“İfade özgürlüğü [demokratik toplumun] vazgeçilmez bir temeli
olup, toplumun ilerlemesinin ve her insanın gelişiminin ana koşullarından birini
oluşturur. 10. maddenin ikinci paragrafının getirdiği sınırlar çerçevesinde, ifade özgürlüğü sadece genel kabul gören
veya zararsız veya önemsiz sayılan ‘bilgi’ ve ‘düşünceleri’ değil, devletin
veya nüfusun bir bölümünü inciten, onları şoke eden veya rahatsızlık veren
bilgi ve düşünceleri de kapsar. Çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık
fikirliliğin gereği budur; bu olmadan demokratik toplum olmaz.” [1]
Burada sözü geçen AİHS 10. madde ikinci
paragrafta, devletlerin ifade özgürlüğünü hangi koşullarda kısıtlayabileceği
anlatılmış. Diyor ki, önce 1) yasa olacak, sonra 2) o yasanın “demokratik bir
toplumda ulusal güvenlik, toprak bütünlüğü veya kamu güvenliği açısından
zorunlu olduğu” kanıtlanacak, 3) üçüncü olarak da aşağıdaki beş gerekçeden birine
istinat edecek:
1
kargaşalık ve suçu önlemek,
2 (kamu)
sağlığı veya ahlakını korumak,
3
başkalarının itibarını veya haklarını korumak,
4 gizli
(itimada dayalı) bilgilerin açıklanmasını önlemek,
5 yargının otoritesini ve tarafsızlığını korumak.[2]
5 yargının otoritesini ve tarafsızlığını korumak.[2]
Şimdi. “Dini
hassasiyetlerle taşak geçme” eylemi bu koşullardan hangisine uyabilir?
“(Kamu) ahlakını korumak”? Yeterince muğlak bir tabir, evet. Ama bildiğim kadarıyla bugüne dek bir “dini duyarlıkları zedeleme” davasına konu edilmemiş. “Ahlak”tan kastedilen şey çocukları cinsel tacizden korumak, gençlerin esrarkeş ve fahişe olmasını önlemek gibi “din-dışı” genel ahlak ilkeleri.
“(Kamu) ahlakını korumak”? Yeterince muğlak bir tabir, evet. Ama bildiğim kadarıyla bugüne dek bir “dini duyarlıkları zedeleme” davasına konu edilmemiş. “Ahlak”tan kastedilen şey çocukları cinsel tacizden korumak, gençlerin esrarkeş ve fahişe olmasını önlemek gibi “din-dışı” genel ahlak ilkeleri.
Diğer açık kapı “başkalarının
hakları” maddesi. Senin "özgürüm, söylerim" deyip söylediğin söz, başka birinin veya bir zümre insanın
dayak yemesine, arbedede ezilmesine, dükkânının taşlanmasına, toplum içinde
zelil ve zebun olmasına, “terörist” diye suçlanıp sabah akşam karakola
çekilmesine yol açıyorsa, devletin o sözü sana söyletmeme hakkı, pardon, hakkı
değil GÖREVİ vardır. Bu da yeterince makul, itiraz edecek bir yanı yok.
Haklar babında bir diğer ilgili başlık dokuzuncu maddede tanımlanan din
ve inanç özgürlüğü hakkı. Başkasının hakkıdır, tecavüz etmemen
gerekiyor.
“Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir; bu hak, din veya inanç
değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca, kamuya açık veya kapalı
ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını
açıklama özgürlüğünü de içerir.”[3]
AİH Mahkemesi 1994 tarihli Otto-Preminger Institute vs. Austria davasında, ifade
özgürlüğüne karşı bu hakkı güçlendiren ve bu yüzden liberal/sol çevrelerde şiddetle eleştirilen
bir karar vermiş. Mevzu şu: Otto-P Enstitüsü Avusturya’nın Yozgat’ı sayılan
Tyrol eyaletinde sanat filmleri gösteren bir kurum olmakla, Allah’ı (haşa)
bunak bir ihtiyar, İsa’yı budala, Meryem’i de dalavereci bir cadı olarak
gösteren bir film oynatmak istemiş. Avusturya makamları filme el koyup
gösterimini yasaklamış. Mahkeme Avusturya’yı haklı bulmuş. Ancak karar
gerekçesinde ince bir noktaya değinmiş.
"Dinlerini alenen icra etme hakkını kullanmayı seçenler, bu hakkı ister bireysel
olarak ister bir dini azınlığın veya çoğunluğun mensubu olarak kullansınlar,
her türlü eleştiriden muaf olmayı talep edemezler. Dini inançlarının başkaları
tarafından inkâr edilmesini, hatta kendi inançlarına zıt öğretilerin propagandasının
yapılmasını kabul etmek ve buna tahammül etmek zorundadırlar. Ancak dini inanç
ve öğretilere karşı çıkmanın ve onları inkâr etmenin YÖNTEMİ, bilhassa Dokuzuncu
Maddede güvence altına alınmış olan hakkın barış ve huzur içinde icraını
sağlama görevi açısından, devletin sorumluluk alanına girebilir. Zira bazı aşırı vakalarda (in extreme cases), dini inançlara karşı
çıkmak ve onları inkâr etmekte izlenen yol, bu inançlara sahip olan insanların inançlarını
yaşama ve ifade etme özgürlüğünü kullanmalarını kısıtlayıcı nitelikte olabilir."[4]
Özetle diyor ki, bir dine
yönelik hakaret, alay ve kötüleme öyle bir seviyeye varabilir ki, o dinin
mensupları dinlerini icra, ifade ve itiraf etmekten kaçınma noktasına
gelebilirler. Temel bir hakkın kısıtlanmasıdır, bunu da önlemek devletin
görevidir.
Bence güzel bir ilke. Otto-Preminger
kararını on defa okudum, vallahi itiraz edecek bir şey bulamadım. Kendini Nazi
Almanyasında Yahudilerin yerine koy. Yahut güzel vatanımızdaki Alevileri,
Ezidileri, hatta ayıptır söylemesi Yahudileri ve Ermenileri düşün. Bunlara
yönelik yaygın eşek muhabbeti, bazı vatandaşların dinlerini saklamasına, yahut
dini sorulduğunda şeytan görmüş gibi ürkmesine yol açıyor mu? Açıyor. Bu bir
hak ihlali midir? Bitti.
Dikkat buyurunuz, davada
ceza konusu yok. Sadece filme el konulmuş. Ayrıca aynı film, fena halde Katolik
bir ülke olan Brezilya’da Sao Paulo Film Eleştirmenleri Ödülünü de almış. Bi
tek Avusturya’nın Yozgat’ında göstermeyin demişler. Bence gösterilse daha iyiydi, ama gösterilmesin deniyorsa da beni üzmez.
1997 tarihli Wingrove vs. UK davasında mahkeme Otto-Preminger
kararını biraz daha netleştirmiş. Hakaret ve aşağılamanın sınırının nasıl ve
nerede çizileceğini irdelemiş. Tartışma konusu gene bir film. Bu sefer kadın
karakter çarmıhtaki İsa ile alenen cinsel ilişkiye giriyor. İngiliz film film komisyonu gösterim ruhsatı vermemiş.
Mahkeme öncelikle İngiliz yasasının, Hıristiyan dinine düşmanca görüşlerin herhangi bir şekilde ifadesini
yasaklamadığını, hatta Hıristiyanların duyarlıklarını inciten görüşlerin dahi yasa
kapsamı dışında kaldığını tespit etmiş. Yasaya göre dine hakaret (blasphemy)
suçunun oluşması için dini duygulara yönelik hakaretin “önemli” (significant) boyutta
olması ve ileri bir küfür düzeyine (a high degree of profanation) varması
gerekiyor.[5] Nitekim İngiliz
mahkemesi yasaklama kararını filmin basit pornografi niteliğinde olduğu ve “yüceltici bir sanatsal
içeriği bulunmadığı” kanısına dayandırmış. AİHM onaylamış.
*
Bizde birilerinin – başbakanın
yakın çevresi midir, yoksa onlara yaranmaya çalışan birtakım savcılar mıdır,
emin değilim – dini duyarlıkları yargı yoluyla korumaya yönelik sistemli bir
çaba içinde olduğu anlaşılıyor. Fazıl Say davası da, bana altı ayrı mahkemede
açtıkları davalar da o çabanın bir parçasıdır. Bütün iddianamelerde
Otto-Preminger’lerin, Wingrove’ların, Gay Times’ların havalarda uçuşması
ondandır sanırım. Derslerini bir gayretle çalışmışlar, Aşağı Güngören Hukuk
Fakültesinde ne kadar oluyorsa artık.
AİHM’ten bunlara ekmek çıkar mı? Sanmam. Bence avuçlarını yalarlar. Okumak yetmiyor, okuduğunu anlamak da lazım.
[1] Freedom of expression
constitutes one of the essential foundations of such a society, one of the
basic conditions for its progress and for the development of every man. Subject
to paragraph 2 of Article 10 (art. 10-2), it is applicable not only to
"information" or "ideas" that are favourably received or
regarded as inoffensive or as a matter of indifference, but also to those that
offend, shock or disturb the State or any sector of the population. Such are
the demands of that pluralism, tolerance and broadmindedness without which
there is no "democratic society".
Vorbehaltlich
von Artikel 10 Absatz 2 gilt diese [Freiheit der Meinungsäußerung ] nicht nur
für die „Informationen“ oder „Ideen“, die Zustimmung finden oder als harmlos
oder unerheblich betrachtet werden, sondern auch für solche, die verletzend,
schockierend oder beunruhigend wirken. Dies gebieten nämlich der Pluralismus,
die Toleranz und die Aufgeschlossenheit, ohne die es eine demokratische
Gesellschaft nicht geben kann.
[2] The exercise of these freedoms (…) may be subject to such formalities,
conditions, restrictions or penalties as are prescribed by law and are
necessary in a democratic society, in the interests of national security,
territorial integrity or public safety, for the prevention of disorder or
crime, for the protection of health or morals, for the protection of the
reputation or rights of others, for preventing the disclosure of information
received in confidence, or for maintaining the authority and impartiality of
the judiciary.
Die
Ausübung dieser Freiheiten ist mit Pflichten und Verantwortung verbunden; sie
kann daher Formvorschriften, Bedingungen, Einschränkungen oder Strafdrohungen
unterworfen werden, die gesetzlich vorgesehen und in einer demokratischen
Gesellschaft notwendig sind für die nationale Sicherheit, die territoriale
Unversehrtheit oder die öffentliche Sicherheit, zur Aufrechterhaltung der
Ordnung oder zur Verhütung von Straftaten, zum Schutz der Gesundheit oder der
Moral, zum Schutz des guten Rufes oder der Rechte anderer, zur Verhinderung der
Verbreitung vertraulicher Informationen oder zur Wahrung der Autorität und der
Unparteilichkeit der Rechtsprechung.
[3] Everyone has the right to freedom of
thought, conscience and religion; this right includes freedom to change his
religion or belief and freedom, either alone or in community with others and in
public or private, to manifest his religion or belief, in worship, teaching,
practice and observance.
“To manifest”
açıklama kadar renksiz bir kavram değil; “alenen yapma, göstere göstere yapma”
diye çevirebiliriz belki.
[4] Those who choose
to exercise the freedom to manifest their religion, irrespective of whether
they do so as members of a religious majority or a minority, cannot reasonably
expect to be exempt from all criticism. They must tolerate and accept the
denial by others of their religious beliefs and even the propagation by others
of doctrines hostile to their faith. However, the manner in which religious
beliefs and doctrines are opposed or denied is a matter which may engage the
responsibility of the State, notably its responsibility to ensure the peaceful
enjoyment of the right guaranteed under Article 9 (art. 9) to the holders of
those beliefs and doctrines. Indeed, in extreme cases the effect of particular
methods of opposing or denying religious beliefs can be such as to inhibit
those who hold such beliefs from exercising their freedom to hold and express
them.
16 yorum:
- Ayrıca, çevirmemişsiniz ama 10. maddenin 2. paragrafının ingilizce metninde ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı olası gerekçelerden biri olarak toprak bütünlüğü denmiş.Yanıtla
Nasıl oluyor da böyle bir madde yer alabiliyor, bu madde Türkiye kafasıyla uygulansaydı Türkiye'den giden ifade özgürlüğü davalarını hep devlet mi kazanırdı? (Öyle değil diye biliyorum)
Bu toprak bütünlüğü gerekçesiyle ifade özgürlüğü kısıtlamasının ne türden davalarda kullanıldığına örnek verebilir misiniz? - Abi hayatımın bir kısmı Güngören'de geçti, anam babam hâlâ orada oturur. Tamam çirkin bir yerdir de vallahi inciniyorum sen "Aşağı Güngören Tavukçuluk Fakültesi", "Aşağı Güngören Hukuk Fakültesi" dedikçe. Takılacak bir bunu mu buldun deme, yazı güzel çünkü.Yanıtla
- Adsız13 Temmuz 2013 09:46Beklenmeyen bir şey söyleyip okuyucuyu şaşırtmak veya konulara farklı açılardan baktığınızı göstermek için bazen gereğinden basit ele alıyorsunuz konuları.Yanıtla
Mahkemenin alıntıladığınız ilkelerine ben de katılıyorum, hatta okurken bu zihinlerle gurur duyuyorum falan... Lakin Otto-Preminger kararı ne derece doğru anlayamadım...
Avusturyanın yozgatındaki koyu katolik ahalinin dini duyguları incinecek diye birileri film çekemesin mi? gösteremesin mi? O filmi izlemek isteyenler izlemesin mi?
Birilerinin alınması üzerinden gidersek, bu blogdaki islamiyete ilişkin tüm yazıların kaldırılması lazım. Malum halkımız hassas bu konularda, bu ülkede de yayınlamayıver.
Konu duyguların incinmesinin ötesine geçiyorsa yani kişilerin çeşitli toplumsal baskılarla ve hatta şiddet eylemleriyle karşılaşması veya bunun tedirginliğini yaşaması sonucunu doğuruyorsa devletin müdahalesi gerekir. Alınganlık üzerinden devlet müdahalesi yürüyecekse ifade özgürlüğü diye bir şey olmaz.
Alınganlık değersizdir demiyorum; sitem etmek, ayıplamak, selamı sabahı kesmek gibi yöntemler, tepkiler var, bireysel veya toplumsal olarak uygulanabilecek. O filmi çeken ve gösteren adam da toplumun bu tarz tepkilerine katlanacak.
Aksi halde, "bu kentin halkı çok dindardır, burada dinsizliğe ara ver, mümkünse buralarda takılma" demeye getirmiş oluyoruz.
O zaman başka bir şehirdeki dindarlara, "buranın halkı dindar görünce dinsizlik elden gidiyor diye düşünüp müteessir oluyor, bi süre dindarlığa ara ver kardeşim" diyenler çıkabilir. Mantıklı mı?
Mahkemelerin ceza öngörmemiş olduğunun farkındayım. Ama yeterli mi? Size deseler ki, hapis cezası hataydı onu iptal ettik ama islamiyetle ilgili yazılarını kaldıracaksın, malum buralar pek müslümandır, burada yapmayıver... - Gökhan14 Temmuz 2013 11:50"Zira bazı aşırı vakalarda, dini inançlara karşı çıkmak ve onları inkâr etmekte izlenen yol, bu inançlara sahip olan insanların inançlarını yaşama ve ifade etme özgürlüğünü kullanmalarını kısıtlayıcı nitelikte olabilir." denmiş.Bu gerekçe hatalı.Aleyhte bir film yapıldı diye insanların inaçlarını yaşamalarının ve bunu ifade etme özgürlüklerinin kısıtlanacağını hiç zannetmiyorum.Ama anlamadığım bir nokta var: Şimdi biz herhangi bir tarihi şahsiyeti -elimizde delil olmadan- hırsız, sahtekar, katil, yalancı olarak gösteren filmler yapabilir miyiz?Yanıtla
- Su TMMOB hakkinda son soylediginiz seyle ilgili bir iki lafim var. Size saygim sonsuz, belki soylediginiz on seyden 9.5'u benim icin de dogru ama bilmeden etmeden TMMOB ile ilgili soylediginiz sozun zerre anlami yok. Ustad siz bunu yaparsaniz biz daha kime laf anlatalim? Muhendis odasi nedir, ne yapar biraz arastirin ondan sonra cikip bir seyler soyleyin.Yanıtla
- Adsız15 Temmuz 2013 16:03Sevan bey,Yanıtla
Anlaşılan Şirincede bir hukuk köyünün'de açılması gerekiyor. Size bu konuda yardımcı olmaktan şeref duyarım. Lakin sizden bir ricam olucak. Suriye'deki, ızdırabı açıklanamayacak derecelere ulaşan, azınlıklar hakkında bir yazı yazmanız çok iyi olacak. Kendileri şu anda bir soykırım/progrom ile izah edilebilinecek aşırı islamist "muhalefet" tarafından yok edilmeye çalışılıyor.
AİHM'in, ve ifade özgürlüğü < = > din hürriyeti hükümlerine, gelince; Otto-Preminger davası, ve Handyside ile başlayan hükümler, Avrupa'daki hukuk fakültelerimizde öğrettiğimiz, temel derslerden birini oluşturmakta. Ne yazik ki, bizim 18-19 yaşındaki öğrencilerimizin çoğunluğunun kolaylıkla algılayabidiği demokratik/hukuk devletinin birey ilkelerinden olup, istisnalarının neredeyse hiç aktüalize olamayacağı düzenleme, Türkiye'deki Yasamadan tutun yüksek Yargı makamlarının bile anlayamadığı bir şey; komik bir trajedi!
Sizin maruz bırakıldığınız saçma ve gayri hukuki (gayri herşey) durumu, sadece medya aracılığı ile bile olsa, büyük üzüntü ile yakından izliyorum. Emin olun size yapılanlardan rahatsız olan bir çok aklı çalışan insan var, ve size yapılanların hesabı sorulacak.
En kısa zamanda size yapılan hukuksuzluktan kurtulmanız dileğiyle,
Gâvur hoca nr 2 - Adsız16 Temmuz 2013 14:48Sevan bey, bir yer de taberi islamın resmi tarihçisi olduğunu söylüyorsunuz ama bir yandan da çok iyi bir tarihçi olduğunu ekliyorsunuz, bunlar birbirleriyle çelişkili değil mi?Yanıtla
Bahsettiğiniz dava örneğinde Alevi Ermeni Yahudilerin karşılaştığı bir durum varmış gibi gözükmedi.
Tyrol'un dinamiklerini buradan anlamak zor, ama siz Yozgat örneğini verince, bu karar, başka bir özgürlük kısıtlanmadığı halde (çünkü yozgatta kimse film gösterildi diye dininden utanmaz), ifade özgürlüğünü kısıtlıyor.