Saturday, September 22, 2012

Balyozuna sağlık

Adam amiral olmuş. Deniz Kuvvetleri Komutanı olmuş. Kişiliğiyle, vakarıyla çoluk çocuğa örnek olması gereken bir mevkie getirilmiş.

Bilmemkaç bin sayfalık günceleri gazetede yayımlanıyor. Bir sürü rezilliği açığa çıkıyor. Adam kopya çekerken yakalanan ortaokul çocuğu gibi hepsini inkâr ediyor. İnkâr etmekle kalmayıp, yalan ve iftira davası açıyor. “Hayatta günce tutmadım” diye yalan söylüyor; oysa birkaç sene önce yazdığı makalede genç subaylara günce tutmalarını tavsiye etmiş. Güncenin kendisine ait olduğu tartışma götürmeyecek kanıtlarla kanıtlanıyor. Adam harakiri mi yapıyor? Çocuklarından özür mü diliyor? Yüzüne kül sürüp Tibet’te bir manastıra mı kapanıyor? Hayır, hiç biri. “Kahraman Türk ordusu, onur, şeref, vatan, zart, zurt” diye ötmeye devam ediyor.

Yüzsüzlük, bunlarda bir hayat tarzı haline gelmiş.

Başka ülkelerin hukukunu o kadar iyi bilmiyorum, ama Amerika’da bu adamın işlediği suçaperjury adı verilir. Bu mevkideki birinin perjury suçu vahim suç sayılır. Federal mahkemede 20 ila 25 yıl verirler sanırım, bizdekinin aksine hepsini yatırırlar da.

İşlediği öteki suçlar cabası.

*
Yüzsüzlük, bir insanın başına gelebilecek en kötü karakter deformasyonlarından biridir. Ben bu adamların doğuştan yüzsüz olduğuna inanmıyorum. Kendilerine, kurumsal olarak, yüzsüzlük imkânı bahşedildi. Denetimsiz güç verildi. Mensup olduğunuz kurum ve vatanın çıkarı mevzubahis olduğunda her türlü yalanı yüzünüz kızarmadan söyleyebilirsiniz dendi. Bile bile ve göstere göstere yalan konuşmayı öğrendiler. Yalanlarını yemeyenlerin potansiyel hain ve düşman olduğuna inandılar. Yalan konuşmayı, bir yerden sonra, profesyonel görev olarak algılamaya başladılar. O görevi yerine getiremeyecek kadar onur ve vicdan sahibi olan herkesi düşük rütbedeyken ayıkladılar. Geriye sadece en yüzsüzlerini, ar duygusundan en yoksun olanları bıraktılar. Sadakatin ölçüsü yalana sorgusuz boyun eğmekse eğer, yalan konuşmayan adam hainle sadığı nasıl ayırt edecek?

Yüzsüzlüğü tescilli amirale sahip çıkan adamların başka hangi sözüne güvenebilirsin? Hangi masumluk iddiasını ciddiye alabilirsin?

*
Balyoz davasında benim de adım geçti. Mahkeme belgelerine göre, suikaste uğraması planlanan 20 küsur kişilik listede (Hrant Dink, Etyen Mahcupyan ve Mesrob Sırpazan ile birlikte) benim adım da vardı. Proje için assubay görevlendirmişler, yerinde keşif yapmışlar, adıyla sanıyla dosyada mevcut. Bu olay yüzünden 2008’de Selçuk Emniyeti ile jandarma bölüğü paniklere kapıldı, haftalarca etrafımda silahlı adamlardan bir hale ile dolaştım. Gerçekten inandım mı? Emin değilim. Nasıl bir tezgâhtı bilmiyorum. Bilmeden kimin oyununda piyon oldum, kestiremiyorum. Umursadığım da söylenemez.

Ama şunu biliyorum. Bunca senedir devlet hiyerarşisinin her kademesinde, beni güle oynaya öldürecek, bundan ötürü manevi tatmin ve haklılık duygusu yaşayacak olan yüzlerce köpeğe rast geldim. Polisinden vergi memuruna, kaymakamından tapu müdürüne, albayından daire başkanına kadar hepsi, o kan dondurucu nefreti saklamaya gerek duymayacak kadar gücünden ve makamından emindi. Arkalarına malum portreyi almış, onun verdiği dokunulmazlık halesine bürünmüş, alçaklığı hak ve görev bilen bir arsızlık mertebesine ulaşmışlardı.

O arsızlık zinciri nereye kadar uzanır bilmiyorum. Üst kademeleri yeterince tanımıyorum. Ama gazetelerde gördüğüm resimler bana çok tanıdık geliyor. Arsızlıklarını tanıyorum. Yalancılıklarını tanıyorum. Nefretlerini tanıyorum. Alt kademedekiler korkaktır, cinayeti hayal eder ama işleyemez. Üsttekilerin çekineceğini hiç sanmıyorum.

*
Balyoz davasıyla başka bir ilgim daha var, itiraf edeyim. Orgeneralin damadı olan Dani Rodrik benim liseden sınıf arkadaşımdı. Aklına ve vicdanına güveneceğim bir insandır. Eşi olan paşanın kızını da, şahsen değil ama dolaylı olarak tanırım. Aklı başında biri olduğu şüphesiz.

Babalarına canhıraş bir şekilde sahip çıkmalarında, duygusal nedenler sanırım akıl ve vicdandan daha öne çıkmış olmalı.

*
Nihayet şunu da söyleyeyim, içimde kalmasın. Hrant Dink cinayetinde emirleri vermiş olan veya olabilecek general rütbelilerin – biri hariç – hepsinin şu anda hapiste olduğunu ve muhtemelen yaşamını hapiste tamamlayacağını görüyorum. Bundan ötürü sevinçliyim. Çeşitli yönleriyle eleştirdiğim Tayyip Erdoğan hükümetinin, bu konudaki basiretli ve kararlı tavrından ötürü övgüyü hak ettiğini düşünüyorum.

Suçları açıkça yüzlerine karşı okunabilseydi adalet açısından daha iyi olurdu şüphesiz. Ama eğer durum bunu gerektiriyor idiyse, buna da razı olmak lazım.

Yasin Hayal vesairenin salınacak olması da küçük düşünenler dışında kimseyi üzmez bence. Piyonlardan kime ne? 


42 yorum:
  1. Herhangi bir nedenle bu ülkenin daha çok sahibi olduğu zannına kapılan ve bu uğurda her türlü suçu işlemeyi hak bilen zihniyetin keşke sadece askeriyede olduğunu bilsek.
    Bu ülkenin sahipliğini isimlere endeksleme hastalığından kurtulduğumuzda, bu ülkenin Atatürk'ün veya Erdoğan'ın veya Türklerin değil bu ülke halklarının ortak aidiyeti olduğunu çaktığımızda , bu içimizi kanatan olaylar bir son bulacaktır diye umuyorum.
    Bugün verilen cezanın ağırlığından bahseden insanları dikkate almak için bir neden olabilirdi, bir zamanlar verilmiş başka cezalar için de söylenmiş sözleri olsaydı...
    Ama olmadı. Hiç olmadı.
    Yanıtla
  2. dani ile pınar'ın alper görmüş'le giriştikleri polemikler ve delil karartma çabaları da etkili olamadı hayret :) zaten 2003 yılından beri genelkurmayın,mit'in ve hükümetin haberi olan bir darbe girişimiydi.hala suçsuzuz diyorlar ya.adamlardaki yüzsüzlük gerçekten hayret verici! boşuna dememişler türkiye'de herşey olabilirsin ama rezil olamazsın.
    Yanıtla
  3. Eline, agzina, kafana, kalemine saglik, Sevancim :-)
    --Neylan
  4. "İnkâr etmekle kalmayıp, yalan ve iftira davası açıyor."

    Oldu mu ama şimdi? -ıp, -ip ekinden sonra virgül gelir mi üstad?
  5. Bu yazıyı şeyinizle mi yazdınız?
    Yanıtlar
    1. Neyiyle yazmış bilemem ama güzel yazmış!
  6. RTE hükümetini övmek için bu kadar acele etmeseydiniz! Yargıtay faslını bekleyin derken RTE ne demek istedi? "Te'dip faslı bitti" anlamına geliyor olmasın sakın! Artık kendisine bi'at edenlere nankörlük edeceğini sanmam..
  7.         Adsız23 Eylül 2012 15:05
  8. Elinize sağlık, umarım bu konudaki yazılarınız devam eder..
  9. Unuttum yazayım; Sevan İsrail-İran savaşı çıksa sende AKP'liler gibi İsrail taraftarı olur musun?
    Yanıtlar
    1. Samimiyetimiz nereden geliyor bilmiyorum. Ayrıca "sen de"nin de'si ayrı yazılır, lütfen dikkat edin.

      Genel olarak İsrail'in varoluş hakkını destekliyorum. Bu uğurda 65 senedir sürdürdükleri - neredeyse ümitsiz - mücadeleye saygım var. İran konusundaki politikalarını anlamaktan acizim. Şu an savaş çıkarırlarsa muhtemelen karşı çıkarım.

      Refleks halindeki Müslüman dayanışmasının, her türlü beyinsiz partizanlık gibi zararlı ve tehlikeli olduğuna inanıyorum.

      İran rejiminin düşürülmesi gerektiğini düşünüyorum. Ama şu anda İsrail-ABD cephesinin izler gözüktüğü stratejinin akılsızca olduğunu sanıyorum. Rejimi düşürmek uğruna ülke mahvetmenin (Irak'ta olduğu gibi) hem alçakça hem de aptalca olduğu kanısındayım.
    2. Sevan abi tamam İsrail devletini sevsek de sevmesek de orada Yahudi inancına mensup kendini İsrailli sayan bir topluluk var. Bu adamları ciddiye alıp seçilmiş otoriteleriyle konuşmak, onları tanımak gerekiyor. Bir de - kendi uğradıkları haksızlığın acısını Filistinlilerden çıkarma yanlışına kapılmış olsalar da - kendilerine ait bağımsız bir devlete şiddetli bir açlık duymalarını gerektirecek bir sürü şey yaşadıkları, sadece Hitler'in elinden değil, İslam dünyasında da, kuşkusuz. Tamam da Türkiye gibi, İsrail gibi vb. ulus devletlerin Allah'ın mülkünü parselleyip üzerinde yaşayan kullarının analarından emdiklerini burunlarından getirmeleri üzerinde de cidden durmak gerekiyor.
  10. Yukarıda yazan AKP yalakalarına neden Türkçe öğretmiyorsun len :)
    Yanıtlar
    1. o "yalakalar" senin kadar lumpen bir dil kullanmıyorlar da ondan belki :) 
  11. "Bu davadan adli anlamda bir sey cikmaz." diyordun. Simde de "Icim rahat, hapiste curuyecekler." diyorsun. Sandigin kadar akilli degilmissin.
  12. Sevan Bey, genel olarak görüşlerinize katılıyorum, malum portreyi ve askeriyeyi günahım kadar sevmem. Ama Dani Rodrik ve Pınar Doğan bloglarında duygusallıktan uzak gayet somut bir takım deliller öne sürdüler ve bunlara makul bir cevap veren çıkmadı. Herkes "eh tabii babaları, duygusal davranıyorlar, normal" minvalinde şeyler söylüyor. Ben aslında onların öne sürdükleri çelişkileri aynı somut dilde cevaplayacak bir yazı beklerdim ama hiç okuyamadım. Ne Alper Görmüş, ne Ahmet Altan'ın cevapları tatmin edici değildi. Elbette askerlerin yargılanması başarı ama işin doğrusu bütün mesele ağzımda acı bir tat bıraktı, Türk yargısının bunu da yüzüne gözüne bulaştırdığını düşünüyorum.
  13. Alper Görmüş'ün her fırsatta atıf yaptığı hayatının haberi meşhur "Darbe Günlükleri" sadece bir Microsoft Word dosyası. Yani bildiğimiz ciltli deftere elyazısıyla yazılmış bir günlük falan değil. Orada burada "darbe günlükleri" diye okuyup yanlış anlamayın. O word dosyasını da Özden Örnek tarafından yazıldığı ispatlanmış değil (çeşitli kaynaklarda yine Alper Görmüş'ün beyanına istinaden "ispatlandı" diye geçiyor ama Görmüş bir ropörtajda sorulduğu zaman ilgili raporu görmediğini ve tam olarak ne tesbit edildiğini bilmediğini söylüyor) Günlük olayının balyoz davasıyla benzerliği de burada, Alper Görmüş balyoz davasını tartışırken bir yandan kendi haberinin çürük temellerini savunmuş oluyor.

    Sevan bey, bilgisayar kullanım bilgisi seviyenizi bilmiyorum ama elektronik bir dosyanın suçlamaya delil oluşturması için bazı şartlar vardır (örneğin elektronik kriptolu imza olması). Ben size sabaha karşı bir çöp e-posta göndersem, ekinde de suç oluşturacak bir word dosyası koysam, bir saat sonra da polis baskın yapıp spam klasöründe bu belge bulunsa, bilgisayarınızda örgüt belgesi bulundu diye Zaman gazetesinde çarşaf çarşaf yayınlanıp 3 sene tutuklu yargılanabilirsiniz. Bu olay hayali değil, yapılmışı var (bkz OdaTV davası).
    Yanıtlar
    1. peki ses kayıtları ne? onlar da montaj mı? :) aytaç yalman ve hilmi özkök'ün tanıklıkları ne? yalan mı söylüyorlar?
      mit'in "1. ordu'da hazırlıklar var" demesi nedir? balbay günlüklerinde var. ee tabi o günlükleri de cemaat oturdu yazdı.peki mit neden inkar etmedi şimdiye kadar? bırakın bu işleri. türk ordusunun geleneklerini, çetin doğan'ın hırsını ve ultra-laikçiliğini bilen kimse şaşırmaz balyoz darbesine.28 şubat'ı hatırlayan herkes bilir ki bunlar akp'ye iktidarı vermek istemediler.
    2. bunlar balyoz davasinda suclamada kullanilmadi. iddianamede suc olarak gosterilen seyler tamamen dijital dosyalar.

      sunu anlamiyorsunuz (veya anlamak istemiyorsunuz): ordudaki darbeci gelenek, falanca generalin karakter analizi gibi seylerle yargilama olmaz. mahkemede "su gun surada sunu yaptin, su kanuna gore bu suctur" denir, iddia ve deliller incelenir.
    3. Vay canına, hangi ülkedeymiş o iddia ve delilleri inceledikleri yargılamalar? Hep beraber oraya göçelim derim.
    4. sevan hocam göçebilsek gidecez bu berbat ülkeden de :) üstteki adsız arkadaş sen asıl anlamıyorsun:türkiye'de adalet yok! işine geldiğin zaman adaleti savunuyorsun :) taş gibi aytaç yalman'ın tanıklığı var ortada.hilmi özkök'ün söyledikleri var.adamlar hatta darbeyi yok ben önledim sen önlemedin kavgası yapıyorlar şu sıralar.ama senin gibiler için darbenin olup olmaması önemli değil ki.önemli olan teknik bir takım boşlukları kullanarak,delil toplamadaki yanlışlıklara filan oynayarak beraat beklemek.bu adamlar bir kere kamu vicdanında suçludur.darbeyi de mit,başbakan,genelkurmay biliyordu ta 2003'ten beri.asıl noktayı kaçırıyorsun:darbe planı yapıldı.
    5. sevan bey ben yazdığınızdaki ironiyi anlamadım, ne diyorsunuz aptala anlatır gibi yazarsanız belki anlarım. başka ülkelerde mahkemeler kanıt olmadan, kanaatler ve birilerine ders vermek gözünü korkutup caydırmak amacıyla ceza mı veriyor?
      bana bildik ezberleri (vicdan, kamuoyu vb söylemler ve ardında somut hiçbirşey olmayan atıflar) yineleyip cevap veren adsız arkadaş sen nereden biliyorsun darbe planı yapıldığını, orada mıydın? dayanaklarını söyle teker teker konuşalım istersen.

      olmuş darbeyi (12 eylül, 28 şubat)yapanları elbette cezalandırsınlar. ama fabrikasyon delillerle darbe "girişimi" uydurup orduda istenmeyen subaylar tasfiye edilince akla başka şeyler geliyor.
    6. bildik ezberler dediğin şey yani vicdan insandaki en önemli mekanizmadır onu hayvandan ayıran,doğru ile yanlışı gösteren.bak sana bir örnek vereyim.9 mart cuntası diye birşey vardı türkiye'de.mit bunu izledi bundan başbakanın,cumhurbaşkanının ve diğerlerinin haberi vardı bu kesin.mahir kaynak cuntanın içine sızan ajan olarak olanları kaydetti bantlara.ama anayasa mahkemesi cunta yoktur,deliller geçersiz diye karar verdi.çünkü o zamanki şartlar bunu gerektiriyordu.sonra ne mi oldu? cuntanın içindeki hasan cemal yıllar sonra bir kitap yazdı ve cuntayı itiraf etti.şimdi neredeyse herkes 9 mart cuntası var diyor.ama o zamanlar bütün sol cephe cunta yoktur diye diklenmişti.yani bir şeyin mahkemede kanıtlanması veya kabul edilmemesi onun varlığını veya yokluğunu ne kadar kanıtlar? bir de bir darbenin olmasını mı bekleyeceğiz ve sonra yargılayacağız? :) ha gelsinler tankla,herkesi fişlesinler,anasını bellesinler sonra yargılarız ortam müsait olursa.senin küçümsediğin bu kamu vicdanıdır asıl şimdi darbecilerin önündeki en büyük engel.yoksa türk yargısı filan hikaye.konjonktür değişir o da değişir.
    7. ha gelelim balyoza.somut şeyler mi dedin? darbe planı yapıldığını bilmek için illa orada bulunmak mı lazım? :) yani sence mahkeme önünde hiç bir somut delil yokken bu insanlara ceza verdi? çünkü tayyip böyle istedi.bence çok ideolojik bir okuma yapıyorsun.imzasız word belgesi deniyor.yok efendim öyle imzasız şey makama sunulmaz tsk'da.alper görmüş kanıtladı sunulduğunu.bir oku istersen.yok dediler 2005'teki ilk defa ortaya çıkan bir takım kuruluşlar balyoz dosyalarında var.tamam da bu cuntanın aktif olduğunu ve güncelleme yaptığını çürütmez ki.ha tanıklıklara girmiyorum.ya da ses dosyalarına.senin için ne önemli? darbe planının yapılıp yapılmaması mı? yoksa savcı iddianamesindeki yanlışlıklar ve mahkemenin yaptığı hatalar mı? bir suçun varlığı mı daha mühim yoksa onun kanıtlanabilmesi mi?küçümsediğin vicdanın hala çalışıyorsa bunları kendine sor.
    8. Benim için önemli olan darbe girişimi yapıldığının kanıtlanması.
      Güncelleme teorisi saçma çünkü bu davada bir bilgisayar dosyasının kaydedilme tarihine göre o tarihte komutan olan kişi yargılanıyor, teoriye göre sonradan bir asker "darbe planı"ndaki word dosyasını açıp şirket isimleri vs. bilgileri güncelliyor, emekli olan komutanın adını değiştirmiyor, ve nedense bilgisayar tarihini geri alarak dosyayı kaydediyor. ayrıca cd üzerindeki bir dosya açıp güncellenip tekrar kaydedilemez, yazılabilir cd tek kullanımlık bir medyadır.
      Baransu'ya verilen cd'nin sanıklarla bağlantısı kurulamadığından sonradan bir birlikte (buraya dikkat arşivde değil, dolapta çekmecede kasada değil) yükseltilmiş döşemenin altında bir harddisk ve emekli bir subayın evinde yapılan aramada çocuğunun elbise çekmecesinde bir flaşdisk "bulundu".
      suçun varlığı sanık hakkındaki kanaatiniz veya sanığın önceki sabıkalarıyla, söyledikleriyle vs. ispatlanmaz, delillerle ispatlanır.
      Alper Görmüş dediğim gibi kendi çürük tabanlı haberlerini dolaylı yoldan savunmak için balyoz tartışmasını yürüten birisi. Bugün yine zorlama bağlantılarla bu belgeler gerçektir sonucunu kendince ispatlamış. balyozdavasivegercekler.com'da "alper görmüş" araması yapın ciddi maddi hatalarını göreceksiniz. (aslında hata değil ama öyle diyelim)
      Bir de yine ardı boş atıflara devam ediyorsun, aslında çok kanıt varmış da konuşmaya gerek yokmuş gibi, istersen tanıklıklara, ses dosyalarına falan gir, onları da tartışırız.
    9. anlaşıldı sana göre suçun varlığı değil onun mahkemede kanıtlanması önemli.sen öze değil şekle takılmışsın.ortadaki darbe suçu değil de mesela toplu katliam olsa yine de bu adamların ceza almadan çıkmasını savunur muydun? birtakım zamanlama çelişkilerine takılmışsın.peki bunun cuntanın bir önlemi olmadığını nereden biliyorsun? sana aihm'nin çetin doğan'la ilgili kararını okumanı tavsiye ediyorum.ve ayrıca mehmet baransu ve alper görmüş'ün balyozla ilgili yazılarını da bir daha ideolojik gözlüklerini çıkararak oku.vicdanını da hepten boşlama bence :) insan olmanın gereğidir.balbay günlüklerine de bir göz at balyozla ilgili birşeyler var orda da.ha yok efendim mahkeme ses dosyalarını delil saymadı yok hilmi ile aytaç'ı çağırmadı deme sakın.bu mahkemenin eksikliği.yoksa ses kasetlerinde her şey gün gibi ortada.hilmi ile aytaç da darbeyi kimin önlediğinin kavgasını yapıyorlar şu sıralar.ayrıca sen her mahkeme kararı için bu kadar hassas mı davranıyorsun?yoksa balyoza özel bir ilgin mi var?türk yargısının hal-i pür melalini bilmiyor musun?londra'da mı yaşıyorsun sen?
    10. Tam aksine benim için suçun varlığı önemli. Bunun için orada mıydın, nereden biliyorsun nasıl emin oluyorsun diye sordum. Herkesin bilmediği bir şey mi biliyorsun? Savcının sunduğu temel kanıtlar fabrikasyon (üretilmiş) ise neden sanıkların suçlu olduklarını savunuyorsun, kanaatlerden başka?
      Asıl önyargı gözlükleriyle "asker kesin darbe girişimi yapmıştır" bakışına sahip olan sensin.
      Yine şuraya bak buraya bak diye ardı boş atıflarla doldurmuşsun göster tam olarak nerede ne var tırnak içinde yaz konuşalım.
      Uydurma bir şey hacimli olunca veya çok yerde çok defa yazılınca gerçek haline gelmez.
      AİHM ile ilgili Dinci-Liberal ittifakının değil orada yargıçlık yapmış birinin açıklamasını okuyabilirsin:
      http://getir.net/492o
      Bir de klasik "falancaya tepki göstermeyenin buna itiraz etmeye hakkı yok" argümanına da başvurmuşsun. Balyoz davası tertibini konuşmak için hukuk profesörü veya yargı konusunda aktivist geçmişe sahip olmak gerekmiyor.
  14. Darbecileri hapsa tıkalım mı? Elbette. Bu yargılananlar darbeci mi? Büyük bir olasılıkla en azından bir kısmı darbeci. Davada bu adil bir şekilde kanıtlandı mı? Kesinlikle hayır. Türk adaletinin yerlerde sürünen standartlarına göre bile şaka gibi bir davaydı bu. Bu davanın sonuçlarını alkışlamak için AKP devrimine iman etmek gerkiyor. Benim inancım tam olmadığı için alkışlayamıyorum. Bu istiklal mahekemelerine benziyor. Delil pek yok, kurunun yanında yaş da yanar ama bizim kanaatimiz budur. Sevan Bey daha iyi bilir ama herhalde onlar sahte belge yaratmakla falan bu kadar uğraşmıyorlardı, doğrudan bizde bu kanaat oluştu asalım diyorlardı.
  15. Biraz konu dışı bir yorum yazacağım ama Sevan abi, az önce facebook'ta gördüğüm Etyen Mahcupyan'ın Zaman'daki "Liberallerin Demokratlığı" başlıklı yazısına düştüğün şerh hakkında yorum yapmak istiyorum, çünkü nedense facebook'ta yorum yazamıyorum, belki senin sayfana sadece abone olduğumdandır. Neyse, önce o şerhi aşağıya almalıyım galiba: "Hayır, Etyen'in bu görüşlerine katılmıyorum. Katılmadığım gibi, tehlikeli bir teslimiyetçiliğe götürdüklerini düşünüyorum. "Özgürlüğün yegâne sınırı başkalarının özgürlüğüdür" ilkesini, insan medeniyetinin en önemli kazanımlarından biri olarak görüyorum. (Başkalarının "duyarlığı" ya da "alınganlığı" değil, özgürlüğü!) Bundan geri adım atmanın, barbarlığa ve şirretliğe taviz vermek olduğunu düşünüyorum. Cemaati ve kimlikleri veri kabul eden anlayışı ahlaken utanç verici buluyorum. İnsanları dar cemaat kimliklerinden kurtarmaya çalışmayı insani ve ahlaki bir görev kabul ediyorum. Önyargılarından, hurafelerinden ve taassuplarından dolayı insanlara "saygı" göstermeyi esasen insana - bireye, bireyin sonsuz potansiyeline - saygısızlığın dik alası olarak görüyorum. Olayın "modernizmle" alakası olmadığını düşünüyorum. Esas problem, Pipes'ın da değindiği gibi, globalizmdir. Farklı aşiret kimliklerinin büyük bir potada yanyana gelip kaynaştığı her ortamda bu çatışmalar görülmüştür. Aşiret kimliklerini savunanlarla yeni ve global insani idealleri savunanlar her zaman çarpışmıştır. Sanırım Muhammed zamanında da tam aynı şey olmuştur, ve Muhammed kesin bir şekilde aşiret taassubuna karşı globalizmden yana tavır koymuştur. Mekke'deki putları kırması, sanırım Etyen görüşünde olanların çok şiddetli tepkisini çekerdi. Hani nerede inançlara saygı? Hani nerede bize benzemeyenle bir arada yaşama iradesi? *** (Evet 7. yüzyılda Arabistan'da yaşamış olsaydım ben de Muhammedci olurdum sanıyorum, itiraf edeyim. Allahtan o zamanda yaşamıyorum ama.)" Evet, itiraf etmeliyim ki; bu şerhi görünce "sonunda biri söyledi söylenmesi gerekeni" dedim kendi kendime. Ukalalık etmek istemem ama öncelikle evet "insan medeniyeti"; Batı değil, İslam değil, Doğu değil. Biz Batı'ya, İslam'a irade sahibi bilinçli bir varlık veya yekpare bir bütün muamelesi yapılmasından çok zarar gördük ve hala görüyoruz. Oysa öyle bir şey yok, Batı, Doğu sadece ve sadece yön belirten coğrafi birer terim, İslam da yalnızca bir geleneğin adı, yanılıyorsam nerede yanıldığımı söyleyin lütfen. İkincisi, geçen Taraf'ta Andrew Finkel'in yazısında okudum, bizimkilerin tepkilerindeki abartıyı eleştirirken mealen "ırkçılığın, nefret söyleminin toplumsal alana herhangi bir süzgeçten geçmeksizin dolmasına izin veremeyiz ama..." diye devam eden birşeyler yazmış. Oysa ifade özgürlüğü aynı zamanda Finkel'in sözünü ettiği süzgecin ta kendisidir de. Yani eskiler ifade özgürlüğünü bireyi korumanın yanısıra "söz meydanı"nın hiçbir zaman boş kalmamasını temin etmek için de icad etmişler. İfade edilip kamusal alana ulaşan her söz onun karşısına konulan birbaşka söz ile sınanabilsin, sınanmadan öyle elini kolunu sallayarak toplumun kılcal damarlarına ulaşamasın diye. 1933 Almanya seçimleri sırasında Alman halkının karşı karşıya kaldığı sıkıntı buydu okuduğum kadarıyla. Ortada sadece bir sözün dolaşmasına müsaade etmişlerdi Alman İlker Başbuğları, Çetin Doğanları vb. 29 ekonomik buhranı ve ulus devletin altın çağı üstüste binince nurtopu gibi bir Hitleri oldu dünyanın. Ayrıca mesela karikatürlerin yansıttığı algı ve hissiyatı zaten paylaşanlardan gayri hiçkimse İslam hakkında sadece karikatürlere bakarak hüküm vermez, bir de döner şehrindeki Müslümanlara bakar, o karikatürlerin karşısına konulan söze bakar ve hükmünü öyle verir. Berikiler içinse yorulmaya hiç gerek yok.
  16. Diğer bir örnek de Türkiye'den; ben Sünni, epey dindar bir aileden geliyorum, ama aklımızı da peynir ekmekle yemedik çok şükür ve Aleviler hakkındaki mumsöndü saçmalığına hayatımın hiçbir döneminde itibar etmedim, bu yüzden kendi çevremde birçok insanla tartıştığımı da hatırlıyorum. Diğer yandan bu mumsöndü lafının gerçekliği olan bir Alevi uygulamasının çarpıtılması yoluyla icad edildiğini tahmin ediyordum ama o uygulamanın tam olarak ne olduğunu bilmiyordum. Bu yüzden çevremdeki insanların "ateş olmayan yerden duman çıkmaz, madem böyle bir şey yok bu muhabbet nereden çıkmış o zaman" sorusuna diyecek bir şey bulamazdım. Aleviler mumsöndü iması yapanları (Güner Ümit vb.) protesto ederlerdi, dava falan açılırdı ama bu, insanların bilgisini değiştirmez, sadece "her doğru her yerde söylenmez" anlayışıyla davranılırdı (belki hâlâ öyle). Ben ancak yakın bir zamanda bir yerde bir Alevi dedesiyle yapılan bir röportajda okudum ki, meğer Mustafa Kemal efendi'nin zamanında Aleviler cem ayinlerini geceleri bir evde toplanarak yaparlarmış jandarma baskını olur korkusuyla ve evin perdelerini indirip mumları söndürerek. Bizde de aynı dönemde Kur'an'ın çocuklara bodrumlarda öğretildiğini söylerler. TC işte (bu arada TC ile Mısır'ın ortaçağdaki Memluk askerî kastı, daha doğrusu Memluk olma hali - Ortaçağ'dakilerin Memluk olmayı kendilerinin seçmemiş olmaları haricinde - arasında bir ilişki kuruyor musunuz siz de?). Demek istediğim nefret içeren sözlere kavga dövüşle veya dava ile değil de, sözle tepki verilse belki bu muhabbet çoktan unutulurdu ki; bugün hala yaygın bir kanaattir Sünniler arasında. Kimse istemez kötü söz duymayı kendisinin değerleri veya kimliği hakkında ama cennette de yaşamıyoruz nihayetinde. En fazla yapabileceğimiz telafisi gayrimümkün (bkz. Demirel, Süleyman, "mümkünü gayrimümkün, gayrimümkünü mümkün kılmak gayrimümkündür":)) olanı engelleyebilmek için telafisi mümkün olana sabretmek.
  17. Üçüncüsü, Hz. Muhammed ile ilgili bir şeyler de söylemek istiyorum. Hz. Muhammed Yemen üzerinden Çin ve Hind ile, Şam üzerinden Roma ve Acem ile ticaret yapan, ilişki kuran (siz Habeşleri de eklemişsiniz ki, ben de katılıyorum) bir halkın mensubuydu. Hicaz'ın Atinası veya Roması, hiç olmazsa Novgorod'u (eğer yanılmıyorsam Novgorod da İpekyolu üzerindeki bu türden bir kentti) olan bir kentin burjuvasıydı. Kısacası hem kentliydi, hem de dünyadan haberdardı bütün hemşehrileri gibi. İki problem vardı önünde ancak. Birinci olarak, uzun seyahatlerden kentine dönüp geldiğinde kentin her klanın ayrı mahallesinin olduğu, hayatın klanlar arası bitip tükenmez bir sidik yarışının kısır döngüsüne hapsolduğu, yani muhtemelen kentin henüz yeni yeni kent olmaya başladığı için kentliliğin henüz tam olarak olgunlaşmadığı berbat derecede insanı bıktıran bir ortamda buluyordu kendini. Bu bir insanın bir saray inşa edip, sonra da eski alışkanlığından kurtulamadığı için sarayının bahçesine kurduğu çadırda yatıp kalkmasına benziyor sanki. Çadır halkından biri illa ki, isyan edecekti bu saçmalığa "manyak mıyız biz, sarayın odaları dururken neden çadırda yaşıyoruz?" diyerek. Adı Muhammed olmaz da başka birşey olur, önemli değil. İkinci olarak, bir defasında Halil Berktay hocanın da yazdığı gibi, Arap ellerinde herkesin herkesle kesintisiz (dört haram ay sanki dinlenme ve yaraları sarmak için bulunmuş bir çözüm) savaş halinde olduğu, savaş lordlarının yağma ve talan çılgınlığından dolayı kimsenin güvende (özellikle de ticaret kervanlarının) olmadığı bir ortam hakimdi. Halil Hoca bundan söz ettiği yazısında Pax Dei/Crusade olgusuyla karşılaştırmıştı bunu. Burada Halil hocanın sözünü etmediği, muhtemelen sizin de bildiğiniz bir sahih hadis rivayetini (Habbab bin el Erett'den rivayet) hatırlatmak istiyorum: Habbab mealen diyor ki, "Kureyş'in baskısı altında tükendiğimiz bir gündü. Peygamber'e gittim, Hicr'de (Mescid-i Haram'da bir mekan) uzanmış dinleniyordu. Dedim ki, "Ey Allah'ın Elçisi, ya bize kendimizi Kureyş'e karşı savunmak için kılıç kullanma izni ver, ya da bizim için Allah'a dua et, bize yaptıklarından dolayı Kureyş'i helak etsin". Yattığı yerden doğruldu, öfkeden yüzü kıpkırmızıydı. Buyurdu ki, "... Öyle birgün gelecek ki, San'a'dan yola çıkan bir kimse Hadramut'a kadar devesiyle tek başına seyahat edecek de Allah'tan gayri hiçkimseden korkmayacak. Fakat siz acele ediyorsunuz"..." Hadis metnini hatırladığım kadarıyla aktardım. Sevan abi öyle sanıyorum ki, Hz. Muhammed en azından başlangıçta tıpkı bugünkü AB gibi birbirinden farklı topluluk ve kentlerin ortak birtakım medeni ilkeler etrafında birbirlerine zulmetmeden birlikte yaşamalarını mümkün kılacak birşeyler yapmaya çalışıyordu. Ama diğer yandan hepimiz insanız. Başka hiçkimsenin cesaret edemediği bir işe girmiş ve yanımızda hiçkimse yokken onyıl emek vermişsek, bu işin merkezinde de biz olmak isteriz. Kontrolümüzden çıkmasını istemeyiz (Eğer birgün Hz. Muhammed'in peygamberliğini 610 yılında (yalnızca bir metafor olarak Tanrı'dan haber getirdiğini söylemiş olabilir ilk elde - hepimiz Allah'ın göndermesini bir metafor olarak kullanırız, "seni Allah gönderdi" deyişinde olduğu gibi) değil de, 620-21'de o ünlü Mir'ac hadisesi ile ilan ettiğini öğrenirsem hiç şaşırmam). Bunun bizim hakkımız olduğunu düşünürüz.
  18. Murat Belge ile Halil Berktay arasındaki sosyalizm tartışmasını takip etmişsinizdir. Murat Hoca ilgili yazılarından birinde Sosyalizm'e neden hâlâ inandığını anlatırken - affınıza sığınarak yine mealen diyeceğim - "adalet, özgürlük, eşitlik vb. kimsenin umurunda değilken yalnızca sosyalistler bu idealleri savunuyordu" diye yazmıştı 19. asrı kastederek. Demek istediğim şimdi ve geçmişte Müslümanların da (daha doğrusu bizim demeliyim) biraz da, tıpkı Murat Hocanın (kendisine bütün kalbimle saygı ve sevgi duyuyorum - ondan çok şey öğrendim) da sanıyorum biraz farkında olmadan açığa vurduğu psikolojiyle, Hz. Muhammed'in o başlangıçtaki yalnız başına verdiği mücadelenin etkisiyle gerçeklik hakkındaki bilgilerini mutlak gerçek, önerdiği çözümleri mutlak doğru ve kendilerini her durumda mutlak haklı, dolayısıyla da Müslüman olmayanlar karşısında İslam şerefiyle üstün, alemlere rahmet olarak gönderilmiş bir ümmet olarak gördüklerini, geçmişteki ve günümüzdeki ayrımcılıkların (dolayısıyla şiddetin) epey bir kısmının buradan kaynaklandığını, şimdi ilaveten bu ahlaki üstünlük makamını - eğer kendinden menkul bir makam derseniz çok itiraz etmem - epey bir zamandır yitirmiş olmanın verdiği şiddetli bir travmanın iyice tuz biber ektiğini düşünüyorum. Eski Millet-i Hakime, yeni asli unsur da buradan kaynaklı bence. Aynı anlayışın izlerini üstelik de - herhangi biri değil - Murat Hoca gibi gerçekten çokça değerli bir insanda da görmek ilginçti (Açıkçası o yüzden Allah her ikisine de sağlık, uzun ve hayır dolu bir ömür versin ama özellikle Halil Berktay hocanın benim gibi biri için bile çok değerli bir iş yapmakta olduğunu düşünüyorum).
  19. Bu arada İslam'ın Dar'ul-İslam/Cihad ve Papalığın Pax Dei/crusade siyasetine, Ortaasya'dan da din üzerinden değil de siyaset üzerinden Cengiz Han'ın siyasetini de ekleyebilir miyiz? Ne dersiniz? Bir yerlerde Cengiz Han'ın "Cuci Ulusuna atlarının ayaklarını bastıkları her yeri fethetme" izni (emir değil, izin) verdiğini okumuştum. Sanki gidin herkesi benim önümde diz çöktürün değil de, "alın size izin, ne yapacaksanız gidip başka yerlerde yapın, burada değil" gibisinden bir tutum. Sanki Cengiz Han'ın yükselişi de böyle bir derdin eseriydi gibi geliyor bana. Sonra yine bir yerlerde Cengiz'in generali Kurtcebe Noyan'ın Küçlük Han'ı ortadan kaldırıp Kaşgar veya Balasagun'u alışı ile ilgili birşeyler okumuştum. Şimdi bir türlü bulamıyorum. Hani tabiri caizse "Kaşgar/Balasagun'a özgürlük operasyonu" gibi birşey anlatılıyordu. Şehrin çoğunluğu Müslüman olan halkının Küçlük'ün zulmünden illallah edip önce Harezm Şaha müracaat ettikleri, ondan somut bir cevap alamayınca bu kez Cengiz Han'a heyet gönderdikleri, Cengiz Han'ın bunun üzerine Kurtcebe'yi Küçlük üstüne gönderdiğini okumuştum. Hatta ilginçtir, şehir Küçlük elindeyken halk Dar'ül-Harp (genel kabullerin aksine bence bu İslam'ın bir tür olağanüstü hal veya savaş hali hukuku) sayıp Cuma namazı (güvenlik ve meşru kamu otoritesi bu ibadetin sıhhat şartlerındandır) kılmadıkları, Kurtcebe şehri alınca Dar'ul-Harp statüsüne son verip Cuma namazı kıldıkları, Kurtcebe'nin şehre özellikle ezan okunurken girdiği, şehre girerken herkesin inancında, örfünde özgür olduğunun, Cengiz Han'ın koruması altında olduklarının ilan edildiği ve Cuma hutbesinin Cengiz Han adına okunduğu gibi birşeyler okuduğumu hatırlıyorum ama nerede okuduğumu birtürlü bulamıyorum. Bu yazdıklarım, eğer yanlışlık yoksa, bana Ortaasya'da Cengiz'in yükselişi hakkında da Ortadoğu ve Avrupa'nın o dönemlerdeki hikayesi ile ilişkili çok ilginç şeyler anlatıyor. Yani temel mesele sanki dünyanın medeniyet öncesi halden medeniyete geçişi gibi birşey.
  20. Sevano lawo,
    Tu ne dîn î , tu ji aqlê xwe jî ne kêm î; tu ne ji wan koçerên li vî welatî bê war û bê bingeh î ku ez li te şîretan bikim. Lawo, bav û kalên te hezar sal e, tu bi xwe şêst sal e di nav me de dijî... Tu çima wek me zana û zanyarên navmisilmanên “dil bi kerb û bi tofan lê, dîsa jî bo kerîkî nan serê xwe dikin ber xwe ditelînin nakî” ? Çima wek me rebenên li ber diwaran dev li alîkî qûn li alîkî durutyan nakî? M a tu Rustemê Zal î; an Dawûdê Sasunî yî? 
  21. Yazmayı sevdiğiniz kadar okumayı da seversiniz eminim... buyrun okuyun eğer gerçekten yazarsanız.Bu sadece size örnek gösterebileceğim kısım içerde 300 küsur kişi var.

    http://senolcandan.blogspot.com/
  22. Hrant Dink cinayetinde amir konumunda olanların bildiğim kadarıyla hemen hiçbiri bu cinayet sebebiyle içeride değiller. Tek suçları bu olsaydı kesinlikle içeri atılmazlardı. Hrant Dink cinayeti ne yazık ki ne AKP ne cemaat ne de herhangi bir Müslüman-Türk için yeteri kadar önemli.
  23. Ben 1999 senesinde ki 30 yaşında iken askerliğimi Çetin Doğan'ın Komutanı olduğu Ege Ordusunda yaptım.
    Bizzat şahit olduğum hadiseler yüzünden Balyoz iddianamesine kesinlikle inanıyorum.
  24. Çocuklara dini egitim, indoktrinasyon, beyin yıkama vb girişimlerinin tıpkı çocuk pornosu, pedofili, çocuk emegi sömürüsü gibi bir çocuk istismarı olarak tanımlanması gerekir. Onsekizini geçtikten sonra ne yaparsa yapsın. Ama ailenin ve geniş olarak toplumun hayale ve masallara dayanan bir "egitim" verme hakkını insanlık reddetmeli

No comments:

Post a Comment