Friday, July 12, 2013

Bakalım AİHM neler demiş

Bir yanda İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ. AİHS 10. maddede tanımlanmış (ki TC Anayasasına göre bu ülkede üstün hukuk normudur). AİHM’in klasik sayılan Handyside vs. UK (1976) davasında çok şık bir şekilde özetlemişler.
“İfade özgürlüğü [demokratik toplumun] vazgeçilmez bir temeli olup, toplumun ilerlemesinin ve her insanın gelişiminin ana koşullarından birini oluşturur. 10. maddenin ikinci paragrafının getirdiği sınırlar çerçevesinde, ifade özgürlüğü sadece genel kabul gören veya zararsız veya önemsiz sayılan ‘bilgi’ ve ‘düşünceleri’ değil, devletin veya nüfusun bir bölümünü inciten, onları şoke eden veya rahatsızlık veren bilgi ve düşünceleri de kapsar. Çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gereği budur; bu olmadan demokratik toplum olmaz. [1]

Burada sözü geçen AİHS 10. madde ikinci paragrafta, devletlerin ifade özgürlüğünü hangi koşullarda kısıtlayabileceği anlatılmış. Diyor ki, önce 1) yasa olacak, sonra 2) o yasanın “demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, toprak bütünlüğü veya kamu güvenliği açısından zorunlu olduğu” kanıtlanacak, 3) üçüncü olarak da aşağıdaki beş gerekçeden birine istinat edecek:
1 kargaşalık ve suçu önlemek,
2 (kamu) sağlığı veya ahlakını korumak,
3 başkalarının itibarını veya haklarını korumak,
4 gizli (itimada dayalı) bilgilerin açıklanmasını önlemek,
5 yargının otoritesini ve tarafsızlığını korumak.[2]
Şimdi. “Dini hassasiyetlerle taşak geçme” eylemi bu koşullardan hangisine uyabilir?

“(Kamu) ahlakını korumak”? Yeterince muğlak bir tabir, evet. Ama bildiğim kadarıyla bugüne dek bir “dini duyarlıkları zedeleme” davasına konu edilmemiş. “Ahlak”tan kastedilen şey çocukları cinsel tacizden korumak, gençlerin esrarkeş ve fahişe olmasını önlemek gibi “din-dışı” genel ahlak ilkeleri.
Diğer açık kapı “başkalarının hakları” maddesi. Senin "özgürüm, söylerim" deyip söylediğin söz, başka birinin veya bir zümre insanın dayak yemesine, arbedede ezilmesine, dükkânının taşlanmasına, toplum içinde zelil ve zebun olmasına, “terörist” diye suçlanıp sabah akşam karakola çekilmesine yol açıyorsa, devletin o sözü sana söyletmeme hakkı, pardon, hakkı değil GÖREVİ vardır. Bu da yeterince makul, itiraz edecek bir yanı yok.
Haklar babında bir diğer ilgili başlık dokuzuncu maddede tanımlanan din ve inanç özgürlüğü hakkı. Başkasının hakkıdır, tecavüz etmemen gerekiyor.
“Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir; bu hak, din veya inanç değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca, kamuya açık veya kapalı ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama özgürlüğünü de içerir.”[3]

AİH Mahkemesi 1994 tarihli Otto-Preminger Institute vs. Austria davasında, ifade özgürlüğüne karşı bu hakkı güçlendiren ve bu yüzden liberal/sol çevrelerde şiddetle eleştirilen bir karar vermiş. Mevzu şu: Otto-P Enstitüsü Avusturya’nın Yozgat’ı sayılan Tyrol eyaletinde sanat filmleri gösteren bir kurum olmakla, Allah’ı (haşa) bunak bir ihtiyar, İsa’yı budala, Meryem’i de dalavereci bir cadı olarak gösteren bir film oynatmak istemiş. Avusturya makamları filme el koyup gösterimini yasaklamış. Mahkeme Avusturya’yı haklı bulmuş. Ancak karar gerekçesinde ince bir noktaya değinmiş.
"Dinlerini alenen icra etme hakkını kullanmayı seçenler, bu hakkı ister bireysel olarak ister bir dini azınlığın veya çoğunluğun mensubu olarak kullansınlar, her türlü eleştiriden muaf olmayı talep edemezler. Dini inançlarının başkaları tarafından inkâr edilmesini, hatta kendi inançlarına zıt öğretilerin propagandasının yapılmasını kabul etmek ve buna tahammül etmek zorundadırlar. Ancak dini inanç ve öğretilere karşı çıkmanın ve onları inkâr etmenin YÖNTEMİ, bilhassa Dokuzuncu Maddede güvence altına alınmış olan hakkın barış ve huzur içinde icraını sağlama görevi açısından, devletin sorumluluk alanına girebilir. Zira bazı aşırı vakalarda (in extreme cases), dini inançlara karşı çıkmak ve onları inkâr etmekte izlenen yol, bu inançlara sahip olan insanların inançlarını yaşama ve ifade etme özgürlüğünü kullanmalarını kısıtlayıcı nitelikte olabilir."[4]

Özetle diyor ki, bir dine yönelik hakaret, alay ve kötüleme öyle bir seviyeye varabilir ki, o dinin mensupları dinlerini icra, ifade ve itiraf etmekten kaçınma noktasına gelebilirler. Temel bir hakkın kısıtlanmasıdır, bunu da önlemek devletin görevidir.
Bence güzel bir ilke. Otto-Preminger kararını on defa okudum, vallahi itiraz edecek bir şey bulamadım. Kendini Nazi Almanyasında Yahudilerin yerine koy. Yahut güzel vatanımızdaki Alevileri, Ezidileri, hatta ayıptır söylemesi Yahudileri ve Ermenileri düşün. Bunlara yönelik yaygın eşek muhabbeti, bazı vatandaşların dinlerini saklamasına, yahut dini sorulduğunda şeytan görmüş gibi ürkmesine yol açıyor mu? Açıyor. Bu bir hak ihlali midir? Bitti.
Dikkat buyurunuz, davada ceza konusu yok. Sadece filme el konulmuş. Ayrıca aynı film, fena halde Katolik bir ülke olan Brezilya’da Sao Paulo Film Eleştirmenleri Ödülünü de almış. Bi tek Avusturya’nın Yozgat’ında göstermeyin demişler. Bence gösterilse daha iyiydi, ama gösterilmesin deniyorsa da beni üzmez. 
1997 tarihli Wingrove vs. UK davasında mahkeme Otto-Preminger kararını biraz daha netleştirmiş. Hakaret ve aşağılamanın sınırının nasıl ve nerede çizileceğini irdelemiş. Tartışma konusu gene bir film. Bu sefer kadın karakter çarmıhtaki İsa ile alenen cinsel ilişkiye giriyor. İngiliz film film komisyonu gösterim ruhsatı vermemiş.
Mahkeme öncelikle İngiliz yasasının, Hıristiyan dinine düşmanca görüşlerin herhangi bir şekilde ifadesini yasaklamadığını, hatta Hıristiyanların duyarlıklarını inciten görüşlerin dahi yasa kapsamı dışında kaldığını tespit etmiş. Yasaya göre dine hakaret (blasphemy) suçunun oluşması için dini duygulara yönelik hakaretin “önemli” (significant) boyutta olması ve ileri bir küfür düzeyine (a high degree of profanation) varması gerekiyor.[5] Nitekim İngiliz mahkemesi yasaklama kararını filmin basit pornografi niteliğinde olduğu ve “yüceltici bir sanatsal içeriği bulunmadığı” kanısına dayandırmış. AİHM onaylamış. 
*
Bizde birilerinin – başbakanın yakın çevresi midir, yoksa onlara yaranmaya çalışan birtakım savcılar mıdır, emin değilim – dini duyarlıkları yargı yoluyla korumaya yönelik sistemli bir çaba içinde olduğu anlaşılıyor. Fazıl Say davası da, bana altı ayrı mahkemede açtıkları davalar da o çabanın bir parçasıdır. Bütün iddianamelerde Otto-Preminger’lerin, Wingrove’ların, Gay Times’ların havalarda uçuşması ondandır sanırım. Derslerini bir gayretle çalışmışlar, Aşağı Güngören Hukuk Fakültesinde ne kadar oluyorsa artık.
AİHM’ten bunlara ekmek çıkar mı? Sanmam. Bence avuçlarını yalarlar. Okumak yetmiyor, okuduğunu anlamak da lazım.




[1] Freedom of expression constitutes one of the essential foundations of such a society, one of the basic conditions for its progress and for the development of every man. Subject to paragraph 2 of Article 10 (art. 10-2), it is applicable not only to "information" or "ideas" that are favourably received or regarded as inoffensive or as a matter of indifference, but also to those that offend, shock or disturb the State or any sector of the population. Such are the demands of that pluralism, tolerance and broadmindedness without which there is no "democratic society". 

Vorbehaltlich von Artikel 10 Absatz 2 gilt diese [Freiheit der Meinungsäußerung ] nicht nur für die „Informationen“ oder „Ideen“, die Zustimmung finden oder als harmlos oder unerheblich betrachtet werden, sondern auch für solche, die verletzend, schockierend oder beunruhigend wirken. Dies gebieten nämlich der Pluralismus, die Toleranz und die Aufgeschlossenheit, ohne die es eine demokratische Gesellschaft nicht geben kann.
[2] The exercise of these freedoms (…) may be subject to such formalities, conditions, restrictions or penalties as are prescribed by law and are necessary in a democratic society, in the interests of national security, territorial integrity or public safety, for the prevention of disorder or crime, for the protection of health or morals, for the protection of the reputation or rights of others, for preventing the disclosure of information received in confidence, or for maintaining the authority and impartiality of the judiciary.

Die Ausübung dieser Freiheiten ist mit Pflichten und Verantwortung verbunden; sie kann daher Formvorschriften, Bedingungen, Einschränkungen oder Strafdrohungen unterworfen werden, die gesetzlich vorgesehen und in einer demokratischen Gesellschaft notwendig sind für die nationale Sicherheit, die territoriale Unversehrtheit oder die öffentliche Sicherheit, zur Aufrechterhaltung der Ordnung oder zur Verhütung von Straftaten, zum Schutz der Gesundheit oder der Moral, zum Schutz des guten Rufes oder der Rechte anderer, zur Verhinderung der Verbreitung vertraulicher Informationen oder zur Wahrung der Autorität und der Unparteilichkeit der Rechtsprechung.
[3] Everyone has the right to freedom of thought, conscience and religion; this right includes freedom to change his religion or belief and freedom, either alone or in community with others and in public or private, to manifest his religion or belief, in worship, teaching, practice and observance.
“To manifest” açıklama kadar renksiz bir kavram değil; “alenen yapma, göstere göstere yapma” diye çevirebiliriz belki.
[4] Those who choose to exercise the freedom to manifest their religion, irrespective of whether they do so as members of a religious majority or a minority, cannot reasonably expect to be exempt from all criticism. They must tolerate and accept the denial by others of their religious beliefs and even the propagation by others of doctrines hostile to their faith. However, the manner in which religious beliefs and doctrines are opposed or denied is a matter which may engage the responsibility of the State, notably its responsibility to ensure the peaceful enjoyment of the right guaranteed under Article 9 (art. 9) to the holders of those beliefs and doctrines. Indeed, in extreme cases the effect of particular methods of opposing or denying religious beliefs can be such as to inhibit those who hold such beliefs from exercising their freedom to hold and express them.

16 yorum:

  1. Avusturyanın Bayburt'u ya da Yozgatında dini aşağılayıcı film göstermek nasıl oluyor da oradakilerin dinini açıkça ifade etmesine engel oluyor? Oraların Yozgatında insanlar daha mı çekingen?

    Bahsettiğiniz dava örneğinde Alevi Ermeni Yahudilerin karşılaştığı bir durum varmış gibi gözükmedi.

    Tyrol'un dinamiklerini buradan anlamak zor, ama siz Yozgat örneğini verince, bu karar, başka bir özgürlük kısıtlanmadığı halde (çünkü yozgatta kimse film gösterildi diye dininden utanmaz), ifade özgürlüğünü kısıtlıyor.
    Yanıtla
  2. Ayrıca, çevirmemişsiniz ama 10. maddenin 2. paragrafının ingilizce metninde ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı olası gerekçelerden biri olarak toprak bütünlüğü denmiş.

    Nasıl oluyor da böyle bir madde yer alabiliyor, bu madde Türkiye kafasıyla uygulansaydı Türkiye'den giden ifade özgürlüğü davalarını hep devlet mi kazanırdı? (Öyle değil diye biliyorum)

    Bu toprak bütünlüğü gerekçesiyle ifade özgürlüğü kısıtlamasının ne türden davalarda kullanıldığına örnek verebilir misiniz?
    Yanıtla
    Yanıtlar
    1. Toprak bütünlüğü Türkçe çeviride de var??

      "Toprak bütünlüğü" kısıtlama için yeterli nedendir demiyor ki? Üç kadameli şartın ayaklarından biri sadece.
    2. Kusura bakmayin, nasil gormemisim anlamadim. Siraladiginiz bes maddede gormedim diye herhalde.

      3 asamayla ilgili olarak da, sanirim ben ingilizce metinden "are prescribed by law and are necessary in a democratic society"den sonraki tum maddeleri "ve" diye degil de "veya" diye okuyordum. Hala da oyle anliyorum okuyunca.

      Boylece yasa olduktan sonra o yasa sonraki kosullardan herhangi birini saglarsa ifade ozgurlugu kisitlanabiliyor gibi geldi.
  3. Abi hayatımın bir kısmı Güngören'de geçti, anam babam hâlâ orada oturur. Tamam çirkin bir yerdir de vallahi inciniyorum sen "Aşağı Güngören Tavukçuluk Fakültesi", "Aşağı Güngören Hukuk Fakültesi" dedikçe. Takılacak bir bunu mu buldun deme, yazı güzel çünkü.
    Yanıtla
  4. Beklenmeyen bir şey söyleyip okuyucuyu şaşırtmak veya konulara farklı açılardan baktığınızı göstermek için bazen gereğinden basit ele alıyorsunuz konuları.

    Mahkemenin alıntıladığınız ilkelerine ben de katılıyorum, hatta okurken bu zihinlerle gurur duyuyorum falan... Lakin Otto-Preminger kararı ne derece doğru anlayamadım...

    Avusturyanın yozgatındaki koyu katolik ahalinin dini duyguları incinecek diye birileri film çekemesin mi? gösteremesin mi? O filmi izlemek isteyenler izlemesin mi?

    Birilerinin alınması üzerinden gidersek, bu blogdaki islamiyete ilişkin tüm yazıların kaldırılması lazım. Malum halkımız hassas bu konularda, bu ülkede de yayınlamayıver.

    Konu duyguların incinmesinin ötesine geçiyorsa yani kişilerin çeşitli toplumsal baskılarla ve hatta şiddet eylemleriyle karşılaşması veya bunun tedirginliğini yaşaması sonucunu doğuruyorsa devletin müdahalesi gerekir. Alınganlık üzerinden devlet müdahalesi yürüyecekse ifade özgürlüğü diye bir şey olmaz.

    Alınganlık değersizdir demiyorum; sitem etmek, ayıplamak, selamı sabahı kesmek gibi yöntemler, tepkiler var, bireysel veya toplumsal olarak uygulanabilecek. O filmi çeken ve gösteren adam da toplumun bu tarz tepkilerine katlanacak.
    Aksi halde, "bu kentin halkı çok dindardır, burada dinsizliğe ara ver, mümkünse buralarda takılma" demeye getirmiş oluyoruz.

    O zaman başka bir şehirdeki dindarlara, "buranın halkı dindar görünce dinsizlik elden gidiyor diye düşünüp müteessir oluyor, bi süre dindarlığa ara ver kardeşim" diyenler çıkabilir. Mantıklı mı?

    Mahkemelerin ceza öngörmemiş olduğunun farkındayım. Ama yeterli mi? Size deseler ki, hapis cezası hataydı onu iptal ettik ama islamiyetle ilgili yazılarını kaldıracaksın, malum buralar pek müslümandır, burada yapmayıver...
    Yanıtla
    Yanıtlar
    1. İyi de "alınganlık" yeterli kriterdir dememiş ki? Eleştirebileceğini, aleyhte propaganda yapabileceğini, kutsal saydığı şeyleri inkâr edebileceğini tekrar tekrar teyit etmiş.

      Saldırının derecesi ve seviyesi insanları dinlerini serbestçe ve güvenle icra etmelerini önleyecek ölçekteyse hak ihlali vardır demiş. Derece kriteri getirmiş.

      Bu ilkenin Tyrol'de Katolik dinini korumak için kullanılması problemli belki. Ama bir de Tyrol'de Müslümanlığa veya Hinduizme yönelik muhtemel saldırılar açısından düşünün.
    2. Abi yukarıdaki yorumu da ben yazdım, itirazım var yine :)
      Belki Tyrol nasıl bir yerdir, halkı ve çevresiyle ilişkileri nasıldır bilmediğimden anlamıyorum konuyu.
      Nefret suçlarıyla mücadele etmeli yazında sen demedin mi bir zümreye karşı hak ihlaline yol açabilecek nitelikteki ifade problemlidir diye... Hindu veya Müslümanın başına gelse hak ihlali doğurabilir ama sevilen tabirle "%99'u katolik olan" toplumda bir film gösterimi katoliklerin dinlerini dinlerini serbestçe ve güvenle icra etmelerini önlemez herhalde. En güçlü ve hakim olan bile alınganlığını gerekçe göstererek birilerini susturacaksa o zaman orada kimse konuşamaz.
      Dini oranın ahalisinden farklı yorumlayan insanlar şehrin bir yerinde film gösteriyorlar diye birileri alınmış, gaza gelmiş olarak anlıyorum ben bu olayı. Medeni bir ülkede olay mahkemelik olmuş, gayrı medeni bir ülkede olsa gaza gelenler o sinemayı içindekilerle birlikte yakabilirlerdi de. "Aziz Nesin de konuşmasın öyle ileri geri, müslümanların dinlerini serbestçe ve güvenle icra etmelerini önleyebilir" diyen bir mahkeme hükmü düşünün...
  5. "Zira bazı aşırı vakalarda, dini inançlara karşı çıkmak ve onları inkâr etmekte izlenen yol, bu inançlara sahip olan insanların inançlarını yaşama ve ifade etme özgürlüğünü kullanmalarını kısıtlayıcı nitelikte olabilir." denmiş.Bu gerekçe hatalı.Aleyhte bir film yapıldı diye insanların inaçlarını yaşamalarının ve bunu ifade etme özgürlüklerinin kısıtlanacağını hiç zannetmiyorum.Ama anlamadığım bir nokta var: Şimdi biz herhangi bir tarihi şahsiyeti -elimizde delil olmadan- hırsız, sahtekar, katil, yalancı olarak gösteren filmler yapabilir miyiz?
    Yanıtla
    Yanıtlar
    1. Bu yorum yazar tarafından silindi.
    2. İlkine cevap: Tyrol'deki Katolik çoğunluğa ilişkin belki haklısınız, emin değilim. Ama bir de mesela Türkiye'de Yahudiliğe veya Aleviliğe ilişkin iğrenç ve provokatif bir film yapıldığını düşünün. Yahudi din adamları gizlice toplanıp Türk-Müslüman kızlarını kaçırır ve onlara sinagogda tecavüz ettikten sonra kanlarını içer, vb.

      Tyrol Katolikleri bölgesel egemen midir, yoksa modernitenin egemen olduğu global dünyada mağdur azınlık mıdır, belki de canalıcı soru o.

      İkincisine cevap: Elbette yapılabilir. Her gün yapılıyor. Bizans soyluları sahtekâr ve sapık, Conan barbar, Lincoln vampir vb.. Bundan kimse ZARAR görüyor mu, hukuken ilgili olan soru o.
    3. İlkine cevaba cevap: Diyelim ki Türkiye'de bir film çekildi.Bu filmde kız çocuklarını taciz eden bir haham var.Bazıları kışkırıp Yahudi avına çıkar diye bu filmin gösterimini yasaklamak mı gerek?Ancak bir filmin sırf toplumu Yahudilere karşı kışkırtmak için yapıldığına dair kesin bir delil varsa; belki o zaman bu filmin gösterimine yasak getirmek ahlak ve adalete aykırı olmayabilir.

      İkincisine cevaba cevap: Peki bu filmlerin yapılmasına karşı hukuki bir yaptırım uygulanmaması ahlaki midir?Yani Sevan Nişanyan öldü diye ona her türlü karayı sürmek, bir filmle onu sahtekar ve hırsız gibi göstermek -birileri zarar görsün ya da görmesin- serbest mi olmalıdır?
  6. Su TMMOB hakkinda son soylediginiz seyle ilgili bir iki lafim var. Size saygim sonsuz, belki soylediginiz on seyden 9.5'u benim icin de dogru ama bilmeden etmeden TMMOB ile ilgili soylediginiz sozun zerre anlami yok. Ustad siz bunu yaparsaniz biz daha kime laf anlatalim? Muhendis odasi nedir, ne yapar biraz arastirin ondan sonra cikip bir seyler soyleyin.
    Yanıtla
    Yanıtlar
    1. TMMOB'u bilmediğimi nereden çıkardınız? 15 senedir mücadele ediyoruz. Vallahi devlet bürokrasisinden daha bağnaz bir kafa.
  7. Sevan bey,

    Anlaşılan Şirincede bir hukuk köyünün'de açılması gerekiyor. Size bu konuda yardımcı olmaktan şeref duyarım. Lakin sizden bir ricam olucak. Suriye'deki, ızdırabı açıklanamayacak derecelere ulaşan, azınlıklar hakkında bir yazı yazmanız çok iyi olacak. Kendileri şu anda bir soykırım/progrom ile izah edilebilinecek aşırı islamist "muhalefet" tarafından yok edilmeye çalışılıyor.

    AİHM'in, ve ifade özgürlüğü < = > din hürriyeti hükümlerine, gelince; Otto-Preminger davası, ve Handyside ile başlayan hükümler, Avrupa'daki hukuk fakültelerimizde öğrettiğimiz, temel derslerden birini oluşturmakta. Ne yazik ki, bizim 18-19 yaşındaki öğrencilerimizin çoğunluğunun kolaylıkla algılayabidiği demokratik/hukuk devletinin birey ilkelerinden olup, istisnalarının neredeyse hiç aktüalize olamayacağı düzenleme, Türkiye'deki Yasamadan tutun yüksek Yargı makamlarının bile anlayamadığı bir şey; komik bir trajedi!

    Sizin maruz bırakıldığınız saçma ve gayri hukuki (gayri herşey) durumu, sadece medya aracılığı ile bile olsa, büyük üzüntü ile yakından izliyorum. Emin olun size yapılanlardan rahatsız olan bir çok aklı çalışan insan var, ve size yapılanların hesabı sorulacak.

    En kısa zamanda size yapılan hukuksuzluktan kurtulmanız dileğiyle,

    Gâvur hoca nr 2
    Yanıtla
  8. Sevan bey, bir yer de taberi islamın resmi tarihçisi olduğunu söylüyorsunuz ama bir yandan da çok iyi bir tarihçi olduğunu ekliyorsunuz, bunlar birbirleriyle çelişkili değil mi?
    Yanıtla

No comments:

Post a Comment