Kime sorarsan sor, “dil iletişim aracıdır” diyecektir. Oysa
bu, işin yarısı. Öbür yarısını mesela Tevrat yazarı gayet net kavramış, dil
konusunu ilk önce Babil Kulesi ile birlikte anmış. Allah insanlara dili niye verdi?
Birbirleriyle konuşamasınlar diye verdi.
Anadilin senin yakın çevrendeki insanlarla anlaşma
aracındır. Aynı zamanda, insanlar aleminin yüzde doksan dokuz küsuruyla anlaşamama aracındır. Meksika kedileri
Çin kedileriyle iyi kötü anlaşırlar, ama Meksika insanları Çin insanlarıyla
anlaşamazlar, çünkü arada dil engeli vardır. Dilin bu ikili işlevini anlamadan
dilin yapısı ve evrimi hakkında doğru dürüst bir fikir edinemezsin,
Wittgenstein Abi gibi bir sürü boş laf arasında dolanır durursun.
Düşün mesela, Türkçedeki ses uyumu gibi, dili ufakken
öğrenenlerin dünyanın en doğal şeyiymiş gibi benimsediği, ama 20-25 yaşından
sonra öğrenenlerin hayat boyu asla alışamadıkları bir sistem niye var?
Almancada neden isimler dişi, erkek ve nötr, ve neden her birinin artikeli ayrı
telden çalar? Swahili dilinde neden 18 isim kategorisi var ve her biri ayrı tip çoğul yapar? Tek maksat iletişim olsa böyle olur muydu? Asıl amaç yabancıyı
dışlamak (ya da kolayca teşhis etmek) olmasın sakın?
Her dil, olağanüstü karmaşık ve çok katmanlı bir kodlar
sistemi barındırır. Misal: ip ipi, sap sapı, çöp çöpü, ama kap kabı. İstersen kusursuza
yakın konuş, bunda hata yaptın mı dili bilmediğine hükmedilir. Kalın k’yı
damağın fazla arkasından söylersen cahil olduğun ya da Adanalı olduğun
anlaşılır, ama fazla önden söylersen bu sefer TRT özentisi monşer olmakla
suçlanabilirsin. Havalı kızlar şu kelimeyi öyle değil böyle söyler, söylemeyene
çok pis gülerler. (Her zaman öyleymiş: Catullus, carmen 83, /k/ yerine /kh/
diyen Suriye valisini atası köle diye aşağılar: chommoda dicebat, si quando commoda uellet.)
Bu yüzden Esperanto gibi “rasyonel” bir yapay dil oluşturma çabaları her zaman hüsranla sonuçlanmıştır. Bu yüzden doğal diller sürekli olarak değişir/evrilir, çünkü o dili konuşan her sosyal grup, sürekli olarak, taklidi zor birtakım dil kodları ve alt-kodları oluşturmakla meşguldür. Bu yüzden bir emperyal dil kazara dünyaya hakim olsa bile, o dilin lehçeleri ve şubeleri kısa zamanda apayrı diller gibi birbirinden ayrışacaktır.
(31 Ekim ilave)
Yazıya itiraz eden okurlardan birkaçı dile teleolojik bir işlev yüklemenin yanlış olduğunu, burada adeta komplo teorisi yapıldığını savundular. Bir yorumcu eleştiriyi şöyle dile getirdi:
Bu görüşe hak verdim. Evet, mikro düzeydeki mutasyonların sorumlularının daima dışlayıcı (ya da topluluk-oluşturucu diyelim) bir psikoloji ile hareket ettiklerini söyleyebiliriz. Düşün: Bir insan neden egzotik (recherché) kelimeler kullanır? Neden birtakım ekstra-rafine dil kurallarını öğrenmeye can atar? Neden aksanını belli normlara uydurmaya gayret eder? Hemen her zaman "bizden olanlar bunu anlar, öbürleri zaten yaramaz" mantığı bir düzeyde aktiftir. Sanırım dil evriminin asıl motoru da bu psikolojik güdü olmalı.
"Dışlamak" deyince sanki kötü bir şeymiş gibi duruyor. "Community formation" desen herkes tasvip eder. Aynı şey halbuki. Birilerini dışlamadan birilerini içleyemezsin.
Yazıya itiraz eden okurlardan birkaçı dile teleolojik bir işlev yüklemenin yanlış olduğunu, burada adeta komplo teorisi yapıldığını savundular. Bir yorumcu eleştiriyi şöyle dile getirdi:
Aynen genetikte olduğu gibi dilin evriminde de yeni bir dilden bahsedebilmek için çok küçük mutasyonların uzun zamanda birikmesi gerekiyor. Bu sürece iradeyi veya bir amacı yüklemek için ya bir üst akıla (Türkçenin dışlayıcı tanrısına?) ya da mikro düzeydeki mutasyonların sorumlularının bunu yaparken en azından bilinçaltlarında bu amaca yöneldiklerine inanmak gerekirdi.
Bu görüşe hak verdim. Evet, mikro düzeydeki mutasyonların sorumlularının daima dışlayıcı (ya da topluluk-oluşturucu diyelim) bir psikoloji ile hareket ettiklerini söyleyebiliriz. Düşün: Bir insan neden egzotik (recherché) kelimeler kullanır? Neden birtakım ekstra-rafine dil kurallarını öğrenmeye can atar? Neden aksanını belli normlara uydurmaya gayret eder? Hemen her zaman "bizden olanlar bunu anlar, öbürleri zaten yaramaz" mantığı bir düzeyde aktiftir. Sanırım dil evriminin asıl motoru da bu psikolojik güdü olmalı.
"Dışlamak" deyince sanki kötü bir şeymiş gibi duruyor. "Community formation" desen herkes tasvip eder. Aynı şey halbuki. Birilerini dışlamadan birilerini içleyemezsin.
Asıl amaç yabancıyı dışlamak (ya da kolayca teşhis etmek) olmasın sakın?
ReplyDeleteİnsan yapısı bir teknoloji olduğu için, bu teknolojinin barındırdığı kusurları bir tür komplo olarak ortaya sunmamak lazım gibi geliyor.
Niye kusur? Niye komplo? Kusur değil, önemli bir işlev.
DeleteEsperanto da nasipse sınıfsız topluma mı kalıyor? O vakte kadar aksanlı Ingilizcelerimize ağır kitaplardan damıtılmış fiyakalı ifadeler ekleyerek anadillilerin arasında yer açmak için mücadeleye devam!
DeleteBiz burada 72 millet Ingilizce ile pek guzel anlasiyoruz...
ReplyDeleteBiz de. Ama İngilizce şîvemizle değişik toplulukları içleyerek veyâ dışlayarak, veyâ şîvemizi değiştirip onlar tarafından içlenmeye çalışarak, veyâ onların dışında, altında, veyâ üstüne olduğumuzu hissetirerek.
DeleteYavrum dil olmasada olur,anlaşmanın bin yolu var.
ReplyDeleteSon paragraf için örnek... bakınız: latince.. oğluma, ispanyolca, portekizce, fransızca, italyanca arasındaki ilişkiyi, benzerlikleri ve farklılıkları şöyle bir örnekle anlatmıştım.
ReplyDeleteFarzet ki; günümüzden 1000 yıl geçmiş ve ege lehçesi, "muğlaca" adında bir dil haline gelmiş. laz şivesi de "trabzonca"... trakya şivesi ise, "edirnece"...tabii; zamanla her dil (şive) için başka başka kelimeler ve söyleyişler türemiş ama nihayetinde bakarsan hepsi türkçeden doğmuş.
işte, latinceden türeyen diller olan ispanyolca, italyanca, fransızca, portekizce (ve galiba romence) de durum aynen böyle...
iyi anlatabilmiş miyim?
(yeri gelmişken sorayım. Latincede de artikel var mıydı? varsa neydi?)
Bence komplike şeyler öğretmeden önce, Trabzon'un şivesinin Laz şivesi olmadığını öğrenmelisin.
Deletebiliyorum elbette ama teşbihte de hata olmuyor... onu da biliyorum. siz de bunu öğrenseniz... benim olayımda maksat hasıl olmuştu. ötesi laf-ı güzaf...
DeleteSorumu tekrarlayayım. belki bir ara yazı konusu edersiniz. Latince kökenli dillerdeki, (herhalde arapçadan gelen) el-il-le gibi artikellerin dile giriş macerası nasıl olmuştu ki...
DeleteBir de Mustafaların dünyevi olanının mali durumu? ama öldüğündeki ve iktidardaki dönem değil, öncesi... misal; bir geminin malına yatırım yaptığı doğru mu? gemi batmış, o da sermayeyi kediye yüklemiş. peki, bu doğru mu? ya çıkardığı gazeteyi nasıl finanse etti. maaşı ne kadardı. artık dışarda olduğunuza göre araştırmak zor olmasa gerek... por favor...
latincede artikel yok. ondan türeyen dillerdekiler bu, şu, o anlamına gelen kelimelerin evrilmesiyle oluşmuş. arapçayla alakası yok.
DeleteBu verdiğiniz bilgiden emin misiniz? Bana pek ihtimal dahilinde gelmedi. İtalyancadaki bu anlamına gelen "questo" veya onu, ona gibi anlamlara gelen "li-lo" ve benzeri kelimelerin kullanımını gözönüne alınca bu evrim biraz ters olmuş gibi geliyor bana... Bilginin kaynağını öğrenebilir miyim?
DeleteYukarıda adsızın dediği gibi, Latincede artikel yoktu. Ondan türemiş dillerde ise "ille" (dişil "illa"), yani "o","şu", tarif artikeli olarak kullanılmaya başladı. İspanyolca "el", İtalyanca "il", Fransızca "le" hepsi bunun türevleridir. Örnek:
DeleteDördüncü yüzyıl, Hieronymos, Vulgata, Tobit 3:24:
In illo tempore exauditae sunt preces amborum in conspectu gloriae summi Dei.
At that time (o zamanda) the prayers of them both were heard in the sight of the glory of the most high God.
Strine...
ReplyDeleteBir iş seyahati için Melbourne'e gitmiştim. Birden şunu farkettim: Avustralya'lı muhataplarımız bizimle konuşurken İngilizce'lerini gayet iyi anlıyordum, fakat kendi aralarında konuşurlarken tek kelime anlamıyordum. Konuştukları İngilizce'ye çok benziyordu, ama sanki farklı bir Dil'di. Sonradan öğrendim ki bu gerçekten farklı bir dil, Strine imiş. Strine'ın Australian karşılığı olduğunu söyleyeyim de, siz anlayın artık zavallı İngilizce'nin yad ellerde ne hale geldiğini!
Roy Rappaport, Ritual and Religion in the Making of Humanity'de Turner'dan da beslenerek çok eğlenceli tespitlerde bulunuyor dil üzerine. Ritüel aracılığıyla iletişimin binary şeklinde gerçekleştiği ve dilin ortaya çıkışının getirdiği temel değişikliğin yalanı ve alternatifi mümkün kılmak olduğu yönündeki tespitlerini oldukça keyifli bulmuştum. Örneğin bazı topluluklarda erkek çocuk sünnet ritüeli sonrasında erkek haline gelir, bu ritüel sonucu çocuk bir erkek olarak ilan edilmez, ritüel çocuğun erkek olduğunu söylemez, çocuğu erkek yapar. Ritüelde yalan mümkün değildir, çocuğun sonra çıkıp ben aslında erkek değilim yalnızca sizi kandırmak için sünnet oldum demesinin topluluğun diğer üyeleri açısından bir anlamı da yoktur. Öyle şeyler yani, okumadıysanız tavsiye ederim güzel bir hikayesi de vardır kitabın tamamlanışının.
ReplyDeleteHa-ha! Bakıyorum da artık karşı taraf daha konuşmadan cevabı yapıştırıyorsunuz :)
ReplyDeletehttp://t24.com.tr/haber/tdk-baskani-kacalin-sosyal-medyadaki-bozuk-turkce-kullanimi-psikoloji-sorunu,473299
Tevrat yazarı derken Yargıçlar Kitabı 12:5-6'ya gönderme var galiba. Sevan Abi, bununla ilgili teknoloji camiasindan söyle bir asist yapayım size: http://nautil.us/issue/52/the-hive/is-tribalism-a-natural-malfunction
ReplyDeleteİlacın amacı tedavi etmektir. Ama herkesi tedavi etmez. Her dozu da iyi gelmez. Bütün bu aksi yönlerine bakıp, onun, sadece tedavi değil, öldürme amacı da güdülerek yapıldığını iddia etmek, yanlış olur. Yanlışlığı, "ilaç" olarak üretilen bir şeye, öldürmeye neden oluyor diye "zehir" anlamı vermek. Bu mantıksal bir hata... Bir insan hastalığını tedavi etmek için kullanılan bir ilacın, bir böceği öldürdüğü tespit edilirse, o ilaç artık iki amaç için kullanılır ve dolayısıyla bu iki amaç için üretilir. Böcek öldürmek için alan ve bu müşteri için üreten kişiler için o bir ilaç değil, zehirdir. Yazıda iki önemli unsurun birbirine karıştırıldığını görüyorum. "Dil" ve "anlaşmak". Dil anlaşmak içindir fakat anlaşmayı sağlayan tek şey dil değildir. Konu ele alınırken, tam bu noktada ciddi bir "anlam kayması" yaşanmış. Dildeki "seviyorum" ve "sevmiyorum" kelimeleri aynı amaca yani anlaşmaya hizmet edebilmek için vardır. Ama buradaki "anlaşma" kavramı, anlaşılmakla alakalıdır; kabul edilmekle değil. "Sevmiyorum" kelimesi, bir tür uyuşmazlık, anlaşmazlık içinde olunduğunu ifade etmek için kullanılmaktadır. Ama bu anlaşmazlık hali ile, dilin var edilmesiyle ortadan kalkması amaçlanan anlaşmazlık hali arasında fark vardır.
ReplyDeleteBu yorumda yarım yamalak toparlanmış derida ve witgenştayyn fikirlerine katılıyorum. Yukarıdaki asıl yazı da farklı bir fikir olmuş üzerine daha çok düşünebilirim
DeleteBahane arıyordum bu argümanla bahanemi buldum.Demek ki ben aptal değilim onlar öğrenmemi istemiyorlar! ))
ReplyDeleteGeçmiş çağlarda iletişim yaygın olsaydı bu bahsettiğiniz doğal gelişim kesinlikle farklı olurdu. Fazla komplocu bir yaklaşım olmuş sizinki. Görün bakın, internetle ile birlikte bundan 1.000 (veya 10.000) sene sonra diller daha da mı ayrışacak, yoksa aynı mı?
ReplyDeleteHocam iyi de bu ayrışma bir amaç mıdır, yoksa işlev mi? Dilin böyle bir özelliğinin olması dilin var olma amacını "ayrışma" yapar mı? Bana kalırsa buradaki sorun dillerin evrimi ve insanların bu evrimi nasıl yorumladığı ile ilgili.
ReplyDeleteYani hiçbir toplum isteyerek "haydi kendimizi diğerlerinden ayıralım" kafasında yeni bir sistem kurmaz. Bu değişimlerin sebebi zaten belli; coğrafya, iletişim kopukluğu, literatür vs... Üstelik teknolojinin bu evrimi durdurduğunu, hatta biraz tersine çevirmeye başladığını bile söyleyebilirim. Reddit, 9GAG, 4chan gibi boş beleş muhabbetlerin bayağı döndüğü platformlarda bir ay takılırsanız neden böyle düşündüğümü anlayabilirsiniz.
Sevan Bey, muhtemelen haberdarsınızdır ama yine de değineyim istedim; Umberto Eco, Avrupa Kültüründe Kusursuz Dil Arayışı kitabında başta Babil Kulesi olmak üzre aynı bahse dair çok güzel ve keyifli şeyler anlatır. Kemal Atakay'ın kusursuz çevirisiyle yayımlanan bu kitabı ilgili herkese hararetle tavsiye ederim.
ReplyDeleteSaygılarımla,
Bekir Tarık
Wittgenstein abimiz farklı bir noktadaydı bence. Sizin yazınız dilin yabancılarla anlaşamama işlevi üzerine iken Wittgenstein aynı kültürü paylaşan insanların anadilde bile anlaşamadığını öne sürer: Ağaç dediğimde sizin aklınıza Samos'taki bir çam ağacı gelirken benim aklıma çınar ağacı gelmesi gibi. Önceden bu çok büyük sorun değildi tabii, iyi-kötü anlatmak yetiyordu ama felsefe yapmaya başladıkça bu yetersizleşti. Her filozof kitaplarının girişinde kendi "felsefe dilleri"'nin sözlüğünü vermeye başladı. Wittgenstein buna dikkat çekerek insanların dil ile hiçbir zaman tam olarak iletişim kuramayacaklarını, şimdiye kadar yapılmış tüm felsefenin laf salatasından ibaret olduğunu iddia etti, ki bence haklı da olabilir.
ReplyDeleteDiğer taraftan dilin zorluklarının yabancıyı işaretleme amacı taşıdığını hiç düşünmemiştim, yine ufkumu açtınız Sevan bey, teşekkürler.
Sevan cok gercege uygun geldi yazdigin ve acaba is there a natural law for languages? a unified theory?
ReplyDeleteSevan Bey'in damdan düşer gibi sesli uyumu, artikel meselelerinden örnek vermesi çoğu insanda "yok artık mk!" tepkisi uyandırabilecek olsa da "çünkü o dili konuşan her sosyal grup, sürekli olarak, taklidi zor birtakım dil kodları ve alt-kodları oluşturmakla meşguldür" cümlesi meramını gayet iyi ifade etmiş. internet sözlüklerinde, sosyal medya mecralarında insanların ne kadar kolay jargonlar üretebildikleri, bu jargonu anlamayan insanın nasıl hemen "outsider" olarak mimlendiğini görmüyo muyuz hepimiz? Bu eğilimin üzerine coğrafi ayrışma ile bikaç yüzyıl koyarsan da...
ReplyDeleteKonuyu fazla basite indirgese de insanı düşündürten farklı bir bakış açısı olmuş.
ReplyDeleteGüzel tespit olmuş. Türk kedisi Meksika kedisi ile politika tartışmıyor ya anca birbirlerine sürtünüyor ortada bir anlaşma yok. Ben de meksikalı kızla tek kelime ispanyolca bilmeden yatakta gayet anlaşırım.
ReplyDeleteTürk kız ile Meksikalı kız bile anlaşabilirler - tabii tercihleri o yönde ise!
DeleteHer durumda dil lazım, di mi?
DeleteBana göre dil kişiler arasında yapılmış bir sözleşmedir. Ben bu nesneye "masa" diyeceğim sende de bu kelimeyi duyduğunda bu nesyei anla sözleşmesidir.
ReplyDeleteGenelde "doğal" olarak, farkında olmadan onu oluştururuz, bir karmaşa gibi gelişir ve sonra başımıza bela olur. Bazıları da insan eliyle önceden oluşturulup sonradan konuştukça "doğal" olarak gelişmeye devam ederler. Temeli yani grameri düzgün geliştirilmiş ise başımıza bela olmaz. Kişiyi bir iki ay gibi kısa bir sürede bugün lise sona gelen bir kişinin (6-8 yılda?) bir yabancı dili öğrendiği seviye getirir. Yapay dillerin başarılı olmaması genelde kelime haznelerini de kendileri oluşturmaya çalışmalarıdır. Dolayısı ile, kişinin bir saatte öğrenebileceği kolay bir gramerleri olmasına rağmen, kişinin bir de yeni bir kelime haznesi stoğunu öğrenmesi gerekir.
Gelelim Esperanto'ya. Evet bugün Esperanto İngilizcenin dünya yüzeyindeki rolünü alamamıştır, ama dil olarak şu anda 2 milyona yakın kişi tarafından kullanılmaktadır. Bu hesabın doğru olduğunu, Duolingo'da daha 2016'nın başında başlayan İngilizce'den Esperanto kursuna ve 2017'nin başında başlayan İspanyolca'dan Esperanto kursuna toplamda 1,4 milyon kadar kişinin kaydolduğunu, Wikipeediasında Türkçe wikipedianın makale sayısı kadar makalesi olduğunu, şu anda dünya yüzeyinde yaşayan 100 civarında anadili Esperanto olan kişinin olduğunu ve bunlardan birisinin George Soros olduğunu ve en az 10-15 tanesini benim bile bildiğimi vs gibi örneklerle destekleyebilirim.
Esperanto grameri 16 basit kurala dayanmakta ve 1-2 saat içinde öğrenilebilmekte. Kelime haznesi ise büyük kısmı Latin kökenli dillerin kelimelerinden alındığı için, en az bir yabancı dil bilen kişiye hiç yabancı gelmemektedir. Çocuklara ilk olarak bir sene Esperanto öğretildiğinde yabancı dil korkusunu yenerler ve yabancı dil öğrenme temelini kısa sürede alırlar. Ardından diğer dillere daha güçlü, hızlı ve başarılı şekilde geçerler.
Cenevre BM merkezi binasında ülke olmayan tek bir STK temsilcisi vardır o da UEA (Universala Esperanto Asocio) dur. Dil hakları konusundaki ülke temsilcilerinin toplantılarına müdahil olarak katılır ve fikrini beyan eder.
İngilizce bugün büyük bir diskriminasyon yaratmaktadır, anadili ingilizce olmayan kişilerin bilim, siyaset, kültür üretmeye çalıştıklarında herşeyi ingilizce olarak yapmaları gerekmektedir, dili öğrenmek için çalışmalardından harcadıkları uzun süreler gerekmektedir. Gene de uluslararası bir ortamda ana dili İngilizce olanlarla karşı karşıya geldiklerinde işe 1-0 yenik başlamaktadırlar. Ülkemizdebolca örnekler bulabilirsiniz. Yabancı dil eğitimine dünyada milyarlarca dolar harcanmakta ve bunlar İngilizce konuşan ülkelere gitmektedir. Sonra da geriye emperyalizm olarak geri dönmektedir. Siyaset olsun, savaş teknolojisi olsun, bilim olsun, kültür olsun her çeşit formda.
Brexit sonucunda AB'de İngilizce artık resmi dil değil ancak hala Brüksel'de İngilizce konuşulmakta, anında tercümanlar, ve çıkan kararların AB'deki her dile çevrilmesinde harcanan zaman, enerji ve para çok büyük rakkamlara gelmektedir. Üye ülkelerin yabancı dile yaptıkları yatırım ise başka büyük bir deliktir. HAlbuki bir iki yılk içerisinde Esperanto dilini öğrenip Brüksel'de tercümansız, zahmetsiz, masrafsız, gereksiz yere tercümeler yapmadan tartışıp karar alabilirler.
Esperanto uluslararası dil olması için geliştirilmiştir, sizin ana dilinizin yerine geçmesi için değil. Öğrenilmesi çok kolay ve tüm yukarıda yazdıklarımız için güçlü bir çözümdür. Ama direnç ve doğal-yapay tartışması saçmalığından, ve de ABD, İngiltere, Kanada vs gibi ana dil İngilizce olan ülkelerin ve dilbilimcilerin, ve de farkında olmadan bizlerin bile direncinden dolayı bu gerçekleşememektedir.
https://esperantoturkiye.wordpress.com/
Evet, ancak Esperanto "Latin" ağırlıklı bir dil, neden? Ben de meselâ "Ortaq" adında bir yapma dil geliştirdim, adından da anlaşılacağı üzere benim türettiğim bu dil de "Turkic" ağırlıklı bir dil. Tüm dünya bu "Ortaq" adlı dili kabul eder mi sizce? Elbette etmez, çünkü Turkic kökenli, işte ben de aynı nedenlerle Esperanto'yu kabul etmem şahsen :)
DeleteKöñül, jerjüzündegi bütün kişilerniñ Ortaq tili aytışmasını isler, biraq bu iş qıyındır :)
Kabul edebilir, önemli olan amacı ve kolay ve hızlı öğrenilebilir olması. Esperanto konusunda bir yanılgı var galiba. Herkes dilinden vazgeçip artık Esperanto konuşacak değil. Sizinki ise bir çeşit "ortak" dile benziyor yani belki tüm Türk dili kullanan milletlerin kendi dil sürümleri yerine kullanacakları daha "ortak" bir dil.
DeleteEsperanto hiç bir dilin yerine geçmeye çalışmıyor. Uluslararası arenada bir zamanlar Fransızca'nın şimdilerde İngilizce'nin yerine geçecek bir dil. Yani artık İngilizce öğrenerek her tür emperyalizme maruz kalmadan uluslararası iletişimde kullanılacak bir dil.
İngilizce konusunda son zamanlarda bir çılgınlık sözkonusu. Hollanda da bunun başını çekiyor gibi. Okullarında Dutch dili aleyhine İngilizce diline ağırlık vermeye başlamışlar. Mesela en son okuduğum bir haberde Universitede bir konuşma yapması için davet edilen birisinin (sanırım yazar), konuşmasını Dutch dilinde yapmayı kabul etmemesi İngilizce dilinde yapmayı istemesi.
Bu açıdan bakınca yazdıklarınız doğru. Esperanto ile bir ara ilgilenmiştim, zaten "Ortaq" adlı dili türetmemde de Esperanto'dan esinlendim. Ancak "Ortaq" adlı yapma dil, dediğiniz gibi daha çok Turkic dilli kişiler için bir tür ortak dil gibi, evet.
DeleteEsperanto keşke dediğiniz gibi uluslararası iletişim dili olsa İngilizce yerine. Esperanto İngilizceden çok daha kolay ve İngilizceden çok daha mantıklı/düzenli bir dil.
Andrea Moro - Impossible Languages
ReplyDeleteBabil'in sınırlarıyla ilgili çok ilginç bir kitap. Türkçeye çevirdim. Yakın zamanda yayınlanacaktır.
This comment has been removed by the author.
ReplyDelete"Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir." - Mevlânâ
ReplyDeleteBiraz düzeltelim;
Aynı dili konuşanlar (aynı "ulus"a, "din"e, "mezheb"e, "ideoloji"ye vb. mensup olanlar) değil, aynı sınıfsal ve sosyo-ekonomik çıkarları paylaşanlar anlaşabilir.
Ki eşyanın tabiatı gereği onlardan başkalarıyla da anlaşamazlar zaten.
"Aynen genetikte olduğu gibi dilin evriminde de yeni bir dilden bahsedebilmek için çok küçük mutasyonların uzun zamanda birikmesi gerekiyor. Bu sürece iradeyi veya bir amacı yüklemek için ya bir üst akıla (Türkçenin dışlayıcı tanrısına?) ya da mikro düzeydeki mutasyonların sorumlularının bunu yaparken en azından bilinçaltlarında bu amaca yöneldiklerine inanmak gerekirdi."
ReplyDeleteamaç güden varlıklar olan insanların değiştirdiği-dönüştürdüğü dildeki değişikliklerle tanımları gereği rasgele ve amaçsız olan genetik mutasyonlar arasında gerekçelendirilmemiş bir analoji.
Velev ki öyle olsun. Hangi mutasyonların gelecek kuşaklara aktarılacağını koşullar belirler. Sevan'ın bahsettiği dışlama eğilimini mutasyonların nedeni olarak değil dışlayıcı mutasyonları kollayan bir koşul olarak alırsın, aynı kapıya çıkar. Tıpkı çocuklara anlatılan masallarda yoğun ödipal temalar bulunması gibi. Anneleri-babaları Freudcu oldukları için uydurmadılar o masalları ama ödipal temalı masallar daha çok ilgi çekti ve bugüne geldi.
Eyyorlamam bu kadar.
This comment has been removed by the author.
ReplyDeleteSevan Beyciğim, Türkçe kökenli kelimeler r harfi ile başlamaz şeklinde çok sık bahsedilen ama açıkçası bilimselliği konusunda hiçbir fikrimin olmadığı konu hakkında sizden bilgi ve mümkünse kaynak rica edeceğim
ReplyDeleteTürkçede "r" sesi vardır, ancak sözcük başında bulunmaz, yani öz Türkçe sözcüklerde bu ses başa gelmez, ancak ortaya ve sona gelir, meselâ "var" öz Türkçe bir sözcüktür, bakınız sonunda "r" var, ya da "yargı" sözcüğünde görüldüğü gibi ortaya da gelebilir fakat başa gelmiyor, dilin yapısıyla ilgili bir durum bu. Hatta, İstanbullulardan çok daha öz Türkçe konuşan yörükler, yabancı kökenli ve "r" ile başlayan sözcükleri söyleyemez, başa mutlaka bir sesli koyarlar > örüzgar, Irıza, İrecep, Iramazan gibi...
DeleteBu kafaya takılacak bir durum değil, sonuçta Türkçede "r" ses var. Mesela Çincede hiç "r" sesi yoktur, ne başta ne sonda, ne ortada. Ya da Japoncada "l" sesi hiç yoktur, ne başta, ne sonda, ne ortada. Yunancada "b" sesi yoktur, "ç" yoktur, "ş" yoktur, "ı", "ö", "ü" yoktur, ne başta, ne sonda, ne ortada... Bunlar ilgili dildeki bir "eksiklik" değildir, dilin yapısı ile ilgili...
Çincede r sesi vardır. Japoncada l sesi belli durumlarda var sadece. Yunancada b sesi vardır, Yunan alfabesinde m ve p seslerini gösteren harfler yan yana gelince b sesini verirler.
DeleteAlıntı:
ReplyDelete"Misal: ip ipi, sap sapı, çöp çöpü, ama kap kabı"
Bunun nedeni Proto Türkçedeki aslî uzun seslilerin yitimidir. Batı Oğuzcada, Proto Türkçeden gelen aslî uzun sesliler yittiklerinde, ardlarındaki sert sessizlerin yumuşamasına neden olmuşlardır. Örnek:
Proto Türkçe "at" (horse) /kısa a'lı/ > günümüzde hâlâ > "at"
Proto Türkçe "ât" (name) /uzun a'lı/ > günümüzde > "ad" (kısalan uzun ünlü, ardındaki sert sessizi yumuşattı)
Bunun nice örneği var Türkçede. İp > ipi, çünkü Proto Türkçede "ip" sözcüğü "kısa i" ile < "yip" biçimindeydi. Çöp ile sap sözcüklerindeki sesliler de "kısa". Ancak günümüzdeki "kap" sözcüğündeki "a" sesi Proto Türkçede "uzun"du < "kâp", bu nedenle yalınken "kab" biçiminde yazmasak da, ek aldığında eskiden uzun ünlülü olmasının bir kalıntısı/kanıtı olarak sert sessiz yumuşuyor > "kabı". Aslında "bence", bu gibi sözcükleri yalınken de "yumuşak sessizle" yazmalıyız, tıpkı "ad" yazdığımız gibi. Azerbaycan Türkçesinde öyle yapılır, meselâ "süd" yazarlar, "güc" yazarlar, çünkü bu sözcükler de Proto Türkçede "uzun ünlülü" idiler.
Bunların "sağlamalarını" yapmak da mümkündür. Diğer Türkî diller üzerinden sağlama yapılabilir. Mesela Türkmencede, kısalan ünlüler ardlarında bir "y" sesi türetmiştir, bu nedene Azerbaycan Türkçesinde "süd" olarak yazılan sözcük Türkmencede "süyt" biçimindedir. Yakutçada ise bzilerden sözcük başı /s-/'ler yiter, Proto Türkçedek uzun sesliler ise çiftesli olur, bu nedenle Yakutçada "üüt" (süt) demektir (egis "sekiz", emis "semiz", en "sen" vb.)
Yine Azerbaycan Türkçesindeki "güc"ün sağlamasını yapalım, Türkmencede "güyç", Yakutşaca "küüs" (Yakutçada bizlerdeki sonses /-ç/ler ve /-ş/ler = /-s/ olur > aas "ağaç", aas "aş
yemek"). Buradan anlıyoruz ki Proto Türkçede "güç" sözcüğü < *küüç biçimindeymiş, "uzun ü" ile.
İşte bu nedenle bizler yalınken "güç" olarak yazsak da, ek aldığında > gücü, güce olur.
Bunlara örnek çok, meselâ "kök" (root) > kökü, ancak "gök" (sky) > göğü, neden? Çünkü Proto Türkçede "köök", uzun ö ile. Bu nedenle Azericede "göy". Türkmencede "göyk" değil tabii, bizdeki gibi "gök" ancak ek alınca onlarda da yumuşuyor, gögüñ (göğün), gögercin (güvercin vb.)
Son bir örnek: dip > dibi. Proto Türkçe "tüüp" (dip, uzun ü ile), bu nedenle Azerice "dib", Türkmence "düyp".
Türkmencede de yazım sırasında uzun sesliler gösterilmez, ancak konuşma dilinde bütün uzun sesliler korunmuştur. Şurada vereceğim Türkmence sözlükten yararlanmak isteyenler bakabilirler, uzun sesliler iki nokta ile gösteriliyor, örneğin "gap", yani "kap" maddesinde sözcük "ga:p" biçiminde gösteriliyor, yani buradaki a "uzun" söyleniyor demek, "gaap" biçiminde.
Ene Dilim sözlüğü
=> https://enedilim.com/
Meselâ "gök" yazıp aratın, "gö:k" biçiminde, telaffuzu "uzun ö" ile gösteriliyor. Türkmence bilmeyenler ve öğrenmek isteyenler için küçük bir açıklama:
ä (açık e sesi, bizde de "seksen" derken, ikinci e'deki ses, birinci e kapalı, ikinci "e" açıktır, söyleyin bakın > "seksän", hah işte o ses)
ý (bizdeki "y" sesi)
ñ (geniz n'si)
ž (bizdek "j" sesi)
Türkmencede "j" harfi bizeki "c"dir, "y" harfi ise bizdeki "ı"dır. Yani Türkmence "Jan" (Can), "yşyk" (ışık) oluyor. Bence "y"nin "ı" olarak belirlenmesi göz yorucu ve pek hoş gözükmüyor, söz gelimi > "ýyldyz" bildiğimiz "yıldız", ancak görüntüsü pek güzel değil gibi...
Haydiñ esen galıñ...