AKP Ankara il başkan yardımcısı Mahmut Macit, halkın dini duygularını
aşağılamaktan hüküm giyişimden bir iki gün sonra paylaştığı bir tweet’te “Kişiliği
bozuk ateist geçinen tiplerin ülkemde hala dinime küfretmesi kanıma dokunuyor.
Tecavüze uğramış bu tipler yok edilmeli“ demişti. Buna cevaben yazdığım tweet’te
kullandığım bir sıfat sosyal medyada yankı buldu.
Dalyarak ne kadar eskidir, kestirmek zor. Bula bula Engin Ardıç’ın
1987 tarihli bir makalesinde buldum, orada da yüzü tutmamış, “dalyaprak,
daltarak” diye cilve yapmış. A. Fikri’nin Lugat-ı Garibe’sinde (1889), Mihailov’un
İstanbul argosu sözlüğünde (1930), Osman Cemal Kaygılı’nın Argo Lugati’nde
(1932) yok. Oysa benim çocukluğumun sokaklarında (1960’lar) yaygın bir deyimdi
diye hatırlıyorum. Daltaşak versiyonu da ayrıca mevcuttur.
Dallama bunun az kibarize halidir. O biraz daha yaygın olarak matbuata yansımış.
1940’lardan örneğini buldum. 1990’lardan itibaren Cumhuriyet gibi ağırbaşlı
gazetelere bile sızmış tek tük. 1940’larda dallama varsa, dalyarak daha eski
olmalı diye akıl yürütebiliyorum.
Ahmet Vefik Paşa lugati (1876) daltaban’a yer vermiş, “pabuçsuz,
ayak takımı” demiş. Sanırım burada dal+ birimini “yalın, çıplak” anlamında
yorumlamış. Yaygın bir görüştür, ama bana pek inandırıcı gelmiyor. Bana
sorarsanız daltaban da burada dalyarağın evcilleşmiş halidir. Yani Vefik Paşa
zamanında daltaban varsa, dalyarak haydi haydi vardır bence.
Meninski sözlüğünde (1680) dalkılıç var, dal دال maddesi altında, “vibrato gladio” demiş, yani “kılıcını sallayarak
veya çırparak”. Dalkavuk var, “kavuk sallayan, müdahin” diye Türkçe
şerhetmiş. “Kavuk sallamak” Türkçede 20. yüzyıla dek yaygın deyimdir. “Evet efendim,
haklı buyurdunuz efendim” diye kafa sallayarak amire yağ çekme anlamında
kullanılır.
Yarak, malum, Türkçe: “1. her türlü gereç, donanım, armatür,” dolayısıyla “2.
silah, kılıç,” dolayısıyla, 3. güncel anlamı. Dalyarak o halde aşağı
yukarı dalkılıç ile aynı anlamda. Dalyatağan da var, misal Enderunlu
Vasıf’tan: “Daye-i Cezair-i nazmım ki felekte/keşti-i beyanımda suhan dal
yatağandır”. Eski zaman megalomanları bugünkülere fark atarmış, breh.
Peki dal ne demek? Ağaç dalındaki dalla alakalı olmadığı belli. Ama ne?
*
Türkiye Türkçesindeki dal Eski Asya Türkçesinde tal olur,
oradan arayalım. Talmak, Divan-ı Lugat-i Türk’te (1070) yok. Clauson’a
göre Eski Uygurcada “bayılmak, bilincini yitirmek” anlamındaymış. Çağataycada
(15. yüzyıl) “hasta olmak, bitap düşmek.” Kitab-ül İdrak adlı Kıpçakça sözlükte
(1312) yine “bitap düşmek”. Ama Rumîler (yani Anadolulular) “suya dalmak”
anlamında da kullanır diye ayrıca belirtmiş yazar. Buradan bize ipucu çıkar mı?
Çıkmaz, sanmam.
Ama Divan-ı Lugat-i Türk’te başka şeyler de var. Mesela. Talğan:
tutarık adı da verilen sara hastalığı, ki titreme ve çırpınmayla gelir. Talğurmak:
içi bulanmak, midesi altüst olmak.Talbınmak veya talpınmak: kuşun
veya suyun çırpınması. Talpışmak, kanat çırpışmak veya deniz dalgalanmak.
Talkıtmak: hayvanın sırtındaki yükü dürterek yerleşmesini sağlamak
demekmiş; ayrıca defetmek, savmak, bir işi önemsemeyip ertelemek. Hımm, bizim “sallamak”
dediğimiz şey değil mi? Talka: koruk, veya koruk salkımı. Acaba bunun da
esas anlamı salkım mıdır, Farsça âveng karşılığı, sarkan ve
sallanan şey?
Bunların hepsinin ardında ben “sallamak, çırpmak” anlamına gelen bir *tal-
fiili görüyorum, acep yanılıyor muyum? Orta Asya Türkçesinde 11. yüzyıldan önce
kullanımdan düşmüş, ama belli ki türevleri kalmış.
Nitekim ahanda burada, Tarama Sözlüğü II.983, 15. yüzyıldan Anadolu
Türkçesi örneği: “Bir nesneyi el ile yukarı kaldırıp dalmak? (dallamak? طالمق ) ve sallamak, ağır mı veya yeğni mi göreyin deyü”. Deyim dallamak ve
sallamak, eline alıp tartmak demekmiş. Yeğni, “hafif”in Türkçesi.
O halde: dalkavuk = kavuk sallayan. Dalkılıç = kılıç
sallayan. Dalyarak = yarak sallayan. Ki güzel Türkçemizde buna salak
veya sallak da denir. Meninski, col. 2922, bu son sözcüğü “priapus”
diye çevirmiş,ki tam manasıyla uyar.
*
“Denizde çalkantı” anlamında dalga sözcüğü Türkiye Türkçesine
mahsus. En erken örneklerde dalaz/talaz görülüyor: “geldi ol gemilere
bir katı yel ve geldi anlara talaz/dalaz her haraftan,” yaklaşık 1430’lardan. Dalazlanmak/talazlanmak
“dalgalanmak” 19. yüzyıla kadar yaygındır; Anadolu ağızlarında hala tek tük
kullanılır. Yine 15. yüzyıldan itibaren dalğa/talğa: “fetret ola
dalğalıkdur rûzigâr / âdemî endîşe kılur hûr u zâr”. Kitabül İdrak’ın 15. yüzyılda
yazılmış Kıpçakça haşiyesinde de talğa geçiyor. Bunlarla çağdaş Çağatay
Türkçesinde tercih edilen biçim ise talğak: “talğak ve tûfan ve yağın ve
çapkun bolur”.
Eski Ortaasya Türkçesinde bunlara yakın veya eşdeğer bir sözcük yok.
Sonradan çıkmış bir tabir diyeceğiz, ama yok, o da değil. Çünkü Moğolca dolgiya
= dalga. Dolgi- fiili “dalgalanmak, sıçramak, çırpınmak”.
Türkçe sözcüğün Moğolcadan alıntı olması akla yakın değil, Moğolcanın
Türkçeden alınmış olması daha bir mümkün. Eee, o zaman? Oğuzca ve Kıpçakçanın
atası olan Eski Batı Türkçesi ile Moğolca arasında bir köprü mü var? Orta Asya
Türkçesini nasıl baypas etmişler? Anlamak zor. Hem bu tek örnek değil, sekiz on
tane daha sayabiliyorum böyle, Oğuzca ve Anadolu Türkçesi ile Moğolca arasında
ortak olup, Eski Orta Asya Türkçesinde bulunmayan kelime.
No comments:
Post a Comment