Biden yönetimi iktidarı devraldığı günden başlayarak Ukrayna’da gerilimi sistemli olarak tırmandırdı. Savaşı göze almış görünüyor, ya da o izlenimi vermek istiyor.
Rusya, Ukrayna’nın NATO kontrolüne
girmesine kayıtsız kalmayacağını 1991’den beri her vesileyle vurguladı. O
yöndeki her teşebbüsü elindeki tüm imkanlarla – savaş dahil – önlemeye kararlı
görünüyor. Haksız sayılmaz. Ukrayna’nın çatışmasız düşmana teslim edilmesi, Rus
devletinin altından kalkamayacağı bir yenilgi olur.
Olası bir çatışmada Rusya
saha avantajına sahiptir. ABD ise bölgede etkili bir müdahale için iki kilit
ülkenin, Türkiye ve Almanya’nın işbirliğine muhtaçtır.
Almanya, ABD’nin tehdit
düzeyine varan uyarılarına rağmen, Rus doğalgazının deniz yoluyla Almanya’ya
ulaşmasını sağlayacak olan Kuzey boru hattı projesini kararlılıkla sürdürdü.
Proje tamamlanırsa Ukrayna ekonomik açıdan ölümcül bir darbe yer, belki Rusya’ya
teslim olmak zorunda kalabilir. Almanya boru hattı projesinde ısrar etmekle Ukrayna’yı
“gözden çıkardığı” izlenimini veriyor. Olası bir çatışmada ABD’nin yanında etkili
bir şekilde yer almaktan kaçınabilir. Resmi ve yarı-resmi Alman medyasındaki
Ukrayna yanlısı coşkulu beyanlar, gerçek dünyada fazla anlam taşımayabilir.
Karadeniz cephesinde ABD
donanması ve hava kuvvetlerinin eli Montreux antlaşması ile bağlı. Antlaşma
hükümlerinde göre Türkiye’nin taraf olmadığı bir savaşta üçüncü ülkelerin Karadeniz’e
toplam 15.000 ton ve nitelikleri kısıtlı 9 parça gemiden fazlasını sokması
yasak. Ocak sonunda ABD, antlaşma hükümlerini uç noktasına kadar zorlayarak
Karadeniz’e üç savaş gemisi soktu. Çatışma tırmanma eğilimi gösterirse ABD’nin önünde
iki ana seçenek var: ya Türkiye ABD’nin yanında savaşa girmeye zorlanacak, ya
da (şüphesiz Türkiye’nin onayıyla) antlaşma göz ardı edilecek. Her iki halde
Türkiye’nin olası direncini kırmak için hayli çaba göstermek ve belki istenmeyen
tavizler vermek gerekebilir.
Üçüncü yol Türkiye’nin
kendi isteğiyle sözleşmeden çekilmesi olabilir. Bu hamle hem ABD’nin elini
rahatlatr, hem Türkiye’ye (en azından kısa vadede) savaşta doğrudan taraf
olmama şansı tanır. İşin hukukiliği ikincil bir konu. Her halükârda Türkiye
cumhurbaşkanı “hukuk tanımaz adam” rolünü başarıyla oynamak suretiyle gerekirse
ülke lehine kullanabileceği bir serbestlik sahası yarattı diyebiliriz.
Amirallerin tuhaf
bildirisi hükümetin Rusya açısından olumsuz sonuçları olabilecek bir
girişiminin önünü kesmeye mi yönelik? Yoksa donanma bünyesinde bir direnç
izlenimini vererek hükümetin ABD’ye karşı pazarlık gücünü artırmayı hedefleyen
bir blöf mü? Bu soruların cevabını bilmeye şimdilik imkan yok.