Son yazılarıma bir sürü yorum, tepki, mepki gelmiş. Ali Nesin
sağolsun, derleyip gönderdi. Polemik olunca kalemim canlanıyor, gözüme
fer geliyor, haberiniz olsun.
“Adil ve iyi insanlar birbirini katletmez, zalim insanlar mazlumları katletmiştir” demiş bir okur.
Keşke
öyle olsa, hayat çok kolay olurdu. Ama değil. En büyük katliamları
yapanlar zalimler değil, adiller ve iyilerdir – ya da kendini iyi ve
adil sananlardır. Bunu anlamadan felsefenin kapısını açamazsın. Saatli
Maarif Takvimi seviyesinde takılır kalırsın.
Adlin ve iyiliğin
sırrını keşfetmiş olan insanın, o kutlu keşiften mahrum olanlara doğal
tepkisi, önce şaşkınlık, sonra öfke, sonra nefrettir. İsterse “hoşgörü”
takılsın. Eninde veya sonunda, adlin ve iyiliğin timsali olan
kardeşlerini kâfirden koruma yükümlülüğüyle yüzleşmek zorunda
kalacaktır.
Hakikati bulmuş insan tehlikelidir. Tabiatta hiçbir
mahluk, hakikatin sahipleri kadar kör ve gaddar olamaz. Tarihteki en kan
dökücü zalimlere bak: Hepsi kendi dava arkadaşlarına karşı sevgi ve
sadakatle dolu insanlardır. Onların başına bir şey gelecek diye akılları
çıkar, canavara dönüşürler.
O yüzden gerçek filozoflar insanlara
asla hakikati anlatmazlar. Çünkü hakikat tehlikelidir. Bak Sokrates’e,
Descartes’a, Hume’a, evet Hegel’e, Nietzsche’ye. Hakikat anlatmamışlar,
hakikat yıkmışlar. İnsanların ruhunu esir alan mitleri sarsmışlar.
İnsanlığa faydaları peygamber geçinenlerden daha fazladır. En azından zararları daha azdır.
“İyi
ama ülkemizde biri ‘kral çıplak’ diye bağırmaya görsün... Hem otorite
tarafından cezalandırılıyor hem de halk küfür ediyor.”
Kralın
giysileri bir suç ve riya ortaklığıdır. Dokunursan elbette
küfredecekler, cezalandırmaya çalışacaklar. Küfür etmiyorlarsa onları
sarsmayı başaramadın demektir. O zaman sus daha iyi.
Bir düzine kadar yorumcu “inanca saygı” sakızını çiğnemişler. “Nişanyan’da saygı yok” neticesine varmışlar.
İnanca
saygım elbette var. Siz benim Bahailiğe ya da Sikh’lere, Abhazya’da
ağaca tapanlara, Haiti’deki Vuduculara, Zerdüştlere, Yahudilere,
Rastafaryanlara ya da Alevilere laf soktuğumu hiç duydunuz mu? Hepsine
saygım var, merak ederim, buldukça okurum, lütfedip inançlarını anlatmak
isterlerse dinlerim, hatta çok sıkıcı değilse ayin ve törenlerine
katılmak isterim. Hacıbektaş dergâhında, Delhi’deki Sikh mabedinde,
Hayfa’daki Bahai tapınağında, Habeşistan’daki Yemrehanna Krisdos
manastırında vakit geçirmişliğim vardır.
Müslümanların inancına
saygımızdaki noksanlığın sebebi basit. Çünkü onlar bize küfrediyorlar.
Küfre küfürle karşılık vermek haktır.
İki düzeyi var bunun. Bir kere
Müslümanlık baştan beri küfretmiş. Kutsal kitap diye okudukları metin,
kutsallık atfedilen bir kitaba yakışmayacak ölçüde gazap ve hakaretle
dolu bir metindir. Kendi mitolojilerine inanmamayı daha baştan küfr diye
tanımlamışlar ve küfre küfürle, lanetle, ötekileştirmeyle, kılıçla,
kafa keserek, esir alarak, talan ve soygun yaparak cevap vermişler.
İkincisi,
bugünkü durum. Etrafımız son yıllarda bir küfür borbardımanıyla
çevrildi. Her televizyon kanalında, her kürsüde, her okulda, her gün ve
her saat, onların hurafelerine inanmayanların akıldan ve vicdandan
yoksun olduklarına, insanlık onuruna sahip olmadıklarına, hayatlarının
değer taşımadığına, kızlarının ve kadınlarının ırz yoksunu olduğuna,
kitaplarının sahte ve inançlarının boş olduğuna dair durup dinmeyen bir
hakaret tufanıyla karşı karşıyayız.
Gönül isterdi ki bu
terbiyesizlerin cevabını aynı zamanda insan olma bilincinde olan
Müslümanlar versin. Ama maalesef onlar “inanca saygı” teranesiyle vakit
geçirmeyi tercih ettiğinden, o görev, mecburen, hariçten gazel okuyan
bizlere düşüyor.
“Eleştiride öfke olmaz. Soğukkanlılıkla eleştiri yapılır.”
Vallahi siz bir de Voltaire okuyun derim. Küçük Felsefe SözlüğüTürkçeye
çevrildi, MEB yayınlarından çıktı yanılmıyorsam. Orada Katolik
Kilisesi’ne yönelttiği yıldırımları bugün ben kullanmaya cesaret
edemezdim.
Hume soğukkanlıdır, eleştirisini çok inceden yürütür. Ama o İskoç, soğuk memleket orası, bize uymaz.
“İslami
mitolojinin diğer mitolojilerden farkı yok mu? Cihad Savaşları, köle ve
cariye alımları, millet-i hakime sistemleri diğer mitolojilerde de mi
var? Madem öyle niye diğerlerinin içinden kafa kesenler, cariye pazarı
kuranlar, IŞİD’ler çıkmıyor?”
Çin’de Kültür Devrimi sırasında
kurşuna dizilenlere ya da Kamboçya’da Khmer Rouge kurbanlarına,
Çavuşesko’nun kolektif çiftliklerinde ya da Husak Çekoslavakya'sının
birahanelerinde hayatını tüketenlere bu soruyu sormak ilginç olurdu.
Sanırım dayak yerdik.
Hitler'in gizli Müslüman olduğunu
söyleyenler var gerçi, ama bunun da doğru olduğunu sanmıyorum. Cariye
pazarı kurmamış amcam, beterini yapmış.
Türk milletinin, yarın bir
mucize olur da Müslümanlığı bırakırsa daha iyi olacağını düşünüyorsanız,
hayal kuruyorsunuz derim. Kemalci oldular da ne oldu? Komünist olsalar
Türk Solu dergisinden daha matah bir yere mi varacaklar?
Son
yılların küfür bombardımanı, evet, bende de Müslümanlığa ve Müslümanlara
karşı bir ikrah hissi uyandırdı. Ama gerçekçi olmak gerekirse gene de
eski ve denenmiş mitoloji, taze ve çiğ mitolojiden iyidir derim.
Köşeleri yuvarlaklaşmıştır, denge mekanizmaları oluşmuştur. "Hadi
bakalım bütün kulak'ları, ya da devrim düşmanlarını, ya da Yahudileri,
Ermenileri vb. keselim" noktasına daha zor varırlar. Tahminimce. Belki.
Umuyoruz.
"Düne kadar Ilımlı İslam'a teslim olmuş bir
liberalin şimdi 'Bu iş İslam'la olmaz' diyebilmesi paradigmasında ciddi
bir kopuşu gerektirir"
Saçma. Bir kere hiçbir tarihte kendime "liberal" dediğimi hatırlamıyorum. "Kendini tanımla" diye üzerime çok
vardıklarında bir keresinde "muhafazakâr anarşist" demiştim, ondan öteye
gitmedim. İkincisi, Ilımlı İslam diye bir şeyi ne
savundum, ne destekledim. Ayrıca öyle bir modelin olduğunu da
sanmıyorum. AKP bir siyasi partidir, bir toplum modeli ya da ideoloji
değil. Bugün işime gelir desteklerim, yarın yanlış yola gider,
desteklemem, o kadar.
Hafızanızı tazeleyin. Bundan on sene önce
bu memleketin her tarafına bir takım akıl ve ahlak yoksunu zorbalar
olmadık yerlere devasa bayraklar dikip "Orduya sadakat şerefimizdir"
gibi sloganlar yazıyorlardı. Onların mitolojisine dil uzatmaya cüret
edenler teker teker sokakta ve dağda katlediliyordu. Bu duruma itiraz
eden tek parti AKP olduğu için, Müslümanlık gibi bir handikapa rağmen,
onu destekledik. Akıl ve vicdan bunu gerektiriyordu. Yaptığımızın
doğruluğuna dair bugün de aklımda en ufak bir kuşku yok.
İtiraf
edeyim ki bu kadar hızlı yoldan çıkacaklarını, elde ettikleri avantajı
bu kadar hoyratça harcayacaklarını tahmin edemedim. Bundan dolayı -hem
kendi adıma hem AKP adına- üzgünüm. Evet, özeleştiri gerekiyor. Kendimce
yapmaya çalışıyorum ve yapmaya devam edeceğim.
Yine de o kadar
feci bir hata değilmiş, o kadar zaptedilmez bir tehlike değilmiş
herhalde ki, bir partinin oyu üç puan fazla çıkınca tık diye
devrilebiliyormuş, değil mi? Ötekisi gibi her devlet dairesine resmi
asılmamış, her okula büstü dikilmemiş henüz.
Yani üzülelim, peki, ama panik yapacak bir durum göremiyorum.
No comments:
Post a Comment