On senedir dinmeyen kavanoz saplantısının gerçek nedenleri nedir sizce? “Kadına karşı şiddet” vs. diye saçmalamayın lütfen. İnsan ilişkilerinde şiddet her zaman vardır ve bazen ahlaken doğrudur. Bir nokta gelir, kötülük veya mantıksızlık veya edepsizlik karşısında gözün döner, elinde vazo varsa vazoyu, bok varsa boku atarsın. (Nitekim bugünkü Duvar’da bana karşı bir tirad kaleme alan pembe dizi senaristi hanımefendi de tabancasıyla “klimayı” delik deşik etme hayalleri kurmuş.)
Bir çaresizlik çığlığıdır. Hele diliyle, kalemiyle ve tavrıyla adam ezme sanatlarına yeterince vakıf olan birinin o noktaya gelmesi için neler olmuş olması gerekir, tahayyül etmeyi deneyin isterseniz. Hayır, ne kadına ne erkeğe karşı fiziksel şiddet kullanma alışkanlığım yok. Eşlerimle kırk yılda üç dört defa saç saça baş başa geldim belki, ama her seferinde dayak yiyen daha çok ben oldum.
Ayrıca biz Ermeniyiz, Müslüman değiliz. Ne ailemde ne yakın çevremde öyle bir şey ne görmüşüz ne duymuşuz.
O zaman neden bu dinmeyen kin? Bunca alçaklığın, hoyratlığın, kadın ve erkek cinayetinin, çocuk istismarının kol gezdiği bir ülkede neden “feminist” zümrenin bunca yıldır gözü dönmüş bir nefretle taşladıkları hedefte Nişanyan var? Neden mesela Emrah Serbes’in iki kişiyi katletmesini “belli koşullarda herkesin başına gelebilecek çok talihsiz bir olay” olarak niteleyen pembe dizi yazarı, konu Nişanyan olunca klimaları revolverle deşme fantezileri kuruyor? Neden Nişanyan deyince akıllarına otoriteye ve muhafazakarlığa karşı kırk yıl sürmüş bir mücadele gelmiyor, Türkçenin en güzel sözlüğü gelmiyor, bir kuşağı alternatif turizmle tanıştıran Küçük Oteller Kitabı gelmiyor, dünyanın en itibarlı matematik ödüllerinden biriyle taltif edilen Matematik Köyü gelmiyor, Türkiye’nin en güzel kütüphanesi olan Nişanyan Kütüphanesi gelmiyor, Tiyatro Medresesi gelmiyor, koca bir köyü ayağa kaldırması gelmiyor, saçma sapan bir ithamla üç buçuk yıl boşuna hapis yatması gelmiyor, döne dolaşa aynı kudurmuş nefret söylemi geliyor? Bunun rasyonel, akli, ahlaki bir açıklaması olmadığı belli. Altta başka bir insani saik olmalı. Sizce nedir?
Var aklımda bir iki açıklama, ama hepsine girmeyelim şimdi, kavga çıkar. Asıl hadise apaçık ortada. Nişanyan’ın zayıf yerini bulmak istediler. Kırk küsur yıllık kariyerde bula bula 28 Haziran 2008’de karımla aramda geçen absürt bir kavgayı buldular, on senedir harman öküzü sabrıyla, döne döne o zayıf noktayı deşiyorlar. Konu akıl dışı, ama akıl dışılığın sorumlusu aslında bu arkadaşlar değil: ellerinde başka koz yok, oradan vurmaktan başka çare bulamıyorlar.
Sonuçta Türk kültürü bu, zayıf olanı zayıf yerinden vurmazsan nereden anlaşılacak oralı olduğun?
Sebep ne peki, vurmak için yanıp tutuşmaları neden? Cevabını ben size hiç kıvırtmadan söyleyeyim. İki sebep vardır. Birincisi (ve bence daha ufağı) etniktir. “Medeni” cilasıyla cilalanmış olan feminist tayfa elbette kaba Ermeni düşmanlığı yapmaz. Ama kafalarındaki şablonun Ermenisi özünde milleti hakime ideolojisinin Ermenisinden farklı değildir: mazlum, boynu bükük, gardaş, duduk, dolma, topik, güvercin tedirginliği, yırtık pabuç vs. O şablona isyan eden Ermeniyi havsalaları almaz, kara bir kabus gibi görüş sahalarından kovmaya çalışırlar. “Ermenilerin yüz karası” diye lanetledikleri şey, iyi düşünürseniz, İslam fıkhının zimmiler için tanımladığı çerçevenin dışına taşan Ermenidir. O halde, urun kahpeye!
İkinci ve daha önemli sebep sınıfsaldır. Hasbelkader gider Robert Kolej’de, Yale’de, Columbia’da okuyup, üstüne de krema niyetine Bach ile Latin şairlerini eklesen, çaresi yok, Ermenilikle mermenilikle kıyas kaldırmayacak bir ölçüde memleketin Ötekisi olursun; azınlığın beteri olursun; dilin dillerine, üslubun üsluplarına, zevkin zevklerine uymaz; yabancılaşırsın. Yabancı tavuğu da kümesteki tüm tavuklar gagalar, doğanın kanunu.
Kibirliymişim, ona takmışlar. Öyle olsun. Birazı haktır: sen de benim kadar iş yap sen de kabar. Birazı tarzdır, Ivy League alışkanlığı. Birazı da savunma mekanizmasıdır: Sabah akşam çeşit çeşit mahlukun havlamasıyla yaşıyorsan, mecbursun bir yerde onları hor görmeye. Hoşlarına gider, gitmez, kendi bilecekleri şey. Ama hık demek için her ağzımı açtığımda “vay, kibir” diye haykırıp kavanoza sarılmaları hakikaten kabak tadı verdi artık.
Ayrıca o kibir mi her neyse daha çok bir yazı üslubudur zannımca. Gelip bizzat sohbet edenlerin hepsi üçüncü dakikadan sonra “aaa, ayol ne şeker adammışsın sen, hem de mütevazı” diskurlarına o kadar sık giriyorlar ki benim bile inanasım geliyor, bir vakit sonra.