Wednesday, July 17, 2013

Oruç ruhun gıdası

Arabistan’ı bilmem. Ama 57 senedir bu ülkede Müslümanlarla iyi kötü tanışıyorum, Türkiye’de Ramazan oruç ayı değildir, iftar ayıdır. Sevenler aç kaldıkları yahut nefislerini falan filan ettikleri için sevmezler, akşam oturacakları sofra hatırına severler. Bir de belki sabahın köründeki o rutin-sarsıcı uyanıştan hoşlanırlar, sanırım.
Yani dinin metafizik yahut itikat yönüyle değil, sosyalleşme yönüyle ilgili bir gelenektir. Sofrada aileyle, nineyle, belediye işçisiyle, başka türlü fırsat bulup görüşemediğin insanlarla bir araya gelirsin, ait hissedersin, ortak bir eziyeti çekmiş olmanın lezzetini paylaşırsın. İyi bir şeydir herhalde. Her toplumun böyle ritüelleri var. Her akşam aynı pub’a gitmek, yahut düğünlerde ve cenazelerde bir araya gelmek, ya da tuttuğun takımın maçına gitmek de buna benzer bir duygu olmalı. Toplumlar böyle varoluyor.
Ben huysuz bir adam olduğumdan çok sevmiyorum böyle şeyleri. Rasyonalize de ediyorum pabuç dilimle, bu ülkede kolektivizmin eksiği değil fazlası var, birey olmak/olabilmek daha önemli, boş ver sosyalleşmeye diye mantık kuruyorum. Ama tabii ki işin öbür yanını görebilecek kadar da kafam çalışıyor. Sosyalleşme lazım elbette. İyi bir şey. İnsanlara iyi geliyor.
*
Oruç nefse başkaldırıdır, yok efendim maddiyatı elinin tersiyle itmektir, ruhu arap sabunuyla yıkayıp paklamaktır gibisinden saçma sapan yazılar çıkıyor gazetelerde, onları ciddiye almakta zorlanıyorum. Maksat nefse hakim olmaksa bunun binbir yolu var, yetmiş milyon kişiyle beraber gündüz kendine eziyet edip akşam orjilere dalmak ilk akla gelecek yöntem değil. Nefsini zaptedeceksen her gün et, yahut ne bileyim, Perşembe günleri et, yahut arasıra git inzivaya çekil. Her şeyden önemlisi, ne edeceksen yalnız et ki yaptığının bir anlamı olsun, gerçekten kendinle ve iradenle ve vicdanınla başbaşa kalabilesin. 
Bencil güdülerini yenerek yapacağın her şey bu anlamda ibadettir, hayvani nefsine karşı başkaldırıdır. Keman çalmayı öğrenmek de öyledir (eğer maksadın pavyonda çalıp para kazanmak değilse), Kuzey Kutbunu keşfetmek de öyledir (eğer maksadın şan ü şereften öte bir şeyse), sokak çocuklarına barınak kurmak da öyledir (eğer amacın almak değil gerçekten vermek ise). Yetmiş milyonla beraber yapacağın şeyin ise bu anlamda ibadet olma ihtimali pek düşüktür. Sürüye uymaktan başka bir maksadın var mı diye bir düşün. Sürüye uymak, hayvani nefsin en temel güdülerinden biridir. Sürüye uymayı ibadet sayıyorsan, ne anladım ben öyle nefse başkaldırıdan?
Bir de şöyle düşün. Sabahtan akşama aç kalınca mı daha çok canın yanacak, yoksa oruç tutmayıp eşin dostun, nenenin teyzenin ayıplamasına maruz kalınca mı? Bu hesabı yapıyorsan, ki yapıyorsun, yaptığın şeye ibadet denmez, en adisinden menfaat hesabı denir. Nefsini zaptetmiyorsun: nefsinin kurduğu tuzağa düşüyorsun.
Eğer nefsini yenmek ibadetse, asıl abid kimdir ben size söyleyeyim. Ramazanda gidip Erzurum’un ortasında rakı içendir. Cüretini inancın ve hakikatin ışığı aydınlatır, kalabalıkların cılız kandili değil. İnandığı şey uğruna alemi hiçe sayan, rahatını hiçe sayan, acıyı ve ayıplamayı ve dayağı ve hatta ölümü göze alan odur, ötekiler değil.


Azizler ve ermişler onlardan çıkar. Ötekilerden değil.

No comments:

Post a Comment