Saturday, April 27, 2019

Şaman

Modern dillerde şaman sözcüğüne ilk kez Rus çarının elçisi Everard Isbrand’ın 1693-95’teki Çin seferi vesilesiyle rastlıyoruz. Yolculuğa katılan Alman araştırmacı Adam Brand’ın anlatısına göre elçilik heyeti Sibirya’da Yenisey nehrini geçtikten sonra savaşçı bir kavim olan Tunguzlarla tanışır. Tunguz kabilelerinde şaman adı verilen bir “büyücü yahut rahip” bulunur, demirden hayvan figürleriyle süslenmiş bir kıyafet giyer, davulla ağır bir hava vurmaya başladığında hazır bulunanlar dehşetli ağıt ve çığlıklarla ona eşlik ederler. 1698 basımı İngilizce çevirinin (A Journal of an Embassy from Muscovy to China by Land) sf. 50 ve devamını okuyalım:

Elçinin kendi notları yirmi yıl sonra Hollandalı Cornelius van Brujn’ün Asya seyahatnamesinin ekinde yayınlanacaktır (Voyage de Corneille le Brun par la Muscovie, en Perse, et aux Indes Orientales, Paris 1718). Brujn belli ki Isbrand’dan öğrendiği ‘şaman’ sözcüğünü benimsemiştir. Ural Dağlarının kuzeyinde yaşayan Samoyed’lerin rahiplerini ‘şaman’ olarak adlandırır, törenlerini tarif eder. Samoyed dilinde bu sözcük var mıdır? Yazar bu konuda bilgi vermez, ben de bulamadım. Görünen o ki, Tunguzcadan devşirilen kelime joker niteliği kazanmıştır.
Kavram ilgi çeker, çünkü Avrupa, yüzyıllardan sonra ilk kez, Avrasya kıtasında, beyaz veya beyazımsı ırklar arasında, “pagan” dini pratiklerle karşılaşmaktadır. Amerika, Afrika ve Okyanusya’nın “ilkelleri” tanıdıktır. Ama burada, Avrupa’nın yanında? Kolomb’dan bu yana iki yüz yılda oluşturulmuş ırk teorilerini baştan düşündürecek bir keşif!
J. Eberhard Fischer’in Sibirya Tarihi (Sibirische Geschichte von der Entdekkung Sibiriens bis auf die Eroberung dieses Lands durch die russische Waffen, St. Petersburg 1768) konuya geniş yer verir. Şaman töresi Sibirya ve çevresinde yaygındır, Budist olan Moğolların ve ata dinini sürdüren akrabaları Kalmukların da şamanları vardır. İngiliz William Tooke, 1780 basımı üç ciltlik View of the Russian Empire’ında ‘şamanizm’ terimini ortaya atar. 1804’te Benjamin Constant, genel anlamda “ilkel” kabile dinlerini tanımlamak için bu terimi kullanır. Constant'ın çabası sanırım Hıristiyan dogmasına istinat etmeyen 'nötr' bir terim seçmektir. Fakat ‘şamanizm’ esas olarak Rus imparatorluğunun önceleri ‘Tatar’, sonra ‘Turani’ adı verilen kavimlerine özgü bir kategori olarak kalır.
Avrupalılar için düne dek Kara Afrika kadar yabancı ve esrarlı olan o kıta, adım adım aydınlanır. 1850’de Finlandiyalı Alexander Castren ‘Altay Dilleri’ kavramını piyasaya sürer (De affixis personalibus linguarum altaicarum Dissertatio, Helsingfors 1850). Dört yıl sonra Oxford hocalarından Max Müller ‘Turan Dilleri’ deyimini tercih ederek modern Türkolojinin temellerini atar (The classification of the Turanian languages, London 1854). Turani kavimlerin kültürel karakteristikleri arasında ‘şamanizm’ vardır. Modern ırkçı teorinin kuluçkalandığı odaklardan Anthropological Review’nun 1865 sayılarında, ‘Tatar’ ırklarının kendi öz töreleri olan şamanizmi bırakıp komşu kültürlerin dinini nasıl benimsediği tartışılır.
Kavram kıta sınırlarını aşar. 1870’te çıkan Alaska and its Resources adlı kitabında William Dall, Eskimolar ve diğer Alaska yerlilerinin dini pratiklerini ‘şamanizm’ olarak tanımlar. O tarihte Alaska henüz Sibirya'nın parçası sayıldığı için bunda yadırganacak bir şey yoktur. Ancak kısa zamanda tüm Kuzey Amerika yerlilerinin Alaskalılara benzer dini gelenekleri olduğu fark edilir. Amerikan yerlileri acaba ‘Turani’ bir ırk mıdır?
1875’te Archibald Sayce antik Akad’ların dininin “tıpkı bugünkü Samoyedler ve Sibirya kavimleri gibi” şamanizm olduğuna karar verir. Aynı Sayce 50 küsur yıl sonra I. Türk Tarih Kongresinde Hititlerin ‘Turani bir kavim’ olduğu tezini ortaya atarak vatanperver Türk tarihçilerinin takdirini kazanacaktır.
*
Şaman kavramının gerçek kaynaklarına ilk işaret eden büyük şarkiyatçı Friedrich Neumann olabilir mi? Çinceden çevirdiği Budist keşişlerin ilmihalini Neumann 1831'de Cathechism of the Shamans adıyla yayınlar. En geç 1848’de, Amerikalı misyoner ve tarihçi Samuel W. Williams sözcüğün kaynağını tereddüde yer bırakmayacak şekilde açıklar. Williams’ın The Middle Kingdom’u (New York 1848) Çin tarihine ve kültürüne ilişkin Batıda o güne dek yayınlanmış en kapsamlı eserdir. Şaman sözcüğü Moğolcadır, Çincede de kullanılır. Moğolların – ve onlardan öğrenen Tibetlilerin – benimsediği Budizm ekolünde manastır keşişlerine şaman adı verilir. Dalay Lama’nın yolundan giden Budistler şamandır. Sözcüğün aslı Eski Hintçe śramaná श्रमण, “zahit, dünya nimetlerini terkeden kişi” demektir; Budist ve Jainist dervişlerin unvanıdır. Bir Hint dini olan Budizm Moğollara (ve onlardan önce Uygur Türklerine) Orta Asyalı Soğdlar vasıtasıyla ulaşmış, Budizmin muazzam dini literatürü Soğdca üzerinden bu dillere tercüme edilmiştir. Nitekim Soğdca şaman “Budist keşişi” demektir. Onlarca Soğdca dini metinde Hintçe śramaná karşılığı olarak kullanılır.
Bediüzzaman Ğarib’in Soğdca sözlüğüne bakıp teyit ediyoruz:
Demek ki şamanlık geleneği olmasa da şaman adı, kabile kültürünün değil, zengin bir yazı geleneğine sahip bir üst kültür dininin ürünüdür. Tunguzlar ismi Moğollardan öğrenmiştir. Her yerde ve her çağda olduğu gibi, dini kavramlar “üstün” sayılan bir yabancı kültürden ithal edilmiştir.
*
Soğdlarla Moğollar arasında bir yerde, Moğollardan önce Budist olan Uygur Türkleri şaman sözcüğünü kullanmış olabilirler mi? Kuvvetle olası görünüyor. Ancak eldeki Eski Uygurca metinlerin hiç birinde şaman bulamadım. Karahanlı ve Çağatay metinlerinde yok, Eski Kıpçakçada da yok, demek ki Türkçede böyle bir kelime yok. En erken Antuan Tıngır ve Krikor Sinapyan’ın 1892 tarihli Fransızca-Türkçe Istılahat Lugati’nde Fransızcadan çeviri olarak bulabildim.
“Chamanisme: Mezheb-i şamaniye, akvam-ı şamaniyenin mezhebi.”
Şemseddin Sami Bey’in 1905 tarihli Resimli Lugat-i Fransevi’sinde keza:

Tahmin ediyorum 1892’den hemen önceki yıllarda gündeme gelmiş olacak. Belki Necip Asım Bey’in Harbiye Mektebinde heyecan doğuran konferanslarında duyulmuştur. Ondan önce, Mustafa Celaleddin Paşa’nın 1869’da İstanbul’da Fransızca yayımladığı Les Turcs anciens et modernes’inde şamanizm geçer mi? Arayıp teyit etmek zor olmasa gerek; ne yazık ki kitabın online kopyasını bulamadım.
Türkiye’de Orta Asya Türklüğüne yönelik ilginin dönüm noktası, Fransız kültür tarihçisi Léon Cahun’ün 1896’da çıkan Introduction Générale à l'Histoire de l'Asie kitabıdır. Necip Asım’ın 1899’da çıkan çevirisi bir kuşağı derinden etkilemiş, Ziya Gökalp eski Türk tarihine ilişkin fikirlerini buradan devşirmiş, Atatürk kitabı okuyup notlar almıştır. Şamanizm konusunda ne demiş diye merak edip indirdim. Ummadığım kadar makul, dengeli, zihin açıcı bir eserle karşılaştım. Şaman sözcüğünü bir kez, o da başkasına atfen kullanmış; eski Türk dini kültürüne ilişkin akıllı şeyler söylemiş. Buyurun burada: https://archive.org/details/introductionlhi01cahugoog/
Cahun okumaya dalınca bu makale de böyle yarım kaldı. Kıssadan hisse? Bu seferlik olmasın.
    *
Daha sonra eklenen
Peki kıssadan hisse ekleyelim.
1. “İlkel”i yakalamak zannettiğinden zordur. En “ilkel” görünen toplumun dahi senin ve benim kadar tarihi vardır. Amazon'un cangılındaki çıplak kabilenin konuştuğu dil Portekizli Cizvitlerden öğrendikleri dil çıkarsa sakın şaşırma.
2. Orta Asya Türklüğüne dair bildiğin ve bildiğini zannettiğin her şey – şaman, Altay, Hun, Turan, ırk, Orhun, kızılderililer – Avrupalıların eseridir. Avrupa kültürünün kendine has perspektifi, ihtiyaçları, önyargıları ile renklenmiştir. Hiçbir bilgi, bilginin oluşma sürecinden bağımsız düşünülemez.
3. Bilgi, kozmopolit iklimlerde ürer. Danimarkalı adam Rus çarının elçisi olmuş. Hollandalı adam Fransızca yazmış. Alman adam Petersburg’da Rus tarihi yayınlamış. Finli adam Altay dillerini keşfetmiş. Alman adam Oxford’da hoca olmuş. Amerikalı misyoner Çin tarihini dünyaya öğretmiş. İki Ermeni Türkçenin terimler sözcüğünü yazmış. Polonyalı Borzecki Mustafa Celaleddin olup Fransızca kitap yazmış, Türklere Türkçülük öğretmiş. Fransalı Yahudi Ziya Gökalp’le Atatük’e Türk tarihi öğretmiş.
"Yerli ve milli"den bir halt olmaz.

13 comments:

  1. Bilim ve Edebi eserlerin yazıldığı vede bu topraklar da 1300 lere kadar resmiyetini korumuş olup pahada da vede yükte de ağır olan Yunanca ve Ermenice, bundan 1000 yıl evvel yaşamış olan Anadolu nun bozkır zencisi Çomarları na hep ağır gelmiştir. Ataları bundan dolayı su akmış yatağını bulmuş misali Ermenice ve Yunancayı terk etmiş vede maalesef ki sadece sadece vahşi üsluplar için kullanılan Türkçeyi seçmişlerdir.

    Velhasıl kurakların,çorakların vede bozkırların boş uluması olan Türkçeye de yazık olmuş, bu toplulukların eline düşünce oda kendini ilerletememiş,
    Lisan İnsan da, İnsan Lisan da yaşar ! demişler

    Teşekkürler Üstat Nişanyan

    ReplyDelete
  2. uygur ve kazaklarda şaman değil, kam veya kaman da değil, bahşi veya bakşi olarak geçer. o yüzden bulamamış olabilir misiniz?

    ReplyDelete
    Replies
    1. Bakşi sözcüğü Türkçe değildir, Çince kökenlidir. Eski Türk inancındaki ruhlarla iletişim kuran kişilere "kam" denir. Buradan hareketle eski Türk inancına da "şamanizm" değil "kamcılık" denmelidir.

      Delete
  3. ""Orta Asya Türklüğüne dair bildiğin ve bildiğini zannettiğin her şey – şaman, Altay, Hun, Turan, ırk, Orhun, kızılderililer – Avrupalıların eseridir. Avrupa kültürünün kendine has perspektifi, ihtiyaçları, önyargıları ile renklenmiştir. Hiçbir bilgi, bilginin oluşma sürecinden bağımsız düşünülemez.""... S-Nişanyan)

    Ne kadar da doğru bir tespit ! elbette bu bir çok şeyde geçerli fakat Anadolu için anlatılmaya çalışılan Türklük masalın da daha bir fazla doğruluk payına sahip.

    Örneğin; Orta Asya anlatılarında ki İranlı kavimler ile Türki kavimleri ve hatta diğer ulusların anlatımı tamamen batının gözü ile görmekten mütevellit, hepsini bir kavim zannetme ve hatta hepsini Türk diye adlandırma hatalarına bile yol açtı. belkide bu hatalara bilinçli düşüldü. Bu da uzaklardan gelen kaynak vede anlatımın etkisi işte!

    Ve yine belli ki Türkçülük üstüne sözde düşünmüş olan düşünürler de hem batılı kaynakları tarayıp ilk defa bir şeyler öğrenmişler, hem de kendi yalanlarını ve hayal alemlerini aksettirmişler.

    İşin garip ve sözde vede özde yanı ise, hoşlanmadıkları gerçekleri Hint-Avrupa Etnosentrizmi diyerek komik şekilde reddetmişler.

    ReplyDelete
  4. Şaman kavramının gerçek kaynaklarına ilk işaret eden büyük şarkiyatçı Friedrich Neumann olabilir mi? Çinceden çevirdiği Budist keşişlerin ilmihaline Neumann Cathechism of the Shamans (Londra 1831) adını verir. En geç 1848’de, Amerikalı Samuel W. Williams sözcüğün kaynağını tereddüde yer bırakmayacak şekilde açıklar. Williams’ın The Middle Kingdom’u (New York 1848) Çin tarihine ve kültürüne ilişkin Batıda o güne dek yayınlanmış en kapsamlı eserdir. Yazara göre şaman sözcüğü Moğolcadır. Moğolların – ve onlardan öğrenen Tibet’in – benimsediği Budizm ekolünde manastır keşişlerine şaman adı verilir. Dalay Lama’nın yolundan giden Budistler şamandır. Sözcüğün aslı Eski Hintçe śramaná “zahit, dünya nimetlerini terkeden kişi” demektir; Budist ve Jainist dervişlerin unvanıdır. Bir Hint dini olan Budizm Moğollara (ve onlardan önce Uygur Türklerine) Orta Asyalı Soğdlar vasıtasıyla ulaşmış, Budizmin muazzam dini literatürü Soğdca üzerinden bu dillere tercüme edilmiştir. Nitekim Soğdca şaman “Budist keşişi” demektir. Onlarca Soğdca dini metinde Hintçe śramaná श्रमण karşılığı olarak kullanılır.

    10. yy'da yaşamış en-Nedim'in el-Fihrist'inde Şamaniye kelimesi Budizm manasında kullanılmış zaten.

    ReplyDelete
  5. https://www.academia.edu/35473868/MUSLIM_SCHOLARSHIP_IN_COMPARATIVE_RELIGION_IN_IBN_NADIM_AL-FIHRIST

    ReplyDelete
  6. Necip Asım Fransa'da Société Asiatique üyeliğine seçilmiş, 1890larda Amerika'da ödüller almış. Dikkate değer bir şahsiyet.

    ReplyDelete
  7. "Şaman"ı nasıl okumak doğru olur? İlk 'a'sını "şamil" der gibi uzatarak mı, "tabak" der gibi kısa tutarak mı?

    ReplyDelete
  8. Mantıklı bir yaklaşımla: yerli ve milli unsur bir memleket için yağ ve protein gibidir, yerlileşen ve millileşen unsur karbonhidrat gibi (ATP), özde ve dilde yabancı kalmakta devam eden sadık her unsur ise bir çeşit vitamin... Dolayısıyla Nişanyan kaleminden çıkanlar entelektüeller için en iyi ihtimalle disiplinli ve güçlü birer enerji içeceği ama bünyeyi ve dimağı sürekli beslemez. Doğru bilgi üretimi kozmopolit çevrelerde gerçekleşir fakat yazının sonunda verilen misallerde görüldüğü gibi (Alman, Hollandalı, İsveçli, Fransız...) bu iklim en son Antik Yunan ve Roma toprakları üzerindeki nasyonel toplumların aydınlanmasıyla oluşmuş. Ondan önce de tarih; Türkistan, Endülüs, Ceziretü'l-Arab, Çin, Hint, Mısır, Mezopotamya gibi muhtelif zeminlerde uyanan uygarlıklara şahit oldu. Günümüz bilgi ve enformasyon çağı olduğu ve araçlar da elimizin altında bulunduğu  ve dahi fikirler artık hiçbir zümrenin tekelinde bulunmadığı ve görüldüğü üzere her nevi düşünce rahatça ifade imkanı bulabildiği için dışarı ve yabancı kompleksine düşmeden kendi basit ikliminizde istediğiniz şartlarda mikroklima oluşturabilmeniz mümkün. Böylece öz ikliminizde yerli ve milli zekalara iyi cins aşılar ve takviyeler yapmak şartıyla arzulanan besin değerinde hemen her mahsulü yetiştirebilirsiniz. Bittabi et ve sütle beslenmeye alışanlar avokadoyu yadırgayacak, hele ki derdi ekmek ve su bulmak olanlara pasta teklif edilirse sebeb-i niza olacaktır. Kabul edilmeli ki afrodizyak etkili avokado ve sütten arındırılmış krem şanti ülkemizde sonu faşizm demek olan heterodoks elitizmin iki elinde tuttuğu cazibeli armağanlardır ve fakat ortodoks sevadın ilacı bunlar değildir. Selam ve sevgiyle...

    ReplyDelete
  9. Demem o ki yerli ve milli oluş bir zemindir ki tarihte gücü ve zenginliği simgeleyen en kozmopolit saraylarla mabetler o zeminde yükseldiği gibi modern toplumların beyni sayılan evrensel(!) üniversiteler de o zeminde teşekkül etmemiş midir? Topkapı Sarayı ne kadar Türk idiyse geç kalmış Darülfünun da o kadar Türk değil midir? Herhalde Oksford ne derece İngilizse, Sorbon o ölçüde Fransız ve Yale o mertebe Amerikalıdır ve bunlar kendi iklimlerinde asırlar içinde olgunlaşmış milli inkılaplardır. Robert Kolejin başarılı bir marka oluşunun sırrı elbette ecnebi mektebi olmasında değil uzun soluklu bir inkılabın mektebi olmasındadır. Bu mektebi bitiren zeki ve başarılı çocukların büyüdüklerinde bu ülkenin siyasi yahut kültürel kaderini tayin etmiş olması da bunların bir yabancı dilde yabancı eğitimi almalarından değil imkanın, bilginin ve formasyonun gücüne sahip olmalarındandır. Öyleyse bu memleketin problemi, hakiki Türk inkılabının bir türlü gerçekleşmemesinden dolayı içinde soluk alıp verdiğimiz yerli atmosferin zamanla oksijensiz kalışı ve köklü-çaplı reformlardan yoksunluk sebebiyle milli ekolojinin oldukça kirlenmesi olmasın. Şu halde NŞA oluşmadığından ayrışık, müstakil, birbirine yabancı fikir ve duygular kimyasal reaksiyona giremeyerek terkibe katılamamakta ve havadaki serbest elementler yakıcı ve yıkıcı doğaları gereği maalesef birer zararlı madde olarak ortamı zehirleyebilmektedir. Yoksa tabiatta salt gereksiz-yararsız hiçbir nesne bulunmadığı gibi İslam milletinde de müslim, gayrımüslim her topluluğun yeri ve değeri, tevhit çerçevesinde küfür ve şirk dışında her rengin kıymeti ve lüzumu vardır. Küfür ve şirk ise bilindiği gibi sonsuz güzel isimlere sahip olması gereken tanrının sonsuz hükümranlığını inkar etmek olduğu için en büyük cinayet ve yıkım sayılmış, tevhide aykırı her düşünce evrenin atomları kadar muhali barındırdığı, sonsuz hukuku çiğnediği ve sonsuz bir yokluk ve karanlığı öngördüğünden ötürü bizzat tanrı tarafından kendi kelamında en çok üzerinde durulan, şiddetle ve tekrarla uyarılarda bulunulan bir ihanet ve hatta tanrıya savaş açma sayılmıştır. Adeta tanrının tarih boyu bunca peygamber ve kitap göndermesinin yegane sebebi, kendi makul ve elzem varlığından çok sıkça unutulan birliğini ve tekliğini tayin ve tesbit etmektir. Hatta bu yüzden olacak ki uluhiyetinin sonsuz büyüklüğü ile orantılı olarak kendisine ortak koşanları (Kuran terminolojisinde kelime anlamı 'hakikat örtücü' olan kafirleri) ebedi azaba (=cehennem) müstahak olmakla yargılamıştır. Kutsal kitap hakkında adil ve objektif olmayacak biçimde karamsar ve tehditkar bir resim çizmemek adına, Kuran'da af, mağfiret (=bağışlama), rahmet, merhamet ve ebedi kurtuluşun (=cennet) çok fazla zikredildiğini, onun varlığına ve birliğine inananların, onun şeriksiz hakimiyetini tasdik edenlerin cömertçe ve defalarca müjdelendiğini de hatırlatalım. Selam ve sevgiyle...

    ReplyDelete
  10. Hiçbir bilgi, bilginin oluşma sürecinden bağımsız düşünülemez." Ne guzel buyurmussun yine dear zarathustra... (Anadolu taşrasinda Bilgi sosyolojisi dersi veren biri...:)

    ReplyDelete
  11. Türkçede "şaman" diye bir sözcük yoktur, hiçbir zaman da kullanılmamıştır. Bu sözcük, yazıda da belirtildiği gibi çok daha sonraki dönemlerde Rus ve batılı araştırmacılarla yakıştırıldı. Eski Türk inancındaki ruhlarla iletişim kuran kişilere "kam" denirdi.

    ReplyDelete