Atakan Polat sormuş
-Sevan hoca
başkanlık sistemi için tam ne düşünür? Başkan hangi yetkilerle
donatılmalıdır?
Tayyip Erdoğan trajedisinin memlekete en büyük zararı
başkanlık sistemi tartışmasını çıkmaza sokmak oldu derim. Bu hengame
atlatılıp ortalık sakinleştikten sonra bir daha oturup düşünmek
gerekecek. Türkiye’de esas problem bence bireysel diktatörlük tehlikesi
değildir, anonim ve sorumsuz bürokrasidir. Siyasi özerkliğe ve güçlü
demokratik meşruiyete sahip, hızlı karar alabilen, kararlarının siyasi
sonuçlarına katlanan bir başkan, en etkili çözüm olabilir.
Üç tane
önemli kontrol unsuru olmalı. Bir, yasamanın Başkan’dan bağımsızlığı
kuvvetli güvencelere bağlanmalı. Mesela bakanlar meclis üyeleri
arasından seçilmemeli. Meclisin bütçe yetkisi kuvvetle vurgulanmalı.
Başkan ve meclis seçimleri ayrı zamanlarda yapılmalı. Mecliste parti
disiplinini zayıflatan tedbirler alınmalı. İki, Başkan’ın ve
yakınlarının kişisel servet edinmelerine karşı etkin kontroller
getirilmeli. Üç, Başkan’ın iki dönemden fazla seçilmesi kesin bir
şekilde önlenmeli. Akraba ve taallukatı veya adamları yoluyla iktidarını
sürdürmeye teşebbüs etmesi de imkansız kılınmalı. Son kullanma tarihi
geçmiş Başkanların rahat etmesi için mesela şık bir vakıf yöneticiliği
ve Başkanlık dönemine ilişkin cezai kovuşturmadan muafiyet gibi önlemler
düşünülebilir. Sonuçta maksat ilahi adaleti tecelli ettirmek değil,
adamın ya da kadının can havliyle iktidara sarılmasını önlemek olmalı.
-Türkiye üst meclis kurmalı mıdır? Almanya gibi meclisin yarısını dar
bölge sistemiyle yerel seçim bölgelerinden seçip yarısını ülke çapında
parti listelerinden seçmek bir çözüm olabilir mi?
Seçkinler meclisi
Türkiye’de denendi ve iyi sonuç vermedi. İngiltere’de bile yüz senedir
üst meclisi boğmaya çalışıyorlar. Ülke temsilciliğinin Türkiye
koşullarında akil adamlara değil, siyasi parti oligarşilerine kapı
açacağını düşünürüm. İki tane Ufuk Uras veya Sırrı Süreyya kırk yılda
bir kürsüye çıkacak diye meclisi parti kalantorlarıyla doldurmaya
değmez. Bence Rousseau’yu unut. Meclisi ulusal aklın tecelligahı gibi
romantik havalara sokmaktan vazgeç. Meclis, yerel çıkarların ülke
politikasındaki temsilcisidir, ne bundan eksik, ne bundan fazla.
Entellerin de sesi duyulsun istiyorsan dernek kur, gazete kur, hükümeti
ikna et. Ya da bir zahmet git, Aşağı Güngören seçim bölgesi seçmenini
ikna edip onların oyuyla meclise girmeyi dene.
-Tüm bu yaşadıklarımızdan
sonra sıfır barajla ve ülke geneli tek seçim bölgesiyle yola çıkıp,
"lanet olsun, uzlaşmayı öğrenin artık" mı diyeceğiz?
Allah göstermesin.
Kırk tane marjinal siyasi partiyi meclise sokmanın tek sonucu meclisi
işlemez hale getirmektir. Uzlaşmazlığı körükler, ülkeyi siyasi
fanatizmlere teslim eder. Bence seçim barajı, seçim çevresi bazında %50
olmalı. Yüzde elli artı biri tutturdun, güzel. Yoksa yallah. Ulusal
baraja gerek var mı? Sanmıyorum. Velev ki bölgesel ya da yerel partiler
meclise girdi, ister istemez iki ana bloktan birine katılmak zorunda
kalacaklardır.
-Vergilendirmeye dair düşüncesi nedir? Dolaylı vergilerin
minimize edildiği, doğrudan vergilerin ise "gelir vergisi" gibi torba
bir tutar yerine, giderler bazında ayrı ayrı toplanacağı sisteme ne der?
Gelir vergisi sisteminin kaçınılmaz sonucu, tüm ekonomik faaliyetlerin
devlet denetimine girmesidir. Gelir vergisi, erken 20. yüzyıl
totalitarizmlerinin günümüzdeki en büyük mirasıdır. "Vergilendirilmiş
kazanç kutsaldır" yazan her tabelanın arkasında, Orwell’ın Big Brother’ı
sırıtır. Bence en güzeli tüm vergileri dolaylı vergi yapmak. Ne kadar
para harcadın, o kadar haraç ödersin. Belki bir de sabit tutarda kelle
vergisi olur. Onu da ödeyemeyecek durumda olanlar muhtardan kağıt
getirir, ödemez. Hepsi bu kadar. Benim ne kadar para kazandığımdan
devlete ne? Ve neden, gelirimi saklamak gibi en temel insan haklarından
birini kullandığım için suçlu konumuna düşeyim?
-Mesela İsviçre gibi
savunma bütçelerinin, savaş uçağı alımlarının konu edildiği
referandumlara mı gitmeliyiz?
Herhangi bir konuda, özellikle de
karmaşık ve teknik konularda, halk kalabalığının herhangi bir bireyden
daha sağlıklı karar verebildiğine tanık olmadım. Ahali ne anlar Boeing
alımından? De ki bir fikri oldu, attırırsın Hürriyet gazetesine iki
manşet, fikri tersine döner. Meclisin işlevi teknik kararları almak
değil, alınan kararları yerel çıkarlar doğrultusunda denetlemek olmalı.
-Fırat’ın batısındaki kitlenin Gezi’den ve 17 Aralık’tan bu yana
giriştiği sistem sorgulamasına ne der? Bu kitle Türkiye’de güçlü bir
libertaryen akımın taşıyıcısı olabilir mi?
O kadar abartır mıyız
bilmem. Ama Tayyip Erdoğan trajedisinin – eğer kazasız belasız
sonlandırılabilirse – memlekete faydası dokunacağına inanıyorum. Her
şeyden önce, siyasi islam saçmalığı ağır yara almıştır; bir daha kolay
kolay belini doğrultamaz. Daha önemlisi, 1980 sonrası doğan ve ülke
tarihinde ilk kez ciddi oranda üniversite mezunu olan kuşak, ortak bir
dilde ve ortak değerlerde buluşmuştur. Bunun, Avrupa ve ABD’de "1968
kuşağına" benzer kültürel ve sosyolojik sonuçları olacağını umuyorum.
-1915 taziyesine ne der?
Siyasi ömrü sona ermiş bir hükümetin çırpınışı
der. Dört sene önce olsa anlamlıydı. Şu anda bir kıymeti harbiyesi
olduğuna inanmıyorum. Yarın çıkıp tam tersini söylerse ne yapacaksın ki?
-Politikwissenschaft eğitimi için bir tavsiyesi var mı? Okula
başlayacak birine kendi tecrübesinden yola çıkarak diyeceği var mıdır?
Şimdiki aklım olsa poli sci okumazdım. Okumaya değer olanlar, kalıcı
literatüre ve köklü akademik disipline sahip olan branşlardır. Tarih
okunur, felsefe okunur, filoloji, klasikler, Orientalistik okunur. Yahut
temel bilimler okunur. Önemli olan yerleşik bir disiplini öğrenmek.
Ötekilerde öğrendiğin güncel fad’lerdir. On sene sonra hükmü kalmaz.
-Viyana’dan istediği bir kaynak var mı? İmkanlar el verdiğince edinip
gönderebilirim.
Heurige sezonu geçtiğine göre, taze kuşkonmaz ve buğday
birası isterim. Teşekkürler şimdiden.
No comments:
Post a Comment