Beş melikler
Karabağ’ın aşırı derecede
dağlık (dolayısıyla ulaşımı güç ve ekonomik açıdan marjinal) olan iç kısmında
Ermenilerin birtakım yerel beyler önderliğinde Türk hanlıklarına ve İran devletine
karşı bir tür kısmi özerkliği yüzyıllar boyunca korudukları anlaşılıyor. Aynı
durumu aşırı derecede dağlık olan başka yerlerde, mesela Sason’da, Zeytun’da,
Ermeniler yerine Nasturileri koymak şartıyla Hakkari’de, Azeriler yerine Kızılbaş aşiretlerini koyarak Dersim’de görürüz. Hemşin 18. yy’a dek benzer yapıdadır.
Rodoplarda, Arnavutluk’ta, Suli’de, Peloponnes’in Mani Yarımadasında, Ege
adalarında da buna benzer öyküler buluyoruz. Türk-İslam egemenliği ekonomik
açıdan verimli ve askeri açıdan kontrolü kolay olan ovalara yoğunlaşmış, dağlık
kesimleri – bir miktar haraç ödemek ve ovayı fazla taciz etmemek şartıyla – dağlılara
bırakmış görünüyor.
Ermeni anlatısında
Karabağ’ın soyları efsanevi Ermeni krallarına dayanan beş melik ‘hanedanından’ söz edilir. Hanedan sözcüğünün burada fazla
iddialı olduğunu, beşli bir stabil yapıdan söz etmenin de tarihe taşıyamayacağı
kadar fazla anlam yüklemek olduğunu düşünüyorum. Beyliklerin Rusya’ya biat
ettiği 1799 tarihinde kendine ‘melik’ unvanını layık gören beş yerel şef
mevcuttu demek daha doğru olabilir. Meliklerin isim ve unvanları, İslam ile
Ermenilik arasında en azından 1799 öncesinde zaman zaman tereddütte
kaldıklarını düşündürür: Melik Beğleryan, Hasan Celaliyan, Şahnazar
Şahnazaryan, Atabekyan, Allahverdi Han, Allahkuli Sultan... (Yan yerine +oğlu
yahut +kulu ikame etmek de mümkün olmalı.) Belki 1730’lardan itibaren Rus
gücünün bölgede belirmesi, yerel egemenlerin Ermenilik hissiyatının
keskinleşmesine hizmet etmiş olabilir.
Her halükarda 19. yy
başındaki Rus kayıtlarına göre dağlık bölgedeki köylerin tamamına yakını (77
köyün 70 kadarı) Ermenidir. İlginçtir ki, Türk fethinden 750 yıl sonra Ermeni
coğrafyasının başka hiçbir yerinde bu denli kompakt bir Ermeni yoğunluğu
bulunmamaktadır. Yani, şayet öyle terimlerle dünyayı algılayan biriyseniz,
Dağlık Karabağ 19. yy başında dünyada kalmış olan en has Ermeni diyarıdır.
Cevanşir Han
Karabağ Hanlığının
kurucusu – ve Karabağ adını coğrafyaya kazandıran kişi – Penah Ali Han Cevanşir’dir.
Yerel Türk beylerindendir. Nadir Şah’ın ölümünden sonra İran’ın
kargaşaya düştüğü 1748 yılında hanlığını ilan eder. Ağabeyini öldürterek
melikliği gaspetmiş olan Şuşa bölgesi hakimi Melik Şahnazar ile diğer Ermeni
meliklerine karşı ittifak eder; onun kızı Hurizad’ı oğluna alır. Daha sonra Hınzıristan köyünün (yine Ermeni) egemeni
Mirzahan da ittifaka katılır. Cevanşir Şuşa’da görkemli bir saray inşa
ettirerek oraya yerleşir. Yerel Ermenilerle İslam/Türk beyi arasındaki ilginç simbiyoz,
bize belki Hakkari beyleri ile Ertoşi aşiretinin yerel Nasturi-Hıristiyan
aşiretlerle yüzyıllar süren ittifakını anımsatıyor. Dersim’de Kızılbaş
aşiretleri ile Ermeni köylüler arasındaki ilişkinin de çok farklı olduğunu
sanmıyorum. Atlı ve silahlı İslam beyleri, ekip biçmeyi tercih eden Ermeni köylülerin işine gelmiş.
Cevanşir’in oğlu Halil
İbrahim Han Rus istilasına dek Karabağ hanı olarak kalır. İran’a karşı bir dizi
savaştan sonra 1795’te Şahın egemenliğini kabul etmek zorunda kalır.
Cevanşirler 1905 ve 1920 olaylarında da önemli roller oynarlar.
Kaçıncı kuşak
torunlarından merhum Dr. Behbut Cevanşir bir dönem Teşvikiye’de kulak doktorumdu.
Sağır olan sağ kulağımı kurtaramadı.
1813’te Gülistan
Antlaşmasıyla bugünkü Azerbaycan (artı Karabağ) toprakları Rus egemenliğine
girer. Bunu izleyen 15 yılda İran’dan gelen çok sayıda Ermeni muhacir Şuşa’ya
yerleşir. Daha önce Ermeni köyleriyle çevrili bir Azeri kalesi olan Şuşa,
yaklaşık eşit nüfusa sahip Türk ve Ermeni mahallelerinden oluşan kalabalık bir
kent niteliği kazanır. Kafkasya’daki ilk Ermeni matbaası (galiba) burada
kurulur, ilk Ermenice gazeteler burada yayımlanır, tiyatro vesaire denemeleri
yapılır. Ancak 1828’de Türkmençay Antlaşması ile Erivan Hanlığı da Rus
yönetimine girince, Rusların ‘Ermenileştirme’ politikasının odağı Şuşa’dan
Erivan’a kayar. Bu kez Osmanlı’nın Kars, Ağrı, Erzurum bölgelerinden göçen
büyük muhacir kitleleri Erivan ve çevresine iskan edilir. Şuşa ikinci plana
düşer.
Ağaoğlu Ahmet
1905’te birinci Rus
ihtilalinin en sıcak günlerinde Şuşa’da Türklerle Ermeniler arasında kanlı
çatışmalar çıkar, iki taraftan yüzlerce insan öldürülür. Çatışmanın nedenleri
konusunda doğru dürüst bir analiz bulamadım. Tahminimce Ermeni nüfusunun – hem Şuşa
hem Erivan’da – hızlı artışının bozduğu toplumsal dengeler önemli bir faktördür.
Ermeni tarafının 1890’lardan itibaren gütmeye başladığı bağımsız milli devlet ideali
(tıpkı aynı dönemde Bulgaristan ve Makedonya’da yaşandığı gibi) bir etnik
temizlik programına yol açmış olabilir. Tam aynı yıllarda Azerilerin de Osmanlı
Türkiyesi ile birleşmeyi ya da en azından işbirliğini öngören Pantürkizm rüzgarlarına
kapılmış olması, karşı tarafta da benzer emellerin rol oynamış olabileceğini
düşündürüyor. Dağlık Karabağ, Rusya Türkleri ile Türkiye arasında aşılması güç
bir coğrafi engeldir. Karabağ’daki toplumlararası çatışmalara katılan Azeri
militanlarının şefi Ağaoğlu Ahmet de Pan-Türkçü düşüncenin Rusya çapında parlayan
yıldızlarındandır.
Ağaoğlu daha sonra
Türkiye Cumhuriyetinin kurucu kadroları arasında yer alacak, Ankara’da TBMM
hükümetinin basın ve propaganda müdürü olacaktır. Oğlu Samet Ağaoğlu Demokrat
Parti döneminin İçişleri Bakanıdır. Torunlarından Tektaş Ağaoğlu Sovyet yanlısı
Marksist partilerimizden TSİP’in başkanı oldu. Diğer torunu merhum Mustafa
Kemal Ağaoğlu bir dönem yakın arkadaşımdı; az kalsın beraber şirket kuracaktık.
Üçüncü kardeş Sitare Ağaoğlu ile 1986’nın yılbaşı gecesi Bilsak’ta karşılıklı
sahne alışımız bir kuşağın belleklerine kazınmıştır.
Sovyet mühendisliğinin zaferi
1918’de Rus
imparatorluğunun dağılmasından sonra Karabağ’ın statüsü Paris Barış
Konferansına havale edilir. Çağın moda düşüncesi ‘ulusların kaderini tayin
hakkı’dır. Karabağ ilinin (dağ + ova) nüfus çoğunluğu tartışmasız Azeri
Türktür. Ama Dağlık Karabağ’ın nüfusu (Şuşa şehri hariç) açık farkla Ermenidir.
Şimdi ne olacak?
Mayıs 1919’da Dağ
Karabağlılar İngilizlerin güvencesine kanarak, barış konferansı sonlanıncaya
dek geçici olarak Azeri idaresine girmeyi kabul ederler. Azeriler derhal
ulusların kaderini tayin etme sürecine girip 5 Haziranda Dağlık Karabağ
köylerinde geniş çaplı bir Ermeni katliamı düzenler. Taşnak partisi bunun üzerine
Azeri yönetimine karşı ayaklanma ve gerilla savaşı başlatır. Mart 1920’de
Ermeni militanları Nevruz bayramından yararlanarak Karabağ’daki Azeri polisine
yönelik büyük bir kıyım gerçekleştirir; yüzlerce polis öldürülür. Karşılık
olarak Azeriler iki gün sonra Şuşa’nın Ermeni mahallesine saldırır. Mahalle
yerle bir edilir; kime inanacağınıza bağlı olarak 500 ila 20.000 Ermeni
öldürülür.
Şuşa’nın Ermeni kesimi
1960’larda Kruşçev dönemine dek mahvolmuş bir harabe olarak kalacak, onun
yerine dikey olarak 500 metre aşağıda Stepanakert (Hankendi) şehri kurulacak,
Ermeni özerk yönetiminin başkenti olarak hizmet edecektir.
Azerbaycan ve Ermenistan’ın
Sovyet yönetimine girmesinden sonra Ankara yönetimi, Azerbaycan ile Türkiye
arasında üçlü bariyer oluşturan Karabağ, Zangezur ve Nahçivan’ın Azerbaycan’a
verilmesinde ısrarcı olur. Sovyet tarafı Zangezur’un Ermenistan’a katılması lehine
oy kullanır. Bugünkü Ermenistan’ın güneye sarkan kısmı olan Zangezur’da Komutan
Njdeh liderliğindeki Ermeni gerilla kuvvetleri üç yıl süren çatışmalarda evvelce
çoğunluk olan Azerileri azınlığa düşürmeyi başarmıştır. Nahçivan, Türkiye ile
ortak sınırı olmamak kaydıyla Azerbaycan’a bırakılır (sınır koridoru sağlayan Aralık
ilçesini TC daha sonra İran’dan satın alacaktır). Dağlık Karabağ bir süre
sürüncemede kaldıktan sonra Ermeni nüfusun özerk yönetimi garanti edilerek
Azerbaycan’a bırakılır. Ankara bunun üzerine Ermenistan ile Dağlık Karabağ
arasındaki Laçin ve Kelbecer koridorlarının Ermenilerden arındırılarak
Karabağ-Ermenistan temasının kesilmesini talep eder. Ankara ile iyi ilişkileri
gözeten Stalin, Lozan müzakerelerinin en sıcak dönemine denk gelen günlerde Türk
talebini onaylamayı uygun bulur. Koridordaki Ermeni köyleri boşaltılır; lakin yerine
Azeriler değil Kürtler yerleştirilir. 1923’te Laçin ve Kelbecer ilçelerini
kapsayan Kızıl Kürdistan reyonu kurulur. Uzun ömürlü olmaz, 1929’da
iptal edilir.
İki ilçede Kürt nüfusu
1980’lere gelindiğinde ne kadardı, bilgi bulamadım.
1988-1994 savaşı
Sovyetler Birliği’nin
dağılma sürecinde Karabağ’da yaşananları elbette hatırlıyorsunuz. 1988 başında
Sovyetlerin günlerinin sayılı olduğu hissedilir. Azerbaycan’da milliyetçi
politikalar Haydar Aliyev’in Parti Birinci Sekreteri olduğu 1969’dan itibaren
artan oranda gündeme gelmiştir. Kavga Dağlık Karabağ’da Azericenin zorunlu
eğitim dili yapılması meselesinden patlak verir. 11 Şubat 1988’de Dağlık
Karabağ Ermenileri ayaklanır; Azeri memurlar bölgeden kovulur. Öfkeye kapılan Azeriler 28 Şubatta Bakü’ye yakın Sumgayıt kentinde Ermenilere karşı büyük bir pogrom
düzenler. Türkiye’nin 6-7 Eylül, 1978 Maraş ve Çorum olayları, 1993 Madımak
katliamı vs. münasebetiyle gayet iyi tanıdığı yöntemlerle organize kalabalıklar
Ermeni evlerini basar, 100 civarında insan öldürülür. Bu tür olaylar sonraki
yıllarda eski Sovyet coğrafyasında vukuat-ı adiyeden olacaktır. Ancak 1988 için
bir ilktir ve tüm Sovyetler Birliğinde dehşet uyandırır. Kasım 1988’de
Azerbaycan’ın ikinci kenti olan Gence’de (o zamanki adıyla Kirovabat’ta) yine
bir Ermeni pogromu gerçekleşir; anlatan tarafın tercihine göre onlarca veya
binlerce Ermeni öldürülür. İzleyen aylarda Azerbaycan’da yaşayan Ermeni nüfusun
tamamı ile Ermenilere yakın sayılan Hıristiyan Udi halkı, çoğu zaman feci
koşullarda Azerbaycan’ı terk etmek zorunda bırakılır. Sovyet sayımlarına göre
1988 öncesinde Azerbaycan’da 500.000’e yakın Ermeni ve 10.000 Udi vardır. Dağlık
Karabağ reyonunda olan 120.000 kadar Ermeni kalır. Demek ki yaklaşık 390.000
kişi göçmüş olmalı. Buna karşılık Ermenistan’da yaşayan 120.00 (Ermeni iddiası)
ila 180.000 Azeri (Azeri iddiası) yurtlarından sürülür.
1994’e dek feci derecede
kanlı bir savaş sürer. Ermenilerin zaferiyle sonuçlanır.
Savaşta Şuşa’yı ellerinde
tutan Azeri güçleri, Şuşa’dan kuşbakışı görünen Stepanakert kentini sürekli top
ateşine tutarlar. Şehir yerle bir olur; sivil halktan çok sayıda kişi ölür. 2
Mayıs 1992’de Ermeni milisleri cüretkâr bir operasyonla Şuşa’yı ele geçirirler.
Stepanakert’e ve 1920 katliamına bilmisil kentin Azeri kesimi yerle bir edilir.
2008’de Arsen’le beraber
Şuşa’nın yarı yıkık, terk edilmiş sokaklarını gezdik. Harabeye dönmüş Gevher
Ağa Camiinin içine girdik. Ani’de ve eski Van kentinin yıkıntılarında
hissettiğimiz duyguların benzerini yaşadık.
Gelelim bugüne
Tavrımı baştan net söyleyeyim. Dağlık Karabağ halkı, yurdu, canı ve özgürlüğü için bir mücadele vermiş
ve kazanmıştır. Kaybetseler bugün Azerbaycan’ın geri kalan kısmında olduğu gibi
Dağlık Karabağ’da da Ermeni kalmazdı.
Olay bundan ibarettir. Siyah
ve beyazdır. Uluslararası diplomasinin birtakım kaypaklıklarını gerekçe ederek,
aradan otuz yıl geçtikten sonra bunu rövanş konusu yapmak savunulabilir bir
tavır değildir. Vaktiyle Sırbistan, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Arabistan
vesaire de aynı gerekçelerle ve aynı yöntemlerle mücadele etmiş ve hukuken
Osmanlı devletine ait görünen birtakım toprakları silah zoruyla elde
etmişlerdir. Bugün Karabağ’a “hukuken Azeri toprağıdır” diye saldırmayı hak
görenlerin yarın Balkanlarda ve Ortadoğuda aynı iddia ile ortaya çıkmamaları şaşırtıcı olur.
Dağlık Karabağ dışında
Ermenistan ve Karabağ kuvvetlerinin işgal ettiği diğer topraklarda Ermeni
pozisyonunun bu kadar berrak olmadığını teslim etmek zorundayız.
İşgal edilen yerleri ikiye,
hatta belki Agdam’ı ayrı tutarak üçe ayırabiliriz.
Birinci bölge, Laçin ve
Kelbecer koridorları, Dağlık Karabağ’ın güvenliği için elzemdir. Bu koridorlar
olmadan Dağlık Karabağ makul bir siyasi birim olarak varlığını sürdüremez. İki
koridordan işlek olanı Laçin bağlantısıdır. Kelbecer yolu, Karadeniz vadileri
gibi dehşetli sarp, dar bir boğazdır. Sadece Dağlık Karabağ’ın kuzey kesimi ile
Ermenistan’ın Geğarkunik vilayetini birbirine bağlar; Azerbaycan’ın geri kalan
kısmıyla mantıklı bir bağlantısı yoktur. Buranın iadesini savunanlar bence
coğrafyadan pek haberdar olmadıkları için bu fikre kapılıyorlar.
İkinci bölge güneydeki Fuzuli,
Cebrayil, Kubatlı ilçeleri ile Bazarçay/Vorotan vadisidir. Bu bölgede sayıları
yüzü bulan Azeri kasaba ve köyleri boşaltılmış, mal varlıkları talan edilmiş,
evler sistemli olarak yıkılmış, geriye dünyanın hiçbir bölgesinde 21. yüzyılda benzeri
olmayan bir harabeler zinciri kalmıştır. Ermeni devleti açısından bir utanç
vesilesi olması gereken bu korkunç tabloyu Google haritasında kolayca
izleyebilirsiniz. Evet, tüyler ürperticidir.
Ermenistan 1992-1994’te
ele geçirdiği bu yerleri iskan etmemiş veya edememiştir. Çünkü Ermenistan’ın
buralara iskan edecek ekstra nüfusu yoktur. Azerbaycan’dan kaçan 400 bine yakın
Ermeni Ermenistan’a değil Rusya’ya veya Batı ülkelerine göçmeyi tercih
etmiştir. Ermenistan’ın bu yerleri ayağa kaldıracak ekonomik gücü de yoktur. Bu
yüzden yüze yakın kasaba ve köy, otuz yıldan beri hayaletkent olarak kalmıştır.
Ve fakat Ermenistan’ın bu
bölgeden geri çekilmesi de kolay değildir. Çünkü Ermenistan – tıpkı İsrail gibi
– bir devlet olarak varolma hakkını dahi sorgulayan iki güçlü düşmanla
çevrilidir. Uzak hamisi Rusya dışında sınırdaş olan tek potansiyel dostu İran’dır.
Ve asıl Ermenistan’ın İran’la 55 kilometrelik sınırı, askeri açıdan neredeyse
hiç değerinde olan olağanüstü dağlık ve sapa bir hattır. Dağlık Karabağ’ın
güney tamponunu ele geçirmekle Ermeniler İran’a 130 kilometrelik bir sınır açmakla
kalmamış, İran ile Ermenistan arasındaki tek makul karayolu bağlantısı olan
Bazarçay vadisini de elde etmiştir. Askeri açıdan bu bölgeyi terk edebilirler
mi? Ya da karşılığında ne tür güvenceler isteyebilirler? Bu konularda bilgim
yok. Öte yandan 400 kilometrekarelik bir saha ilelebet nüfustan arındırılmış
bir no man’s land olarak tutulabilir mi? Onu da sanmıyorum.
Hayal kuralım. Bölgenin
askeri kontrolünün Ermenistan’a bırakılması, buna karşılık göçertilen
Azerilerin, güvenlikleri ve kültürel ve siyasi hakları sıkı uluslararası
güvencelere bağlanmak suretiyle geri gelmelerine izin verilmesi acaba bir çözüm
olabilir mi? Sanırım şimdilik ütopik bir yol olarak görünüyor. Türk ve Azeri
milli duygularının otomatik bir refleksle karşı çıkacağı kesin. Yani Türkler,
Ermenilerin egemenliğinde mi yaşayacak? Daha neler?
Buna karşılık Azeri/Türk tarafı
Dağlık Karabağ Ermenilerinin Azerbaycan bünyesinde özerk bir birim olarak mutlu
mesut yaşayabileceklerini savunuyorsa, Azerilerin Ermenistan bünyesinde özerk
bir birim olarak yerleştirilmesine niye karşı çıksın? Bu sorunun da çok makul
bir cevabı olduğunu düşünmüyorum.