Milliyetçiliğin her çeşidinin boktan olduğunan inanan biriyim. Kürt milliyetçiliği dahil.
İnsanlar neden illa ki “benim dilimi konuşsun, isterse çapulcu olsun” sıfatında birilerinin yönettiği bir ülkede yaşamak ister, bundan ne zevk alır, bir gün bile anlamış değilim. Amerikan üniversitesine pekala gidiyorsun, Singapur şirketine çalışıyorsun, Japon hastanesine yatıyorsun, İngiliz kitabı okumayı seviyorsun, Arjantinli sevgili tutuyorsun. Neden yaşadığın ülkenin tarım orman ve hayvancılık bakanlığı seninle aynı dili konuşmaktan başka hayatta bir artısı olmayan öküzlerin elinde diye mutlu olasın, vallahi anlamaktan acizim. Avusturyalı daha iyi yapıyorsa ver o yapsın, sana ne?
Yani Kürtlerin bağımsızlığı fikrine en ufak bir sempatim yok. Ona bakarsan Türklerin bağımsızlığı fikrine de sempatim yok. 1919’da burasını bir müddet İngilizler yönetseydi bugün bin kat daha iyi bir yerde yaşıyor olurduk, şüpheniz olmasın.
*
Ha Kürtlere nerede sempatim var söyleyeyim.
Birileri eline sopayı almış yüz senedir memleketi sıra dayağından geçirmiş. Habire adamlara kimlik üzerinden hakaret ediyor, bizim atalarımız Ortaasyadan geldi size kodu, siz zaten adam sayılmazsınız, diliniz yok, kültürünüz yok, tarihiniz yok, ne mutlu yüce ırkımızdan olana, ya seversin ya terkedersin, sus hizaya gel eşek herif o dili konuşma diye girişiyor.
Şimdi, asgari onur sahibi olan bir insan böyle şeye tahammül edemez. Normal olarak hayatta kimlikle mimlikle işi olmayacak biri de olsa hakaret karşısında o kimliğin onurunu sonuna kadar dik tutmak ister. O lafları da Allahın izniyle o heriflere yedirir. Doğrusu budur. Bunu yapıyorsa alkışlanır. Yapmıyorsa “demek ki haketmişin” derler.
Derdimiz Kürtlere bağımsızlık yahut özerklik yahut demokratik bilmemne değil, hayır. Maksat o hakaretleri sahibine yedirmek. Kürtlere – ve Ermenilere, Japonlara, Türklere vs. – hakaret edemeyecekleri bir ambiyansı yaratmak. Yani derdimiz Türkiye meselesi, Kürtiye değil. Yoksa bana ne Kürdistandan? İki yılda bir kere Diyarbakır’a gideceksem ha pasaportla gitmişim ha pasaportsuz, ne fark eder?
*
Önceki yazıda başka şey anlatmışım ama, Allah için bir kişi anladı mı bilmem.
Bırak Kürtler haklı mı haksız mı davasını, yazı onunla ilgili değil. Bir gözlem yapıyor. Diyor ki dünyada ufak ulus milliyetçiliği azmıştır. Bir milletin öbür milleti kafasına göre yönetebildiği devir kapanmıştır. Koca Sovyetler Birliği yapamadı, Yugoslavya yapamadı, Saddam Hüseyin yapamadı, Etiyopya bile yapamadı. Hani nüfusu bir-iki milyon olur, ya da Tibetliler gibi kendi yurtlarında azınlığa düşmüş olurlar, belki. Ama on küsur milyonluk, coğrafi bütünlüğe sahip dünya yüzünde başka örnek var mı? Yok. Hepsi bu kadar. Hayal kurmanın alemi yok. Ya Türkiye aklını başına toplayıp Kürtleri memnun edecek bir çözüm bulacak. Ya da bugün olmazsa yarın, acı hakikatle yüzyüze gelecek. Başka ihtimal bulunmuyor.
Bundan 150 sene önce biri dese ki Bulgaristan, Arnavutluk yarın öbür gün kopar, herhalde saçmalıyor derlerdi. Sonuç ne oldu, sen ona bak.
Hem gaz ver, gaz ver, nereye kadar? Türkiya büyük ülkedir, çok çok çok büyük ülkedir, sıfır sorun padişahıdır, Somalinin hamisidir, peki, ama gazla bu iş bir yere kadar yürür. Sonra patlar.
*
Sonra yazı hiç tahmin etmediğiniz iki argümanla devam ediyor.
Bir, zannettiğinizin aksine vakit Türklerden değil Kürtlerden yana. Cumhuriyetin ilk devrinde oraları bugünkü kadar Kürdistan değildi. Mardin’e Kürtleri sokmazlardı. Siirt’te, Urfa’da, Adıyaman’da kimse Kürtçe konuşmazdı. Şimdi git bak ne oldu. Van’ı saymazsan Türk kalmadı. Süryani kalmadı. Araplar sindi, kayboldu. Zazalar araziye intibak etti. Kürt nüfus deli gibi arttı. Ve Batıdan göründüğü gibi hiç değil, özgüvenleri geldi, Kürtlükleri keskinleşti. İyi mi oldu kötü mü oldu demiyorum. 35 yıldır memleketi bucak bucak gezen ve bölgenin tarihini iyi bilen biri olarak, gördüğümü söylüyorum.
İki, sopa yöntemi ters tepti. Haklıydı, haksızdı, ama insancıklar yazık filan demiyorum bakın. Onlar ayrı mevzu, sırasıyla ona da geliriz. Buz gibi bir tespit: adamları vurdukça, dövdükçe, hapiste bilmem nerelerine cop soktukça tırsmadılar; daha bilendiler. İtiraf edeyim, direnmeleri hoşuma gidiyor. Bana da yapsalar inşallah ben de bilenirdim. Ama hoşuma gitse de gitmese de olgu bu. Fakt yani. 76’da, 80’de oralara giderdim, o zamanki haleti ruhiye ne, bugünkü haleti ruhiye ne. Arada uçurumlar var, ve korkma, sinme, tevekkül etme yönünde değil, zalimi hor görme yönünde. Galip geleceklerine inanmışlar. Daha bundan öte başa çıkamazsın. Yenildiğini kabul edeceksin. Bitti. Değiştir plağı. Hepsinin sorumlusu Ergenekon’du de, beş tane aptal paşayı içeri at, yeni sayfa aç.
*
Ha bundan ne sonuç çıkarmışım? Yaşasın halkların bilmemnesi mi demişim, zafer narası mı atmışım? Hayır. Türkiye’nin toprak bütünlüğünün korunması lazım demişim. Hatta o yetmez, Kuzey Irak’la Suriye de Türkiye’nin yörüngesine girse ne iyi olur diye üstü kapalı niyet belirtmişim. (Evet, merak ettinizse söyleyeyim, Ermenistan da girse ben şahsen sevinirim.)
Ama bunun için ne lazım? Bir dar, bir de geniş açılı lens lazım.
Dar olanı şu: Dünyada biri büyük biri küçük iki milletin başarıyla bir arada tutunabildiği örnekler nereler? Saymışız, Büyük Britanya var, İspanya var, iyi kötü Kanada var. Türkiye’nin önündeki örnekler budur. Aşağı yukarı bunlardan birine benzeyen, yahut o minval üzerine yeni bir şeyler kotaran bir model buldun buldun. Yoksa unut Hakkari’yi. Amerikayı baştan keşfedecek değiliz. Model budur, çözüm de şayet bulunacaksa orada bulunacaktır.
Geniş olanı da şu: Türklerin o allahın cezası millet-i hakime kibrini kırmadıkça çözüm mözüm olmaz. Kürt kardeşim yerine aynı rahatlıkla Kürt ağabeyim diyebildiğin gün, sünnetsiz Ermeni dölünün de bu milletin mukadderatında omzu ve ağzı kalabalık yeniçeri kadar hakkı olduğu fikrini içine sindirebildiğin gün bir önceki paragrafta sözü edilen çözümleri adam gibi masaya koyup tartışabilirsin. Yoksa konuşalım diye ağzını her açtığında karşındaki sadece hakaret duyar; açılımın da ayağına dolanır; vermeye tenezzül ettiğin haklar da, verdiğin gün solar, kurur, dökülür.
İşte buyurun, çözüm perspektifi. Bana sorarsanız gayet vatanperver, yapıcı, iyimserimsi bir perspektiftir. Ama yok öyle değil deseniz de üzülmem. Yeter ki adam ne demiş diye merak edin, kırk senelik bayat şablonlarla sayfamı doldurmayın.
Mersi.
İnsanlar neden illa ki “benim dilimi konuşsun, isterse çapulcu olsun” sıfatında birilerinin yönettiği bir ülkede yaşamak ister, bundan ne zevk alır, bir gün bile anlamış değilim. Amerikan üniversitesine pekala gidiyorsun, Singapur şirketine çalışıyorsun, Japon hastanesine yatıyorsun, İngiliz kitabı okumayı seviyorsun, Arjantinli sevgili tutuyorsun. Neden yaşadığın ülkenin tarım orman ve hayvancılık bakanlığı seninle aynı dili konuşmaktan başka hayatta bir artısı olmayan öküzlerin elinde diye mutlu olasın, vallahi anlamaktan acizim. Avusturyalı daha iyi yapıyorsa ver o yapsın, sana ne?
Yani Kürtlerin bağımsızlığı fikrine en ufak bir sempatim yok. Ona bakarsan Türklerin bağımsızlığı fikrine de sempatim yok. 1919’da burasını bir müddet İngilizler yönetseydi bugün bin kat daha iyi bir yerde yaşıyor olurduk, şüpheniz olmasın.
*
Ha Kürtlere nerede sempatim var söyleyeyim.
Birileri eline sopayı almış yüz senedir memleketi sıra dayağından geçirmiş. Habire adamlara kimlik üzerinden hakaret ediyor, bizim atalarımız Ortaasyadan geldi size kodu, siz zaten adam sayılmazsınız, diliniz yok, kültürünüz yok, tarihiniz yok, ne mutlu yüce ırkımızdan olana, ya seversin ya terkedersin, sus hizaya gel eşek herif o dili konuşma diye girişiyor.
Şimdi, asgari onur sahibi olan bir insan böyle şeye tahammül edemez. Normal olarak hayatta kimlikle mimlikle işi olmayacak biri de olsa hakaret karşısında o kimliğin onurunu sonuna kadar dik tutmak ister. O lafları da Allahın izniyle o heriflere yedirir. Doğrusu budur. Bunu yapıyorsa alkışlanır. Yapmıyorsa “demek ki haketmişin” derler.
Derdimiz Kürtlere bağımsızlık yahut özerklik yahut demokratik bilmemne değil, hayır. Maksat o hakaretleri sahibine yedirmek. Kürtlere – ve Ermenilere, Japonlara, Türklere vs. – hakaret edemeyecekleri bir ambiyansı yaratmak. Yani derdimiz Türkiye meselesi, Kürtiye değil. Yoksa bana ne Kürdistandan? İki yılda bir kere Diyarbakır’a gideceksem ha pasaportla gitmişim ha pasaportsuz, ne fark eder?
*
Önceki yazıda başka şey anlatmışım ama, Allah için bir kişi anladı mı bilmem.
Bırak Kürtler haklı mı haksız mı davasını, yazı onunla ilgili değil. Bir gözlem yapıyor. Diyor ki dünyada ufak ulus milliyetçiliği azmıştır. Bir milletin öbür milleti kafasına göre yönetebildiği devir kapanmıştır. Koca Sovyetler Birliği yapamadı, Yugoslavya yapamadı, Saddam Hüseyin yapamadı, Etiyopya bile yapamadı. Hani nüfusu bir-iki milyon olur, ya da Tibetliler gibi kendi yurtlarında azınlığa düşmüş olurlar, belki. Ama on küsur milyonluk, coğrafi bütünlüğe sahip dünya yüzünde başka örnek var mı? Yok. Hepsi bu kadar. Hayal kurmanın alemi yok. Ya Türkiye aklını başına toplayıp Kürtleri memnun edecek bir çözüm bulacak. Ya da bugün olmazsa yarın, acı hakikatle yüzyüze gelecek. Başka ihtimal bulunmuyor.
Bundan 150 sene önce biri dese ki Bulgaristan, Arnavutluk yarın öbür gün kopar, herhalde saçmalıyor derlerdi. Sonuç ne oldu, sen ona bak.
Hem gaz ver, gaz ver, nereye kadar? Türkiya büyük ülkedir, çok çok çok büyük ülkedir, sıfır sorun padişahıdır, Somalinin hamisidir, peki, ama gazla bu iş bir yere kadar yürür. Sonra patlar.
*
Sonra yazı hiç tahmin etmediğiniz iki argümanla devam ediyor.
Bir, zannettiğinizin aksine vakit Türklerden değil Kürtlerden yana. Cumhuriyetin ilk devrinde oraları bugünkü kadar Kürdistan değildi. Mardin’e Kürtleri sokmazlardı. Siirt’te, Urfa’da, Adıyaman’da kimse Kürtçe konuşmazdı. Şimdi git bak ne oldu. Van’ı saymazsan Türk kalmadı. Süryani kalmadı. Araplar sindi, kayboldu. Zazalar araziye intibak etti. Kürt nüfus deli gibi arttı. Ve Batıdan göründüğü gibi hiç değil, özgüvenleri geldi, Kürtlükleri keskinleşti. İyi mi oldu kötü mü oldu demiyorum. 35 yıldır memleketi bucak bucak gezen ve bölgenin tarihini iyi bilen biri olarak, gördüğümü söylüyorum.
İki, sopa yöntemi ters tepti. Haklıydı, haksızdı, ama insancıklar yazık filan demiyorum bakın. Onlar ayrı mevzu, sırasıyla ona da geliriz. Buz gibi bir tespit: adamları vurdukça, dövdükçe, hapiste bilmem nerelerine cop soktukça tırsmadılar; daha bilendiler. İtiraf edeyim, direnmeleri hoşuma gidiyor. Bana da yapsalar inşallah ben de bilenirdim. Ama hoşuma gitse de gitmese de olgu bu. Fakt yani. 76’da, 80’de oralara giderdim, o zamanki haleti ruhiye ne, bugünkü haleti ruhiye ne. Arada uçurumlar var, ve korkma, sinme, tevekkül etme yönünde değil, zalimi hor görme yönünde. Galip geleceklerine inanmışlar. Daha bundan öte başa çıkamazsın. Yenildiğini kabul edeceksin. Bitti. Değiştir plağı. Hepsinin sorumlusu Ergenekon’du de, beş tane aptal paşayı içeri at, yeni sayfa aç.
*
Ha bundan ne sonuç çıkarmışım? Yaşasın halkların bilmemnesi mi demişim, zafer narası mı atmışım? Hayır. Türkiye’nin toprak bütünlüğünün korunması lazım demişim. Hatta o yetmez, Kuzey Irak’la Suriye de Türkiye’nin yörüngesine girse ne iyi olur diye üstü kapalı niyet belirtmişim. (Evet, merak ettinizse söyleyeyim, Ermenistan da girse ben şahsen sevinirim.)
Ama bunun için ne lazım? Bir dar, bir de geniş açılı lens lazım.
Dar olanı şu: Dünyada biri büyük biri küçük iki milletin başarıyla bir arada tutunabildiği örnekler nereler? Saymışız, Büyük Britanya var, İspanya var, iyi kötü Kanada var. Türkiye’nin önündeki örnekler budur. Aşağı yukarı bunlardan birine benzeyen, yahut o minval üzerine yeni bir şeyler kotaran bir model buldun buldun. Yoksa unut Hakkari’yi. Amerikayı baştan keşfedecek değiliz. Model budur, çözüm de şayet bulunacaksa orada bulunacaktır.
Geniş olanı da şu: Türklerin o allahın cezası millet-i hakime kibrini kırmadıkça çözüm mözüm olmaz. Kürt kardeşim yerine aynı rahatlıkla Kürt ağabeyim diyebildiğin gün, sünnetsiz Ermeni dölünün de bu milletin mukadderatında omzu ve ağzı kalabalık yeniçeri kadar hakkı olduğu fikrini içine sindirebildiğin gün bir önceki paragrafta sözü edilen çözümleri adam gibi masaya koyup tartışabilirsin. Yoksa konuşalım diye ağzını her açtığında karşındaki sadece hakaret duyar; açılımın da ayağına dolanır; vermeye tenezzül ettiğin haklar da, verdiğin gün solar, kurur, dökülür.
İşte buyurun, çözüm perspektifi. Bana sorarsanız gayet vatanperver, yapıcı, iyimserimsi bir perspektiftir. Ama yok öyle değil deseniz de üzülmem. Yeter ki adam ne demiş diye merak edin, kırk senelik bayat şablonlarla sayfamı doldurmayın.
Mersi.