu anlam yüklemeleri ile bu son yy da "dini bütün bir dindar" olarak yaşayabiliyorsun. fakat bu son yy daki yeni anlam yüklemesi ile eğer zamanda geçmişe gitsen daha geçmiş yy larda bir "zındık" olarak görülebilecektin.

      lütfen bu ihtimali görmezden gelme ve artık aç gözlerini...
    2. dinler yüzyıllara göre değişim geçiremeselerdi, bugüne kadar dahi gelemezlerdi.

      dinler suni olarak üretilip toplumlara sonradan eklenmiş şeyler değildirler; toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde, kendiliğinden ortaya çıkarlar. toplum yapısı ve ihtiyaçları değiştikçe, din anlayışı ve dini yaşayış da değişecektir.

      islam için bunun mümkün olamayacağını düşünen kimse, ya kendini kandırıyordur, ya da museviliğin ve hristiyanlığın tarihi seyri hakkında yeterli bilgi sahibi değildir.

      din, kim ne derse desin, var. çok kuvvetli bir olgu olarak varlığını sürdürüyor ve gücünü de dinamizminden alıyor. (afganistan'daki birkaç uygulamaya bakıp "bu mu dinamizm, bin yıl öncesinin kanunu aynen uygulanıyor" diyecek kimseler, gözlerini hâlâ açmamış olanlardır.)

      lütfen sen aç gözlerini: din, var. var ve saçma bir şey de değil, yaşamın kendisi kadar ciddi bir şey. "geçmişe gitseydik siz zındıktınız" demekle bir şeyler değişmiyor; hakikatler, tüm sağlamlığıyla kalmayı sürdürüyor.
    3. bak hakikat diyorsun.

      tüm sağlamlığı ile kalmayı sürdüren.

      ne güzel:)

      iyi de şu "dinamizm" adı altında sürekli değişen din anlayışı ve dini yaşayıştan da bahsediyorsun.

      nasıl bağdaştıracaksınız ikisini?

      bağdaştıramazsınız, bağdaştıramadığınız için afganistan da başka, türkiye veya fasta sürekli başkalaşmışsınız.

      sen bugün afganistandakine zındık diyeceksin, yemendeki de sana. aynı çağda farklı coğrafyalarda birbirinizi keseceksiniz. az güneyde kestikleri gibi. sadece birbirinizi kesseniz yine iyi. arada bize de ekşiyorsunuz!

      yahudilik, hristiyanlık vs. hepsi için laflarım. ulu manitu şahit tüm ibrahimi dinlere karşıyım:)
    4. tüm ibrahimi dinlere karşı olabilirsin, buna diyeceğim yok. anlamakta güçlük çektiğim nokta, böyle bir karşıtlıkla neyi amaçladığın.

      dine karşı duran kimsenin bir amacı olmak zorunda mıdır? hem evet, hem hayır.

      "dinler gerçekliğe dayanmaz" iddiası ile "dinler zararlıdır" iddiası farklı şeyler. (biri diğerinin yanında eşantiyon gibi gelen şeyler de değil bunlar.) önce bunu açıkça görmeli.

      ilki için bir amaca lüzum yok: araştırırsın, düşünürsün, tüm bu isa musa hikayelerinin saçma olduğunu rahatlıkla görebilmeye başlarsın, reddedersin. bu kadar.

      ikincisi içinse bir amaç, bir niyet, bir hedef gösterebilmelisin: tamam, dinler zararlı, peki ya bu konuda ne yapacağız? "müslümanlar birbirini kesiyor, arada bize de ekşiyorlar" sözü ağzından çıktığı anda müslümanlar duracak veya size ekşimeyi durduracak mı?

      bu noktada, bir istediğin olmalı ve neyi istediğini de biliyor olmalısın. dahası, istediğin sonucun nasıl alınabileceği hakkında fikirlerin ve tahminlerin de olmalı (ki seni, o sonucu istemeye ikna etmiş olsunlar). işte, nedir bunlar?
    5. saçma bulduğum bir soru: ibrahimi dinlere karşıtlıkla neyin amaçlandığı...

      aynı değerler dünyasında yaşamadığımız için sorduğunu düşünüyorum. bir vahye dayandığında; önceki mesajlara dönmek gerekirse, ne kadar dinamizm içinde olsan da "hakikat" olarak döneceğin yer yine vahyin kendisidir.

      bu bir kısır döngüdür. yaşam din anlayışını ve yaşayışını değiştirmeyi dayattığında hakikat noktan için yine vahiye dönmek zorundasın. o noktada ise vahiyin geçmiş pratiği çıkacaktır karşına.

      o vakit ne yapacaksın?

      bugün bizler kuranı ve peygamberini eleştiriyoruz. günümüz din anlayışı ve dinin yaşanışı içinde sizlerde bu eleştirilere karşı sözlü olarak cevap veriyorsunuz. bunda sorun yok.

      senin peygamberin, kabilesinde kimsenin takmadığı (onun için iki keçi bile toslaşmaz tabiriyle) bir kadın şairi, kucağında henüz ana sütü emen bir bebek olmasına rağmen öldürttü (esma binti mervan olayı).

      şimdi bir dini bütün kalksa, ey müslümanlar peygamberimize kötü söz söyleyen bir insanı öldürmek gerekir, işte örneği dese sen kalkıp bu geçmiş anlayıştır mı diyeceksin. sana demezler mi kardeşim kıyamete değin hükmü sürecek son peygamberin uygulaması bu, sen hangi değişimden bahsediyorsun?

      yani amacım postu deldirmemek:)

      bu arada mutezile, ibni sinaya göre vahiy anlayışı veya günümüz fazlurrahmanın tarihselci bakış açısıyla "hayır senin gibi düşünmüyorum" diyorsan eyvallah.

      ama daha 20 30 sene önce adamın teki bir romanda garanik hadisesinden bahsetti diye hakkında ölüm fetvası verildi.

      ama sen yine de soruyorsun, amacın ne?

      amacım "serbestliğim" dir! (özgürlük kelimesine anlam yükleyip serbestlik kelimesi kötü (düşüncesizce ve pervasız) bir şeymiş gibi gösterildiği için...)
    6. konular dallanıp budaklanmaya çok müsait. söylenecek sözler çok. bunu şahsi bir konuşma haline getirmek uygun olmayacağı için farklı konulara sapmamayı, belli bir çizgiyi izlemeyi tercih ediyorum.

      dönüp yazdıklarıma baktığımda, müslüman olduğumu belirttiğim hiçbir ifadeye rastlamadım. ayrıca, din mensubiyeti hakkında değil, sadece din olgusu üzerine yazmışım. buna dikkat.

      din karşıtlığıyla neyin amaçlandığı sorusu saçma değil. daha doğrusu, bir açıdan öyle, bir açıdan değil. bunun ayrımını bir önceki yorumumda açıkça yaptığımı sanıyorum.

      evet, diyelim ki nuh tufanına inanmamak için bir amacın olması gerekmez; ama dinlere karşı tavır almak, onlara savaş açmak için bir amacın olması gerekir. bir amaç, yani beğenmediğin mevcut duruma öngördüğün bir alternatif.

      'postu deldirmemek' ve 'serbestlik' dedin, amaç olarak. güzel amaçlar. o halde, tekrar soruyorum, bu amaçlara ulaşabilmek adına kimin, ne yapması gerektiğini düşünüyorsun? ve kendi adına ne yapıyorsun?
    7. sinirlendim.

      ben şahsi konuşuyorum:) e şahsiyet ortaya konulunca şahsi konuşursunuz. din var, yaşamın kendisi kadar ciddi, hakikat, dinamizm bıdı bıdı yapıp "ben hangi dine mensup olduğumu yazmadım sadece din olgusunu tartışıyorum" derseniz sakin sakin sinirlenmeden meramınızı anlatabilirsiniz. iyi yöntem. bırak şahsiyeti, konuş ha konuş.

      efendi, bunca yaşamın kendisi kadar ciddi gördüğünüz din olgusunda siz şuan hangi "dinamiktesiniz"? sen herkesi kör alemi sersem mi sanırsın.

      biraz ciddi ol, tartışalım.
    8. en baştan beri tek bir mesele üstünde duruyorum: çok kuvvetli bir sosyal olgu olarak din ve şu halde dine karşı olmanın anlamsızlığı.

      konunun yayılıp gitmesine elbette imkan verebilirdik. fakat bu, bizi nereye götürürdü? kısır bir tartışmadan ne sen bir şeyler edinirsin, ne ben. bu yüzden, tartışmak yerine, konuyu nasıl açmışsam öyle sürdürmek istedim. tartışmadan kaçınıyorsam, söyleyecek lafım olmadığından değil, yaptığımız şey bir işe yarasın istediğimden.

      konu din karşıtlığıyla ilgiliydi. ben din karşıtı değilim, neden olmadığımı (zira karşıtlığı anlamsız bulduğumu) da açıkladım. oysa dine savaş ilan etmenin, açıklanması gereken başka yanları da vardır: açtığın savaşı nasıl sürdürüyorsun, düşmanını nasıl yenmeyi planlıyorsun, galip gelince ne elde etmeyi umuyorsun?

      farkındaysan, bu tür sorularla benim muhatap olmam mümkün değil. ama senin bunlara verebileceğin cevaplar var, olmalı. işte ben, şimdi üçüncü kez sormuş olmakla birlikte, bunları istiyorum. bir yerde hata mı ediyorum?

      konunun benim müslümanlığım, senin ateistliğin gibi şeylerle ilgisi yok; din karşıtı olmak ve olmamakla ilgisi var. öte yandan, bir meselenin konumuzla ilgisiz olması onun önemsiz olduğunu göstermek zorunda değil. yani işin içine din mensubiyetini katmayışım, dinin ciddiyetini yadsıdığım anlamına gelmez.

      gelelim 'dinamizm' meselesine. üstünde tekrar durmadığım için başta nasıl yanlış anlaşıldıysa öyle devam etti. bu sözcüğü sarfederken üstünde uzun uzun düşünmemiştim. sadece, şunu fark ettirmek istedim: birtakım dinler bin yılı aşkın süredir varlıklarını sürdürmekteler ve dünyada pek çok koşul değişmiş olsa da, dinlerin sonu gelmedi. her şeyin değiştiği bir dünyada din de, değişmese, ayakta kalamazdı. bu açık değil mi?

      detaylı düşünmek iyidir, ama yerinde iyidir. bu konuda detaylara fazla inmek, genel çerçeveyi algılamaktan alıkoyar bizi. bu yüzden, afganistan'dan bahis açan bir cümle de kurdum ki, meseleye yanlış yaklaşımın neye benzediğine örnek olsun.

      tartışmak, bazı noktalarda önceden anlaşmayı gerektirir. üstelik, tartışmadan daha faydalı bir sürü şey vardır. ben tartışmaya değil, tanışmaya çalışıyorum. bir din karşıtı olarak, sen, kendini tanıyor musun? tanıyorsan, tanıtmaya da niyetli misin?
    9. ateistim demedim, ibrahimi dinlere karşıyım dedim.

      hangi kelimeleri kullandığımı biliyorum.

      ben bir yaratıcı var mı yok mu tartışmasında "bilinemezci" tavrı doğru buluyorum.

      ama şu var; ibrahimi dinlere "karşıyım". klasik bilinemezcilerden ayrıştığım nokta burası.

      bir adım daha gidelim, ibrahimi dinlerin tanrısı gerçek bir tanrı olabilir mi? evet olabilir. teorik olarak bu ihtimal var. peki bu ihtimal gerçekse ben bu tanrıya "itaat" edecek miyim? asla! ben yine bu tanrıya (yükümlü kıldıklarına ve değerlerine) "karşı" olacağım.

      bana atfen savaş ilan ettiğimden bahsediyorsun. ben bu üslubu sahiplenmem. (ibrahimi din karşıtıyım diyorum savaş ilan etmekle işim olmaz:) onların adetidir...) kiminle savaşacağım? müslümanlarla mı? anam babam içlerinde:) saçma. savaş ilan etmekle karşı olmak başka şeyler ve bu çok mütevazi bir politik tutumdur.

      dediğim gibi ben çok mütevazi bir tutum sergiliyorum aslında:)

      mesela bir kadın erkekle eşittir diyorum. ibrahimi dinler "erkeklik" noktasında saplantılıdır, cinsiyetler arasında sömürüyü destekler. bir kadının haham, rahip ya da imam olmasında sürekli sorun yaratmışlardır. yaşamın her alanında da böyledir. peki kadın erkek eşitliği noktasında ibrahimi din karşıtlığı içinde mi mücadele ediyorum. bu da saçma olur. onun mücadelesi farklı bir kulvardır. orayı desteklerim:)

      ben mesela doğa, bitkiler ve hayvanlar insan için yaratılmamıştır diyorum. ibrahimi dinler doğanın bitkilerin ve hayvanların insan için yaratıldığını söyler. böyle bir yaratılış anlayışını reddediyorum. insan için var değildirler, varlar.

      ama bununda mücadelesi ibrahimi din karşıtlığı ile olmuyor. olmaz.

      ibrahimi dinler insana bir "fıtrat" dayatır. insanın böyle bir verili özü yoktur diyorum. bir yanılmasadır bu anlayış. vs. vs. fıtrat denilen her yerde abuk subuk birçok şey çıkar. bedende duygularda tahakküm altına alınmaya çalışılır.

      işin püf noktası şu: ibrahimi din karşıtlığı ile birlikte bir politik mücadele aslında yapılmıyor. insanlar farklı farklı alanlarda birşey yapayım diyorsa orada karşısında ibrahimi dinlere dayalı argümanlarla dolu bir müesses nizam buluyor.

      yani ibrahimi dinlere karşı olmak, "sürecin" olağan bir parçası haline geliyor.

      dilerim seni en sonunda memnun etmişimdir pek "detaylı düşünmek iyidir" diyen ama dinamizm noktasında fazlaca düşünmeden yazıp çizen sevgili muhatabım:)

      kardeş hakikat dedin hala var dedin din yaşayışı ve algısı değişiyor dedin buna da dinamizm dedin. üstüne fazlaca düşünmeden söylediysen yeni baştan dön hakikat konusunu tekrar düşün derim.

      senin müslümanlığın noktasına gelince? hangi müslümanlık? hangi dinamik? selefi, sünni, şii? tasavvuftan yana mı? ay n'olursun şakirt olma:)

      yani demem o ki, sence hakikat olan din olgusu ve yaşayışının hangi birbirini reddeden ekollerinden birine tabisin? hakikat dediğin yolda seni ortalama kaç milyon kişi "kafir" sayar acaba? bil ki yüzyıllardır yarattığınız dinamik bu.
    10. "hakikat dediğin yol" demiş, bununla islam'ı, yani bir dini kastetmişsin. oysa ben islam dininin hakikat olduğunu (yani hakikat her ne ise islam'ın da o olduğunu) söylemedim, bir din olarak islam'ın varlığının hakikatler arasında yer aldığını anlatmak istedim.

      dinin varlığı son derece hakikidir, hakikatin bir parçasıdır. dinin dayandırıldığı metafizik doktrinler, birer iddia olmanın ötesine geçemez. hakikat denebilecek bir şeyler varsa, bu da dünyevi olgulardır ki, dinin varlığı bunlar arasındadır. anlayacağın, mesele öncelikle dinin varlığı ile ilgili.

      din hakkında sürekli konuşulur; ama onun 'var' olduğu niyeyse her seferinde ıskalanır. kimse onun ciddi bir süredir var olagelmiş ve hâlâ da mevcut bulunduğunu fark etmez. işte buna dikkat çekmeye çalışıyorum, bunun üzerine düşünmeye davet ediyorum.

      dinin varlığını fark edememenin; bu varlığı, üzerine düşünmeye değmez bulmanın nedeni ne olabilir? sanıyorum, dine bakınca sadece 'inanç' boyutunu görebilmek ve dini de bundan ibaret sanmak.

      dini inanç boyutuna indirgemek, din mensubiyetini inanılan şeyden ibaret kabul etmek bana doğru gelmiyor. örneğin ben, müslümanlığı her şeyden önce türk ve islam miraslarına uzak düşmemek adına kimliğimin bir parçası olarak görüyorum.

      türkiye'de doğmuş olmakla ve yetiştirildiğim çevre dolayısıyla, sünniyim. öte yandan, kendi halime baktığımda bir ekol tabiyeti değil, din tabiyeti görüyorum. kimsenin gerçek islam'ı yaşadığını düşünmüyorum; çünkü 'gerçek islam' diye bir şeyin olmadığını, islam'ın, kim nasıl yaşarsa öyle olduğunu görüyorum.

      anladığım kadarıyla, 'ibrahimi din karşıtlığı'nın bir başlangıç noktası değil bir sonuç olduğunu, ibrahimi dinlerin etkilerine/ürünlerine (kadın erkek eşitsizliği, insanın üstünlüğü fikri, fıtrat kavramı vs.) karşı olmanın doğal bir getirisi olduğunu söylüyorsun. yani kişi dine karşı tavır alarak yola çıkmaz, birtakım şeylere karşı çıkarken kendisini dine de karşı çıkıyor bulur.

      peki, madem kadın erkek eşitsizliğinin "mücadelesi farklı bir kulvardır", insanın üstünlüğü fikrinin "mücadelesi ibrahimi din karşıtlığı ile olmuyor"; şu halde 'ibrahimi din karşıtlığı' dediğimiz şey, üzerine konuşmaya, ele almaya değecek bir şey midir?

      anlaşılan, bu karşıtlık hiç de etkin, işe yarar bir şey değil: bu dinlere karşı olmakla kadın erkek eşitsizliğini de çözemiyoruz, insanı doğanın hakimi kabul eden yaratılış anlayışını da kıramıyoruz. şu durumda, niye bu karşıtlığa bir ad vermeye dahi tenezzül edelim?

      savaşı dinlere değil, dinlerin ürünlerine açmışsın; dine karşı tavrınsa savaştan ziyade 'mütevazı bir politik tutum' olarak anılabilir. pekala. madem öyle, bu durumda senden dine yönelik hiçbir şey söylememeni beklemekte haksız mı olurum? dinle uğraşmanın faydasız olduğunu, verdiğin örneklerde de bunun bir işe yaramayacağını anlattın. öyleyse aynı fikirdeymişiz gibi geliyor bana.
    11. koca bir lafazanlık:(

      hele son kısımlar... bir insan tartışmada muhatabının sözlerine sadakatle yaklaşmalıdır. kelimelerde anlam kaymaları yapıp kendimizce mana çıkartırsak, tartışmış olmayız. şu tartışmayı "kazanmak" adına bunca lafazanlık niye?

      sen "örneğin ben, müslümanlığı her şeyden önce türk ve islam miraslarına uzak düşmemek adına kimliğimin bir parçası olarak görüyorum." demişsin.

      bir de üstüne;

      "kimsenin gerçek islam'ı yaşadığını düşünmüyorum; çünkü 'gerçek islam' diye bir şeyin olmadığını, islam'ın, kim nasıl yaşarsa öyle olduğunu görüyorum." demişsin.

      en sonunda da çıkıp bana: "savaşı dinlere değil, dinlerin ürünlerine açmışsın; dine karşı tavrınsa savaştan ziyade 'mütevazı bir politik tutum' olarak anılabilir. pekala. madem öyle, bu durumda senden dine yönelik hiçbir şey söylememeni beklemekte haksız mı olurum? dinle uğraşmanın faydasız olduğunu, verdiğin örneklerde de bunun bir işe yaramayacağını anlattın. öyleyse aynı fikirdeymişiz gibi geliyor bana."

      demişsin.

      ayıp sevgili muhatabım, ayıp.

      benden susmamı bekliyorsun ama senin din namına söylediğin son nokta bir kimlik mirasından ibaret... kim nasıl yaşıyorsa öyledir gibi samimiyetsiz bir yerdesin. şimdi sen namaza gitsen (cuma, bayram vs) alnın folklorik olarak mı değecek yere? folklorik bir nedenden dolayı mı cenabet dolaşmazsın:)

      benden hiçbir şey söylemememi bekliyorsun... ve din namına bir "inanç" yok sende:( böyle bir iddian yok... dediğin şey kültürel mirasım. olgu! yaşadığım şey bir olgu, gerçek islam değil! gerçek islam yok zaten diyorsun. üstüne bana kalkıp işe yaramaz bir anlayış içindesin diyorsun:)

      folklorik hacı abiciğim, sen şimdiki türklük ve müslümanlık anlayışınla 50 sene önce türk ve müslüman olan bir coğrafyada yaşayamazdın! eyvallah baştaki lafımı geri alıyorum. sana "zındık" demezlerdi! "züppe" derlerdi. vallahi:)

      sana soru: sürekli değişen türklük ve islam kültürü içinde bugün türklük ve islam kimliği açısından reddettiğin birşeyi, 50 sene sonra türklük ve islam açısından sahiplenebilme ihtimaliniz var mı?

      başka bir soru daha: islam kim nasıl yaşıyorsa öyledir filan demişsin ya, iki farklı ekolden müslüman aga, birbirlerine kafir dese her ikisini de kafir olarak mı göreceğiz yoksa birbirini tekfir etmek islamdandır mı diyeceğiz. bunlar birbirlerini öldürürse cenaze namazını kılacak mıyız?

      sevgili muhatabım, lütfen cevap vermek adına kendinizi rezil etmeyin.
    12. kişinin kullandığı dil, düşüncelerinden bağımsız değildir; birinin kalitesi diğerine de yansır. kişisel sataşmalarının göz tırmaladığını belirtmeden geçemeyeceğim. keşke kelimelerime takılmak yerine söylediklerimi anlamaya (benimsemeye falan değil, sadece anlamaya) çalışsan.

      son yazdıklarım, senin cümlelerinden yaptığım çıkarımlardı. doğru olmadıklarını düşünüyorsan, ya önceden söylediklerini düzeltirsin, ya da düşünce akışımdaki yanlışı gösterir, neden bana katılmadığını da güzelce açıklarsın.

      senden susmanı bekliyor değilim. sadece, anlattıklarından anladığım kadarıyla, dine yönelik hiçbir şey söylememeni beklemenin doğal olduğunu düşündüm. katılmıyorsan buna, dediğim gibi, hakaret edeceğin yere açıklamada bulunursun.

      burada yaptığımızı bir tartışma olarak görmediğimi söylemiştim. buna rağmen 'kazanmak' istediğimi sanmana üzüldüm. buyur, seni şimdiden galip ilan ediyorum. yeter ki böyle lafları bir kenara bırak.

      ben islam dininin savunuculuğunu yapmıyorum. müslüman olmakla en doğru dini, dinin de en doğru yorumunu benimsediğimi söylemiyorum. hiçbir davanın temsilcisi değilim. bununla birlikte, müslümanlığım "bir kimlik mirasından ibaret" de değildir. sadece bu yönün bahsini etmiş olabilirim, ama bu anmadığım başka yönlerin var olmadığını göstermez.

      konuşmamız din mensubu olan ve olmayan iki kişiden ziyade, din karşıtı olan ve olmayan iki kişinin konuşması olsun istemiştim. neden meseleyi müslümanlığıma çekip durduğunu anlayabilmiş değilim.

      "folklorik" gibi bir ifadeyi kullanmadım, benimsemeyi de düşünmüyorum. "türk ve islam mirasları" deyince aklına kim bilir neler geldi. ziyanı yok. yeter ki kafanda canlandırdığın kişi olmadığımın bilincinde ol.

      "islam kim nasıl yaşıyorsa öyledir"in neden samimiyetsiz olduğu meselesi açıklanmaya muhtaç.

      "gerçek islam yoktur"un işe yaramaz bir anlayış olduğunu düşünmüşsün. güzel. keşke 'laf sokma' havası içinde değil de, başı sonu belli bir tez halinde sunsaydın bu düşünceni. böyle yapmanı isterim.

      söylediklerim, "yaşadığım şey bir olgu" cümlesiyle özetlenemez. zira din, yaşanabilen bir şey değildir. dine mensup olunur, bu mensubiyet dahilinde de nasıl yaşanıyorsa yaşanır.

      ta en başta söylediğim şeye dönüyoruz: "50 sene önce türk ve müslüman olan bir coğrafyada yaşayamazdın" demen hiçbir şey ifade etmiyor. elli sene önce yaşasaydım, o döneme uygun bir kişilik sahibi olur, yaşadığım coğrafyaya uygun bir yaşayışı benimserdim. ben, bugün, kendi yaşadığım çevrede yaşıyor olduğumdan dolayı böyleyim. bu da çok basit, kavraması çok kolay bir gerçek.

      sorduğun iki sorudan ilkini anlamadım. kafamda somutlaştıramadım çünkü. gerçeklikte karşılığı bulunmayacak, fazla teorik bir soru gibi geldi.

      ikincisi de fıkhi bir konudur, alim değilim, ne desem yanlış olur. sadece şunu söyleyeyim: islam, bu örnek olayın konusunu da, taraflarını da, kazasını da içinde barındırır. zaten islam'ın 'kim nasıl yaşıyorsa öyle' olması, bununla ilgilidir.

      lafı bir yerlere getirmeye çalışarak konuşmayı sevmem. lütfen cümlelerimdeki zımni anlamları tespit etmeye harcadığın gücü, apaçık sorduğum soruları yanıtlamaya ayır. çok daha makbule geçer.
    13. On Emir’i Sina Dağından indirdiyse hangi yazıyla indirdi?

      Daha Hurûc (Exodus) hakkındaki spekülasyonlar mevzuundaki cevabımı bitirmedim ama hadi, farz edelim ki Hurûc oldu, Tur-ı Sina'da On Emir çizilip yazıldı. Tevrat'ın ananevi tarihlemesi M.Ö. 1446 civarındadır, belki daha eski. Eğer Hurûc Hyksos'ların tardedilmesini temsil ediyorsa M.Ö. 1360'dadır. Eğer Musa monoteist Firavun İxnaton'un (Axenaton) bir rahibiyse M.Ö. 1353–1336, civarıdır. Ahd-i Atik'i ciddiye alan Albright'ın tarihlemesiyle M.Ö. 1279 - 1209 olmuştur, ancak bu tarih imkansızdır, hiçbir göç delili yoktur. Firavun Ramses'in imar ettiği Pi-Ramesse zikredilmektir, Firavun Merneptah'ın Ken`an beylerine karşı M.Ö. 1209 tarihli "Zafer Kitabesi" ise Ken`an'da "İsrael" diye bir imha ettiği kavimden bahsediyor. Yani Tevrat ciddiye alınırsa M.Ö. 1209'da Filistin'de bulunmaları, Ramses devrinde (M.Ö. 1279 - 1213 göç edip 40 sene çölde dolaşıp Filistin'de kayda değer bir kuvvet olmaları lazım, her ne hikmetse kayıtlara geçmden!

      Finike yazısının bir varyantı olan Ken`an alfabesi M.Ö. 1200'den evvelki devirde başlar.

      Bundan evvel Sina yazısı vardır. Sina'da M.Ö. 1700 - 1400, Orta Mısır'da M.Ö. 18. yy.

      Yazılar Mısır hiyerogliflerden alınmadır. Ama her şeklin ses değeri kelimenin başındaki ilk sesin yani konsonun Mısırca'kinde değilde Eski Ken`anca'kinde (Tevrat İbranicesi bundan biraz sonrasındakiler arasındadır) ses değerini temsil ediyor. Yani bir konson alfabesi teşkil ediyor. Dil ise bir Eski Ke`naca veya ona benzer bir Batı Sami dili, aralarında ilahi isim El bulumaktadır. Muhtemelen bir Mısırlı gözetmenin Ken`anlı işçileri için icad etmiştir. Sina'daki firuze (türkuvaz) ocaklarında sık sık rastlanır. Kitab-ı Mukaddes'e ait ansasyonalist filim ve TV dizisi ("The Naked Archaeologist") yapımcsı, gazeteci ve yazar Simcha Jacobovici'ye göre Sina'daki bu yazılar Huruc esnasında çölde dolaşan İsrail oğullarına aittir!!!
  5. İlkokul üçe giderken ateist oldum. Zor değil, biraz kafayı çalıştıran herkes bunu görebilir. :)
    Yanıtla
  6. fazla söze gerek yok, harika bir bakış açınız var yazılarınızı hayranlıkla okuyorum.
    Yanıtla
  7. önemli bir şey yahut hiç de öyle mühim değil, bilmiyorum.

    ama şu "tek tanrının", yani monoteist inancın kökeni (yahudilerin icat ettiği "kadir-i mutlak ve evrensel tek tanrı" modelinden bahsediyorum, yemişim primitif kabilesini) kafamı kurcalıyor.

    ibrahim'in hikayesi bana çocuk tiyatrosu gibi geliyor. hani güneş, batmış, ay çıkmış da, "güneş batıyorsa benim tanrım olamaz" deyişler falan...

    çok tanrılılığın nesi battı da tek tanrıya meyledildi? çoklu tanrıların insanvari öyküleri siyaseten bir iktidar unsuru mu oluşturmadı, yasa ve norm koyuculuk kabiliyetleri mi noksan geldi? helenizm gibi ırkları ve milletleri bir potada eritme mefkuresinin evriminin bir önceki evrimsel basamağı mıydı insan ırkında tüm bu olan biten? nasıl tarım devrimi, endüstri devrimi ve şimdi de dijital devrim varsa, bu da bir devrim miydi insanlığın tarihinde; yani birikmişliklerin bir sonucu muydu?

    nasıl oldu da kısıtlı işlevleri olan tanrılardan her işlevi görebilen tek bir tanrıya yol alındı?

    devletleşmenin ötesinde imparatorluklar kurabilmenin bir sonucu muydu, uzak diyarları fethe koşabilecek kadar sistematik olabilirlik mi bunu yarattı?

    insan evladı 5 aylıkken oturur, 12 aylıkken yürür, 24 aylıkken 2-3 kelimelik cümle kurabilir, 30-36 aylıkken idrar ve kakasını istemli kontrol eder hale gelebilir, 11 yaşında soyut şeyleri-mecazları idrak edebilir, 18 yaşında her şey mümkündür, 30 yaşında banka kredisi alabildiği sürece her şey mümkündür ve 60 yaşında herşeye söylenen bir pinti olur...

    yani insan ömrümde de merhaleler, geçiş aşamaları olduğu gibi; bu da insanlığın ömrümdeki kaçınılmaz bir basamak mıydı? yoksa rastlantısal mıydı.

    tesadüf müydü, "tevafuk" muydu yani...

    biri söylesin.

    yoksa sinirden kendimi becerebilirim...
    Yanıtla

    Yanıtlar




    1. söylemeyeceğim:)

      e güzel kardeşim, geçmişe yönelik bir zorunluluk, merhale desek ne olacak? bi durup geleceğe baksana.

      geleceği bu tek tanrı ve kitaplarıyla mı karşılayacağız? çalıyla konuşanına mı iman edeceğiz, babasız doğana mı... ya da evlatlık kurumunun kalkması için elçisine evlatlığının eşiyle evlenme emri veren ilaha mı?

      yok ama, söylemeyeceğim:)
  8. Sevan Bey, madde 2'de 'Tevrat’tan 500 veya 700 yıl önce Tek Tanrı düşüncesi olmaz. Bırak onu, Tevrat’ın ana gövdesinden 100 yıl önce yazılmış Amos ve Hosea kitaplarında bile Tek Tanrı’nın izine rastlanmaz.' demişsiniz. Bunu okurken British Museum'un A World History in 100 Objects podcast'inde, Zerdüşt kısmında 'Tek tanrılı dinlerin atası, Zerdüştlük olmuştur' gibi bir şey dendiğini hatırladım. Wiki'de Zoroaster maddesi, philosophy bölümünde net bir şekilde monotheism denmemiş 'Zarathustra emphasized the freedom of the individual to choose right or wrong and individual responsibility for one's deeds. This personal choice to accept aša or arta (the divine order), and shun druj (ignorance and chaos) is one's own decision and not a dictate of Ahura Mazda. For Zarathustra, by thinking good thoughts, saying good words, and doing good deeds (e.g. assisting the needy or increasing social justice) we increase this divine force aša or arta in the world and in ourselves, celebrate the divine order, and we come a step closer on the everlasting road to being one with the Creator. Thus, we are not the slaves or servants of Ahura Mazda, but we can make a personal choice to be his co-workers, thereby refreshing the world and ourselves.' ancak monotheism maddesinde deniyor ki: 'In Zoroastrianism, Ahura Mazda appears as a supreme and transcendental deity. Depending on the date of Zoroaster (usually placed in the early Iron Age), this may be one of the earliest documented instances of the emergence of monism in an Indo-European religion.'.

    Sizin fikrinizi almak isterim.
    Saygılar.
    Yanıtla

    Yanıtlar


    1. Elimizdeki en eski Zerdüşt metinleri Milattan SONRA 400 ila 500'lerde yazıya aktarılmış. Bunlarda Tek Tanrı'ya dair net bir şey yok. Zerdüştilikte bir tür Tek Tanrıcılığıa yatkın EĞİLİMLER olduğu doğu, ancak bunlar hangi tarihte belirmiş ve ne kadar baskın olmuş, bilmiyoruz.

      Avesta'nın en eski çekirdeği Gatha'lar adı verilen ilahiler. Bunlar Milattan epey öncesinden kalma GÖRÜNÜYOR: Ama Gatha'larda tek yahut çok tanrıya dair bir açıklama yok.
    2. peki ya mısır'da aton kültü? "o monoteizm değil, henoteizmdir" deyip geçecek miyiz? sonuçta 'tek tanrı düşüncesi' sayılmaz mı?
    3. Wiki'de Zoroaster maddesi, philosophy bölümünde net bir şekilde monotheism denmemiş 'Zarathustra emphasized the freedom of the individual to choose right or wrong and individual responsibility for one's deeds. This personal choice to accept aša or arta (the divine order), and shun druj (ignorance and chaos) is one's own decision and not a dictate of Ahura Mazda. For Zarathustra, by thinking good thoughts, saying good words, and doing good deeds (e.g. assisting the needy or increasing social justice) we increase this divine force aša or arta in the world and in ourselves, celebrate the divine order, and we come a step closer on the everlasting road to being one with the Creator. Thus, we are not the slaves or servants of Ahura Mazda, but we can make a personal choice to be his co-workers, thereby refreshing the world and ourselves.' ancak monotheism maddesinde deniyor ki: 'In Zoroastrianism, Ahura Mazda appears as a supreme and transcendental deity. Depending on the date of Zoroaster (usually placed in the early Iron Age), this may be one of the earliest documented instances of the emergence of monism in an Indo-European religion.'.

      "Monotheism" maddesinden iktibas ettiğin parçada "monism" denmiş, "monotheism" değil. İkisi arasında dağlar kadar fark var.

      Monizm için bkz:

      http://en.wikipedia.org/wiki/Monism

      Ama aynı "monotheism" maddesinde şöyle bir ibare de var:

      "By some scholars,[who?] the Zoroastrians ("Parsis" or "Zartoshtis") are credited with being the first monotheists and having had significant influence in the formation of currently larger world religions."

      Bu kısım tek ilahlı dinlerin atası Zerdüştlük olmuştur iddiasını kısmen de olsa destekler mahiyette.
    4. Tek Tanrı düşüncesi en eski ve en iptidai inanç biçimidir. Çok Tanrıcılık daha sonraki devirlerde ortaya çıkmıştır. En eski inançlarda hep Güneşe tapınma eğilimi görülür ve güneş tektir. Çoğu dilde bugün "Tanrı" anlamına gelen sözcüklere bakın, hepsi ya "gök", ya "güneş" gibi anlamlara gelirler. Mesela Türkçe Tanrı (aslı Tangrı'dır) eski Türkçede Tengri "gökyüzü" demektir ki "Kök Tengri" birebir "Mavi Sema/Blue Sky" demektir.

      Semitik dillerdeki "il" ya da "el" sözcüğü de muhtemelen Dravid Dillerinden gelmedir, en eski Tamilce yazmalarda "El" güneş demektir ve aynı zamanda da "Tanrı" anlamına gelir. İran'ın en eski yerleşikleri Elamlardı ve Elamca bir Dravid dilidir. Bugün İranda yaşamakta olan Brahui dili de muhtemelen o dilin devamı olan bir Dravid dilidir.

      Elamlar bölgeye sonradan gelen Aryani kavimlerin içinde asimile oldular ancak gerek dillerinden gerekse kültürlerinden pek çok öge İran-Pers kültürünü derinden etkiledi. Daha sonra Pers kültürü de bugünkü Irak dolaylarında ciddi izler bıraktı (mesela Bagdad, eski Persçedir, Tanrıverdi anlamına gelir). Yani "el" sözcüğü belki Elamcadan Persçeye oradan da semitik dillere ulaştı. Çünkü semitik dillerde "el"in bir açıklaması ve anlamı yoktur. Kimi dilciler Elam adının da "el" ile ilgili olduğunu söylerler "güneş/Tanrı yurdu" anlamında.

      Elam-Dravid kültürü orta asyanın en kadim ve eski kültürüdür. Bölgeye sonradan göçen Aryanlar o kültürün üstüne oturdular. Harappa kültürü örneğin, 12.000 yılık şehirlerin olduğu kadim bir kültürdür. Hinduizm ve Budizmin temellerinde de eski Dravid etkileri görülür. Muhtemelen çok daha sonra doğacak olan Zerdüştilikte de derin Dravid etkisi vardır. Çin ve uzakdoğu kültür ve inanışlarında da Dravid etki izleri görülür.

      Bir örnek vereyim sadece. Eski Dravid öğretilerinde "nefs mertebeleri 7'dir" (İslam tasavvufunda da öyledir, çünkü İslam tasavvufu Budizm'in Mahayana mezhebinden çok ciddi etkiler içerir. Budizm de Dravid inançlarından). Bu nefs mertebeleri aynı zamanda renklerle de ifade edilir. En altta siyah vardır, en alt nefs mertebesidir, hayvani ve vahşiliği simgeler. Daha sonra sarı vb. diye ilerler. En tepede beyaz renk vardır, arınmışlığı simgeler. Beyaz'ın da ötesine geçen; niramvaanam'a (Hintçe'ye geçmiş şekliyle nirvana) yani "açık gökyüzü"ne ulaşır. Tamilcede niramvaanam aynı zamanda saydamlık, görünmezlik, transparency demektir.

      Eski Tamil Tanrılarından Murugan, savaş Tanrısıdır. Eski Tamil savaş sanatlarında da, iyi ve haşin savaşçı yetiştirmekte bu kez sistem tersinden uygulanır. Bu nedenle en alt seviyedeki, şiddeti iyi bilmeyen, acemi dövüşçü beyaz renkli kuşak sarar. Şiddet uygulamada ve haşinlikte en tepeye varan ise siyah kuşak sarar. Bu öğreti Çin'e de ulaşmıştır. Bugün hala dövüş sanatlarında bu kuşak sistemi kullanılır.

      Uzun lafın kısası, gerek Hindu, gerek Çin gerekse Pers kültüründe ciddi bir Dravid etkisi vardır ama Hint-Avrupacı batılılar bunları pek açığa çıkarmazlar her şeyi Aryanlara mal etme eğilimleri vardır. Dravid kültürü Ortadoğu'ya dek ciddi bir etki yapmıştır. "El" yani güneş kültü de muhtemelen Dravid kökenlidir.
    5. Bu yorum yazar tarafından silindi.
    6. Tek ilahçı dinlerin daha eski ve iptidai olduğu fikrine nereden vardın? Ortada bunu destekleyen herhangi bir delil yok. Örnek olarak verdiğin Tengricilik tek ilahçı bir din değil, Tengricilik'te birçok ilah var ve ayrıca Tengricilik'teki gök ve güneş ilahları ayrı (tıpkı ekser çok ilahçı dinde olduğu gibi). Tengricilik'te gök ilahı baş ilahken, güneş ilahı daha aşağı bir ilah. Zaten, çok ilahçı bir din olduğu için, Tengricilik adı yanlış bir ad (başka hangi çok ilahçı din baş ilahının adıyla anılıyor?), onun yerine Türko-Moğol dini denmeliydi (tıpkı eski Yunan ve Roma'nın çok ilahçı dinine Greko-Romen dini dendiği gibi).

      Sami dillerindeki "el" ya da "il" kelimesini Dravid dillerine ve eski Dravid dinine bağlamışsın. Bunun da bildiğim kadarıyla herhangi bir delili yok. Zaten "el" ya da "il" kelimesi muhtemelen Proto-Samice'de bile mevcuttu ve o zaman da "ilah" manasındaydı (zaten "ilah" da "el" ya da "il"in bir başka formu ve o da çok eski). Bir de "el" ya da "il" kelimesinin Sami dillerine Persçe vasıtasıyla girdiğini iddia etmişsin. Halbuki "el" ya da "il" kelimesi Sami dillerinde Persler ve diğer İrani halklar Batı Asya'ya gelmeden binlerce yıl önce mevcuttu. Bu arada, Bağdad'ın adının Persçe'den gelmesi Perslerin ve diğer İrani grupların Batı Asya'da çok eski olduğunu göstermez, zira Bağdad şehri MS 8. asırda Abbasi halifesi el-Mansur tarafından kuruldu (İnternet'te rastlanan Bağdad'ın daha önceye dayandığı iddiasının aslı yok).

      Dravidlerin mazide en güneybatı ucu haricinde Orta Asya'da (Orta Asya derken bugünkü Afganistan topraklarını hariç tutuyorum) yaşadığına işaret eden elde herhangi bir ilmi malumat yok; eldeki ilmi malumatlara göre Dravidler en fazla bugünkü Türkmenistan topraklarının güney kısımlarında yaşamış olabilirler. Dravidler Güney Asya'ya Batı Asya'dan ulaşmışa benziyor (Elamlar ve Brahuiler eski Dravid topraklarında kalıp da dilini muhafaza edebilmiş Dravidler olabilir), Orta Asya'dan değil. Harappa kültürü (medeniyet desek daha doğru olur) de Güney Asya kültürüdür, Orta Asya değil; zaten Harappa Medeniyeti'nin diğer adı İndus Vadisi Medeniyeti'dir.

      Orta Asya'da dilini bildiğimiz en eski halklar Hint-Avrupa dilleri konuşan halklardır. Bu sen istemesen de böyledir. Yapacak birşey yok. Bunu söylemenin Hint-Avrupacılıkla da, "Batılılık"la da alakası yok; ilmi malumatlar bize bunu söylüyor.