İslam
aleminin insanlığa katkıları deyince ilk aklımıza gelen şey alkol. Şaraptan saf alkol damıtmayı 11.
yüzyılda Müslüman İspanya’da icat etmişler. Avrupalılar oradan öğrenmiş. Adı
Arapçadan, al-kuhl, yani (göze sürülen cinsten) “sürme”. Neden sürme? Hiçbir
yerde sağlıklı bilgi bulamadım. Sanırım o devirde kimyasal maddelerde bir çeşit
kod adı verme geleneği var, belki meslekî sır kaygısıyla ya da başka nedenle.
Boraks, antimuan, arsenik, zincifre gibi bazı kimyasal maddeler de o devirde Araplardan
Avrupalılara geçmiş.
Birkaç yıl
önce Almanya’da Geschichte der Alchemie
diye harikulade bir kitap bulup okumuştum, Ortaçağdan 18. yüzyıla dek yüze
yakın kimya ve simya, ak ve kara büyü üstadının ciddi ve ayrıntılı tarihçesi.
Orada farkettim, mesleğin kökleri her vakada bir şekilde Araplara bağlanıyor.
Daha eskisi Yunan, özellikle de İskenderiye elbette; Araplar arada köprü işlevi
görmüşler. Nitekim, Batılıların kullandığı kimya (Chemie, chimie vb.) sözcüğü
Arapçaal-kimyâ’dan alıntı, o da Eski Yunanca khêmia’dan.
Sözlük bir başka Müslüman icadı. Bir dildeki bütün
kelimeleri alfabetik sıraya dizip derleme fikri, tuhaftır, Yunanlılarla Romalıların
aklına gelmemiş. Dilbilimdeki muazzam ustalıklarına rağmen eski Hintlilerde de
yok öyle şey. İlk alfabetik sözlükler yanlış hatırlamıyorsam Miladi 9. yüzyılda
el-Halil’in Ayn’ı ile Ebu Ubeyde’nin Lugat’ı. Arap sözlük geleneği 15. yüzyılda
Firuzabadi’nin Kamûsu’l-Muhît’i ile zirvesine ulaşmış; hızlarını alamayıp
Farsçanın, hatta Türkçenin de sözlüklerini yapmışlar. Şüphe yok ki İslam
emperyalizminin bir yan ürünü mevzubahis olan: Akşamdan sabaha İspanya’dan
Hindistan’a kadar dünyanın yarısına egemen olursan elbette insanlara Arapça
öğretmek gibi bir problemin doğar, dolayısıyla gramer ve leksikon önem kazanır.
Sonra üniversite var. Yine 11. yüzyılda
İspanya’daki medreseler muazzam prestij kazanmış. Arşiv çalışması bildiğim
kadarıyla pek yok, ya da ben denk gelmedim, ama fikirlerin ve kitapların
yayılış hızından anladığımız kadarıyla Avrupa’dan çok sayıda öğrenci Müslüman
İspanya’ya okumaya gitmiş olmalı. Hıristiyan Batı’nın ilk üniversiteleri 11.
yüzyıl sonlarında beliren Padua ve Bologna ile, onlardan kısa bir süre sonra
kurulan Paris’tir. Kurumsal modellerini, akademik ilgi alanlarını ve özellikle
felsefe alanında başlangıç referanslarını İspanya medreselerinden almışlar.
Sonradan – özellikle Paris’te ve onun metastazı olan Oxford’da – bambaşka
ufuklara yelken açmışlar tabii, ama o ayrı mesele.
Sıfır kavramını ve onun türevi olan onlu rakam
sistemini Batılılara öğretenler de Müslümanlar. Kendileri icat etmemiş,
Hindistan’dan aktarmışlar, ama öyle de olsa muazzam bir ufuk açılımına önayak
oldukları şüphe götürmez. Sıfır dediğin şey sadece bir boşluk değil çünkü, 10
ya da 100 ya da 100.000.000.000 yazabilmenin şartı. Sıfırsız ulaşabileceğin en
iyi yer eski Roma ve Yunan rakam sistemleridir. Pek zavallı şeylerdir.
Parmaklarla sayabileceğin seviyenin biraz ötesine geçince sapıtırlar.
Portakal, limon,
kayısı ve şeftaliyi Avrupalılar Araplardan öğrenmiş. Patlıcan ve ıspanağı da
galiba öyle. Portakalla limon Hint kökenli gerçi, kayısı ile şeftali de İran’ın
doğusunda bir yerlerden, belki Horasan’dan gelmiş. Ama geliştirilip dünyaya
tanıtılmasında Müslümanların emeği var. Şekeri
Batı dünyası İskender fetihleri zamanında tanımış, sonra yüzyıllarca unutmuştu.
Erken Ortaçağ edebiyatında adı efsane gibi anılan, büyülü bir iksirdir. 12.
yüzyıla doğru Araplar sayesinde tekrar tanıştılar; adını da (azucar, zucchero,
sucre, sugar, Zucker, cukor vb.) Arapçadan aldılar.
İslam
medeniyetinin insanlığa katkıları başlığı altında başkaca pek bir şey gelmiyor
aklıma. Vardır elbette ufak tefek bir şeyler, belki nama yazılı senet, belki
mandolin ve gitar, belki satranç ve dama, ama çığır açıcı, çağ atlatıcı, ufuk
sarsıcı bir yenilik ararsanız boşuna. Sanat alanında İslam kültürü diğer
kültürlere ilham verebilen bir şey koymamış ortaya. Binbir Gece Masalları belki
istisnadır, etkileyici bir eserdir, Batıda ve Uzakdoğuda sesi duyulmuştur, ama
devamı gelmemiştir. İslam mimarisi derivatif ve kısırdır. Tac Mahal’i ikibin
yıllık Hint geleneğinin bir parçası olarak görmek daha doğru olur. Osmanlı
camileri Bizans’la boy ölçüşme hırsına kapılmış bir emperyal iradenin
tezahürüdür. Üç başkentin dışında Osmanlı toprakları mimari açıdan çöldür.
İtalya’nın vasat bir taşra kasabasında, Osmanlı diyarının topundan daha çok,
daha çeşitli ve daha yaratıcı mimarlık eseri bulursun.
Her
halükârda İslam uygarlığı kayda değer, iz bırakıcı, insanlığın ortak macerasına
az ya da çok katkı sayılabilecek nitelikte ne yaptıysa ilk üç yüz ila beş yüz
yılında yapmış. Aşağı yukarı 1200’lü yıllarda stop etmiş. O günden sonra miras
yemiş. Miras – doğal olarak – tükenince, başka uygarlıkların artıklarıyla
beslenmiş. Batının çöpünü eşelemiş. Aç kalınca “kahrolsun emperyalistler, beni
aç susuz bıraktılar” diye isyan etmiş.
Sekiz yüz
senedir değişmedi. Bundan sonra değişir mi, bilmem. Allah’ın mucizesinin sonu
yok diyorlar. Belki olur.
http://en.wikipedia.org/wiki/Apricot
İkincisi de bahsetmeye değer bir başka İslam kültürü meyvesi olarak Deniz Hukuku. Roma hukukunda olmayan pek çok kavram denizcilik hukukuna İslam hukukundan geçmiş ve pratik faydaları nedeniyle batı dünyasında kabul görmüş.
http://en.wikipedia.org/wiki/Admiralty_law
Bir de soru, Osmanlı ve Hint-İslam mimarisi hakkında dediklerinizi anladım da, İran mimarisi İslam mimarisinin dışında mıdır?
Alkol (alcohol), kühl (kuħl), sürme kelimesinden gelmesinin sebebi ikisinin de yapında bir benzerlik bulunmasıdır. Aynı zamanda, Türkçeye rakı olarak gecen `araq kelimesi damıtılmıs veya sert icki manasında Sibirya'ya ve Cin'e ulasmıstır.
Bilgisayar oncesi uzun bir listeyi alfabetik sırıya koymak icin verileri ufak yazı malzemelerine yazıp o parcacıkları elle dizmek lazım. Bunun icin ucuz yazı malzemesi lazım. Parşomen ve papirus pahalı, ama kagıt ucuzdur. Eski Yunanlıların ve Romalıların zamanında kagıt yoktu, Araplar kagıt imalatını Cin ordusundan gelen harp esirlerinden ogrenmislerdir. İslam'daki entelektuel cıgır kısmen de olsa kagıt sayesindedir.
Araplar Arapca sozluk ve gramer kitaplarını esas olarak Arap olmayanlara Arapca ogretmek icin degil de Kur'an ve Cahiliye edebiyatının dili olan Fasih Arapca'yı muhafaza etmek icin yazmıslardır. İlk Hicri asırlarda bu dil bedeviler arasında muhafaza edildiginden bedevilerin dili esas alınmıstır. Arada bir Şam'da veya Irak'ta buna boyle derler diye notlar olsa da bunlar nadirdir. Sonraki konusulan, i`rabsız (yani cekim eksiz), Amme Arapcasına ragbet edilmemistir. Ancak Endulus Arapcasını İspanyolların sozluklerinden biliyoruz. Ayrıca Endulus'te halk dili bir miktar edebiyata girmistir. Teknik tabirler de sozlulklerde degil de o sanat veya ilim dalında hakkındaki kitaplarda bulunur. Mevzua girmisken Batı Avrupa
Binbir Gece Masalları Araplar arasında hafif edebiyat addedilir. Bunun bir isareti de metinde yer yer halk diline dogru, kelime ve gramer bakımından sapmalar olmasıdır. Ancak Miracname'nin Dante'nin İlahi Komedyası icin bir ilham kaynagı teskil etmesi oldukca kabul goren bir tezdir.
Tac Mahall'in yapımında İslami unsurlar coktur. Bahcesi Cennet'i temsil eder. Mimari olarak Timuri mimarisine yakındır. Yapımında Mimar Sinan'ın talebelerinden Mehmet İsa Efendi ve Mehmet İsmail Efendi ile yapıdaki yazıları yazan Hattat Serdar Efendi, eserin inşası için Şah Cihan tarafından İstanbul'dan davet edilmişlerdi.
Bu gün medeni kanunda olan eşlerin boşandığı zaman malların eşit paylaşımı o zaman da kadına belli bir miktar para ,altın, verilmesi (mehir hakkı) şeklinde karşımıza çıkmakta olumsuz örnekler tabi ki olumlulardan fazla ve İslamı düzgün yaşarsak şöyle olurdu tribine hiç giremem. Bu anektodu eklemek istedim sadece. Müslüman adam herşeyden fazla çalışkan olmalı bugün gayrimüslimler Müslümanlardan daha Müslüman sanırım. Allah bilir . Bir mucize beklerlerse daha çok beklerler diyor. saygılarımı sunuyorum.
Barut da var.
Bir de kahve var. Üstelik bu parlak dönemden sonra daha geç bir tarihte.
Genel olarak doğru ama Osmanlı -ve daha sonra Cumhuriyet- döneminde Orta ve Doğu Anadolu'da imar edilen yerler de yok mu?
Örneğin Nevşehir, Yozgat, Vezirköprü, Elazığ ve şimdiki yerine taşınan Malatya.
Cumhuriyet döneminde de Ankara, Kırıkkale, Karabük, Batman.
"Osmanlı döneminin en önemli şehirleri İstanbul, Edirne ve Diyarbakır'dır. Böyle olunca devlet buraya gönderdiği paşaları iyi yetişmiş insanlardan seçiyor, iyi de vakfediyordu. Onların gelirlerinin de yüksek olması böyle yatırımlar yapmalarına vesile oldu. Burası o dönemde ekonomik olarak da çok farklı bir yerdi. Zengin bir coğrafyaydı. Günümüzdeki gibi fakirlikle anılmıyordu."
http://www.timeturk.com/tr/2012/12/30/diyarbakir-in-pasa-eserleri.html
Mesela ibni heysem optik ilmini oluşturmustur, kimisi kuranin ayetinden ilham alarak kendini bilime adayıp birçok başarı getirmiştir, kimi dünyanın yarı capini hesaplamistir.hemen öyle kesip atma, yapma bunu