Nişanyan Sözlük'te son aylarda yaptığım düzeltmeleri arkadaşlar dün ya da bugün sisteme yüklemiş olmalı. Bakın bakalım iyi olmuş mu?
*
22 Temmuz’da bilgisayar kullanmama izin verdiler. O günden beri haftada önceleri dört, sonra beş gün, günde altı yedi saat sözlüğüme çalışıyorum. Şakran’dayken kâğıt üzerinde de epeyce çalışmıştım. O notları sisteme geçirmek iki aydan fazla vaktimi aldı.
*
22 Temmuz’da bilgisayar kullanmama izin verdiler. O günden beri haftada önceleri dört, sonra beş gün, günde altı yedi saat sözlüğüme çalışıyorum. Şakran’dayken kâğıt üzerinde de epeyce çalışmıştım. O notları sisteme geçirmek iki aydan fazla vaktimi aldı.
Esas yaptığım iş, her kelimenin Türkçe metinlerde tespit edebildiğim en eski örneğini alıntı olarak sözlüğe eklemek. Tabii bir tane alıntı bulmakla iş bitmiyor. Aşağı yukarı her kelimenin zaman içinde ortaya çıkmış birden fazla anlamı ve türlü nüansı var, onları da belgelemek lazım. Kelimenin telaffuzunda ve yazımında değişiklik olmuşsa onu da bazen göstermek gerekiyor. Türkçede bugüne kadar böyle bir çalışma yapılmamış. Yakınına bile gelinmemiş. Bu işin ağababası Oxford English Dictionary’dir, Victoria çağında bir tane deli adamın, Charles Ed. Murray’in eseri. Fransızca, Almanca ve İtalyanca’da da harikulade çalışmalar var. Başka dillerde varsa ben bilmiyorum.
Elimde 1470 küsur, 1545, 1680, 1835, 1876, 1900, 1924 tarihli Osmanlıca sözlükler ve TDK sözlüğünün 1945 ve 1955 basımları var. 4000 sayfalık Evliya Çelebi’yi, Fuzuli Divanını, Miratül Memalik’i, Codex Cumanicus’u, geçenlerde baskısı çıkan III. Murad’a ait Kitabül Menam’ı taramayı bitirdim; şimdi Tacü’t-Tevarih’i çalışıyorum. Manyasizade’nin Gülistan tercümesi sırada. Aşıkpaşazade ve Kâtip Çelebi’nin güvenilir yeni yazı edisyonları var mı, bilmiyorum. Bilginiz varsa haber verin lütfen, işime yarar. Eski yazı olmuyor. Eski yazıyla bir tane kitap (Ahmed Şerif, Anadolu’da Tanin, 1909) taradım, çok fazla vaktimi aldı. Bir bakışta bütün sayfayı göremiyorum, mıy mıy mıy her cümleyi heceleyerek okumam lazım. Olmuyor.
Sözlükte halen 14,744 maddebaşı var. 22 Temmuzdan bu yana 5,177 maddede toplam 12,485 düzeltme ve ekleme yapmışım. Daha doğrusu bunlar teker teker elle yaptıklarım. Search & replace ile yaptıklarımı, veritabanı manipülasyon programını kullanarak yaptığım otomatik işleri sistem saymıyor. Onlar daha çok yazım tutarlılığı ile ilgili işler, tırnak içinde tırnakları sistemleştir, alıntıda geçen maddebaşı kelimenin altını çiz, Almanca isimlerin ilk harfini büyüt, son harfi ye ile biten Arapça kelimelerin imlasını düzelt gibi şeyler. Sayılmadılar.
2,977 tane yeni alıntı eklemişim. Toplam alıntı sayısı böylece 9,357’yi bulmuş. Daha bir 10,000 tane kadar gerekir diye düşünüyorum; ideal toplamın 20,000 civarında olması lazım. Alıntı koymaya 2011’de başlamıştım. 2012’de Arsen, sonraki yaz Lora ve Bahar Cumhuriyet ve Milliyet arşivlerini taramada epey yardımcı oldular.
Yeni eklediğim maddebaşı kelimeler 226 tane. Bunların bir kısmı daha önce başka madde altındayken bağımsızlığa kavuşan derivatifler (atıştırmak, yolsuzluk, mülkiyet, ekşimik, yekpare, yekdiğer, saçma, götürü, senatör, garantör, kaldıraç, sevişmek, davetiye, lebiderya, halen, dezavantaj, dipçik, denizanası, yeniçeri vs.). Nişanyan Sözlük sade etimolojik sözlükten tarihi VE etimolojik sözlük olmaya doğru evrildikçe bu kelimeler de önem kazanıyor. Bugünkü anlamda davetiye ilk kez 1900’de kaydedilmiş. Sevişmek ta 1950’lere dek “karşılıklı birbirini sevmek” demek, seksileşmesi sonra. Lebiderya “denizin kıyısı” demek iken “deniz manzaralı” anlamına 1970’lerde evrildi. Denizanası Evliya Çelebi zamanında deniz amı diye geçiyor. Etimolojik anlamda, yani köken itibariyle ilginç kelimeler değiller. Ama tarihi açıdan fantastik, değil mi?
Komple yeni olanlar 147 tane:
adana (kebap adı), agronomi, akar2 (minik sinek), amniyosentez, badya, behram, beybi, bıcır, bık bık, bonibon, break (boks terimi, bilgisayar terimi, dans türü), bulak, business, celali, celebrity, cibayet, couture, cover, çekçek, çırmık, dağlıç, dıdısının dıdısı, dilrüba, dulda, dum duma, eciş bücüş, efil efil, eğrek, emülgatör, faseta, festekiz, fevç, fılatiir, fısür, freak, freelance, frustre, gözgü, gurk (kuluçkaya hazırlanan tavuk), hab (uyku), happy hour, harddisk, hassa2 (sad ile özellik, sin ile duyu), havai, helme/helmelenmek, helot, hemipleji, hık, hilti. hodbin, hohlamak, illuminati, implant, in cin, inkısar, istima, izbarço, junior, kabala2 (“toptan” anlamı ayrı, Yahudi batıniliği ayrı), kalcı, kannabis, kantara, kelli (gayri anlamında), kemane, keşşaf, kickbox, klark çekmek, kobi, kupez, kuşane, lamekân, lorta, loser, lounge, lutr, mansur, maskara2 (makyaj malzemesi), metretul, mirket, mozzarella, muhaberat (modern Arapçadan), muharrer, murabba2 (dörtgen ayrı, reçel ayrı), musannif, müşabih, müterakim, nasır, nim, ninja, niyabet, numeratör, nusret, oğul2 (arı şeysı), om, orsa, otriş (devekuşu tüyü), panadura (domatesmiş), panç, pelet, pıtırcık, post-it, prekarize, premium, queer, quiz, reha, rikâp, rödövans, rubu tahtası, sandre, sazende, shingle, sırtı (bir tür olta), sin2 (bir yaş, iki mezar), single, sitcom, siyak, slow, sorbe, stensil, stick, sureta, suzinak, sübliminal, süfla, sürümek, şah2 (şah damarı ve şaha kalkmak, hükümdar olan şahla alakası yok), şambre2 (bir tür kumaş ayrı, ılınmış şarap ayrı), şelişepik, şıpıdık, tegafül, tillah, tiye almak, toma (toplumsal olaylara müdahale aracı), topic, tutarık, über, vinyl, viral, wireless, x-ray, yelve, yuka, zero, zırtarmak.
Her gün gazeteyi elimde kalemle okuyorum, “nahann! bu yok bende” diye ara sıra zıplıyorum. Taraf’tan bir tane bile çıkmıyor. Buna karşılık Hürriyet çok cesur. Özellikle magazin sayfaları ve sektör ekleri birer hazine.
Nasır (elde ayakta olan cinsi) yokmuş sözlükte, iyi mi? 18 sene boyunca gözden kaçmış. İzbarço yahut helot veya kickbox niye yok sözlüğünde diye kimse laf etmez herhalde, ama nasır olmaması ayıp.
*
On iki küsur bin düzeltme dedim. Ciddi ve yüz kızartıcı cinsten etimoloji hatası beş-altı tane çıktı. Mesela sürre (Osmanlı zamanında hac kervanıyla Mekke’ye gönderilen hediyeler) sözcüğünde uçmuşum. Halikarnas Balıkçısı ekolüne uyup kaldırım kelimesine Rumca etimoloji aramıştım; o da besbelli yanlış. Feci sayılabilecek editör hataları da var tek tük. Mesela “cetvel” anlamına gelen mastar ile “fiil kökü” anlamına gelen mastar yer değiştirmiş.
Yaklaşık 50 kelimede beni heyecanlandıran yeni etimolojik derinlikler buldum. Her biri birer ikişer Kelimebaz yazısı değer. Sade son bir haftadakilere (13-17 Ekim) değineyim:
Pür neşe ve pür nur o mevki’deki pür. Farsça, “dolu” demek. Bu kadarı vardı sözlükte tabii. Olmayanı şu: Sözcüğün Hintavrupai orijinali *pln-os. (HAv /l/ Farsçada daima /r/ verir; Orta Farsça purn kayıtlı.) Latince plenus (dolu) ve İngilizce full (dolu) aynı kelime. Poligami’deki Yunanca polys (çok) aynı kökün türevi.
Soytarı’nın aslı sa’terî, en az 18. yüzyıla dek böyle yazılmış. 1680 tarihli sözlükte “zıbıkçı avret” diye tanımlayıp şöyle açıklamış: mulier qui utitur instrumento zübuk modo explicato & se pro viro gerit, yani “zıbık adı verilen aleti kullanarak erkek rolü oynayan kadın”, anlam genişlemesiyle “rezillik, utanmazlık”. Arapça sözlüklerde sa’ter = “yapay penis, zıbık” diye vermişler. Klasik Arap sözlükçüleri Yunancadan alıntı olduğunda hemfikir imişler. Aslı tabii ki Yunanca satyros “1. Dionysos kültünde keçi ayaklı ve çıplak fallus ile tasvir edilen efsane yaratığı, 2. Eski Yunanda takma fallus taşıyan oyuncuların oynadığı gülünç ve müstehcen oyun.”
ˁÎd عيد bayram, özellikle Kurban Bayramı. Türkçede artık pek kullanılmıyor, ama muˁayede معايدة (bayramlaşma) sözüğünü hâlâ bilenler var. İslami teknik terimlerin neredeyse hepsi gibi Arapçaya Aramice/Süryaniceden alıntı. Aramice ˁîd “1.yıldönümü, özellikle Hıristiyan geleneğinde yılın belli bir azize adanmış olan günü, yortu, 2. ay dönümü, kadınların ay hali, periyod”. ˁîddetâ bunun dişil hali, yine “ay hali” anlamında. Arapçası ˁiddet “İslam hukukuna göre boşanan kadının bekleme süresi” olmuş. (Aramca fiil kökü ayin daleth. Arapçadan farklı olarak Aramice, iki harfli köklere izin veriyor ve fiil çekimi buna göre yapılıyor. Arapça gramer üçlü kökü zorunlu kıldığından, birinin kökü ayın ya dal, diğerininki ayın dal dal sayılmış, ikisi arasındaki anlam ve köken ilişkisi gözden kaybolmuş.)
Arife, Arapçası ˁarefe. Geleneksel Arap filolojisi burada iyice sapıtmış. Sözde Arafat dağından gelirmiş, Kurban Bayramını müjdeleyen boru o dağda çalınırmış, falan filan bir sürü palavra. Oysa hepimizin bildiği İbranice (ve Aramice) ˁerev “şabat arifesi” demek, yani “Yahudilerce kutsal sayılan Cumartesi gününden önceki akşam ve o akşam yapılan tören”. Sözcüğün esas anlamı “gün batımı, akşam”. Beth harfiyle ˁereb ערב yazılıyor, ˁerev okunuyor; “batmak” fiilinden geliyor. Bir Sami dilinde, muhtemelen Fenikecede “Batı” anlamına gelen ˁerebâ sözcüğüyle kökteş olduğu kesin de, Yunanca Europa oradan mı gelir emin olamıyoruz..
Put anlamına gelen sanem yine Arapçaya Aramiceden alınma bir sözcük. Aramice sad, yani kalın s harfiyle ṣelem Yahudilere göre “put, Musa’nın lanetleyip kırdığı kutsal inek tasviri”, Hıristiyanlara göre “aziz tasviri, ikona”. Aynı ṣlm kökünden gelen diğer kelimelere bakıyoruz: “kara”, “koyu renk”, “koyu renkli boya ile boyama”, “karalama”, “gece karanlığı” vs. Kalın s ile ṣalmoth, hem İbranice hem Aramice “karanlık”. Belli ki kara > kara boya > boyalı resim gibi bir anlam evrimi olmuş. Salmoth dedik, biz bu kelimeyi tanıyoruz. Aynı kökün öz-Arapça biçiminden, kalın za ile ẓulmet = “karanlık”. Genel kural, karşılaştırmalı Sami fonolojisine dair her makalenin ilk üç beş sayfasında karşına çıkar: öz-Arapça üç ayrı ses, kalın sad, kalın za ve kalın zad/dad, Aramice ve İbranicede tek sad sesini karşılar. Budur.
Bunlar göz kamaştırıcı olanlar. Daha sıradan yüze yakın ufak inci sayabilirim, hepsi son bir haftanın rekoltesi. Mesela nakış Arapça “çizim”, ama en dipteki anlamı “çalma, vurma, bıçak vurma”. Münakaşa aynı kökten, “çatışma, vuruşma”; “karşılıklı birbirinin karizmasını çizme” diye de yorumlayabilirsin, o da çizim sonuçta.
Atmosfer’deki sfer “küre” demek, ama orijinal anlamı “şişkin şey, top, balon”. Yunanca spairô (üflemek, solumak) fiilinden. Elbette Latince spiro (solumak) ve spiritus (soluk, nefes, ruh) ile eşkökenli.
Siyonizme adını veren Kudüs’teki Siyon tepesi esasen “işaret için konulan taş yığını” demekmiş. Arapça ortak kökten ṣawân “taş yığını, çakmak taşı madeni”. Kuru taş yığını için savaşıyorlar, evet.
Sinkaf değil ince k ile sinkâf olacak, nasıl farkına varmamışım hayret. İki ayrı şambre var, biri kumaş çeşidi (chambray), öbürü oda sıcaklığına ılınmış şarap (chambré).
Bilardo İtalyancadan değil Fransızcadan alıntı. En erken 1835 tarihli Kieffer & Bianchi sözlüğünde buldum. O devirde çift sessizle biten Fransızca maskülen kelimelere +o eklemek usulden.
Fransızca tıp ıstılahında kyste (kist, su dolu torbacık) ve cyste (mesane, yani sidik torbası) ayrı yazılıyor, yoksa ikisi aynı Yunanca kelime. Sistit (cystite) kist iltihabı değil, mesane iltihabı.
Türkçe sömürmek, aslen geniz n’siyle söŋürmek “hapır hapır yemek, yalayıp yutmak” demek. Aynı kelime İç Anadolu ağızlarında soŋurmak olur. 1920’lerde bunu duymuşlar, soğurmak diye ÖzTürkçenin dağarcığına ayrı fiil olarak eklemişler. Frenkçe absorber karşılığı, ki esasen o da ‘‘çiğnemeden yutmak” demektir.
Antik Yunanca ksystra “1. ahşap yontma bıçağı, 2. kumaşın havını sıyırma bıçağı.” Bizde şimdi “ahşap yontma aleti” anlamında sistre var, Yunancadan alıntı. Acaba Farsça ustüre de oradan alıntı olabilir mi? Orta Farsça gstura ve wstura biçimleri vardı diye hatırlıyorum, ama kaynaklar elimde değil. Kesin bir şey söyleyemem. Fransızca bisturi (keskin cerrah bıçağı) Şark dillerinden alıntıdır, nihai olarak Farsçaya dayanır.
*
Etimoloji ile ilgili olanlar böyle. Demin söylediğim gibi esas yoğunlaştığım bunlar değil, tarihi evrim.
Mesela “nefes kesici” anlamına gelen Arapça şahîk’ten şahika “dağ zirvesi” ilk kez 1890’larda görülmüş. Şair icadı olmalı.
Şaka esasen “incitme, can acıtma”. Evliya Çelebi’de “kaba ve gürültülü eğlence” anlamında geçiyor. Daha nötr bir anlama 18. yüzyılda kavuşmuş olmalı.
Sözcük ikinci kuşak Dil Devrimi ürünüdür diye biliriz, 1960’lardan önce görülmez, Nurullah Ataç’ın bildiği kelimelerden değil mesela. Ama bak, 1680 tarihli Meninski’de var. Vocabulum demiş, söz’ün küçültme hali, “kelime” anlamında.
Seyir ve seyeran Arapçada “yol alma, yürüme, promenad” demektir. 1330 tarihli ilk Türkçe örneğimizde aynen öyle. Ama 1680’e geldiğimizde “gösteriye bakma” anlamı ortaya çıkmış bile. Türkçeye has bir derivatif anlam.
Serseri aslen isim, “başıboşluk” demek. Sıfat olarak kullanımı avam dili, 17. yüzyıla doğru.
Serv 19. yüzyıla dek standart. Evliya’nın bir iki yerde kalemi sürçüp selv yazmış. Selvi ancak 1900’da kayda geçmiş, o da “feci yanlıştır, sakın öyle demeyin” makamında.
Senyör “feodal derebeyi”, Fransızcadan; sinyor Can Bartu’nun lakabı, İtalyancadan; senyor Meksika’da hitap sözü, İspanyolcadan.
Saye “gölge”. Mecazi kullanımını tam tarihlendiremedim. Tacü’t-Tevarih’te (1574) “etkili bir kişinin nüfuz alanı” anlamında birkaç kez geçiyor. Hazreti padişahî sayesini penah edindi demek, onun “gölgesine” ya da “nüfuz alanına” sığındı demek, “onun yüzünden” ya da “ondan ötürü” gibi bir anlamı henüz var mı? Çıkartamadım.
Sarf: üç anlamını ayır, üçünü ayrı ayrı örnekle. 1. sarfı-ı nazar etmek, 2. para sarf etmek, 3. Arapça gramerde morfoloji.
Sanat sözcüğünün halk arasında zanaat diye söylendiğini Meninski belirtmiş, tahminimden 240 sene erken.
Santur Arapça sözlüklerde yok. Osmanlıcada 1790’lardan önce görülmüyor. Arapçadan değil direkt Rumcadan mı alıntı acaba?
Santrifüj iki ayrı anlamda örneklenmeli. 1. merkezkaç (kuvvet), 2. bir tür motor.
‘“Dakikanın altmışta biri” anlamında saniye 1870’lerden önce piyasada görünmüyor. Saatlere üçüncü ibre ilk ne zaman takıldı acaba? Kolunda öyle bir gösterge yoksa kavram olarak varolması çok güç. An olabilir, ama saniye başka, sayılabilir bir şey.
Salt (mutlak) ile salmak fiili arasındaki ilişkiyi aç, daha anlaşılır olsun. Mutlak ile ıtlak, keza.
Salata esasen “tuzlanmış sebze, turşu” demekmiş; mantıklı. Eski insanlar yemeğin yanında ot yemez, turşu yer.
Sahne kelimesini Fr. scéne karşılığı olarak 1870 civarında kendisinin ortaya attığını Şemseddin Sami yazmış; o cümleyi alıntı olarak ekle.
Sayfa ve sahife sözlükte iki ayrı madde olmamalı; birleştir.
Safi ve saf Arapça aynı kelime, tenvinle yazılır, bazen öyle bazen böyle okunur. Türkçede ayrışmış, ilki zarf İkincisi sıfat olmuş. Ne zaman olmuş, takip et.
Saçak eski Türkçede çatı saçağı. Kumaş saçağı ilk hangi tarihte görülmüş?
Aslı rüzalet iken rezalet ne zaman çıkmış?
Rugan demek yağ demek, 1876’ya dek öyle. “Yağlı deri” anlamında ruganî sahtiyan’ın rugan’a, oradan rugan ayakkabıya evrilmesi 19. yüzyıl.
Raptiye ilk kez TDK sözlüğünün 1955 basımında görülüyor. Post-Osmanlıca.
*
Kieffer ve Bianchi’nin Türkçe-Fransızca sözlüğünün 1835 tarihli ilk basımını geçen sene internetten bulup indirmiştim. Üstünkörü hazırlanmış, sıkıcı bir sözlüktür. Meğer esas hazine birinci cildin Addenda’sında gizliymiş, farkına varmamışım. Şunlar orada bulduğum ilk kayıtlar:
abla, bilardo, çakı, çokolata, damacana, hamam böceği, işçi, pırlanta, rezene (raziyane yerine), zevzek (münasebetsiz kimse anlamında.
*
Bir yandan da geç devir Osmanlıcada üretilen bilimsel, teknik ve bürokratik tabiratı toparlamaya çalışıyorum. Bir kısmını Arapça (ve çok az oranda Farsça) kökten türetmişler, bazen de varolan kelimelere yeni anlam yüklemişler. Enteresan olan şu ve sanırım daha önce sistematik olarak hiç incelenmemiş: 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başlarında Osmanlı yazı dilindeki yenileşme, 1930-1970’lerin Dil Devriminden hiç geri kalmıyor. Mantık ve yöntem bakımından ikisi birbirine son derece benziyor. Sadece biri Arapçayı, diğeri Orta Asya Türkçesini baz almış. Her ikisi de esas itibariyle Batı kaynaklı yeni kavramlara karşılık bulmaya çalışmış. İkisi de Batıdan gelen sele direnemeyip bir süre sonra pes etmiş.
Şimdilik 219 kelimeyi YO (Yeni Osmanlıca) diye işaretlemişim. “19. yüzyıl ve sonrasında Türkçe metinlerde ortaya çıkan Arapça-Farsça kökenli yeni kelimeler ve daha önce varolup da yeni anlam yüklenenler” yani. Daha işin başındayım. Listeye eklenecekler olabilir, eski örnekleri bulunup eksiltilecekler olabilir. Taslak diye bakın.
abide, ademimerkeziyet, adese (mercek), afaki (dayanaksız söz anlamında), ahize, akamet, aksülamel, aleyhtar, ameliyat (cerrahi müdahale anlamında), anane (gelenek anlamında), ardiye, ariza (dilekçe anlamında), asabiye, avize (aydınlatma elemanı anlamında), ayan (senato anlamında), aza (üye anlamında), badire, bahriye, bedbin, bedii, behimiyet, belediye, berzah (kıstak anlamında), bevliye, beynelmilel, beyzi, buhran (ekonomik kriz anlamında), camia, ceriha, ciddi, cumhuriyet, daire (ofis ve apartman anlamında), darülelhan, darülfünun, daüssıla, davetiye, dehalet, dehşetengiz, devriye, diğerkâm, duhuliye, edebiyat, ehemmiyet, ekalliyet, emrivaki, enfüsi, esham, faaliyet, fahri, fasile, ferik (tümgeneral), feza (uzay anlamında), fezleke, fıkra (makale anlamında), fırka, fiyat, gaita, hafriyat, haile, halaskâr, halita, hariciye, harika, harikulade, harikzede, hars (kültür anlamında), hasıla, haşmetmeap, hassa (nitelik anlamında), hayati, hemfikir, hemzemin, heykeltıraş, hissikablelvuku, hurufat, hükümdar, hükümran, hüviyet, içtimaiyat, idadi, idare (yönetim anlamında), iddianame, ifade, ifrazat, iğtişaş, ihracat, itiras, ihtisas, iktisat, ilahiyat, illiyet, imalat, indifa, infilak, infisah, inhisar (monopol anlamında), insiyak, intaniye, intiba (impression anlamında), intişar (yayınlanma anlamında), inzal, inzibat, iptidai, irtica, irtifak, islamiyet, isticvap, istihsal, istimlak, istinabe, istinaf, istinat, istismar, işgaliye, itfaiye, ithalat, izafiyet, kalem (resmi daire anlamında), karargâh, kaime, kazazede, kefaletname, kurunu vusta, kutup (pole anlamında), layiha, leff (belge attach etmek), lehdar, leyli (yatılı öğrenci anlamında), liva (askeri rütbe), lubiyat, lüzucet, makale (gazete yazısı anlamında), makbuz (alındı belgesi), makes, maliye, maliyet, mamafih, mania, maslahatgüzar, maşeri, matbu, matrah (vergi bazı), mazbata, maznun, mebus (parlamento üyesi), medeniyet, mefkure, mefruşat, meksefe, mermi, meşcere, meşihat, meşruiyet, meşruti, mevce, mevduat, mevki (taşıt araçlarında sınıf anlamında), mevkute, mevzuat, mevzubahis, mihrak, mikyas, milliyet, mirliva, mizan, muayede, muhabere, muhabir, muhacim, muharrir, muhayyile (imagination), muhik, muhrip (destroyer), muhteva, muhtıra, mukavva, mutlakiyet, mübadil, müddeiumumi, müdellel, müdür (yönetici), müessese, müessif, müeyyide, müfreze, mülakat, mülga, mülki, mümessil, mündemiç, münderecat, münekkit, münevver (entelektüel), münhal, müntehip (seçmen), mürebbiye, mürettebat, müspet (pozitif), müstafi, müstahsil, müstantik, müstatil, müstehlik, müsteşrik, müşahhas, müşir (mareşal), müştemilat, mütearife, mütehassıs, müvekkil, müzekkere, nazariye, nazır (bakan), nedime, nezaret (bakanlık), nihai, nikbin, nirengi, nizamiye, nüve, pederşahi, peyk (uydu anlamında), rakım (yükseklik), raptiye, reddiye, redif (yedek asker), refika, rekabet (competition), rugan (cilalı deri), ruhsatname, rüşeym, rüştiye, sahne, salise, sayfiye, sevkiyat, sevkülceyş, seyyanen, şaheser, şahika, şatafat, şayia, şebeke, şeniyet, şifahi (sözlü anlamında), şive (aksan), taarruz, tabiiyet, tahattur, tahkikat, tahkiye, tahsildar, tahteşşuur, takrir, talakat, talimat, tatmin, tayyare, tebellüğ, tebellür, tebligat, tecessüm, tecezzi, tecziye, tedrisat, tefrika (dizi yazı), tehcir, temeddün, temerküz, teminat, temrin, tenasüh, tenkit, tensikat, tensip, tereddi (yozlaşma anlamında), terkin, tesanüt, tesisat, teşebbüs (girişim anlamında), teşkilat, tevdiat, ufki (yatay anlamında), uzvi (organik anlamında), üstüvane, vaziyet, vecize, vesayet, vukuat, yeddiemin, yeknesak, zabıta (polis anlamında), zadegân, zaptiye, zecri, zerk (enjekte etmek anlamında), zihniyet, zührevi (cinsel hastalık anlamında).
Hepsi bu kadar değil tabii, daha binden fazla YO kelime var. Ama çoğu bugün kullanımdan düşmüş, o yüzden sözlüğe giremiyor. Bunlar az ya da çok hayatiyet gösterenler.
Hayatiyet? O da olmalı kesin, dur bakayım.
" Satyre " Fransızca, " sübyancı, oğlancı, sapık " manasında. Hatta Sait Faik'in " Kayıp Aranıyor (1953 ) " romanında, oğlan çocuğuna tecavüz eden bir Fas'lı yakalanıyor, bunu gören Fransız kadının biri " Il est un satyre " diyor
Kelimenin ilk geçtiği yer Homeros'un Apollon'a ilahisi:
http://www.perseus.tufts.edu/hopper/text?doc=Perseus%3Atext%3A1999.01.0138%3Ahymn%3D3%3Acard%3D225
"both those who live in rich Peloponnesus and those of Europe and all the wave-washed isles..."
Sözü edilen yer Peloponnez ve adalarla beraber anıldığına göre Avrupa kıtası değil. Muhtemelen Yunanistan'ın kuzeylerinde bir yer. Buralarda Fenikeliler ya da başka bir Sami kavmi yaşamamış bilindiği kadarıyla. Yunanlılar buraya neden Fenikece isim versinler?
PS: Sami dilinde yer belirten kelimeler genelde mim ile başlar. 'Güneşin battığı yer' anlamında olacak kelimenin Arapça mağreb, İbranice ma'ariv veya Süryanice ma'rba gibi 'm' ile başlayan bir şey olması beklenir.
PPS: İbranice 'erev kelimesine çok benzeyen 'eravon kelimesi Yunancaya 'arrabon' diye geçerken 'erev niye europe diye geçsin?
mes'ele esir düşmemek değil teslim olmamaktnın resmini çiziyorsun..
“Ben epey yeni sözcük önermişimdir. "Sözcük" bunların başında gelir. İhtiyaç (ben "gerekseme" diyorum) doğuruyor bunu. Örneğin, "uslup" için "biçem"i buldum, tuttu.”
http://www.siirpenceresi.com/soylesiler/melihcevdet.htm
"Raptiye ilk kez TDK sözlüğünün 1955 basımında görülüyor. Post-Osmanlıca.”
Demişsiniz ama sözlüğünüzde raptiye için 1945 basımı TDK sözlüğünden örnek vermişsiniz. Yılı yanlış yazdınız sanırım...
aYRICA KABENİN GÜNEŞ TAPINAĞI OLDUĞUNA İNANIYORUM .MUHAMMDED GÜNEŞE OLAN İBADETİ TEK TANRIYA YÖNELTEREK NAMAZ BİÇİMİ VERDİĞİNE İNANIYORUM.Neyse daha fazla meşgul etmiyeyim cevabınızı merakla bekliyorum.sevgiler saygılar
Acaba hazır buralarda dolanıyorken sözlükteki satır ve kasatura kelimelerine de tekrar bir bakmak gerekir mi?
Tarihin sizi "en önemli eserlerini hapishanede verdi" diye yazmamasını dilerim.
Bkz.
http://ygursey.blogspot.com/
Enc. Islam II "Djuma" S.D. Goitein
Toufic Fahd "Le Panthéon de l'Arabie centrale à la veille de l'Hégire" s. 171. (1968)
http://www.tyndalearchive.com/tabs/lane/
Hem ilk «Yeni Osmanlılar», hem şimdiki «Jön Türk» Osmanlıları Avrupa'da öğrendikleri yeni kavramlara karşılık ararken, geçmişten kalma sözcüklerde yaşayan kavramları alıyorlar, bunları Avrupa dillerinde kullanılan orijinallerinin anlamlarına ters düşen anlamlarda kullanıyorlar ya da Batı anlamlarında kullansalar bile bu sözcükleri dinleyenler onları yine eski Osmanlıca anlamlarında anlıyorlardı. Kemalist dönemde bu tür sözcüklere karşı savaş açılmasının başta gelen nedeninin bu olduğunu (aşağıya koyacağım yazılarda) göreceğiz. Burada anlatmaya çalıştığım durum, dil devrimleri tarihinde en acınacak bir semantik tuzağına düşme örneğidir.
«İhtilal», «İnkılap» ve Devrim
Atatürk ve Devrimler - s.145