Ergenekon
davası siyasi bir hesaplaşmaydı. Devlete kim egemen olacak kavgası verildi; bir
taraf kazandı, öbür taraf kaybetti. Kuralsız sahada oynanan bu tür iktidar
oyunları tarihin her döneminde kanlı olmuştur. İdam cezası kaldırılmamış olsa
şüphesiz idamlar da verilirdi; muhtemelen infaz da edilirdi. Ya öbür taraf
kazansaydı? Daha merhametli olacaklarını hiç sanmıyorum. Genelkurmay tayfasının
2007’deki cumhurbaşkanlığı gambiti başarılı olsaydı bugün Erdoğan, Gül ve Arınç
nerede olurdu, düşünebiliyor musunuz?
*
Bu kavgada
ben açıkça taraf tuttum. Fikirlerine değer verdiğim, sağduyusuna güvendiğim
arkadaşlarımın ezici çoğunluğu da benle aynı tarafı tuttu. Askercilerin
yenilmesine sevindik. Halâ da – her şeye rağmen – ben seviniyorum.
Neden, ah
neden? diye soruyor bazı arkadaşlar. Başbuğ yahut Balbay, mesela Bekir
Bozdağ’dan daha mı bozuk adamlardı? İzmir’in Gündoğdu meydanında bayrak töreni
yapan cici kızlar Kazlıçeşme’de Tayyip için şehadet andı içenlerden daha mı fena?
Türklüğe hakaretten sana açtıkları davayla, Türklerin peygamberine hakaretten
açtıkları dava arasında ne fark var?
Pis sorular
bunlar. Ama cevabım var. Buyur anlatayım.
Sevindik,
çünkü:
Bir: Daha
önceki üç darbede uyguladıkları ahmakça, sadistçe zulüm hafızalardan
çıkmamıştı. Bu sefer daha akıllı veya daha mülayim olacaklarına kimse inanmadı.
Darbe ile gelen illa ahmak ve sadist mi olur? Bilmiyorum. Emin değilim. Ama üç
denemenin skoru ortadayken, ben şahsen o riski almak istemezdim.
İki: Temsil
ettikleri ideoloji kabak tadı vermişti. Yalanı, riyakârlığı, lime lime
dökülmeye başlamıştı. Omzunun kalabalığıyla beyninin parıltısı orantısız
birtakım generaller her ağzını açtığında, o ideolojinin yıldızı biraz daha
soldu. Miadı elli sene önce dolmuş bir hurafeler sistemi milletin boğazına
tıkıldıkça gına geldi. Miadı bin sene önce dolmuş bir başka hurafeler
sisteminden bile, bazı insanlar, medet ummaya başladılar.
Üç: Uzun süreden beri iktidarda olmalarının
getirdiği yozlaşma ve kibir, tahammül edilmez bir seviyeye varmıştı. Yollarına
çıkanı böcek gibi ezeceklerine inanıyorlardı. Bunu hak görüyorlardı.
İşledikleri cinayetlerde insanların kanını donduran şey, cinayetin kendisinden
ziyade, ardındaki pervasızlık ve şımarıklıktı sanırım. Ogün Samast’tan ziyade
Kemal Kerinçsiz’di tiksindirici olan – “Biz hakikatin sahibiyiz, dolayısıyla
gerekirse öldürürüz” diyen o ahlaksız sırıtış!
Dört:
Memleketin temel sorunları karşısında acizdiler. Kürt sorununda, Ermeni
sorununda, Kıbrıs sorununda, AB ilişkileri konusunda, denenmiş ve tükenmiş bir
zihniyetin temsilcisi idiler. Sunabilecekleri bir çözüm umudu yoktu.
Bunlar da
Ermeni ve Kıbrıs meselelerinde fosladılar, evet, AB meselesinde de foslamanın
eşiğindeler. Ama en azından denediler. Kürt sorununda belki bir şeyler başarırlar
hala, göreceğiz.
Beş:
Türkiye’de parlamenter rejimin bekası, oy çokluğuna sahip olan tarafın galip
gelmesini gerektiriyordu. Karşı taraf seçim kazandı diye oyunun kurallarını
değiştirmeye kalksan o rejimden hayır gelmez. Parlamenter rejimin bekası bizim
buralarda kimsenin umurunda mıdır? Doğrusu emin değilim. Ama Batılı
dostlarımız, kendilerince haklı birtakım nedenlerle, bu konuya önem veriyordu.
Onların tercihi, bizim de eğilimlerimize bir şekilde yansımıştır muhtemelen.
*
Lafı
uzatmaya ne hacet? “Darbe suçtur, cezalandırılmalıdır” demek yetmez mi?
Affınıza
sığınarak itiraf edeyim, darbe konusu beni o kadar heyecanlandırmıyor. Siyasi
rekabetin normlarının oturmamış olduğu bir ülkede darbe, siyasetin
opsiyonlarından biridir. Olmasa daha iyi, tabii. Ama sonuçta ülkenin nasıl
yönetildiği mi daha önemli, yönetenlerin oraya hangi usulle geldiği mi?
Demokrasi
diye, siyasi iktidarın rutin ve düzenli bir şekilde el değiştirebildiği rejime
derler. Sen eğer kalabalıkların gücüne dayanarak ebedi iktidar hesabı
yapabiliyorsan [bkz. DP-AP-ANAP-AKP], birileri de elbette, ya kolordu
hesabıyla, ya saray entrikasıyla, ya polis ve istihbarat operasyonuyla o
iktidardan parça koparmaya çalışacaktır. Eşyanın tabiatıdır. Memleket kirliyse
elbet oyuncular da kirli olacak: “senin elin daha kirli” diye birilerine çıkışmanın
çok da fazla anlamı yok.
*
Peki sonuç
iyi mi oldu? “Al birini vur ötekine”den daha hayırlı bir yerde miyiz şimdi?
Evet,
perspektife koyduğunda iyi oldu bence.
Yanlış
anlamayın: Gelenlerin gidenlerden daha ahlaklı olduklarını düşünmüyorum,
düşünmedim. Sadece daha zayıftılar. Dolayısıyla daha az yozlaşmışlardı.
İktidarı pervasızca kullanmayı henüz bilmedikleri ve beceremedikleri için, daha
edepli duruyorlar, daha utangaç gülümsüyorlardı. İktidara alıştıklarında neler
yapabileceklerini daha göreceğiz.
Yine de, ve
her şeye rağmen, sanki bunların zararı öbürlerinden daha az olacakmış gibi
geliyor bana. İdeolojik zemini öbürküler ölçüsünde işgal etmeleri mümkün
görünmüyor. Bütün devlet dairelerine kendi kutsal ikonlarını henüz asamadılar,
ve muhtemelen asamayacaklar. Tüm kaleleri zapt edemeyecekler, tüm tersanelere
giremeyecekler. Çünkü temsil ettikleri ideoloji, bu toplumun büyük ve önemli bir
kesimini asla razı edemeyecek bir ideolojidir. Ülke içinde ve dışında doğal
sınırları vardır. Ve dünya, 1930’ların dünyası değildir.
Memleketin
en okumuş, en zengin ve en rabıtalı kesimlerini karşına alarak nereye kadar
gidebilirsin? Memleketin hamilerinin, bütün dünyada, kaygı ile izlediği bir
rotayı nereye kadar sürdürebilirsin?
Kazandılar,
zafer sarhoşu oldular, ve bana sorarsanız, inişe geçtiler bile.
No comments:
Post a Comment