Beni Kureyza olayında ana kaynağımız Taberi’nin Tarih’i. İngilizce çevirisinin sekizinci cildinde ondört sayfa tutuyor. (The History of al-Tabari, SUNY Press 1997, VIII.27-41)
Önce Taberi’ye dair iki çift söz. Bir kere: Muhammed hakkında bildiğin veya bildiğini sandığın hemen her şeyin ilk kaynağı Taberi’dir. Yani Resmi Tarih’in ta kendisidir. “Doğru dediği ne malum” diye sorduğun anda, Muhammed ne malum, vahiy ne malum, Kuran ne malum, Mekke ve Medine ne malum, Bedir ve Uhud ne malum, Kâbe ne malum, Hadice ne malum, Aişe ne malum, Ebubekir ne malum… diye sormuş olursun. Bana göre hava hoş, yeter ki ne sorduğunu bil.
İkincisi: Taberi iyi tarihçidir. Üç beş sayfa okusan yeter, ciddi bir akademik akılla karşı karşıya olduğunu anlarsın. Masal anlatmaz, anlatanları aktarır. Kaynaklarını sorgular. Farklı versiyonlar arasındaki çelişkilerin ve nüansların altını çizer. İyi bir detektifin delil duygusuna, iyi bir filozofun hakikat sevgisine sahiptir. “Peygamberimize bühtan etmiş” dersen, kusura bakma, bir şey bilmediğini belli edersin.
Peygamberi problemli bir ışıkta gösteren bu hikâyeyi (ve buna benzer diğerlerini) neden aktarmış? Neden sessiz geçmemiş? Bence önemli bir soru. Hatta, “Resmi Tarih’in amacı neydi?” konusuna buradan da giriş yapabiliriz.
*
Beni Kureyza hikâyesini üç ana kaynaktan aktarmış. İlki H 140 yılı civarında vefat eden Medine’li araştırmacı İbn İshak. İbn İshak’ın orijinali elimizde yok. Onun beş veya altı farklı kaynağa istinaden anlattıklarını Taberi aktarmış. İkincisi Peygamberin eşi Aişe’nin Medine’li Alkame b. Vakkas’a anlattığı hatıraları. Bunlar hikâyenin anekdot tarafını dolduruyor. Üçüncüsü H 207’de vefat eden Kitab-ül Mağazî muharriri el-Vâkıdî. Taberi genel olarak Vakıdî’ye pek güvenmiyor, sözlerini ihtiyat payıyla aktarıyor.
Taberi metninin esas zevkli yanı, farklı anlatımlar arasındaki vurgu ve detay farkları. Mesela İbn İshak’ın İbn Şihabe’den aktardığı versiyonda Cebrail'in katliamı teşvik etmesi ile Dihye b. Halife olayı iki ayrı anekdot gibi aktarılırken, Aişe’nin anlatımında ipek örtülü eğerde oturan Dihye’ye halkın “Cebrail” lakabını taktıklarını öğrenip şaşakalıyorsun.
Metnin tamamını aktarmak bu yüzden – meraklısı için – daha ilgi çekici olacaktı. Üşendim. Özetlemekle yetineceğim.
*
Hikâyenin geçmişi
Uhud Savaşında sayıca üstün olan Mekkelilerin Müslümanları yeneceğine kesin nazarıyla bakılır. Bu yüzden Medine Yahudilerinden Beni Nadir aşireti, Müslümanların yenilgisi halinde başına geleceklerden korkarak, tarafsız kalır. Müslüman zaferinden sonra toplanan Mecliste Beni Nadir yargılanır. Muhammed’in idam kararı vermesi beklenirken Beni Nadir’in koruyucusu (velisi) olan Beni Hazrec aşireti ileri gelenlerinin önerisiyle Beni Nadir halkı tehcir edilir. Malları müsadere edilir.
Beni Nadir liderlerinden Hüyeyy b. Ahtab ve Kinane b. el-Rabi Mekkelilerle temas kurarak onları Medine’ye saldırmaya teşvik ederler. Ayrıca doğudaki Ğatafan aşiretini de Mekkelilerle beraber savaşmaya ikna ederler. Medine’deki diğer büyük Yahudi aşireti olan Beni Kureyza lideri Kâ’b b. Esed Muhammed’le ittifakını bozmama taraftarıdır. Kapısına gelen Hüyeyy’i hakaretle kovar. Ancak Hüyeyy ısrar eder, Kureyşlilerin Muhammed’i yeneceklerinin kesin olduğunu, bu durumdan Beni Kureyza’nın zarar göreceğini savunur. K’ab lanet okuyarak Hüyeyy’e kapısını açar. Uzun süre direndikten sonra Muhammed’le [iddiaya göre yazılı belgeye dayanan] ittifakını bozar.
Mekkeliler ile Ğatafanlılar Medine’yi kuşatır. Muhammed, İranlı kölesi Selman’ın tavsiyesiyle kentin etrafına bir hendek kazdırır. 27 gün süren kuşatmada Müslümanlardan altı ve karşı taraftan üç kişi ölür.
Kuşatma esnasında Muhammed adamlar göndererek müttefikler arasına nifak tohumları eker. Kureyza aşireti, Mekkelilerin kuşatmayı sonuçlandırmadan çekileceğinden korkmaktadır; Müslümanlarla başbaşa kaldıklarında başlarına geleceği bildiklerinden, adım atmak istemezler. Ebu Sufyan komutasındaki Mekkeliler, Yahudilerin savaşacağına güvenmezler, Kureyza ileri gelenlerinden bazı kişileri rehin almadıkça kesin saldırıya girişmek istemezler. Ğatafanlılar Yahudilerin Muhammed’le anlaşacağından ve Mekkelilerin çekilip kendilerini Muhammed’e karşı yalnız bırakacağından kuşkulanırlar. İttifak dağılır.
Cebrail savaş kışkırtıyor
Kuşatmanın kalktığı gün Cebrail altın sırmalı bir sarık giymiş ve ipek örtülü bir katıra binmiş olarak zuhur eder. “Silahları bıraktın mı ya Rasulallah?” diye sorar. Muhammed evet der. Cebrail, “Melekler henüz silahlarını bırakmadı. Allah sana Beni Kureyza’ya saldırmanı emrediyor. Ben de orada olacağım,” diye cevap verir. Muhammed tellal çıkararak, Beni Kureyza arazisinde toplanmadan kimsenin namaz kılmamasını emreder. Kendisi de Kureyza surlarının yanına gelerek “Ey maymun soylular! Allah sizi lanetledi ve intikamımı üzerinize saldı,” diye seslenir. Yahudiler cevaben ona hakaret ederler.
Aişe’nin anlatımına göre Cebrail “Melekler silahlarını bırakmadı, git ve onlarla savaş” der. Muhammed zırhını kuşanır. Yolda rastladığı kişilere “buradan kim geçti” diye sorar. Onlar da “Dihye b. Halife geçti” derler. Dihye’ye büyük sakalı ve ipekli eğeri nedeniyle “Cebrail” adı verildiğini Aişe belirtir.
Maymun korkusu
25 gün veya bir ay süren kuşatmadan sonra Kureyza aşireti teslim olmaya karar verir. Müzakere için Muhammed onlara Beni Aws aşiretinden Ebu Lübâbe b. Abdülmunzir’i gönderir. Aws aşireti Beni Kureyza’nın koruyucusu (velisi) ve Ebu Lübabe onların dostudur. Erkekler onu karşılarken Yahudilerin kadın ve çocukları çığlıklar atarak etrafını sararlar ve merhamet göstermesi için yalvarırlar. “Muhammed’in hakemliğini kabul edelim mi?” diye sorarlar. Ebu Lübabe “evet” der, fakat bunu söylerken eliyle boğaz kesme işareti yapar. Yapar yapmaz pişman olur. Allah’a ve resulüne ihanet ettiği kaygısına kapılarak koşa koşa gider, camide kendini bir sütuna bağlatır. Allah kendisini affetmedikçe oradan ayrılmayacağını bildirir. Muhammed bunu duyunca güler. “Bana gelseydi affederdim, ama şimdi ancak Allah affedebilir,” der. Birkaç gün sonra Allah’tan gelen bir vahiyle Ebu Lübabe’yi affeder. [Bahis konusu ayetin hangisi olduğuna dair tefsirciler arasında ittifak yoktur.]
Kureyza lideri Kâ’b, aşiretine hitaben konuşur. Başlarına gelen beladan Hüyeyy’i sorumlu tutar. Üç seçenek sunar. Ya topluca Müslümanlığı kabul edeceklerdir. Bu reddedilir. Ya [Masada'daki Yahudiler gibi] kadınlarını ve çocuklarını öldürüp, ölünceye kadar savaşacaklardır. Bu da reddedilir. Ya da Yahudiler için savaşmanın dinen haram sayıldığı Şabat günü sürpriz bir saldırı düzenleyeceklerdir. Tevrat’a göre Şabat günü savaşmak Yahudilerin domuza veya maymuna dönüşmesine yol açacağı için, bu seçenek de reddedilir. Teslim olmaya karar verirler.
Bağımsız yargı
Beni Kureyza Aws aşiretinin mevalisi olduğundan, hukuken Muhammed’in yargıç olması mümkün değildir. Bu nedenle Aws aşiretinden Sa’d b. Muaz görevlendirilir. Sa’d Hendek savaşında yaralanmış ve yarası şişmeye başlamıştır (birkaç gün sonra ölecektir). Hükmü açıklar: Kureyza erkekleri öldürülecek, kadın ve çocuklar köle edilecek, malları müsadere edilecektir. Muhammed “Allah’ın ve resulunün yargısıyla yargıladın” diyerek onu onaylar.
[Yargı görevinin ölmekte olan birine aktarılması muhtemelen kan davası güdülmesini önlemeye yönelik bir tedbirdir.]
Nusra Cephesi tesadüf mü?
Resulallah karardan sonra Medine’nin çarşı alanına giderek hendekler kazdırır. Beni Kureyza erkekleri gruplar halinde buraya getirilerek hendeklerin başında kafaları kesilir. Toplam katledilen sayısı bazı kaynaklara göre 600 ila 700, bazılarına göre 800 ila 900 kişidir. İdamların çoğunu Ali b. Ebu Talib (sonradan dördüncü halife) ve Zübeyr infaz ederler.
Komplonun lideri Hüyeyy getirilir. Pembe kumaştan değerli giysisini (ganimet edilmesin diye) delik deşik etmiştir. Muhammed’e hitaben “Sana düşmanlık ettiğim için kendimi ayıplamıyorum, çünkü Allah’ın terkettiği kişi lanetlenmiştir,” der. [Bu sözün anlamı açık değildir. Lanetlenen kişinin Hüyeyy mi Muhammed mi olduğu anlaşılmaz.] Sonra halkına dönerek “Allah’ın emrinde haksızlık yoktur. Zira İsrailoğulları için büyük bir katliam olacağı Kitabımızda yazılıdır,” der. İdam edilir. [Hüyeyy’in son sözleri daha sonraki İslami literatürde süslenip püslenerek, Yahudilerin idam kararının kendi Kitaplarına uygun olarak verildiği tezine dönüşecektir.]
Aişe’nin ifadesine göre idam edilenler arasında tek bir kadın vardır. “Rasulallah erkekleri meydanda öldürürken kadın benim yanımdaydı, sohbet ediyor ve durmadan gülüyordu. Derken bir ses adını çağırdı. ‘Ne var?’ dedim. ‘Öldürecekler’ dedi. ‘Neden’ diye sordum. ‘Yaptığım bir şeyden ötürü’ diye cevap verdi. Götürüp kafasını kestiler. Neşesini ve gülüşünü hayatta unutamam. Öldürüleceğini biliyordu.”
Vakıdî’nin anlatımına göre kadının öldürülmesinin nedeni, kuşatma sırasında sur üstünden bir değirmen taşı atarak Hallâd b. Süveyd’in ölümüne sebep olması idi.
Ebubekir halt etmiş
Öldürülecekler arasında geçmişte Müslümanlara iyiliği dokunmuş olan yaşlı Ebu Abdurrahman el-Zebîr vardır. Müslümanlardan Sabit b. Kays Rasulallah’tan rica ederek yaşlı adamın canını bağışlatır. Ebu Abdurrahman “karım ve çocuklarım olmadan hayatın ne anlamı var?” diye sorar. Onlar da bağışlanır. “Malım ve servetim olmadan nasıl yaşayabilirim?” der. Malına dokunulmayacağına söz verirler. “Aslanlar aslanı, güzel adam Kâ’b b. Esed ne olacak?” diye sorar. Öldürüldüğünü söylerler. Aşiretinin akıbetini sorar, hepsinin idam edildiğini anlatırlar. “O zaman bana bir iyilik yapıp beni de öldürün” der. “Akrabalarım olmadan yaşamanın faydası yok, öbür dünyada onlara kavuşmak için sabırsızlanıyorum.”
Ebubekir bu sözleri duyduğunda “akrabalarıyla Cehennemde buluşacak, orada sonsuz azap görecek” diye konuşur.
Emval-i metrukenin paylaşımı
İdamlar sona erdikten sonra Rasulallah Beni Kureyza’nın mallarını, kadınlarını ve çocuklarını müminler arasında pay eder. Beşte bir [kamu payı] çıkarıldıktan sonra geri kalandan süvarilere üçer pay, piyadelere birer pay verilir. Bu savaş esnasında Müslümanların otuzaltı atlısı vardır. Onların hakkı, bir pay ata, iki pay sürücüsüne olmak üzere üç pay olarak hesaplanır. Ganimetin beşte birinin [Muhammed’e] ayrılması kuralı ilk kez bu olayda uygulanır ve daha sonra gelenek (sünnet) olarak benimsenir.
Rasulallah köle kadın ve çocukların bir kısmını Sa’d b. Zeyd ile orta Arabistan’daki Necd’e göndererek, karşılığında at ve silah satın alır. Esir alınan kadınlardan Reyhane bt. Amr’ı kendine ayırır. Cariye edindiği bu kadın, Muhammed’in ölümünde halâ onun kölesidir. Muhammed ona kendisiyle nikâhlanmasını ve hicaba girmesini teklif ederse de Reyhane “ya Rasulallah, senin kölen kalayım, böylesi senin için de benim için de daha kolay” diyerek reddeder. İslamiyeti kabul etmeyerek Yahudi dininde ısrar eder. Bundan ötürü Muhammed onu nikâhına almaz, fakat canı sıkılır. Kimi anlatımlara göre daha sonra Reyhane Müslümanlığı kabul ederek Muhammed’i sevindirir. [Ancak bu anlatımla, Muhammed’in ölümünde Reyhane’nin halâ köle olduğu bilgisi çelişir.]
*
Bu anlatı neden Resmi Tarih’e dahil edildi? Neden unutturulmadı? Sorumuz bu.
Resmi Tarih’in işlevi meşrulaştırmaktır. Bir hikâye anlatırsın. Bu hikâye senin bugününü, varlığını, iktidarını, yasalarını, törelerini, eksiklerini, yanlışlarını haklı kılar. Vicdanındaki soruları giderir. Seni – toplumca – iyi hissettirir.
Bak mesela “Kurtuluş Savaşı” anlatısına, ve İŞLEVİ NEDİR diye sor. Yedi düvel, kağnılar, iç ve dış düşmanlar, hain padişah, damat ferit, ordular ilk hedefiniz vs… Az düşün, ne anlatıyor? BUGÜNKÜ devletinin ve iktidarının hak olduğunu anlatıyor. BUGÜNKÜ hatalarının hiç mertebesinde olduğuna seni ikna ediyor. Dün Ermeniden gaspettiğin o tarla ile dükkânı sana helal kılıyor.
Taberi Tarihinin de öyle bir şeyi olmalı bence.
Ülkeler fethetmişsin, şehirler zaptetmişsin. Bunu yaparken de epeyce kırıp dökmüşsün. Şimdi bir hikâye anlatman lazım ki, yaptığının hak ve meşru olduğuna seni inandırsın. Seni bırak, yarın çocuğun gelip “ya baba biz neden böyleyiz” diye sorarsa, verecek cevabın olsun.
*
Devam ederiz bir ara. “İslam dini dediğin şey, o Resmi Anlatının ta kendisidir” diyeceğim sırası gelince. Linç ederlerse de kendi bilecekleri şey.
yalnız "islam tarihine giriş"te çok esaslı sorular sordun. cevabını vermeden bırakmayız. aman gözümüzü yollarda bırakma.
onlari anlatan milyonlarca insan var.
Ama sen kabugundan çikamadigin için bilemezsin.
Sevan türk vatandasi,Türkiye de yasiyor ve türkçe yazip okuyor;dolayisiyle müslümanlari yazacak elbette.Üstelik müslümanlar hergün 20 kere "yahudilerin sapık hristiyanlarin şaşkın" oldugunu söylüyor ama 2.5 milyar hristiyan şikayetci degil!
Hristiyanlara gelince;avet katliam yaptilar.Haçli seferleri,engizisyon mahkemeleri vs..Eh o kadarini atalarimiz osmanlilarda yapti.Ama aradaki fark;hristiyanlar yaptiklari haksizliklarin meakulpasini yaptilar(hatalarini itiraf ettiler,veya günah çikardilar).Bugün 21.yy da hiçbir hristiyan atalarinin ortaçagda yaptigi katliama sahip çikmaz.Draküla filmine konu olan Kazıkli voyvoda'ya kimsenin kahraman,cengaver voyvoda dedigi duyulmamistir.
Kaldı ki uygulanan bu karar Tevratın hükmüdür. Herhalde bu kararı veren Sa'd Tevrat'ın bu konudaki hükmünü biliyordu. Peygamberin ona "Sen Allah'ın hükmüyle hükmettin" demesi de Sa'd'ın hükmünün Tevrat'a dayandığını gösterir. Şimdi bu konuda Tevrat'ın hükmünü gözden geçirelim:
"Bir şehre karşı cenk etmek için ona yaklaştığın zaman, onu barışıklığa çağıracaksın. Ve vaki olacak ki eğer sana sulh cevabı verirse ve kapılarını sana açarsa içinde bulunan bütün kavm sana angaryacı (esir, köle) olacaklar ve sana kulluk edecekler. Ve eğer seninle barış yapmayıp cenk etmek isterlerse o zaman onu kuşatacaksın ve Allah'ın Rab onu senin ellerine verdiği zaman onun her erkeğini kılıçtan geçireceksin; ancak kadınları ve çocukları ve hayvanları ve şehirde olan her şeyi bütün malını kendin için çapul edeceksin (ganimet alacaksın)!...[Tesniye: 20/10-14]
İşte Kurayza Oğullarına kendi kitaplarının bu hükmü uygulanmıştır. Bir kavme kendi yasalarını uygulamak zulüm değil adalettir... (Süleyman Ateş, Kur'an'a Göre Hz. Muhammed'in (s.a.v.)Hayatı, Yeni Ufuklar Neşriyat, Syf. 614-615)
Muhammed bozuk tevrata göre hüküm vermis yani?
Beni Kurayza kabilesi ise, Uhud Savaşı sonrasına kadar Medine'de kaldı. Fakat bu kabile de Hendek Savaşı sırasında vatandaşlık anlaşmasına uymadı. Savaşın en şiddetli anında on bin kişilik bir Kureyş ordusunun yürüdüğünü gören bu kabile de, Müslümanları arkadan vurmak üzere, harekete geçti.
İslam ordusu iki ateş arasında kalmıştı. Kuzey ve batıda müşrik Kureyş orduları, güneydoğuda ise Yahudiler bulunuyordu. Müslümanlar, on bin kişilik müşrik ordusu ve Yahudilerle, bir aya yakın geceli gündüzlü durup dinlenmeden çarpıştılar. Açlık, susuzluk, uykusuzluk ve şiddetli soğuklara aldırış etmeden canla başla mücadeleye devam ettiler. Sonunda müşrikler mağlub bir şekilde, fırtınalı bir gecede, geldikleri gibi perişan bir halde Medineyi terk ettiler.
İslam ordusu Hendek Savaşı'ndan Medine'ye döner dönmez ihanet eden Beni Kureyza Yahudilerinin üzerine yürüdü. Peygamber Efendimiz (asv)'in emriyle derhal harekete geçip Beni Kureyza kabilesinin bulunduğu kale kuşatma altına alındı.
Peygamber Efendimiz (asv) onları önce İslama davet etti. Yahudiler, bu güzel teklifi kabul etmediler, Sevgili Peygamberimiz (asv)'in; "Öyle ise, Allah Teala ve Resulünün emrine boyun eğerek kaleden inip teslim olunuz." emr-i şerifini de reddettiler...
Bir ay kuşatmadan sonra Beni Kureyza kabilesi Peygamber Efendimiz (asv)'den, haklarında hüküm vermek üzere bir kimseyi hakem tayin etmesini istediler. Resulullah Efendimiz (asv) de; "Ashabımdan istediğiniz kimseyi hakem seçiniz." buyurdu. Onlar da daha önceden Medine'de meşhur kabile reislerinden olan Sad bin Muazı istediler ve "Biz Sad bin Muazın vereceği hükme razı oluruz." dediler. Peygamber Efendimiz (asv), Sad bin Muaz Hazretlerinin getirilmesini emrettiler. Sad bin Muaz, Hendek Savaşında ağır yara almıştı, sedye üzerinde getirildi.
Peygamber Efendimiz (asv);
"Ey Sad! Şunlar, senin hükmüne göre teslim olmayı kabul ettiler. Haydi, onlar hakkındaki hükmünü bana bildir."
buyurdu.
Hazret-i Sad, hükmü açıkladı:
"Benim hükmüm odur ki, akil ve baliğ olan bütün erkeklerin boynu vurulsun! Kadınları, çocukları esir alınsın, malları da Müslümanlar arasında taksim edilsin!"
Bu kesin hüküm karşısında, Yahudiler donup kaldılar. Çünkü, kendi kitaplarında, azgınlık yapanlara verilecek ceza aynen böyleydi:
"Şehrin birine harb etmek için vardığında, onları sulha davet et. Bunu kabul edip, kapılarını açarlarsa, içindekilerin hepsi, sana haraç versinler ve hizmet etsinler. Şayet, harb etmeye karar verirlerse, onları muhasara et. Allah Tealanın ihsanı ile, onlara galip geldiğin zaman, erkeklerinin hepsini kılıçtan geçir. Kadınlarını, çocuklarını ve mallarını ganimet olarak al!.." (Tesniye/Yasanın tekrarı, 10-14)
Sad bin Muaz Hazretlerinin verdiği hükmün ilahi hükme uygun gelmesinden dolayı, Âlemlerin Efendisi Sevgili Peygamberimiz (asv), onu tebrik edip; "Sen, onlar hakkında Allah Teala'nın yedi kat gökler üstünde, Levh-i Mahfuzdaki hükmüne uygun hüküm verdin!" buyurarak takdirlerini bildirdiler.
Yahudiler, kendi kitaplarında belirtilen bu hükme itiraz edemediler. Verilen hüküm yerine getirildi.
Böylece, Müslümanların en sıkışık zamanlarında arkadan vuran, yapılan bütün antlaşmaları bozan, Peygamber Efendimiz (asv)'e, çocukluğundan beri düşmanlık yapan, öldürmeye uğraşan, sihirler yapan bu kavim de Medine'den temizlenmiş oldu.
Tevrat'a göre teslim oldukları ve savaşmadıkları için hüküm haraç vermek ve hizmet etmek olmalıydı.Kendinizi kandırmayı bırakıp objektif olun.Gerçekler acıdır dost acı söyler.Teşekkürler
Sevan.
yani hendek savaşını müşrik adı verilen mekkeli grup kazansaydı müslüman medinelileri insan hakları çerçevesinde mi yargılayacaktı?
veya o dönem mazlumlaşmış yahudiler; erkleri ele geçirdiklerinde zıtlaştıkları gruplara oldukça modern bir hukuk ve hoşgörü nosyonuyla yaklaşacaklardı?
çelişkiler çelişkiler.
bir derdin var ise buyur kitab'a müracaat et; içinde istediğin her şeyi bulabileceğin kitaplara değil.
ne ise ne, ama islam dini dedigin sey, o resmi anlatinin ta kendisidir demek de biraz degil bayagi bir indirgemeci yaklasim gibi geldi. ama madem böyle bir laf ettin sevan abi, anlat da bilelim, isin aslini ögrenelim.
Mahmut Kiraz
Hz. Peygamber Mekke'den Medine'ye hicret etmezden evvel Medineli gruplarla Akabe Biatı adlı bir sözleşme yapıyor. sözleşmeye göre Peygamber Medine'ye sığınacak ve Medineliler (Ensar) onu düşmanlarına karşı koruyacak ama Ensar bu sözleşmeye çok ilginç bir şerh düşmüşler: Eğer Hz. Muhammed kendisi herhangi bir saldırı düzenlerse Ensar ona katılmayacak, dolayısıyla Hz. Muhammed yalnız hareket etmek zorunda olacak. Hakikaten de Bedir öncesinde "Seriyye" olarak adlandırılan ve bizzat Hz. Muhammed tarafından organize edilen harekâtlar tümüyle Muhacirlerin katılımıyla gerçekleştirilmiş. Ensar ilk defa Bedir savaşı ile sonuçlanan harekâta katılıyor. Hatta savaş başlamadan evvel yapılan istişarede Hz. Muhammed endişeli bir şekilde Ensar'a ne yapacaklarını soruyor. Ensar'dan Mikdad adlı bir zat: "Biz sana yahudilerin Musa'ya dedikleri gibi sen ve Rabbin git, savaş biz burada oturup bekleyeceğiz, demeyeceğiz" diye cevap veriyor. Bu cevapla Hz. Muhammed'in çok rahatladığı, çok mutlu olduğu rivayet edilir. Bu savaşın şöyle enteresan sonuçları oluyor: Hem Müslümanlar kendi güçlerinin farkına varıyorlar ve müthiş bir özgüven kazanıyorlar hem de Araplar artık baya ciddiye almaları gereken bir güçle karşı karşıya olduklarını görüyorlar. Ama en önemli sonucu şu ki, Ensar ilk defa Hz. Muhammed tarafından yapılan bir akına katılmış ve Hz. Muhammed için Arapların kanını dökmüş oluyor. Yani artık Araplarla arasında Hz. Muhammed yüzünden kan davası var. Ensar Bedir kuyularının başında "Rubicon ırmağını geçmiş" bir nevi. Artık ne pahasına olursa olsun sonuna kadar Hz. Muhammed'in yanında olmak zorundalar. Bu da Hz. Muhammed'in Medine'ye tamamen hakim olması demek. İşte o andan itibaren Hz. Muhammed'in Medineli Araplarla Yahudiler ve Medine'ye kendisiyle birlikte gelmiş Muhacirler arasındaki ilişkilere dair tutumu tümüyle değişiyor. Medine'de iki büyük Arap Kabilesi Evs ve Hazrec ile iki Yahudi kabilesi Nadir ve Kurayza çiftçi aşiretler. Medine pazarı dolayısıyla ticaret o ana kadar diğer Yahudi kabilesi Kaynuka'nın elinde. İlginç olan husus şu ki, Mekke'den Medine'ye gelen Muhacirler de Kaynuka gibi ticaretle uğraşan insanlar. Aralarında Medine pazarı için bir rekabet sözkonusu olacağını kolaylıkla tahmin edebiliriz sanıyorum. Hz. Muhammed Medine'de Bedir Muharebesi'ne kadar mülteci nihayetinde. O yüzden Medinelilerin iç ilişkileri konusunda oldukça hassas davranması, ev sahiplerini korkutmaması gerektiğini biliyor. Ama Bedir gününün akşamı Medine'nin tek hakimi. Medine'ye döner dönmez gidip Kaynuka'ya "sizin Medine'yi terk etmenizi istiyorum" diyor. Onlar direniyor. Hz. Muhammed onların Mahallelerini kuşatıyor. Kaynuka Ensar'dan Hazrec'in müttefiki olduğu için, Hazrec'in reisi Ubade b. Samit Kaynuka'ya elçi gidiyor. Yahudiler ona aralarındaki ittifakı hatırlatıyorlar. O da "İslam kendinden önceki bütün anlaşmaları hükümsüz kıldı" diyor. Sonradan münafık ilan edilecek olan Abdullah b. Ubeyy (ya da Ubeyy b. Selul) arabulucu oluyor. Hz. Muhammed'in niyeti sonradan Kurayza'ya yaptığı şeyi yapmakken İbni Ubeyy onu tehcirle yetinmeye razı ediyor. Böylece Kaynuka yükte hafif pahada ağır nesi var nesi yok alıp yollara düşüyor. İşte sözkonusu ayetin de bu sıra özellikle Kaynuka ile Hazrec arasındaki ittifak üzerinden tebliğ edildiği söylenir. Aslında bu ayet bir nevi Ensar'a gözdağı. Bundan sonra artık hiçbirşeyin eskisi gibi olmayacağını, Medine'de kimin borusunun öteceğini Hz. Muhammed Ensar'a bu ayetle hatırlatıyor. Yani "artık öyle kendi kafanızdan istediğinizle dost istediğinizle düşman olamazsınız. Size ne zaman ve kiminle dost, kiminle düşman olacağınızı ben söylerim". Artık Akabe biatı hükümsüz, Medine de, Ensar da Hz. Muhammed'in tamamen hükümranlığı altında.
Mahmut Kiraz
"Daha ileri gitme ahparik
Sevan Nişanyan, topladığı ilgiden pek memnun, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi marifetiyle devletten almayı umduğu binlerce avro tazminatın hayaliyle de mest, lafına yekûn çekmeyi bilememiş, bir televizyon programında da "Muhammed'in peygamber olduğuna inanmıyorum" demiş.
Bu doğaldır. Nişanyan elbette öyle diyecektir, inansa zaten kendisine Müslüman denecekti!
Ben de İsa'nın Tanrı'nın oğlu ve Tanrı olduğuna inanmıyorum, inansam bana da Hıristiyan diyeceklerdi...
İnsanlar şuna inanmak ya da buna inanmamak, hatta isterlerse hiçbir şeye de inanmamak hakkına sahiptirler.
Fakat inançlara hakaret etmek hakkına sahip değildirler.
Yani, Nişanyan "Muhammed'in peygamber olduğuna inanmıyorum" diyebilir. Hatta "İslam propagandası yasaklanmalıdır" diye zırvalayarak en katı Kemalist'e bile parmak ısırtabilir, güler geçeriz.
Ama "Muhammed yalan söylemiş" diyemez. Bozuluruz.
Böyle düşünebilirsin, kilisede ya da içki masasında arkadaşlarınla da tartışabilirsin ama televizyonda, kamu önünde dillendiremezsin.
Çünkü çoğunluk rencide olur.
Biz senin dedelerinin uğradığı kıyımdan rencide oluyoruz, üzülüyoruz, İttihat ve Terakki yönetimine kızıyoruz, sen de biraz bizim "hissiyatımızı" dikkate alacaksın ahparik, barış içinde birlikte yaşamak istiyorsan...
Çoğunluk hakkı nasıl azınlığı ezme hakkı değilse, azınlık hakkı da "çoğunluğa posta koyma hakkı" değildir."
Herkes gibi Muhammed'de bir kuldur doğruları ve yanlışları vardır; ancak senden de, benden de; tarih aktarımına ehemmiyet verdiğin Taberi'den de, daha fazla sayıda insanın kurtuluşuna yol açacak en iyi örnek hayatı yaşamıştır; lüzumlu görüldüğünde savaşarak dahi.
Aslında "Eğer bu şekilde konuşursan hiçbir şey bilmediğini belli edersin demek ise insanların aklına ipotek koymaya çalışmaktır. Metne girmeden önce böyle bir hamle ile metnin sorgulanabilirliğini bloke etmeye çalışmak. Yutan yutar." 27 Mayıs 2013 21:51
yapılan yorum "cuk" diye oturmuş.
Bunun yanı sıra Muhammed ve İslam'ı örnekleyerek hazırladığın yazının ana fikir kısmına, bütünleyici bir insanlık kavramını; Muhammed'in Ümmet diye nitelediği kavram gibi oturtamayıp o ırkçı Ermeni taassubunla yazıyı salt Ermenilerin tarla ve dükkanlarına bağlamak, çapının cm ölçüsünde genişlemediğinin delilidir.
Ermenilerin ve diğer azınlıkların gasp edilmiş hakları ve mülkleri elbet geri verilmelidir, bu konuyu bu kadar kesin ifade ederek devam ediyorum.
Muhammed'in Ümmet kavramına sadece Müslümanlar dahil değildir; diğer dinlerden inananlar da dahildir. Medine Düsturunu dikkatlice okursan bu gözünden kaçmayacaktır; ancak Muhammed'in doğrularını örneklemek objektifliğinden uzak olduğun için Ümmet'in ne olduğunu idrak etmek işine gelmeyecektir ve sen de Resmi Anlatıma inanan cahillerin bir farklı versiyonu olarak kitap yüklü bir entellektüel olarak kalıp, aydın olamayacaksın.
Savaş ganimetinden o dönem kavmin büyüğü; 2/5 alırdı Muhammed 1/5 almıştır, Taberi bunu da belirtir ama senin bu örneğe yer vermek işine gelmez.
Benim Muhammed'in magazinini yapmak gibi bir maksadım olmadığı için, ona dair temel bildiklerim Kur'an a dayanır. Yine ayetlerin hangi dönem ve hangi olay üzerine indiğini anlamak için ise, İngilizce'den çok Fars ve Arap kaynaklarını okuyarak tahlil ederim.
Türkçe meallerde olduğu gibi İngilizce Kur'an mealleri de hatalarla doludur. Var gerisini sen düşün.
Senin Muhammed hakkında bildiğin veya bildiğini sandığın hemen her şeyin ilk kaynağı Taberi’dir, Nişanyan.
Muhammed'e gerek emir gerek tavsiye edilerek Kur'an vasıtasıyla aktarılan vahye göre yaşayan biri, Taberinin aktardığından ve senin anladığından çok daha fazla şey bilir Muhammed'e dair.
Daha önce 7. kez çeşitli yazı ve yorumlarına cevap olarak öneride bulunduğum gibi yine yineliyorum; o beynin alnın secdeye vararak kanla yıkanmadan; ve göbeğin erimeden, midendeki buharlaşmaya perhiz yaparak ara vermeden Muhammed'i anlayarak düşünemezsin. Ancak Halife Osman veya Muaviye gibi düşünürsün. Ya yaptığın haksızlık karşısında gömleğin kanlanır, ya da birinin kanlanmış gömleğini dolaştırtırsın.
Muhammed hiç bir yazıda kendi soyunu üstün tutmamış, üstünlüğü de soya ve kavmiyete bağlamamıştır.
Alıntıladığım giriş yazısı:
Önce Taberi’ye dair iki çift söz. Bir kere: Muhammed hakkında bildiğin veya bildiğini sandığın hemen her şeyin ilk kaynağı Taberi’dir. Yani Resmi Tarih’in ta kendisidir. “Doğru dediği ne malum” diye sorduğun anda, Muhammed ne malum, vahiy ne malum, Kuran ne malum, Mekke ve Medine ne malum, Bedir ve Uhud ne malum, Kâbe ne malum, Hadice ne malum, Aişe ne malum, Ebubekir ne malum… diye sormuş olursun. Bana göre hava hoş, yeter ki ne sorduğunu bil.
Son bir tavsiye:İslama sırtınızı dönmek için Türklerden ve İslamdan nefret eden bir Ermeni'nin her şeyden önce "mantık dışı" sözlerine "basit mantık kuralları ile" bile bir sorgulama yapmadan kapılacaksanız (ya da bahane edecekseniz) size nusayri kaynaklarını öneririm.Hem sadece sırtınızı dönmekle kalmaz;ışidli peygamberimize küfür etme şansına da erişerek "ilkelerinizi" kurtarmış olursunuz.Hatta böyle bir adama peygamberlik veren Allah'a da posta koyup bolca küfür ederek tavrınızı göstermiş olursunuz.Devamında size tapılacak mevhumun ne olacağı konusunda da yardımcı olacaktır zaten.Hem böylece günümüz Suriye olaylarına da "ilkeli" olarak bakabilir;gazla öldürülen bebeklerin aslında nasıl suçlu olduğunu da öğrenme şansına bile erişebilirsiniz...
Bak mesela “Kurtuluş Savaşı” anlatısına, ve İŞLEVİ NEDİR diye sor. Yedi düvel, kağnılar, iç ve dış düşmanlar, hain padişah, damat ferit, ordular ilk hedefiniz vs… Az düşün, ne anlatıyor? BUGÜNKÜ devletinin ve iktidarının hak olduğunu anlatıyor. BUGÜNKÜ hatalarının hiç mertebesinde olduğuna seni ikna ediyor. Dün Ermeniden gaspettiğin o tarla ile dükkânı sana helal kılıyor.
Bu arada siz bunu da akıl edemezsiniz şimdi.Kurtuluş savaşını yapan atanız M.K.Atatürk oluyor.Uyandırayım yani...
Sevan denen yediği kaba edip;ertesi gün yine o kaptan yiyen insanlık hainine de 2 çift lafım var. Şu kurtuluş savaşı ile ilgili yazdıklarını üreten 2 gramlık beynin Karabağ için ne düşünüyor?Hocalı katliamı için ne düşünüyor?Son bir soru aynı yazıyı "şanlı gregoryanlık(!)" için yazan ve "Ermanistanın şanlı kuruluşunu (!)" alaya alan ve Ermenistan'ın ekmeğini yiyen yani ermenistanda yaşayan bir Türk gazeteci tasavvur edebiliyor musun?Ya da böyle birine ne kadar ömür biçiyorsun?
SÖYLENECEK BAŞKA BİR ŞEY BULAMIYORUM
bahsini yaptığınız meselenin evveli de vardır, bu konu üzerine küfürün içerisine batanlar neden acaba tarafsız tarihten yararlanmazlar ?
Allah hidayet nasip etsin sana
http://kurandersi.com/mukayeseli-fikih-muzakereleri/2014/beni-kureyza-yahudileri-ve-esirlerin-oldurulmesi.html
DİĞER KONUYA GELİRSEK. ÖMERE KADAR TÜM ARABİSTANA EGEMEN OLUNDU. ÖMERLE ORTADOĞUYA. ŞİMDİ BU 4 HALİFE VE EMEVİLER DURDUK YERDE ORTADOĞU HALKLARINA İSLAMI YAYMAK ORTADOĞU HALKLARINI MÜSLÜMAN YAPMAK İÇİN SALDIR DI MI SALDIRDI.BU SALDIRILAR KENDİLERİNE SALDIRMAYAN HALKLARA KARŞIMIYDI KARŞIYDI. BU DURUMDA İSLAM PEYGAMBERİNİN FETİH DENİLEN BU SALDIRILARI EMRETMEDİĞİ DÇYLENEBİLİR Mİ. HALİFELER VE ARAPLAR ALLAHIN ELÇİSİ SAYDIKLARI KİŞİNİN İSTEĞİNİN DIŞINA ÇIKABİLİR Mİ. VAR SAYALIM Kİ ÇIKTILAR. MUHAMMED İSLAMIN KILIÇLA YAYILMASINI EMRETMEDİ.GÖNÜL RIZASIYLA YAYILMASINI İSTEDİ. ONUN SÖZÜNE UYSALARDI İSLAM DEVLETİ SINIRLARI HİCAZ BÖLGESİNDEN VEYA ARABİSTANDAN ÖTEYE GEÇMEYECEKTİ 30 YIL GİBİ KISA BİR SÜREDE.EĞER BÖYLE VARSAYARSAK ARABİSTANLILAR HARİÇ HİÇ BİR HALKI MÜSLÜMAN KABUL EDEMEYİZ.ÇÜNKÜ ONLAR ÖZGÜRCE İSLAMI SEÇMEMİŞLERDİR KILIÇ ZORUYLA SEÇMİŞLERDİR MÜSLÜMAN DEĞİLDİRLER SONUCU ÇIKAR.
AMA ZATEN BU SONUÇ ÇIKMAZ ÇÜNKÜ BÜTÜN BU FETİHLER MUHAMMEDİN VASİYETİ ÜZEREDİR VE ZATEN ODA 60 KEZDEN FAZLA YOKSA 160 KEZDEN FAZLA MI NE (İKİSİ ARASINDA KALDIM TAM AKLIMDA DEĞİL SEFERLERİNİN SAYI) SEFER YAPMIŞTIR. İSLAMIN ÖZÜ CİHATTIR YANİ HAKSIZ YERE SALDIRARAK SAVAŞMAKTIR.
islamda cihat olduğunu herkes bilir. özü cihattır islamın. muhammed hicazı, ebubekir arabistanı, ömer ortadoğuyu fethetti. sonrada emeviler ispanyadan çin seddine kadar fethetti. muhammedin bu fetihleri emretmediği düşünülebilir mi. kendisi 60tan fazla kez sefer yapmadı. emretmediği düşünülürse bu da arabistan hariç diğer yerlerdeki müslümanların müslüman olmadığı sonucu çıkarmaz mı. ama tabiki bu fetihler yani cihat onun en önemli vasiyetiydi. KUREYZALILARA GELİRSEK,
1 SEN ONLARI ESİR ALMIŞSIN ZATEN SANA SALDIRACAK HALLERİ KALMAMIŞ.
2 YÜZLERCE YIL ARAPLARA SALDIRMADILARDA ARAPLAR MÜSLÜMAN OLUNCA MI YOK YERE ONLARA SALDIRMAK İSTEDİLER. AZINLIK BİR TOPLLUK ÇOĞUNLUĞA SALDIRMAK GİBİ BİR DELİLİK YAPABİLİR Mİ. TABİK İ HAYIR. BENCE İŞİN GERÇEĞİNDE VE ARABİSTAN YAHUDİLERİ MÜSLÜMANLARA KARŞI KENDİNİ SAVUNDU. OLAN BUDUR.
Beni müslüman olarak sarsan şey onun vaadi ile çelişmesi. O o zamana kadar ki yerleşik nizama isyan etmişti, ikiyüzlülüğe, çıkarcılığa, köleleik düzenine, sömürüye, soy üztünlüğüne, kabile düzenine isyan etmişti. Onun mesajında Allahın tüm kulları eşitti, birinin diğerine üstünlüğü yoktu. O aslında khümanizmin ta kendisiydi. KAbile dediğin de binlerce insan kadın ve çocuk, bir lider yapabilir ama o tüm kabileyi nasıl cezalandırdı. İslam için büyük sorundur MEdinedeki 3 yahudi kabilesine yapılanlar. İlk kabileyi sürdükten sonra zaten kıble de değişti, kudüsten MEkkeye döndü.
İslamı din olmaktan devlet olmaya götüren, PEygamberi de elçilikten, yöneticiliğe eviren süreçtir bunlar. Bunlar büyüyü bozdu bence, haklı gerekçelerle zulüm yapan olmak değil, zulmeden olmamaktır İslamın özü. Burası bu işi içinden çıkılmaz hale getiriyor.
Çok iyi bilindiği üzere, Yahudi savaşları ile ilgili ayrıntıların kaynağı Flavius Josephus’tur. Kendisi bir Yahudi olmakla beraber Romalıların yönetiminde görev almış ve olaylara tanıklık etmiştir. Bazı isyancıların (Romalılara karşı) gerçekleştirdiği ayaklanmalara karşı çıkmış; fakat buna rağmen tüm kalbiyle Yahudi olmaktan hiç vazgeçmemiştir. Bu kişinin yazdıklarından okuduğumuz ayrıntılarla, bize Siret’le ulaşan Yahudilerin faaliyetleri ve direnişleri hakkındaki bilgilerin birbirine çok benzer olduğunu fark etmekteyiz. Sadece, şimdiki (sonuncu) olayda sorumluluk Müslümanlara yıkılmaktadır.
Beni Kurayza Yahudilerinin soyundan gelen kimselerce aktarılan rivayetlerin ayrıntılarına bakılırsa, Josephus ile aşağıdaki ayrıntılarda benzer olduğunu belirtebiliriz:
(I) Josephus’a göre34, Büyük Hirodes’ten önce Kudüs’ü idare eden Alexander, 800 Yahudi esiri asmış ve gözlerinin önünde eşlerini ve çocuklarını boğazlamıştır.
(II) Benzer şekilde, diğerleri tarafından da çok sayıda kişi öldürülmüştür.
(III) Bu iki olayın önemli ayrıntıları, özellikle öldürülen kişi sayısı dikkat çekecek derecede birbirine benzemektedir. Masada’da, en sonunda ölmüş olan kişilerin sayısı 960’tır.35 Fanatik sicarii topluluğundan öldürülenlerin sayısı da 600 idi.36 Ümitsizlik noktasına geldiklerinde, liderleri Eleazar onlara hitap etmiş (Ka‘b b Esed’in Beni Kurayza’ya hitapta bulunması gibi)37 ve kendi kadınlarını ve çocuklarını öldürmeleri önerisinde bulunmuştur. Umutsuzluğun nihai noktasında, son kişi kalıncaya kadar birbirini öldürme planı önerilmiştir
Açık olarak görülmektedir ki, ayrıntıların benzerliği çok dikkat çekicidir. Sadece kitlesel intihar önerisi aynı olmayıp, bunun ötesinde sayılar bile neredeyse aynıdır. Her ikisinde de aynı isimler vardır. Phineas ve Azar b. Azar38 – tam da Eleazar, Masada’da kuşatılan Yahudilere hitap eden (isim).
Benu Qurayza Yahudilerinin Katledilmesi bir yalandır.Çünkü,
1-Başta esirlerin öldürülmesi kur’an’a aykırıdır. Zira Muhammed-
4.ayete şöyle buyurulmaktadır.
4:“Ne zaman (size saldıran) inkarcılarla (savaş meydanında) karşı karşıya gelirseniz ilkin,kontrol merkezlerini vurun/onları etkisiz hale getirin. Güçlerini kırıp üstünlük sağladığınızda, kalanları sıkıca bağlayın. Savaş sona erince ister karşılıksız, ister fidye/esir takası vb. karşılığında (mutlaka o esirleri) serbest bırakın.” (Muhammed - 4) Emri verilmektedir.
Kur’an’ın bu emrine rağmen hz.peygamberin Beni Kureyza esirlerini öldürmesi asla mümkün değildir. Eğer kur’an’a böyle bir aykırılığı olsaydı,en ufak içtihadı bir hatadan dolayı hz.peygamberi uyaran (Abese suresinde olduğu gibi) kur’an burada da hz.peygamberi uyaracaktı.Ayrıca hz.peygamber esirleri öldürsaydi,gerek ona inananlar,gerek inanmayanlar,’’ ya Muhammed ! sen bize tebliğ ettiğin kur’an’a aykırı davranıyorsan ‘’diye şeklinde itirazları olmaycak mıdı ?
2-İddia edilen rivayete göre,
‘’---- ‘’Kuşatmanın kalktığı gün Cebrail altın sırmalı bir sarık giymiş ve ipek örtülü bir katıra binmiş olarak zuhur eder. “Silahları bıraktın mı ya Rasulallah?” diye sorar. Muhammed evet der. Cebrail, “Melekler henüz silahlarını bırakmadı. Allah sana Beni Kureyza’ya saldırmanı emrediyor.Ben de orada olacağım,” diye cevap verir…’’ alıntıdır’’
- Cebrail savaşı kışkırtıyor,iddiası da külliyen yalan ve iftiradır. Zira Cebrail geliyorsa ancak vahiyle gelir, vahiysiz gelmesi söz konusu değil.Onun görevi sadece vahiy getirmektir. Peki kur’an da buna dair bir ayet var mı? Niye yok ? Cebrail böyle bir emri kendiliğinden veremez,eğer böyle bir durum olsaydı, elbette bu, bir ayet olarak kur’an da bulunacaktı, halbuki böyle bir şey kur’an da asla yok.!!
3-İlgili ayette esirlerin öldürüldüğüne dair en ufak bir işaret de yoktur.Zira Ahzap-26.ayet şöyledir.
وَأَنزَلَ الَّذِينَ ظَاهَرُوهُم مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ مِن صَيَاصِيهِمْ وَقَذَفَ فِي قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ فَرِيقًا تَقْتُلُونَ وَتَأْسِرُونَ فَرِيقًا ﴿٢٦
Ahzap-26: Ve (Allah,) Kitap ehlinden (yapılan antlaşamaya ihanet edip Hendek savaşında) onlara (o saldırgan müşriklere) arka çıkıp yardım edenleri kalelerinden çıkardı ve kalplerine korku saldı; böylece siz (direnenlerden) bir kısmını öldürüyor,diğer kısmını da esir alıyordunuz. şeklindedir .
(Peki : Bu ayette ‘’…..Esir aldıklarınızı da öldürüyordunuz ‘’ diye bir ifade vaya bir işaret var mı ????
Ayrıca (AHZAP-26 ) ‘’..siz (direnenlerden) bir kısmını öldürüyor,diğer kısmını da esir alıyordunuz.’’ şeklindeki ifadeye göre ‘’direnme,çatışma anında sadece bir kısmı öldürülmüş,diğerleri ise esir alınmıştır.’’Ayetten anlaşılan bu. Eğer esirler de öldürülmüş olsaydı,ayet,’’Hepsini öldürüyordunuz..’’ şeklinde olması gerekirdi.Ama böyle bir ifade veya işarat asla yoktur.Demek ki,esirlerin hiçbiri öldürülmemiştir.Bunun tersini söylemek hem yalan,hem iftira,hem de kur’an’ın ilgili ayetlerine de aykırıdır.
4- Öldürülenlerin sayısı hakkında çok tutarsız ve çelişkilerin bulunması,(40-400-500-600-700-800-900)gibi çok tutarsız sayılar !!!
Devam edecek.
قال أبو حاتم الرازي: ليس عندي في الحديث بالقوي، ضعيف الحديث، يكتب حديثه . قال النسائي: ليس بالقوي.
2-Nesai ve Ebu Hatem Er-Razi’ye göre Muhammed Bin İshak’ın sözleri kuvvetli değil,belki hepsi zayıftır.
فقد وصفه أبو داوود أنه كان يشتهي الرواية.
3-Ebu Davud tarafından,Muhammed Bin İshak, araştırma yapmadan Rivayetlerden/söylentilerden zevk almakla suçlanırdı.
. وبالغ الإمام مالك في النكير عليه بقوله عنه دجال من الدجاجلة، ربما ذلك لأنه كان يكثر الرواية عن اليهود الذين أسلموا دون أن يتحرى
4-Maliki Mezhebinin İmamı İmam Malik ise,Beni Kureyza olayını anlatan Muhammed Bin İshak’ı şiddetle tenkid ederek hakkında şöyle diyor.O, bir Deccal idi.Çünkü o,hiç araştırmaksızın Yahudi asılli kimselerden hep rivayetler getirirdi. Yani çağdaşı ve ilk gelenekçi ve hukukçulardan İmam Malik onu Yahudilerden hikâye aktaran (19) tam bir yalancı ve münafık (18) ilan etmiştir
KAYNAKLAR:
(18: Kadhdhaband Dajjal min al-dajajila.
19: Uyun al-athar, I, 16-7. In his valuable introduction Ibn Sayyid al-Nas provides a wide-ranging survey of the controversial views on Ibn Ishaq. In his full introduction to the Gottingen edition of the Siyer, Wustenfeld in turn draws extensively on Ibn Sayyid al-Nas.)
Özetle tekrar edecek olursak,hikayenin reddedilmesinin bazı sebepleri ise;
1) Yukarıda zaten belirtildiği üzere Kuran’da konuyla ilgili anlatım oldukça sade ve büyük sayıda bir öldürme ile ilgili bir emare bulunmuyor. Bir savaşta referans savaşan taraflara yapılır. Kuran, tüm tarihçilerin tereddütsüz ve şüphesiz kabul edeceği tek kaynaktır. Olayın olduğu zamanda bildirilmiştir ve en inandırı sebeplerle olayın aslını bize vermektedir.
2) İslam’da kural sadece saldırı yapanlar cezalandırmaktadır.
3) Bu kadar çok sayıda insanı öldürmek İslam’ın adalet anlayışıyla taban tabana zıttır ve özellikle Kuran’da şu ayetle bildirilen temel prensiplere aykırıdır: “Kimse kimsenin günahını yüklenmez” (22). Hikâyede liderlerin isimlerinin verilmiş olduğu ve bunların sayılı oldukları açıkça görülebilir.
4) Kuran’da savaş esirleri ile ilgili açık bir kuralı çiğnemek demektir. Buna göre esirler ya bağışlanmalı ya da fidye karşılığı mutlaka serbest bırakılmalıdırlar. (Muhammed suresi 4.ayet)
5) Beni Kureyza’den önce ve sonra teslim olan Yahudi topluluklarına hoşgörülü davranılıp gitmelerine izin verilmişken sadece Beni Kureyza’nin katliama uğratılması pek de olası değildir. Ebu Ubeyd bin Sellam Kifab El-Emval adlı eserinde (24) Hayber Müslümanlarca ele geçirildiğinde aralarında Peygamberi yakışıksız bir şekilde taciz eden bir aile ya da klan vardı ve Peygamber sadece bir sitemden öte geçmeyen şu sözlerle cevap vermişti: “Ebu El-Hukayk’in çocukları, sizin Allah’a ve Peygamberine karşı olan düşmanlığınızın sınırlarını biliyorum. Yine de bu bile size diğer soydaşlarınıza davrandığım gibi davranmamı engellemiyor.” Bu ise Beni Kureyza olayından daha sonra gerçekleşmiştir.
6) Yüzlerce insanın idamı gerçekleştirilmiş ve pazar yerinde çukurlar açılmış olmasına rağmen bunlarla ilgili hiç bir iz ya da işaretin bulunmaması oldukça gariptir. (25)
7) Eğer bu katliam gerçekten yaşanmışsa hukukçular bu olayı bir içtihad ve örnek olarak kullanırlardı. Aslında bunun tam tersine hukukçuların tavrı ve hükümleri Kuran’daki “Kimse kimsenin günahını yüklenmez” ayetiyle örtüşmektedir. Bkz: (Benu Kureyza Katliamı Yalanı !) Alıntıdır.
Peki kur’an’a mı inanmalıyız? Yoksa İmam Malik’in hakkında münafık,deccal ve olayları tedlis eden, asılsız söylentileri aktarmaktan haz duyan ve rivayetlerini Yahudi asillilerden getiren,hz. peygamberi ve sahabeleri dahi görmeyen, zamanına kadar da kayıt altına alınmamış bu tür çelişkili ve tutarsız söylentileri nakleden İbni İshak’a mı inanalım???
İşte bu ve daha bir çok nedenlerden dolayı,iddia edilen Beni Kureyza olayı tamamen uydurma, çarpıtma,yalan ve iftiralardan ibarettir.
Saygılar.
.