*
İlk yazarımız Moşe Maimonides, [1] ortaçağın büyük
filozofları arasında adı İbn Rüşd ve Thomas Aquinas ile bir nefeste
anılacaklardan biri. İslami İspanya’da doğmuş, Fas’ta medrese tahsili görmüş,
Arap ve Yunan klasiklerini okumuş. Arapça olan üç ciltlik Delâlet-ül Hâ’irin
(Guide for the Perplexed, Kafası Karışık olanlar için Yol Gösterici) adlı
eserinde tanrının bilinebilirliği, yaratılış, irade-i cüziye, kötülüğün ahlaki
kökenleri gibi konularla cedelleşmiş. Yahudi fıkhının temel eserlerinden biri
olan 14 ciltlik Mişna Tora’yı kaleme almış. “Bir masumun haksız yere
cezalandırılmasından ise, bin suçlunun cezasız kalması evladır” gibi insancıl
yaklaşımları var. Ayrıca tıp ve mantık üzerine eserler vermiş.
1172’de yazdığı Yemen
Risalesi’nde [2] Muhammed’den “Yalancı Peygamber” ve “Deccal” (meşugga משוגע) sıfatlarıyla söz ediyor. Hakiki dini bozmak ve
insanların yüreğine nifak sokmak amacıyla gelenlerin ilki, Maimonides’e göre,
adı lanetle anılan İsa’dır. “Din ulularımız” ona layık olduğu cezayı
vermişlerdir. Muhammed onun izinden gelmiştir. İsa’dan farklı olarak, dünyevî
iktidarı ve insanlara zorla boyun eğdirmeyi hedeflemiştir. Sadece “cahil bir
budala”, onun getirdiği öğretinin gerçek bir tanrısal din olduğunu
zannedebilir.
*
Dante insanlık tarihinin en
büyük şairlerden biri; aynı zamanda ciddi bir düşünür, tarihçi ve siyasi
aktivist. İlahi Komedya’da dinî düşüncenin ve ahlak felsefesinin en temel
konuları hakkında derin bir vizyonu ortaya koymuş. Yaşadığı devirde Avupa
entelektüel yaşamında Arap kültürü henüz ciddi ölçüde etkilidir; yazarın İslami
düşünceye dair en azından birkaç önemli eser okumuş olduğunu biliyoruz. Yani
İslam dininden habersiz biri değildir. Başta Selahaddin Eyyubi olmak üzere bazı
Müslümanlar, Komedya’nın ahlaki evreninde birçok Hıristiyandan daha yüksekte
yer alırlar.
Dante Cehennem’in en
dibinden bir önceki katmanında Hz. Muhammed ile karşılaşır. "Şirk ve nifak
tohumu ekenlerle" aynı kaderi paylaşan Muhammed kötü durumdadır: (Inferno,
Kanto 28.25 v.d.).
Bacakları arasından
sarkıyordu bağırsakları; iç organları ortadaydı, yenilenlerden bok (merda)
yapan zavallı keseyle birlikte.
Onu görmek için olanca
dikkatimi verince, bana baktı, göğsünü açtı elleriyle, “Bak nasıl yarıyorum
kendimi” dedi,
“Bak Muhammed nasıl
paramparça edildi! Önümde ağlayarak giden Ali, alnından çenesine dek yüzü
kesili.
Burada gördüğün öteki kişiler de yeryüzünde şirk ve nifak tohumları
ektiler (seminator di scandalo e di scisma), bu nedenle ikiye bölündüler.” [3]
*
Protestan reformunun
öncüsü olan Martin Luther öncekilere
oranla daha mutaassıp bir din adamıdır. Dili çoğu zaman saldırgan ve
dogmatiktir. Buna karşılık iman (inanç) hakkındaki düşünceleri, Augustinus’tan
bu yana çok az düşünürün yakınına yaklaşabildiği bir felsefî derinlik – ve
duygu zenginliği – gösterir. Boş bir adam değildir yani.
Muhammed’e ve İslam
dinine ilişkin görüşleri 1528 ve 1530’da kaleme aldığı Vom Kriege wider die Türken ve Heerespredigt
wider die Türken adlı iki vaazda yer alır. İkisi de sert metinlerdir.
Türkçeye çevirildiklerini veya çevirilebileceklerini sanmıyorum. [4]
Muhammed’e yönelik
eleştirileri üç noktada toplanır. İlk nokta sevap öğretisidir; tanrıyla bir tür
çıkar pazarlığına dayalı selamet anlayışını Luther ahlaksız ve imansız bulur.
İkinci nokta silah zoruyla (yazarın deyimiyle “cinayet ve yağma” yoluyla) din
yayma fikridir. Üçüncü nokta, İslam dininin çok eşlilik ve cariyeliğe izin
vermesidir. Her üç noktada Luther İslam peygamberinin kişisel ahlakını
lanetler. “İğrenç ve utanç verici bir kitap” olarak tanımladığı Kuran’ı herkesin
tanıması için (auff das yderman sehe welch ein faul schendlich buch es ist)
vakit bulduğunda Almancaya çevirmeyi vaat eder.
*
Voltaire 18. yüzyıl
akılcılığının büyük temsilcisidir. Tarihçi, filozof, romancı ve şairdir. Başta
Katolik Kilisesi olmak üzere müesses dinlerin amansız düşmanıdır. İnandığı
şeyler uğruna rahatını ve hayatını defalarca tehlikeye atmıştır. Zekâsı nefes
kesici keskinliktedir. Alaycıdır. Antipatiktir. Ama kişiliğinin gücünden etkilenmeyecek
kimse düşünemiyorum.
Mahomet ou le Fanatisme [5] isimli beş perdelik trajedisi, Muhammed’in
tarihi kişiliğinden ziyade genel anlamda dinî fanatizmi ve ikiyüzlülüğü konu
edinir. Hikâye Muhammed’in evlatlığı Zeyd b. Harisa ve onun eşi iken ayrılıp
kendisiyle evlenen Zeyneb bt. Cahş olayı üzerine kuruludur. Muhammed entrikacı,
zalim ve kadın düşkünü biri olarak gösterilmiştir. Zeyd’in Zeyneb’e ilgisini
kıskanır. Zeyd’i Mekke ileri gelenlerinden birine suikast düzenlemekle
görevlendirir. Zeyd adamı öldürür. Ancak adamın, çocuk yaşta köle edilen Zeyd
ve Zeyneb’in babası olduğu ortaya çıkar. Zeyneb intihar eder. Muhammed ölüm
döşeğinde vicdan muhasebesi yaparak günahlarını itiraf eder.
*
Hindu cephesinden de
bir örnek verelim, eksik kalmasın.
Swami Dayananda Saraswati 19. yüzyıl sonlarında Hindu
dininde büyük bir reform başlatan Arya Samac hareketinin manevi lideridir. Puta
tapıcılığa, türbe ziyaretlerine, atalara tapmaya, hayvan kurban etmeye,
rahipçiliğe, kast sistemine, çocuk evliliklerine karşı çıkmış, Hinduizmi
evrensel bir ahlaki öğreti olarak canlandırmaya çalışmıştır. Zahid ve alimdir.
Hindistan’ın bağımsızlığı fikrini ilk ortaya atanlardan biridir. Rabindranath
Tagore’un ilham kaynağıdır.
En önemli eseri olan Satyarth Prakaş’ın [6] 14. bölümü,
Kuran’a ve İslam dinine karşı acımasız bir polemiktir. 70 küsur sayfada
Kuran’daki çelişki ve mantıksızlıklar, olağanüstü akılcı ve berrak bir dille
ortaya konur. Kuran’da dile getirilen tanrı fikrinin ahlaki zaafları ve
cahilliği dile getirilir. Hz. Muhammed'in “sahtekâr” olduğu savunulur.
Yukatıda saydığım dört
yazara oranla, en okumaya değer olanı budur.
*
Tekrar edelim. Bunlar
BENİM düşüncelerim değil, adamların düşüncesi. Bana sorarsanız Montgomery
Watt’ın teslimiyetçiliğini onaylamasam da, hiçbir büyük inanç hareketinin,
hiçbir büyük sosyal olayın, bu derece tek yanlı bir reddiyeyi hak etmediğini
düşünürüm. Nöldeke’nin veya Margoliuth’un kritik zekâsı, Rodinson’un sosyal
gerçekçiliği bana bunlardan daha yakın geliyor.
Ama soru benim bu
görüşlere katılmam veya katılmamam değildir. İsteyen katılır, isteyen katılmaz.
Bana ne? Sana ne?
Soru şudur: birtakım kara kalabalıkların
duyguları incinecek diye Maimonides, Dante, Luther, Voltaire ve Saraswati
okumaktan – ve yayımlamaktan – vaz geçecek miyiz? Geçmeyecek miyiz?
Senden ve benden bir
hayli daha derin düşüncelere sahip olan bu adamlara – bazı fikirlerine
katılmasak da – saygı gösterecek miyiz? Göstermeyip onları cühelanın öfkesine
kurban edecek miyiz?
Başkalarının gündemi neyse ne. BENİM ne
zamandır tartıştığım konu budur. Ve bu açıdan bakınca, Etyen Mahcupyan gibi
birinci sınıf bir düşünürün bile konu hakkında söyledikleri bana o kadar
alakasız, o kadar tanjant geliyor ki tarif edemem!
Notlar
[1] Arapçada cari olan adıyla Ebu İmran Musa bin Meymun bin Ubeydullah el-Kurtubî.
[2] İngilizce metin http://en.wikisource.org/wiki/Epistle_to_Yemen/Introduction
[3] Inferno, Kanto 28.25 ve devamı:
Tra le gambe pendevan le minugia;
la corata pareva e ’l tristo sacco
che merda fa di quel che si trangugia.
Mentre che tutto in lui veder m'attacco,
guardommi e con le man s'aperse il petto,
dicendo: "Or vedi com'io mi dilacco!
vedi come storpiato è Mäometto!
Dinanzi a me sen va piangendo Alì,
fesso nel volto dal mento al ciuffetto.
E tutti li altri che tu vedi qui,
seminator di scandalo e di scisma
fuor vivi, e però son fessi così.
[4] Dileyen http://www.lutherdansk.dk/WA%2030%20II/WA%2030%20II1.htm sayfasından orijinal metinlere bakabilir.
[5] Tam metin http://archive.org/details/lefanatismeouma01voltgoog
[6] İngilizce metin http://archive.org/details/satyarthprakashl00dayauoft
2.Zekat memuru çalıyorsa o zekat memurunun suçudur, islam böyle emretti, peygamber bunu öğütledi denebilir mi?
Mevcut bilgilerinizi gözden geçirip tekrar deneyebilirsiniz.
Bugün gördüğüm kadarıyla islam dini, emirleriyle yasaklarıyla değil de bunları layıkıyla yerine getiremeyen beceriksizlerle eleştiriliyor. Uygulayıcının kötülüğü uygulamanın kötü olduğu anlamına gelmez. Diğer taraftan, isterseniz kırk bin yıl öncesini eleştirin, bunu kimse umursamaz. Umursanan kimin söylediğidir. Müslümanların (kafatasçılık bulaşmamış olanları) Sevan abiye kırılmaları, onu ''Sevan abi'' gördükleri için.
"Köyler, baskının rahat kırıldığı yerlerdir."
Böyle başlıyor Salman Rüşdi'nin "Şeytan Ayetleri" adlı kitabı...
1988'de İngiltere'de yayınlanan ve Booker Ödülü’ne aday gösterildikten hemen sonra Whitbread’i kazanan kitap, "duyguları incinen" o kara kalabalıklar tarafından şöyle karşılandı;
1989 yılının Şubat ayında Ayetullah Humeyni ağzından salyalar akıtarak, Rüşdi'nin ve yayıncılarının görüldükleri yerde öldürülmesinin "din" açısından faydalı olacağı ile ilgili fetvasını verdi.
1991'de kitabın Japon çevirmeni Hitoshi Igarashi öldürüldü, İtalyan çevirmeni Ettore Capriolo ağır şekilde yaralandı.
1993'de kitabın Norveçli yayıncısı William Nygaard bir suikastten kıl payı kurtuldu.
1994'de Aziz Nesin kitabı Türkçe'ye çevireceğini/çevirteceğini duyurdu, neler oldu hep beraber yaşadık, gördük. Sivas'daki o köpeklerin (köpekleri tenzih ederek) orada toplanmalarının asıl nedeniydi o kitap...
Yıl 2012, hala yayınlanmış bir Türkçe tercümesi yoktur kitabın.
Rüşdi onların "cennete" gitmesini engelleyecek değildi hoş... Üstelik eğer varsa bir cennet, bu yazdıkları yüzünden Rüşdi kaçırıyordu iri siyah gözlü hurileri, tadı bozulmayan süt ırmaklarını, cennet ağaçlarını...
Peki neden bunlar olayları "allaha havale" etmek yerine, bizzat can almaya girişiyorlar?
Saçma bir adet vardı eskiden, bilirmisiniz bilmem; cami önünde kuşları kalabalık ve şekilsiz bir kafeste tutan -ki çoğu ölürdü bu yüzden- bir adamdan kuş satın alınır, sonra "azat-buzat, cennet kapısında beni gözet" nidaları eşliğinde serbest bırakılırlardı.
İnançlarına göre allahın bir yaratığı olan, zaten özgürce gezinen kuşu, kimbilir hangi kumpaslarla yakalayan birinden para karşılığı satın alırlar, sonra ona zaten hakkı olan özgürlüğü geri verirken "bak, cennette yardımlarını bekliyorum haa!" diyerek şartlı tahliye ederlerdi! Kendilerini tam bir gerizekalıya yakışacak şekilde kandırmaktan öte, bir de inançlarına göre onları o cennete alıp almamaya karar verebilecek tek yetkiliye de, özgür bir kuşu önce tuzağa düşürüp sonra salarak üçkağıt açarlardı.
Rüşdi'ye de saldırmaları, işte bu "allahı kandırmak", "kübralarında attıkları olmayan bir görevi icra ederek yaranmak" dürtüsünden kaynaklanıyor. Kendi haline bıraksalar belkide cehennemin yedi kat dibinde yanacak! birini, işgüzarca katletmeye çalışıyor ki cennet kapıları ardına kadar açılsın:) Cezasını, "sizi kendi suretimden yarattım" diyen allahına bırakmıyor, oradan bir cennet ayrıcalığı çıkarmak için, inandığı tanrının suretinin canını kendisi alıyor. Cinayetini allah için filan değil, tamamen çıkarına öyle uygun düştüğünü için işlediğinin kendi bile farkında değil.
Diyeceğim; zaten bomboş geçirdiği bu izansız hayatı sona erince, sırf seni öldürmüş olması yüzünden, bu dünyada rüyasında bile göremeyeceği ödüllere kavuşacağını zanneden biriyle nasıl anlaşırsın?
Ne dersin de onu bu eyleminden vazgeçirirsin? Ölümü bir hediye, seni öldürmeyi de o hediyenin anahtarlarından biri olarak gören bir zihniyete nasıl laf anlatırsın?
Velhasıl, çok özür dilerim ama, bırakın Dante, Martin Luther yada Voltaire'in yazdıklarını yayınlamayı, onların deryasının yanında bir kum tanesi gibi kalan Sevan Nişanyan'ın dahi hayatının tehlikede olduğu bu ülkede, ya "duyguları incinecek birtakım kara kalabalıkların" dediği olacak, ya da siz, ben, bizler onların sahte cennetinin uyduruk biletleri olmamak için tabanca, tüfek dolaşacağız. Çünkü aslında kalem, kılıçtan keskin filan değil.
Bence bu saatten sonra, kafatasçıların şu "ya sev, ya terket" söylemini hayata geçirmek lazım.
Ben sevmiyorum kardeşim!!! Ailemi gönderdim, benim de elim kulağımda, bu yaştan sonra o kuyudan o taşı çıkaracak 40 akıllının içinde yer almaya ne halim, ne de isteğim var.
Saygılarımla.
Tarık Arman
Yani ?...Zeyd ve Zeyneb kardeş mi imişler ?.Eğer öyle ise sadece bu sebebten boşanmaları gerekirdi.İslami kaynaklar bu olayı farklı anlatır.Zeyneb kocası Zeyd'i sürekli hakir görüyordu.Kendisi Mekke'nin ileri gelen , yani aristokrat bir aileye mensub bir kişi ;Kocası Zeyd ise azad olmuş bir köle oduğu için. Yani Zeyneb kocası Zeyd'e '' Nefret söylemi ve ÖTEKİLEŞTİRME'' uyguluyordu.
Bu kasıtlı ise ve "dükkan benim" diyorsanız, tutumunuz sürekli eleştirme çabasında olduklarınızınkinden hiç 'iyi' değil.
"Sana yapılmasını istemediğini başkasına yapma" kuralı sizi mahkum eder.
"Nefret söylemi" vb. tartışmalar sonra gelir.
"Ben kural tanımam, keyfim ne isterse o diyorsanız", söz biter.
Şimdi de din babadan oğula geçen bir masal gibi. Politikacılar da düzeni korumak için kullanır vazgeçemezler.
Din insanların zor sorularına çok kolay yanıtlar getirdiği için pratiktir. Vazgeçmek bu pratiklikten vazgeçmek demektir.
Bence gerisi boş. Dini dindarla tartışmak epey anlamsız. Sizden beklenen sanki sizin sorumluluğunuzmuş gibi Tanrının yokluğunu ispat etmenizdir. Tartıştıklarınız sizi karşılık veremeyeceğiniz anlamsız bilgiye boğarlar sonunda da söyleyeceğiniz en mantıklı doğruyu bile kabul ettiremeyeceğiniz kesindir.
eee.
sen hangi havaalanına indin?atatürk havalimanı.
hangi caddeden geçtin? atatürk cd.
evin nerde? ataşehirde.
hangi sitede oturuyorsun.atakentte.
yani...
diyeceğim o ki;başkasına b.k atan kendi içinde olduğu durumu da bilmeli. bu yüzden kendisi başka bir dine,dogmaya inananın, yaptığı eleştiri ve değerlendirmeleri kaale almam. çünkü bu işi yapmaya sevk eden saikin kendi dogmasını yüceltmek olduğunu bilirim.
yukarıda saydıklarınızdan sadece voltaire ' i ciddiye alırım. kalanı çöp benim nazarımda...
http://www.muhammadfilm.tv/
N_S
Her neyse, daha önce de ola-olot'la ilgili bir not yazmıştım size. Amacım ukalalık yapmak değil, ama bu kez de Maimonides'in zikrettiğiniz ifadeleriyle ilgili bir tartışmadan bahsetmek istiyorum. İlkin gözümden kaçmış, sonradan fark ettim.
"1172’de yazdığı Yemen Risalesi’nde [2] Muhammed’den Yalancı Peygamber ve Deli (meşugga משוגע) sıfatlarıyla söz ediyor." diye yazmışsınız.
Yemen Risalesi yahut Yemen'e Mektup denen bu eserin İbranice çevirilerinde "deli" tabirine rastlanıyor gerçekten. Ama araştırmacılar arasında, mektubun Arapça aslında bu sözcüğün bulunup bulunmadığına ilişkin bir tartışma var. Sözgelimi, Maimonides'in en kapsamlı biyografisini yazan Joel L. Kraemer bu konuda şöyle yazmış (şu anda çeviremeyeceğim aslını alıyorum): "Expressions such as 'madman' (ha-meshugga') for the prophet of Islam are almost certainly by translators. Maimonides called Muhammad al-shakhs ('the individual' or 'that person') in his Epistle to Yemen, which translators replaced with ha-meshugga'."
Bu elbette mektubun yer yer sert ifadeler içeren, cesur bir metin olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Ama şurayı vurgulamak lazım: Maimonides'in esas amacı, İslam'ı ya da Muhammed'i yermek değil, baskı gören ve ihtidaya zorlanan Yemen Yahudilerine teselli, tavsiye ve umut vermek. Bu bağlamda, hakiki ve ilahi dinin Yahudilik olduğunu belirtip, ötekileri tabii ki inkâr ediyor. Mesela şurada: "Our religion differs as much from other religions for which there are alleged resemblances as a living man endowed with the faculty of reason is unlike a statue which is ever so well carved out of marble, wood, bronze or silver."
Bunun Arap-İslam Devletlerinin gücünün doruğunda olduğu bir dönemde, Arapça yazıldığını ve yayıldığını hatırlatırım...
Alber