“Avrupa 16. yy’da
Protestan Reformu yaptı. Kilisenin toplumdaki tahakkümü kırıldı. Bu sayede
Avrupa ilerledi.”
Doğru mu? Türkiye’de
alışılmış olan tarih anlatısına bakılırsa tartışılmaz doğru. Anglo-Amerikan
ekolünün ilkokul-lise seviyesindeki anlatısında da veri kabul edilir. Fakat
gerçekle alakası yok. Hiç yok. Deli saçması.
Birinci veri: Reform, Avrupa’nın büyük kısmında başarısız
oldu. İtalya, İspanya, Fransa, o devirde Avrupa’nın ikinci en büyük gücü olan
Avusturya, Alman devletlerinin yarısı, İsviçre ve Holanda’nın büyük kısmı
Katolik kaldılar. Katolik kalan Fransa ile Katolik kilisesini deviren İngiltere
arasında, mesela, 19. yy sonlarına dek ciddi bir “ilerilik” farkı yoktur.
İkinci veri: “Kilise tahakkümü” deyimiyle eğer a) kilisenin
eğitim kurumlarına ve müfredata hakimiyeti, b) norm-dışı dini görüşleri
cezalandırma yetkisi, c) dini söylemlerin siyasette belirleyici olmasını
kastediyorsak, bu tahakküm 16. yy’dan sonra azalmadı, aksine feci surette
arttı. Dini konularda Avrupa’nın mesela 15. yy başındaki rahatlığı, 17. yy ile
kıyaslanmayacak derecede ileridir. Reform sonrası pekişen kilise tahakkümü, ancak
1789 Fransız devriminden ve bilhassa 1848’de tüm Avrupa’yı saran devrim
hareketlerinden sonra liberal/sekülarist görüşlerin yaygınlık kazanmasıyla kırılmıştır.
19. yüzyılın eseridir. İsterseniz 1740’larda Voltaire ile başlayıp 1918’de I.
Dünya Savaşı ile noktalanan bir süreçtir de diyebilirsiniz, yanlış olmaz.
Reformun öncesi
Roma kilisesinin Avrupa
çapında siyasi ve hukuki egemenlik iddiası, üç yüzyılı aşan bir mücadelenin
ardından 1378-1417 arası Büyük Bölünme (Schism) ile berhava oldu. Avrupa,
birbiriyle savaşan birkaç papa arasında bölündü. Kilisenin manevi otoritesi
çöktü. Bohemya’da, Aşağı Ülkelerde, Kuzey Almanya’da, İskoçya’da kilise karşıtı
hareketler belirdi. Kilisenin aracılığı olmaksızın, doğrudan iman ya da amel yoluyla tanrıya ulaşmayı savunan düşünce akımları güç kazandı.
5. Nikolas (1447-1455) ve
2. Pius (1458-1464) devrinde Papalık, tüm Avrupa’dan topladığı gelirlerin
yardımıyla mali durumunu düzene soktu, İtalya politikasında yeniden etkin bir
güç olmayı başardı. Bunu izleyen yüz yılın Papalık devleti, sürekli çatışan bir
düzineyi aşkın İtalyan devletlerinden biri, çoğu zaman en güçlüsüdür. Servet ve
şaşaa içinde yüzer. Dünyanın en iyi sanatçılarını istihdam eder; en yeni ve
cüretkar fikirlere kanat gerer. Rönesansın ve ‘Hümanist’ akımın başlıca
destekçisidir. Antik Yunan ve Roma’nın yeniden keşfine önayak olur. Roma
saraylarının çıplak tanrıça heykelleriyle bezenmesini, edebiyatta dini
erdemleri hiçe sayan dünyevi kahramanların kutsanmasını teşvik eder. Avrupa
tarihinin en çarpıcı “sekülerleşme” hamlelerinden birinin öncüsüdür. Yeni Roma
imparatorluğudur. Hıristiyan dininin adeta “modası geçmiştir”.
Avrupa’nın geri kalan
kısmı bu gelişmeleri dehşetle izler. Roma kilisesinin şaşaasını finanse etmek
için başvurduğu yöntemlere karşı homurdanır. Roma’nın “ahlaksızlığını” yaklaşan
kıyametin belirtisi sayar. Nihayet 1517’de Martin Luther önderliğinde isyan
bayrağını kaldırır.
Reform nedir?
Reform dini egemenliğe
karşı bir başkaldırı değildir. Tam tersine, “Babil Orospusu” (Whore of Babylon) adını taktığı Roma
kilisesinin dinsizliğine tepkidir. Kelimenin tam anlamıyla Selefi bir
harekettir. Dinin “aslına” dönmeyi, yaşamın tümünü dini esaslara göre yeniden
düzenlemeyi önerir. Dinsiz yazarlar yasaklanmalı, kâfirlerin ahlak dışı
heykelleri kamu yerlerinden kaldırılmalıdır. Kiliseler süsten arındırılmalı,
aziz kültleri ve gösterişli törenler dinden dışlanmalıdır. Daha önce kitap girmemiş evlere – matbaa sayesinde yaygınlaşan – İncil girmeli ve aileler çocuklarını sadece İncil okuyarak yetiştirmelidir.
Hem hümanist hem Reformcu
olan Erasmus, Melanchthon gibi birkaç figür bir yana bırakılırsa, Protestan
Reformu Rönesansa karşı bir harekettir. Rönesans'ın elitizmine karşı dini
taassubun şahlanmasıdır.
Birçok yönüyle, bugün
İslam dünyasında kol gezen fundamentalist akımları andırır. İŞİD’cilerin türbe
yıkmasıyla İngiltere’de VIII. Henry’nin manastırları ve aziz kabirlerini
yağmalaması arasındaki benzerlik, sanıldığından daha güçlüdür.
Protestan İngiltere'de dini çılgınlık 1642-1660 iç savaşında zirveye ulaşır, ardından yumuşamaya başlar. Amerikan kolonilerinde Puritanlar 1620'lerden itibaren Hıristiyanlık tarihinde eşine az rastlanan bir dini taassup rejimi kurarlar. 1610'larda Hollanda'da aşırı Kalvinistlerle en aşırı Kalvinistler arasında iç savaş yaşanır.
Katolik Karşı-Reformu
Protestan dünyasında
bunlar olurken Katoliklerin eli elbette armut toplamaz. Biraz gecikerek 1545’te
toplanan Trent Konsilinde, sonradan Karşı-Reform (Counterreformation) adı
verilen süreç başlatılır. Din adamlarının eğitimi sıkı merkezî kurallara bağlanır;
ruhban kadroları bir kaç kat artırılır; üst hiyerarşinin din adamları
üzerindeki denetim yetkisi sıkılaştırılır; kilise içi çok seslilik radikal olarak
kısıtlanır; Yasak Kitaplar Listesi (Index Librorum Prohibitorum) ilk kez
1559’da yayınlanır.
1540’ta kurulan İsa
Cemaati (Jesuit’ler, bizde bilinen adıyla Cizvitler) eğitim ve propaganda
işlerine yoğunlaşır. Kısa sürede Avrupa’nın her büyük kentinde Cizvit kolejleri
açılır. Yüksek eğitim önemli oranda onların denetimine girer; Ortaçağdan kalma
eski üniversitelerin birçoğunda Cizvitlerin borusu öter. Lakin itiraf edelim, akademik düzeyleri yüksektir. Çeşitli bilimlerde ciddi atılımlar yaparlar.) Latin Amerika ile Güney
ve Doğu Asya’daki Hıristiyan topluluklarında Cizvitler çoğu zaman devlete rakip
bir iktidar odağı haline gelirler. Papalık 16. yy ortalarından 18. yy
ortalarına dek canla başla Cizvit hareketini destekler; kimilerine göre tamamen
Cizvitlerin kontrolüne girer.
Katolik ülkelerde 1550’leri
izleyen iki yüz yılda kültürel ve entelektüel yaşamın kiliseden bağımsızlaştığına
dair en ufak bir bir belirti göremiyoruz. Descartes ve Spinoza gibi seküler birkaç
isim ancak Hollanda ve İsviçre gibi nispeten özgür ceplerde yaşam şansı bulurlar.
Jansenizm gibi, Katolik kilisesi çerçevesinde bir tür Protestanlığa meyleden
denemeler kısa sürede Papalık tarafından yasaklanıp bastırılır.
Dönüm noktası belki Cizvit
cemaatinin Fetöcü ilan edilip yok edilmesidir. 1764’te Fransa’da, 1767’de
İspanya’da, 1782’de Avusturya’da Cizvitler yasaklanır, kurum ve malları
müsadere edilir. Katolik Kilisesi 1776’da Cemaati resmen lanetler; ileri gelenleri tutuklanır, birçoğu idam edilir.
Katolik Avrupa’nın
edebiyatından dini temalar 1740-50’lerden itibaren zayıflar, hatta kaybolmaya yüz tutar. Viyana'nın saraylarında, Prag'ın görkemli kütüphanelerinde, Fransız ressamlarında, Cizvitlerin bastırılmasını izleyen yirmi-otuz yılda Katolik dinine ait motifler tarihe karışır. Fransız İhtilalinde
Katolik kilisesinin topyekün yasaklanmasına giden yol, ihtilalden önceki
yıllarda döşenmiştir.
İhtilal ve sonrası
1792’de kurulan Fransa
Cumhuriyeti Katolik dinini yasaklar. Manastırlar lağvedilir; tüm kiliseler
kamulaştırılır. Devlete sadakat yemini etmeyen rahipler idama mahkum edilir.
Pazar tatili ve Miladi takvim kaldırılır. Dini bayramların kutlanması
yasaklanır.
Üç-dört yıl süren cinnet
hali sürdürülemez; 1815’te muhafazakar düzen yeniden galip gelir. Ancak şişeden
çıkmış olan cin, geri girmeyi reddeder. Fransız devriminden ilham alan
anti-klerikal (papaz karşıtı) akımlar, tüm Avrupa ülkelerinde, özellikle
üniversite talebeleri, şairler, avukat ve doktor gibi meslek erbabı arasında
etkinliğini korur. Yepyeni bir fenomen olan “profesyonel devrimciler” türer;
Viyana Kongresi’ni izleyen çağın ağır baskı ortamında “halk kahramanı” payesini
kazanırlar. Önceleri “cumhuriyetçi”
adıyla anılırken, daha sonra “liberal”, “progresist” (ilerici), “sosyalist”
gibi etiketler kazanırlar. 1848’de Avrupa çapında büyük bir ayaklanmaya öncülük
ettikten sonra yenilirler. 1850 ve 60’larda yeniden bir reaksiyon dönemi
yaşanır; “gericiler” muzaffer görünür.
Ancak 1870’lerde rüzgar temelli döner. İngiltere’de Liberallerin iktidara gelmesi, Fransa’da Üçüncü Cumhuriyet’in
kurulması, İtalya’da eski profesyonel devrimcilerden Garibaldi öncülüğünde
kurulan yeni devlet, Macaristan’da yine ’48 kuşağının devrimcilerinden Andrassy’nin
başbakanlığı, “ilericilik” mezhebine resmi saygınlık kazandırır. “Muhafazakarlık” etiketini
takınan Kilise yandaşları gitgide artan oranda entelektüel itibarlarını yitirir;
cahillikle, gericilikle, dar ufuklu çıkarcılıkla anılmaya başlarlar. Nihayet
1914-1918 savaşını izleyen büyük çalkantılarda, kolektif akıl üzerindeki
etkilerini – bir süreliğine – tamamen yitirirler.
Kıssadan hisse
“İslam dininde reform
yapalım, bunlar akıllanır, bilim ve teknik yoluna gelirler” diyenlerin zannettiği
kadar kolay olmuyormuş bu işler.