Dün kısa bir şey paylaşmıştım. Bir sürü yorum gelince, bugün birkaç tane not ekledim.*
Dünkü:
"Muhammed, her toplumda dönem dönem çıkanlar cinsinden bir dini liderdi (bkz. Martin Luther, Jean Calvin, Mormonluğun kurucusu Joseph Smith, Bahailiğin kurucusu Bahaullah, Sikh dininin kurucusu Guru Nanak, Koreli Reverend Moon, Yezidiliğin kurucusu Şeyh Adi b. Müsafir, Dürziliğin kurucusu Muhammed el-Derzi, Said Nursi, Fethullah Gülen, Adnan Oktar vb.). Ötekilerden daha ilginç ya da "hakiki" bir özelliğini göremiyorum.
Uluslararası konjonktürün uygun olması nedeniyle, takipçileri çok kısa zamanda muazzam bir askeri-ekonomik başarıya ulaştılar. Medeni dünyanın yarısını silah zoruyla zaptettiler. Muazzam bir nüfus üzerinde, haraç ve cizyeye dayalı bir sömürü düzeni kurdular.
Muhammed'in "din kurucusu" diye kutsanması bu olayın sebebi değil SONUCUDUR. Muhammed 7. yy'da yaşadı. Fetih hadisesi olmasa, Ortadoğulu onbinlerce dini reformcudan biri olarak kalır, unutulur giderdi. Fetihten yüz yıl sonra, 8. yy sonu ile 9. yy başında, resmi tarih yeniden yazıldı, Muhammed "son peygamber" ilan edildi.
Ne demek son peygamber? "Bundan sonra her isteyen dini önderliğe soyunamaz, bizden ruhsat alması lazım" demek. O kadar."
*
İlave notlar:
1) Dini liderler… On tane isim saymışım, kılçık olsun diye eklediğim Adnan Oktar’a takılmanın manası yok. İsterseniz emsalinden elli tane daha ekleyeyim, Aziz Francis, Jan Hus, Kardinal Newman, Jonathan Edwards, Hasan Sabbah, Haydar ve Cüneyd, Hacı Bektaş, Sabetay Zvi…. Entelektüel seviyelerinin ya da tarihi önemlerinin eşit olduğunu söyleyen yok. Ama dini-karizmatik lider tipinin gayet belirgin ortak noktaları olduğunu görmezlikten gelemezsin. [Mario Vargas Llosa, Dünyanın Son Ucundaki Savaş, bu konuda okuduğum en etkileyici kitaptı. Brezilya taşrasında 19 yy’da zuhur eden bir Mehdi’yi anlatır.]
“Oktar’la Muhammed’i aynı nefeste sayamazsın” diyenlere… Esas Luther’le Muhammed’i aynı nefeste sayamazsın. Luther derin bir kültürün ve muazzam bir tefekkürün temsilcisidir. Muhammed’de böyle bir derinliğin izlerini göremiyorum. Buna karşılık kişilik özellikleri ve yaşam tarzı bakımından, Oktar’ı andıran yönleri yok değil.
2) Uluslararası konjonktür… İslam’dan önceki yüz yılda medeni dünyanın ekonomik ve kültürel ağırlık merkezi Ortadoğu’ya kaydı. İki büyük imparatorluğa bölünmüş Süryani/Arami kültürünün biti kanlandı, yeni siyasi arayışlara girdiler. İki imparatorluğun marjında yaşayan Araplar güçlendi, etkinleşti. En önemlisi, 602-630 arası iki imparatorluk arasında müthiş travmatik bir “dünya savaşı” yaşandı. Ortadoğu’da egemen olan iki Hıristiyan mezhebinin (ve sanırım Yahudilerin) bu yüzden pusulası kaydı, yeni tekliflere açık hale geldiler.
3) Sömürü... Arap istilası tarihin en büyük soygun operasyonlarından biridir. Suriye çölündeki Emevi saraylarından bir ikisini görsen, servet aktarımının boyutu hakkında fikir edinirsin. Abbasi devleti kurulurken, Ortadoğu dünyanın en mamur, en medeni, en şehirleşmiş bölgesi idi. Nüfusun üçte ikisi, belki daha fazlası Hıristiyandı. Ödedikleri cizyenin miktarını hesapla, dudağın uçuklar. 9. yy’da Araplar o denli parlak bir kültürel yaşama kavuştularsa bedavadan mı oldu sanıyorsun?
4) Ama Batılılar…. Peki, diyelim ki son ikiyüz yılda Müslümanlar durmadan dayak yiyor, onlara da yazık, günah. Peki ama bunun 7. yahut 9. yüzyılda olanlarla ne ilgisi var? Bugün dayak yiyorlar diye, geçmişteki soygunu ve onun üzerine kurulmuş soygun ideolojisini yok mu sayacağız?
5) Hz. Muhammed’in öz hakiki İslamını Emevilerle Abbasiler bozdu… Hikâyedir. Kaç defa yazdım, anlattım. Gerek Kuran’ın nihai metni, gerekse onlarsız Kuran metninin hiçbir anlam ifade etmeyeceği biyografi ve hukuk çerçevesi, Emevi ve Abbasi devrinde şekillenmiştir. Muhammed’in mesajını, eğer gerçekten Muhammed’in ise, ancak Emevi ve Abbasi kaynaklarından öğrenebiliyoruz. Siyeri, hadisi, tabakatı ve fıkıh mezheplerini çıkar, geriye İslam kalmaz, hava kalır.
M 632-800 arasında gerçekleşen İslam fethi, tarihin en büyük siyasi devrimlerinden ve en müthiş iktidar kaymalarından biridir. Tastamam bu zaman aralığında şekillenen İslam dinini, bu muazzam siyasi-sosyal olaya bir ideolojik, ahlaki ve mitolojik kılıf uydurma hadisesi olarak oku. Bak nasıl aydınlanıyor her taraf.
Dünkü:
"Muhammed, her toplumda dönem dönem çıkanlar cinsinden bir dini liderdi (bkz. Martin Luther, Jean Calvin, Mormonluğun kurucusu Joseph Smith, Bahailiğin kurucusu Bahaullah, Sikh dininin kurucusu Guru Nanak, Koreli Reverend Moon, Yezidiliğin kurucusu Şeyh Adi b. Müsafir, Dürziliğin kurucusu Muhammed el-Derzi, Said Nursi, Fethullah Gülen, Adnan Oktar vb.). Ötekilerden daha ilginç ya da "hakiki" bir özelliğini göremiyorum.
Uluslararası konjonktürün uygun olması nedeniyle, takipçileri çok kısa zamanda muazzam bir askeri-ekonomik başarıya ulaştılar. Medeni dünyanın yarısını silah zoruyla zaptettiler. Muazzam bir nüfus üzerinde, haraç ve cizyeye dayalı bir sömürü düzeni kurdular.
Muhammed'in "din kurucusu" diye kutsanması bu olayın sebebi değil SONUCUDUR. Muhammed 7. yy'da yaşadı. Fetih hadisesi olmasa, Ortadoğulu onbinlerce dini reformcudan biri olarak kalır, unutulur giderdi. Fetihten yüz yıl sonra, 8. yy sonu ile 9. yy başında, resmi tarih yeniden yazıldı, Muhammed "son peygamber" ilan edildi.
Ne demek son peygamber? "Bundan sonra her isteyen dini önderliğe soyunamaz, bizden ruhsat alması lazım" demek. O kadar."
*
İlave notlar:
1) Dini liderler… On tane isim saymışım, kılçık olsun diye eklediğim Adnan Oktar’a takılmanın manası yok. İsterseniz emsalinden elli tane daha ekleyeyim, Aziz Francis, Jan Hus, Kardinal Newman, Jonathan Edwards, Hasan Sabbah, Haydar ve Cüneyd, Hacı Bektaş, Sabetay Zvi…. Entelektüel seviyelerinin ya da tarihi önemlerinin eşit olduğunu söyleyen yok. Ama dini-karizmatik lider tipinin gayet belirgin ortak noktaları olduğunu görmezlikten gelemezsin. [Mario Vargas Llosa, Dünyanın Son Ucundaki Savaş, bu konuda okuduğum en etkileyici kitaptı. Brezilya taşrasında 19 yy’da zuhur eden bir Mehdi’yi anlatır.]
“Oktar’la Muhammed’i aynı nefeste sayamazsın” diyenlere… Esas Luther’le Muhammed’i aynı nefeste sayamazsın. Luther derin bir kültürün ve muazzam bir tefekkürün temsilcisidir. Muhammed’de böyle bir derinliğin izlerini göremiyorum. Buna karşılık kişilik özellikleri ve yaşam tarzı bakımından, Oktar’ı andıran yönleri yok değil.
2) Uluslararası konjonktür… İslam’dan önceki yüz yılda medeni dünyanın ekonomik ve kültürel ağırlık merkezi Ortadoğu’ya kaydı. İki büyük imparatorluğa bölünmüş Süryani/Arami kültürünün biti kanlandı, yeni siyasi arayışlara girdiler. İki imparatorluğun marjında yaşayan Araplar güçlendi, etkinleşti. En önemlisi, 602-630 arası iki imparatorluk arasında müthiş travmatik bir “dünya savaşı” yaşandı. Ortadoğu’da egemen olan iki Hıristiyan mezhebinin (ve sanırım Yahudilerin) bu yüzden pusulası kaydı, yeni tekliflere açık hale geldiler.
3) Sömürü... Arap istilası tarihin en büyük soygun operasyonlarından biridir. Suriye çölündeki Emevi saraylarından bir ikisini görsen, servet aktarımının boyutu hakkında fikir edinirsin. Abbasi devleti kurulurken, Ortadoğu dünyanın en mamur, en medeni, en şehirleşmiş bölgesi idi. Nüfusun üçte ikisi, belki daha fazlası Hıristiyandı. Ödedikleri cizyenin miktarını hesapla, dudağın uçuklar. 9. yy’da Araplar o denli parlak bir kültürel yaşama kavuştularsa bedavadan mı oldu sanıyorsun?
4) Ama Batılılar…. Peki, diyelim ki son ikiyüz yılda Müslümanlar durmadan dayak yiyor, onlara da yazık, günah. Peki ama bunun 7. yahut 9. yüzyılda olanlarla ne ilgisi var? Bugün dayak yiyorlar diye, geçmişteki soygunu ve onun üzerine kurulmuş soygun ideolojisini yok mu sayacağız?
5) Hz. Muhammed’in öz hakiki İslamını Emevilerle Abbasiler bozdu… Hikâyedir. Kaç defa yazdım, anlattım. Gerek Kuran’ın nihai metni, gerekse onlarsız Kuran metninin hiçbir anlam ifade etmeyeceği biyografi ve hukuk çerçevesi, Emevi ve Abbasi devrinde şekillenmiştir. Muhammed’in mesajını, eğer gerçekten Muhammed’in ise, ancak Emevi ve Abbasi kaynaklarından öğrenebiliyoruz. Siyeri, hadisi, tabakatı ve fıkıh mezheplerini çıkar, geriye İslam kalmaz, hava kalır.
M 632-800 arasında gerçekleşen İslam fethi, tarihin en büyük siyasi devrimlerinden ve en müthiş iktidar kaymalarından biridir. Tastamam bu zaman aralığında şekillenen İslam dinini, bu muazzam siyasi-sosyal olaya bir ideolojik, ahlaki ve mitolojik kılıf uydurma hadisesi olarak oku. Bak nasıl aydınlanıyor her taraf.
İslamı ve Kuranı Kerimi Hz.Muhammed'in ürünü gibi okursan anlayamazsın, Allah'ın kullarına gönderdiği mesaj olarak okursan (onu resul kabul etmesen bile en azından Hz. İsa'nın mesajı gibi okuyabilirsin) biraz anlayabilirsin...
Bir de İslam'da "Tevhid" konusunu okursan belki biraz daha fikir sahibi olabilirsin...
1-Komiksin vb. gibi terbiyesiz seviyesiz ahlaksız konuşması
2-Kişi hakkında kafasına göre yorum yapması
senin dediklerini yapmış bir müslüman olarak söylüyorum bunları. senin benim tevhid inancına ihtiyacımız var, allah'a şükür inancımız da tam. ama nişanyan'ın bunlara ihtiyacı falan yok ki. takılsın kafasına göre, boşver.
bu yazıyı 'islam tarihine giriş'in devamı sayalım mı üstad?
2) Kafama göre değil de neye göre eleştirecem ben... İdeolojilere, fikir akımlarına göre mi eleştirecem? Elbette önce Kuran'a göre sonra bilgime göre eleştirecem...
3) Sayın Nişanyan'ın İslam üzerine bazı tespitleri var ki bizim kendini Müslüman alim, hoca zannedenler farkında bile farkında değildir bugün... Mesela "Hadisler" (buna hadis yerine Rivayet -yok saymak anlamında değil- demek daha doğru olur, neticede tüm hadisler rivayettir.Yani "ben şöyle duydum", "şundan duydum ki", yada "şöyle demişti" demektir.Tabi bu hadisleri yani rivayetleri ret anlamına gelmemekle birlikte, onların zayıflık derecesini gözler önüne serer.Ki daha 100 sene öncesine dair, mesela Osmanlı dönemi olan bitenler hakkında kesin bir bir kanıtımız yokken 1400 sene öncesi rivayetleri koşulsuz, şartsız, tahlilsiz kabul ediyoruz.Sadece, Kurana uyar mı değil, Kurana aykırı mı diye tahlil ediyoruz. Yani Kuranın hakkında bir şey söylemediği her hadisi sahih kabul ediyoruz.) konusunda... Hangi yazısında okuduğumu hatırlamıyorum ama çok doğru bir eleştirisi olduğunu hatırlarım.
Fakat sayın Nişanyan İslamı ve tutarsızlıklarını, yanlışlıklarını eleştirirken, bugünün İslamına göre eleştirilerde bulunuyor...
Hal bu ki Günümüzde kitabın indiği gündeki İslam algısı ve yaşantısı ile bugün arasında dağlar kadar fark var...
En büyük fark ise TEVHİD meselesidir. Hatta İslam öncesinde inen kitaplar da tevhidi temel mesele edinmiştir. Ancak bugün Tevhid meselesinden haberdar olan çok azdır... Bizim yaşadığımız bu günkü İslam, dünya üzerindeki tüm dinlerin emrettiği iyi insan olma meselesine indirgenmiştir..
Sanırım fazla uzattım... :) Umarım Nişanyan Tevhid meselesine de bir göz atar ve birkaç kitap okur... He ondan da bir şeyler çıkaramaz ise diyecek bir şey yoktur... Eleştirmeye (benim için) gerek kalmaz...
Kızını gözlerinin önünde tecavüz edip de, onu bıçaklayan adam, bu suçu işledikten iki gün sonra kalp krizinden ölse, ADALET doktrinin olmadığı için, 'gitti artık giden,yapacak birşey' yok mu diyeceksin? Sen böylece, MUTLAK ADALET'ten yoksun bir zalim olmuyor musun?
Fıtratına, erdemlere, Allah'a asî olup da, etrafa kusmuk saçan adamlarla 'ötekilerin' AYNI YOKLUĞU paylaşacağını nasıl iddia edebilirsin?
Utanmadan da, Muhammed şöyle, İslâm böyle diyorsun.
Beni AY'A bakıp da ağlayabiliyorken, varoluşuma...
Sen, Ramazan ayında KÂFİRLİK yapıyorsun.
Ne diyeyim, yakında bileceksin.
Ben,dün gece Bursa'da dolandım.
Ve sordum insanlara;
BURSA OVASINI YAYIP, ULUDAĞ'I ÜSTÜNÜZE YÜKSELTEN ALLAH'I NASIL DA UMURSAMAZSINIZ, O'NU İNKÂR EDERSİNİZ?
Ne diyeyim, Allah akil fikir versin.
Ben, bu aksam internette dolandim
ve cevap verdim bir meczuba:
SEN DE ALEMLERIN KORUYUCUSU VISHNU'YU NASIL UMURSAMIYORSAN, O'NU INKAR EDIYORSAN,
ISTE OYLE.
2) Ay'a bakıp, varoluşa ağlamak, insan onuruna sahip olan varlıkların, duygusal ve ilâhî bir tefekkürüdür. Tabiat, Allah dediğimiz şeyin âyeti olduğu için, burhân ağlatır diyeyim sana.
3) Âlemlerin koruyucusu olan varlığa Allah diyorum, Vıshnu dediğin şey 'sıfat' bağlamında noksan bir varlık. Benim ALLAH'ım hiçbir 'şeye' benzemez. Ve her şeyden yücedir(ekber); yani Vıshnu, Allah ile mukayese edilecek düzeyde biri değildir. Tenzih ettiğim ve tüm yücelikleri zâtında toplayan Allah'ım, aklî ve fıtrî olarak inkâr edilmesi mümkün bir varlık değildir. O'na iman etmek, varoluşun zorunlu bir yasasıdır. Güneş'i inkâr etmek=Allah'ı inkâr etmek.
İşte öyle diyorsun, ama 'öyle' değildir.
HERKESİN AYNI YOKLUĞU paylaşacağını salık veren necis akiden ile, ancak varoluşuna tükürenleri çoğaltırsın.
Ahlâk, yasa, akıl, mantık vs. umurumda değil diyen bir ahmağı oynamaya devam et; pek yakında bileceksiniz.
Bu gece, epilepsi hastası olduğundan şüphelenilen bir adamı ziyaret ettim.
Ve HASTAHANEYE haykırdım:
KALPLERİ ATTIRAN, DAMARLARDAN KAN DOLAŞTIRAN VE 'ansızın' ÖLDÜREN Allah'ı nasıl inkâr edersiniz?
Ayrıca, kendileri dışındaki bütün insanları ve toplumları cehennemlik ilan edenlerin, o cehennemlikler karşısında mağduru oynamalarından daha büyük bir ikiyüzlülük olamaz.
bu arada, anadolu tarihiyle ilgili yazıları da şükranla karşılayacağız. bilhassa ortaçağ anadolu'su. "bunlar zaten yazıyor, açın okuyun" diyen de haklı olacaktır ama, bir de nişanyan'dan dinlemek isteriz şöyle derli topluca.
Peygamberin torunlarından Abbasi dönemine varıncaya kadar bütün soyunu öldüren, Muaviye'den Ömer bin Abdülaziz dönemine değin Ali'ye Cuma hutbelerinde lanet eden, Harra olayında Medineli sahabeleri katleden, Mekke'yi kuşatıp Kabe'yi yıkanlar, İslam'ı niye bozmasın?
Emevilere ve Abbasilere karşı ayaklanan peygamber soyu ve Şiileri, Haricileri, kısmi halifeliğini on yıl kadar sürdüren Abdullah bin Zübeyr'i nereye koyacağız?
Daha somut örnekler olarak bazı değişikliklerden bahsedelim. Namazdan sonra olan cuma hutbesi, Emevilere karşı olan halk namazdan sonra halifenin hutbesini dinlemeyip dağıldığı için Emeviler tarafından namazdan önceye alınmıştır. Teravih namazını, Mut'a nikahının kaldırılmasını, ezanda değişikliği ('hayye ala hayril amel' yerine 'essalatu hayrun minen nevm') Ömer başlatmıştır.
a) peygamberlik iddiasına itiraz edenlerin çenesini kapatmak için, b) "Hakk"a (hakikate) teslim olup onun için mücadele eden "seçilmiş" bir ümmet olarak kendinizi ayırdığınız insanlığın geri kalanını Hakk'a boyun eğdirmek için, c) ötekilerin "seçilmiş ümmet"ten daha aşağıda bir statüye itirazlarını bastırmak için kaçınılmaz olarak şiddete başvurunca kendi içinizdeki ilişki bir güç/iktidar ilişkisine dönüşür zamanla. Bu ilişki de aranızda şiddete/güce en iyi hükmedenleri itibar sahibi kılar ve fırsatını buldukları anda ellerindeki gücü kullanarak "ümmetin" iplerini ellerine alırlar. "Nübüvvet" ve hilafetin saltanata, Muhammed'in saf ve bağımsız dininin Emevi İslamına dönüşmesinin hikayesi budur kanaatimce. İkinci halife Hz. Ömer zamanında Ömer ve Ali'nin, kontrollerinden çıkarak Medine'deki meşru otoriteye karşı gelmesinden, bir nevi Rubicon'u geçip Müslümanların Sezar'ı olmaya kalkışmasından en çok çekindikleri kişi Halid b. Velid'di hatırlarsanız. İmparatorluğu neredeyse eş-halifeler gibi birlikte yöneten bu ikilinin mesaisinin büyük bir kısmı askeri liderleri müthiş bir enerjiyle zapturapt altında tutmaya çalışmakla geçmiş. Sonunda Halid'i pasifize etmeyi başarıyorlar ama Ömer ölüp Ali de siyaseten tasfiye edildikten sonra, meselenin özüne bu ikili kadar vakıf olmayan Osman zamanında Hilafet askerler üzerindeki otoritesini büyük ölçüde yitiriyor anladığım kadarıyla ve olan oluyor. Hz. Ali "İnsanlar ya dinde kardeşinizdir ya da yaradılışta eşdeğerinizdir" demiş rivayet edildiğine göre. Bilmiyorum Sevan abi ne der bu işe ama eğer doğruysa bu rivayet, pasifize olduğu Osman zamanında olup bitenlerin nedenleri üzerine kafa yorup problemin Müslümanların kendi dışındakilerle kurdukları ilişkinin niteliğinden kaynaklandığına hükmetmiş ve halife olduktan sonra bir nevi dini tashih/upgrade etmeye çalışmış olmalı Hz. Ali. Çünkü bu söz bana çok yeni ve Ali'ye has bir söz gibi geliyor. Meselâ Muhammed asla böyle bir şey söylemezdi ve söylemedi de diye düşünüyorum.
Enc. of Islam II "Durūz" bunu diyor:
<<
The first of these men to catch the public eye was al-Darazī [q.v.], a non-Arab (like several of the leaders); the whole movement was called al-Daraziyya (or al-Durziyya) on his account. ... But his public activity (408/1017-8) caused disturbances and forced Ḥākim to be more cautious. In 410, however, Ḥākim gave his support to another leader, Ḥamza b. ʿAlī [q.v.] of Sūzan in Īrān, who gave to the Ḥākim cult its definitive Druze form. ...
>>
Enc. of Islam II "al-Darazī" bunu diyor:
<<
al-Darazī, Muḥammad b. Ismāʿīl, was one of a circle of men who founded the Druze religion [see durūz]. He was not an Arab, and is called Nashtakīn in the Druze scriptures; according to Nuwayrī (who calls him Anūshtakīn), he was part Turkish and came from Bukhārā. He is said to have come to Egypt in 407 or 408/1017-18 and to have been an Ismāʿīlī dāʿī [see dāʿī and ismāʿīliyya], in high favour with the Caliph Ḥākim, allegedly to the point that high officials had to seek his good graces. He may have held a post in the mint ( Ḥamza accuses him of malpractices with coinage).
He is said to have been the first who proclaimed publicly the divinity of al-Ḥākim
...
Al-Darazī seems to have gained a number of followers among al-Ḥākim's admirers, evidently with the approval of al-Hākim himself. Ḥamza, evidently claiming priority with Ḥākim, regarded al-Darazī as insubordinate and acting rashly on his own initiative; for instance, publicly attacking the Ṣaḥāba though warned against this. Ḥamza refused to let him see his doctrinal writings; he criticized the symbolism of the title al-Darazī first assumed, “sword of the faith”, only to be worse offended when al-Darazī assumed instead a title, sayyid al-Hādiyyīn, “chief of the guided”, which overreached Ḥamza's own title, al-Hādī, “the guide”. ...
... His name, in the form Durzī, was applied to the Druze community, probably not because it was he who first converted those of Syria—local tradition assigns this task to others—but because the whole movement was first associated with him in the public mind; thus al-Anṭākī applies the name “Daraziyya” to Ḥamza's own followers. ...
>>
Dürziler kendilerine Müvahhitler (al-Muwaḥḥidūn; bunu kendi ağızarından da işitmiştim), ancak bu isim İslam'da birçok grup tarafından kullanılır (Vehebiler dahil).