Kütüphanede kitap okuma fikriyle Orta 3’te tanıştım – belki
de Orta 2’ydi, şimdi emin olamıyorum. Işık Lisesi’nin kütüphanesini bol
pencereli, aydınlık, ferah bir yer diye hatırlıyorum. Benden başka pek kimse
olmazdı. İlk keşfettiğimde Ahmet Vefik Paşa’nın Molière çevirileriyle başladım,
ama tadına varamadım (şimdi olsa keyiften dört köşe olurdum herhalde).
Ardından Voltaire’in 14. Louis Asrı’nı,
Milli Eğitim Bakanlığı’nın yanılmıyorsam Hasan Ali Yücel dizisinden çıkan iki
ciltlik çevirisinden okudum. Birkaç hafta Kardinal Mazarin’le, Condé düküyle,
Colbert’in maliye politikalarıyla yatıp kalktım. Hepsini, halâ, neredeyse
sayfasına kadar hatırlarım. Kütüphane memuru mendebur bir kadındı. Sebebini
hatırlamıyorum, defalarca beni oradan kovmaya kalktı. Ders saatlerinde ve öğle
yemeklerinde kütüphaneyi kullanamayacağıma hükmetti. Memurlara olan dinmez
nefretim sanırım o günlerde başlamış olmalı.
Orta üç olmalı. Çünkü aynı yıl Louis tarihinin uyandırdığı
ilgiyle sömestr tatilinde (evde) Albert Soboul’un Fransız İhtilali Tarihi’ni okudum, ki bin küsur sayfalık tuğla gibi
kitaptır. Sonra dönem ödevi olarak ihtilalin kronolojisini yazdım, daktiloyla
aralıksız otuz küsur sayfa. Hepsi olmasa da onun da çoğu aklımdadır, Valmy
muharebesini, Ventôse kararnamelerini, 9 Thermidor darbesini, Yıl III
anayasasını sorun, bilirim. Neredeyse kırk yedi yıl olmuş, bazı şeyler akılda
kalıyor demek ki.
Liseye geçtiğim yaz bir yandan deli danalar gibi İngilizce
çalışırken, bir yandan da bir sürü kitap okudum. Troçki cinayetine dair
yazarını hatırlamadığım bir kitap, Huxley’in (Cesur) Yeni Dünya’sı, Anatole France’ın Penguenler Adası onlardandır. Sonuncusu üstü kapalı bir Fransa
tarihi parodisidir, hemen bütün referansları (Boulanger darbesi ve Dreyfus davası dahil) anladığım için kendimle gurur
duymuştum.
Lise 1’in son günlerinde ilk kez ders dışında bir İngilizce
kitap okumaya cesaret ettim. İlk okuduğum kitap Maurice Ravel’in
biyografisiydi. Ravel’in eşcinsel olduğunu öğrendiğimde gözümden perdeler düştü;
eşcinselliğin iyi bir şey olduğuna ve kötüdür diyenlerin iflah etmez birer eşek
olduğuna kanaat getirdim. (Ama hiç denemedim, Elif Şafak beklemeyin benden.)
Ömer Hayyam’ın Rubaiyat’ını Fitzgerald’ın İngilizce çevirisinden
okumam o günlerde (Mayıs 1972) olmalı. Çünkü yaz gelince edebi okumaların hepsi
bir yana bırakıldı, Sartre’ın L’être et
le Néant’ını Türkçeye çevirmek gibi deli saçması bir işe girişildi. İki üç
ay boyunca adadaki evin arka terasında, komşu Semih Bey’in opera plakları
eşliğinde o işle uğraştım. Ağustosta bir gün “yeter lan” deyip hepsini çöpe
attım.
Semih Bey Hürriyet’te gazeteciydi, ayrıca çok sayıda
detektif romanı çevirmişti. Soyadı Türker’di galiba. Ressam İhap Hulusi’nin üst
kat kiracısıydı. 1976 veya 77 olmalı, Bodrum’da vefat etti.
*
Demek ki neymiş? “Okumaya nereden başlayım hocam” diye
sormayacakmışsın. Ne bulursan oku. Mümkünse kendi önyargılarına ve içinde
yaşadığın mahallenin hazırlop kalıplarına en uzak konuları seç. Ne bileyim, Çin
Budizminin tarihini oku, Sri Lanka’nın flora ve faunasını oku, Kuantum
teorisinin kurucularının hayat hikâyesini oku. Önünde kapılar açılır. O
kapılardan geçebildiğini gördükçe cesaretin gelir, önceden tahayyül bile
edemediğin başka kapıları zorlamaya başlarsın.
*
Nereden geldi aklına bunlar diye soracak olursan, dün İris’le
internette seyredecek film ararken, 14. Louis’nin Ölümü diye bir şeye denk
geldik. Ben oradaki olayları ay, gün, isim, künye okuyarak anlattıkça kızım
usanç getirip “ya babiş neden bilir bir insan bunları” diye sordu. O vesileyle
anlattım.
Biraz sıkıcı film gerçi, ama Hollywood klişeleri dışında bir
şey arıyorsan iyi gelebilir. İktidar, yaşlılık, ölüm ve gücün acze dönüşmesine
dair bir deneme. Atatürk’ün son günlerini, Abdülhamit’i, hatta biraz şimdikini
anımsattı bana. ( https://www.filmlinc.org/films/the-death-of-louis-xiv/ .... yesmovies.com 'da İngilizce altyazılısı var.)
Okumayi sevmeyeni bile okumaya ozendiren harika bir yazi.
ReplyDeleteHerbokolojiye giriş hakkında güzel bir yazı.
ReplyDeleteŞu hayatta memnun olduğum tek şey, sizinle aynı devire sığışabilmemizdir.
ReplyDeleteGüzel... Üniversitede ilk yılım (Ekim 1982- Sevan Nişanyan kadar olmasa da hatırlayabiliyorum :)), rahmetli hocam Prof. Erdoğan Alkin, sınıfa şöyle bir bakıp : " Anladığım kadarıyla okumak dışında bir sermayeniz yok, okuyacak bir şey bulamıyorum diyorsanız, Saatli Maarif Takvimi'nin yaprağını koparıp arkasını okuyun." demişti.
ReplyDeleteSaygıdeğerim
ReplyDeleteHazır orada iken bize de Yunanca'nın inceliklerinden bahset seniz(;)
Troçki Suikastini anlatan kitabın müellifi bu yıl vefat eden meşhur İngiliz aristokrat yazar Nicholas Mosley. The Assassination of Trotsky. Hatta rejisör Joseph Losey'nin kitaptan adapte ettiği Alain Delon, Richard Burton, Romy Schneider'in rol aldığı 1972 yapımı filmi de tavsiye ederim.
ReplyDeleteBu arada, Çaykovski de homoseksüeldir
Sevan Bey biraz alakasız olacak ama çeşitli yazılarınızda merkezi otoritenin güçlü olmadığı yerlerde bilim, kültür ve sanatın gelişeceğini söylemiştiniz. Batı ve Japonyadaki gelişmeyi feodalizm ve şogun kökenleriyle ilişkilendirmek doğru mudur? Gelişme onlar yıkılıp merkezi otorite kurulunca başladı ama o kökenler etkili midir acaba?
ReplyDelete"İşine yaramayan şeyleri merak edip öğrenen kişiye entelektüel denir" - İlber Ortaylı
ReplyDeleteÇok iyi söylemiş, beklemezdim Ortaylı'dan.
DeleteGün gelir, belki işe yarar.
DeleteSevan bey onu bunu bırakalım da , eski bir videoya denk geldim. Tuncay Özkan Bey ile birlikte Fatih Altaylı Beyefendi'nin konuğu olmuşsunuz. Tuncay Bey iyi polemikçi, orası kesin ama sizden daha iyi performans beklerdim. Adam amiyane tabirle dayak manyağı yapmış sizi. ������
DeleteBilmediğim ve hazırlıklı olmadığım bir konuda pusuya düşürdüler. Yanlış Cumhuriyet kitabımı konuşmak için tek başıma davet edildim, karşıma Tuncay Özkan ve Ergenekon çıktı. Buna rağmen "dayak manyağı" olduğumu sanmıyorum. Bir gün önceden haberim olsa kim dayak manyağı olurdu görürdük.
DeleteNeyse üstat olur öyle yol kazaları:-(
DeleteEsas sizinle Celal Şengör Beyefendi'yi bir programda görmek isteriz. Şöyle Kemalizm ve harp tarihi konusunda.
Ben yüksek müsadenizle Celal Bey'e yatırıyorum kuponu.
Sevan Hocam yalan yok, ben de Celal Şengör'le bir programda konuşmanız nasıl olurdu çok merak ediyorum.
DeleteSevan Nisanyan lehine 3 handikapla Celal Şengör diyorum
DeleteLisede bizden bir büyük sınıftaydı. Kimin handikaplı olduğunu o dönemi bilenlere sorun isterseniz :))
DeleteSenin lafına itimat ederiz üstat, ne dersin peki Celal Şengör hakkında?
DeleteÜstat şaka bir yana, sen bu topraklar için gerçekten bir şanssın. Senin eleştirdiğin bir ideolojik düşüncede olmakla birlikte, keşke diyorum Sevan Nişanyan gibi adamları her türlü şımarıklığına, her türlü kuralları esnetmesine karşı; Sevan Türkiye'dir deyip pamuklara şarmıs bir halde bu ülkede tutabilseydik de sen ona buna çatsaydın. Ve bu ülkenin akıllı adamlarından bir şey öğrenebilse idik. Celal Şengör'e gelince, kendisi de kesinlikle bu ülkenin şansı. Tabii ki münazaranızı isterdim ve bir maç olarak görecek de degiliz. Herhalde üniversitelerde 4 yılda öğrenmeyeceğimiz şeyleri öğrenirdik birkaç saatte.
DeleteSon olarak da, hakkını verin Celal Şengör çok büyük bir adam. Textbook hakimiyeti konusunda muhtemelen bu ülkenin en iyisi. Ve de size dair bir olumsuz gözlem, böylesi muazzam bir birikime karşı şaşırtacak derecede vasat bir hitabet.
Muhabbetle...
İyi de madem hazır olmadığınız bir konuyduö neden Tuncay Özkan ile tartışmaya devam ettiniz. Bilmiyorum demek zor mu geliyor?
DeleteSevan kavgadan kaçmaz, dayak manyağı olsa dahi:-)
DeleteYazıyla ilgisiz ama İngilizce yeni bir sözcükle karşılaşınca aklıma bu blog geldi. İngilizcedeki "sinew" sözcüğü ile Türkçedeki "sinir" sözcüğü arasında bir bağlantı olabilir mi acaba? Anlamlar ve telaffuzlar çok benzer geldi. Yoksa bir tesadüf deyip geçecek miyiz?
ReplyDeleteTürki dillerdeki "sinir" kelimesi (esasında hem "sinir" hem "kas tendonu" manasına gelir Türki dillerde) muhtemelen Orta Asya'da konuşulan eski bir Hint-Avrupa dilinden geliyor. Karşılaştırma için: İrani Avesta dilindeki "snāvarə" (hem "sinir" hem "kas tendonu" demek), Tohar B dilindeki "sñaura" ya da "sñor" (hem "sinir" hem "kas tendonu" demek). Ses ve anlam benzerliği çok açık. İngilizcedeki "sinew" kelimesi ("sinir" ve "kas tendonu" demek o da) de aynı Hint-Avrupa kökünden geliyor. Hepsinin dayandığı kelime Proto-Hint-Avrupa dilindeki "*snéh₁wr̥" kelimesidir (o da aynı şekilde hem "sinir" hem de "kas tendonu" manasına geliyor), o da Proto-Hint-Avrupa dilindeki "*sneh₁" fiilinden ("dokumak", "örmek", "eğirmek" manalarına gelir) türeme bir isimdir.
DeleteYunanca Syrto ve Türkçe Sürtmek de aynı kökenden gibi. Enteresan.
DeleteBu arada, Türki dillerde "sinir"in en çok Türki dillerdeki bilinen ilk şekli olan "siŋir" şeklinde geçtiğini hatırlatayım, Anadolu'da birçok yerde hala "siŋir" diye telaffuz edilir zaten. "Siŋir" şekli Tohar B dilindeki aynı anlama gelen "sñor" ya da "sñaura" kelimesine (Tohar B yazısının romanizasyonunda kullanılan 'ñ' işareti 'ŋ'ye benzer bir ses olan 'ɲ' sesine tekabül eder) bilhassa benziyor.
DeleteYunanca "syrtos" kelimesinin dayandığı "sürmek", "sürüklemek" ve "çekmek" gibi manalara gelen "syrw" fiilinin ('w'yi omega karşılığı olarak kullandım) kökenini bilmediğimden o konuda fazla yorum yapamayacağım, diğer Hint-Avrupa dillerinde onunla aynı kökenden bir kelime var mı bilmiyorum, Yunancadaki pek çok kelime gibi bir gayri-Hint-Avrupa dilinden gelmesi mümkündür. Türki dillerdeki "sürmek" fiili ile bir alakası var mı, varsa nasıl var bilmiyorum, belki hem Yunancayı hem de Türki dilleri etkilemiş üçüncü bir dil ya da dil ailesi vasıtasıyla ortak kökenden geliyordur "syrw" ve "sürmek" fiilleri, ama bu iddia kendi adıma epey spekülatif olur.
Onur Dinçer biliyo da konuşuyo. Bilmeyince bilmiyom diyo.
DeleteLaedri anca yancılık yapıyo, meydanı boş bulunca salıyo avazeyi davud gibi cihana.
This comment has been removed by the author.
ReplyDeleteO zaman neden kitap okuyayım ki?
DeleteSadece insan olman yeter sebep değil midir? Biz fertler olarak boşlukta yaşamıyoruz. Meseleye bir de bu sosyal tarafından bakmalısın. Kitaplarla haşır neşir olmuşsun bir kere.
This comment has been removed by the author.
DeleteHayal gücü sınırsız değil. Beş duyu ile idrak edebildiğimiz üç boyutlu (zamanı da boyut olarak sayarsak dört) evren düzeni ile sınırlı. Öğrendiklerimiz arttıkça da hayal edebildiklerimizin sınırları genişliyor üstelik. Öğrenmenin başlıca yollarından biri kitap okumak. Öğrendikçe örneğin bilimin keşfettiği şeylerin hayal gücümüzün ne kadar ötesine geçtiğini görüyorsun. Bilimin son yüz küsur yılda keşfettikleri en iyi bilimkurgu roman ve filmlerine taş çıkartacak cinsten, aklın ve hayal gücünün sınırlarını zorluyor.
DeleteThis comment has been removed by the author.
Delete'simulation argument' konusuna eğilebilirsiniz, hazır o taraflara doğru eğilmişken.
DeleteThis comment has been removed by the author.
DeleteSevan Bey Horenli Musa tarihi hakkındaki düşünceleriniz nedir?
ReplyDeleteGerçek ya da uydurma Mar Abas Katina vekayinamesi bazında, Pakraduni hanedanı lehine bir resmi tarih oluşturma çalışması. Renkli bir metin mamafih, okuması keyifli.
DeleteTekrar yazılarınızla karşılaşmak benim için çok güzel. Sevgiler...
ReplyDelete