Sunday, January 12, 2020

Duçarhi ile devr-i âlem

2012’nin ilk aylarında kaya mezarımı tamamlayıp açılışını yaptım, diğer yandan Aslanlı Yol adını verdiğim anılarımı yazdım. Bir süre beni epey meşgul eden Tiyatro Medresesi’nin yapımı (parasızlıktan) durmuştu. Üçüncü evliliğim kötü bitmiş, canım gibi sevdiğim küçük kızımı kaybetmiştim. Nişanyan Otel bir rutine oturmuştu; günde bir iki saat mesai yetiyordu. Sıkılıyordum. Şirince’deki misyonumun sonuna geldiğimi hissediyordum.
Bisikletle uzun bir yola gitmeye karar verdim. İran ne zamandır aklımdaydı. İsfahan’a kadar gider miyim? Giderim. Baktım yapabiliyorum, doğuya devam ederim. Tıkandığım yerden dönerim. Belucistan çölünü göze alırsam Pakistan’a geçerim. Sonra Hindistan? Neden olmasın.
Büyük kızım İris panikledi, “babiş senin geri gelmeye niyetin yok galiba” dedi. Belki de yoktu, bilemiyorum. En azından bir ihtimaldi. Ama İris’in endişesi etkiledi beni sanırım. Yolculuğu kısa kesip dönmeme yol açan faktörlerden biri odur. Diğer faktör daha basit: Yollara düşünce gönlüm ferahladı, sıkılmalar geçti. Daha yapacak çok iş var, şu da var, bu da var hesapları kafamda fingirdemeye başladı.
Selçuk’tan pedal bassam üç hafta Türkiye, daha İran’a varmadan tükenme riski var. O yüzden bisikleti THY’ye emanet edip Van’a uçtum. Van havaalanında baktım uçağın yanında mahzun duruyor bizimki, piste çıkıp bisiklete atladım, dingaling çekilin yoldan, bagaj kalabalığının arasından sürüp yollara düştüm.
Özalp’ta otel motel yokmuş, Saray’a git dediler. Tüm yolculuğun en şahane etabıydı galiba: 2000 metre rakım ama yol düz, enfes bahar havası, etrafta karlı dağlar, sıfır trafik. Saray’da da otel değil anca Öğretmenevi varmış. Dört kişilik bir koğuşa verdiler. Öbür arkadaşların ikisi Taraf gazetesinden beni izlermiş, acayip mutlu oldular. Sohbetler edildi, bir el satranç oynandı, sabahın birinde yatıldı.
Sabah altıda silahlı polisler geldi, Sevan Beydurus Nişanyan sen misin, karakola gideceğiz. Selçuk’taki mahkemeden zorla getirme emri varmış, mahkemenin açılması beklenecek. Karakoldaki polislerle sohbet edildi, mecbur. Taraf’ı beğenmezlermiş, çünkü Ahmet Altan kadın memesine vatanı satarım demiş. Evladım dedim, vatan emretse sen karını, kızını, kardeşini satar mısın? Hangisini seçersin? Hee dediler, Altan onu mu kastetmiş, haklıymış lan.
Mahkemeye çıktık. Hakim genç, çıtı pıtı bir hanım. “Mahkeme celbine cevap vermemişsiniz, neden?” dedi. “Kısmet” dedim, “burada sizinle tanışmak nasipmiş.”  Zabıt katibi de kadın, kıpkırmızı oldu, kendini tutmaya çalıştı, sonra “pfiyt” diye bir ses çıkarıp gülmeye başladı. İfadeyi verdim, yola devam ettim.
*
İlk dört gün Hoy, Salmas, Urmiye. Hafiften hayal kırıklığı. Otantik bir yer beklerken, Türkiye’nin doğusundan çok daha modern, sıradan, monoton yerler. Ancak Kürt şehri Mehabad’da ülkeyi ufaktan sevmeye başladım. Karakter sahibi bir yerdi. Karakter mühim. Bir ülkeyi, yahut şehri, yahut oteli, yahut kişiyi sevilir kılan o.
*
İki haftada Hemedan’a vardım. Rotayı çevirmeye orada karar verdim. Yenilgiydi bir bakıma. Bir kere iklim: Mayıs başı şahane bir havada yola çıkmışım, Mayıs sonu güneş beynimde boza pişirmeye başlamış. Her tarafımda pişikler çıkmış, bunalmışım. Hemedan’da (ilk kez) düzgünce bir otel buldum, birkaç gün kalıp dinlenmek istedim. Bir kafede üniversiteli çocuklarla tanıştım, uzun sohbetler ettik. Sohbet iyiydi iyi olmasına, ama nedense modern dünyada herkes aynı, keşfedecek bir şey yok artık, boşuna geziyorsun duygusuna kapıldım. Kuzeye dönersem en azından hava biraz serin olur deyip rotayı Hazar Denizi’ne kırdım. Belki Türkmenistan üzerinden Rusya?
Reşt’te iki üç gün kaldım. Sevimli bir şehirdi, İran’ın Antalya’sı bir çeşit. Ama kara örtülü kadın görmekten ve yemekte bir bardak bira içememekten içime fenalık geldi. Daha medeni yerdir diye Bakü’ye devam etmeye karar verdim.
Gerisini Aslanlı Yol’da anlatmıştım, oradan okursunuz.


13 comments:

  1. Sevan Bey ne yapsak, Aslanı Yol'u Almanca'ya çevirsek mi?

    ReplyDelete
  2. Sevgili Sevan Nişanyan,
    Gerçekten bilmediğim, öğrenmek için soruyorum. Lütfen, beni yanlış anlamayınız.
    Karakter ne demektir?
    Karakter konusunu bir tanıdığım da bana sürekli söyler ama ona sorduğumda tatmin edici bir yanıt alamamıştım.
    Sorumu yanıtlarsınız bahtiyar olurum efendim. İyi günler...

    ReplyDelete
    Replies
    1. Kişilik. Bir insanı veya toplumu tekil ve benzersiz kılan özellikler.

      Delete
  3. Hocam,İslam Avrupa'da,Hristiyanlık Ortadoğu'da hakim olsaydı, Almanlar Sunni İngiltere Şii olsaydi ne olurdu?

    ReplyDelete
    Replies
    1. This comment has been removed by the author.

      Delete
    2. This comment has been removed by the author.

      Delete
    3. @𐱅𐰭𐰼𐰃𐰲𐰃 𐱅𐰇𐰼𐰰

      Kelto-Cermenleri İslamlaştırsa İslamlaştırsa Endülüs Müslümanları İslamlaştırırdı, ama Franklar Endülüs Müslümanlarının İberya'dan Fransa'ya doğru ilerleyişini savaş yoluyla durdurdular ve bu mümkün olmadı. Osmanlı'nın Macaristan'a girdiği zamanlara gelindiğinde Müslümanlar Batı karşısında eski medeni, ilmi, askeri ve teknolojik üstünlüklerini kaybetmişlerdi ya da kaybetme yolunda ilerlemekteydiler, dolayısıyla Osmanlı'nın Alman (Avusturya dahil) topraklarını ele geçirememesine şaşmamalı.

      Toprakları Müslüman orduları tarfından ele geçirilse Kelto-Cermenler de pekala Müslümanlaşabilirdi. Olmazdı diye bir şey yok. Ama Müslümanlıkları diğer kuzey halklarının (yerleşik olanlarının) Müslümanlıkları gibi olurdu dediğin gibi muhtemelen.

      Kız sünneti temel Sünni ve Şii mezhepleri içinde bir tek Şafiilikte vaciptir (zorunludur), diğerlerinde prensip olarak desteklenebilmekle beraber şart koşulmaz. Bu da Şafiilik haricindeki temel İslam mezheplerinde kız sünnetine bakışın kültürel şartlardan çok etkilenmesine yol açmıştır. Osmanlı'nın Avrupa'da ve Kafkasya'da yaydığı İslam Hanefi Sünni İslamdır, keza öncesinde Selçuklu'nun Anadolu ve civarlarına yaydığı İslam da. İberya (Endülüs), Sicilya ve Malta'ya Mağriplilerin yaydığı İslam ise Maliki Sünni İslamdı. Orta Asya'da Hanefilik hakimdir, İran'da da Safevilere kadar Hanefilik, Safevi devrinden itibaren Caferi Şiilik hakim oldu. Sonuçta bu bahsettiğim yerlerde Kürt coğrafyası hariç Şafiilik pek etkili olamadı. Afrika'da (kuzeyi dahil) kız sünnetinin İslamdan da çok önceye dayanan kökleri vardır, dolayısıyla orada Hristiyan, Yahudi ve animist gruplarda bile kız sünneti görülebiliyor dinlerinde kız sünnetine yer olmasa bile. Endülüs Kelto-Cermen topraklarını Müslümanlaştırsa yayacağı mezhep Malikilik olacağından kız sünnetinin Malikilikte vacip olmamasından yola çıkarak Kelto-Cermen Müslümanlarda da kız sünneti olmayacaktı muhtemelen (Endülüs'te de yoktu tahminimce ya da varsa kısa zamanda silinip gitmiştir).

      Delete
  4. Aslanlı Yol'da "bir gün anlatırım" dediğiniz kısmı yine anlatmamışsınız:)

    ReplyDelete
  5. Abi bi tek eski Med toprağinda gezip başkenti Ekbatana dan dönmüşsünüz.
    Fars, Xorasan, Gilan ve Mazandarani da görmek lazim.
    Doğrusu bende henüz göremedim.
    Bi gün mutlaka hevesliyim.

    ReplyDelete
  6. Sevan bey,

    Nevzat Onaran'ın hazırladığı:

    Türk Nüfus Mühendisliği
    1914 - 1940
    Ermeniler, Rumlar ve Kürtler


    Kor Kitap
    747 sayfa

    ( https://www.kitapyurdu.com/kitap/turk-nufus-muhendisligi/436642.html )

    okuma imkânınız oldu mu?

    Eğer okuduysanız, yorumlarınızı öğrenmek istemiştim.

    ReplyDelete
  7. Sevgili hocam,

    Iki sorum var:
    Salmas ve Urmiye'de Hakkari'den sürülen Nesturiler yasiyor. Tenisci Andre Agassi'nin milli boksör babasi da o tarafli. Bu sehirlerde ayrica Ermeniler, Kürtler ve Azeriler de yasiyor. Savastan önceki Halep icin "burada yasanilir duygusu olustu" demistiniz. Ayni seyler Urmiye ve Salmas icin de söylenebilir mi?

    Iranli Azerilerin Ermenilere bakisi nasil? Azerbaycanlilara bakislara nasil? Gözlemleriniz olduysa paylasirsaniz seviniriz.

    ReplyDelete