Arabistan’ı bilmem. Ama 57 senedir bu ülkede
Müslümanlarla iyi kötü tanışıyorum, Türkiye’de Ramazan oruç ayı değildir, iftar
ayıdır. Sevenler aç kaldıkları yahut nefislerini falan filan ettikleri için
sevmezler, akşam oturacakları sofra hatırına severler. Bir de belki sabahın
köründeki o rutin-sarsıcı uyanıştan hoşlanırlar, sanırım.
Yani dinin metafizik yahut itikat yönüyle
değil, sosyalleşme yönüyle ilgili bir gelenektir. Sofrada aileyle, nineyle,
belediye işçisiyle, başka türlü fırsat bulup görüşemediğin insanlarla bir araya
gelirsin, ait hissedersin, ortak bir eziyeti çekmiş olmanın lezzetini
paylaşırsın. İyi bir şeydir herhalde. Her toplumun böyle ritüelleri var. Her
akşam aynı pub’a gitmek, yahut düğünlerde ve cenazelerde bir araya gelmek, ya
da tuttuğun takımın maçına gitmek de buna benzer bir duygu olmalı. Toplumlar
böyle varoluyor.
Ben huysuz bir adam olduğumdan çok sevmiyorum
böyle şeyleri. Rasyonalize de ediyorum pabuç dilimle, bu ülkede kolektivizmin
eksiği değil fazlası var, birey olmak/olabilmek daha önemli, boş ver
sosyalleşmeye diye mantık kuruyorum. Ama tabii ki işin öbür yanını görebilecek
kadar da kafam çalışıyor. Sosyalleşme lazım elbette. İyi bir şey. İnsanlara iyi
geliyor.
*
Oruç nefse başkaldırıdır, yok efendim
maddiyatı elinin tersiyle itmektir, ruhu arap sabunuyla yıkayıp paklamaktır
gibisinden saçma sapan yazılar çıkıyor gazetelerde, onları ciddiye almakta
zorlanıyorum. Maksat nefse hakim olmaksa bunun binbir yolu var, yetmiş milyon
kişiyle beraber gündüz kendine eziyet edip akşam orjilere dalmak ilk akla
gelecek yöntem değil. Nefsini zaptedeceksen her gün et, yahut ne bileyim,
Perşembe günleri et, yahut arasıra git inzivaya çekil. Her şeyden önemlisi, ne
edeceksen yalnız et ki yaptığının bir anlamı olsun, gerçekten kendinle ve
iradenle ve vicdanınla başbaşa kalabilesin.
Bencil güdülerini yenerek yapacağın her şey bu
anlamda ibadettir, hayvani nefsine karşı başkaldırıdır. Keman çalmayı öğrenmek
de öyledir (eğer maksadın pavyonda çalıp para kazanmak değilse), Kuzey Kutbunu
keşfetmek de öyledir (eğer maksadın şan ü şereften öte bir şeyse), sokak
çocuklarına barınak kurmak da öyledir (eğer amacın almak değil gerçekten vermek
ise). Yetmiş milyonla beraber yapacağın şeyin ise bu anlamda ibadet olma
ihtimali pek düşüktür. Sürüye uymaktan başka bir maksadın var mı diye bir
düşün. Sürüye uymak, hayvani nefsin en temel güdülerinden biridir. Sürüye
uymayı ibadet sayıyorsan, ne anladım ben öyle nefse başkaldırıdan?
Bir de şöyle düşün. Sabahtan akşama aç kalınca
mı daha çok canın yanacak, yoksa oruç tutmayıp eşin dostun, nenenin teyzenin
ayıplamasına maruz kalınca mı? Bu hesabı yapıyorsan, ki yapıyorsun, yaptığın
şeye ibadet denmez, en adisinden menfaat hesabı denir. Nefsini zaptetmiyorsun:
nefsinin kurduğu tuzağa düşüyorsun.
Eğer nefsini yenmek ibadetse, asıl abid kimdir
ben size söyleyeyim. Ramazanda gidip Erzurum’un ortasında rakı içendir.
Cüretini inancın ve hakikatin ışığı aydınlatır, kalabalıkların cılız kandili
değil. İnandığı şey uğruna alemi hiçe sayan, rahatını hiçe sayan, acıyı ve
ayıplamayı ve dayağı ve hatta ölümü göze alan odur, ötekiler değil.
Azizler ve
ermişler onlardan çıkar. Ötekilerden değil.
No comments:
Post a Comment