Dünkü yazının amacı şiddeti savunmak mıydı? Değildi. Şiddet karşıtı argümanların iç çelişkilerine işaret etmekti sadece. Bundan “aa demek ki şiddet iyiymiş” sonucu çıkmaz. Ne çıkar? Mesela “farklı argüman bul öyle gel” sonucu çıkar. “Demek ki bazen iyiymiş, ölçütü daha iyi tanımla” sonucu çıkar. “Ya şöyle derlerse ne cevap veririz düşündün mü” sorusu çıkar. “O platform yetersiz, başka zemin bulmalıyız” önerisi çıkabilir.
Yazı başlıklarını çoğu kez gıdıklayıcı olsun, okuttursun diye atıyorum. İçerikte daha ağırbaşlıyım. Sadece sondan bir önceki paragrafta “Hatta bazen güzeldir” cümleciğini dayanamadım ekledim. Soyut anlamda şiddet övgüsü içeren tek ibare odur olsa olsa.
*
Ne diyor yazı? Bir kere, “ay şekerim şiddet çok kötö, hepimiz karşıyız” söyleminin özünde düzenden yana, var olan güç ilişkilerini kutsayıcı bir ideolojik söylem olduğunu söylüyor. Bazen mi, her zaman mı? Sınırı nedir? Bilmem, tartışırız.
İki, anti-şiddet söyleminin en temel çelişkisine işaret ediyor. Farzedin şiddete karşıyız. Dünyadaki şiddeti bertaraf edecek ya da azaltacak şiddete de karşı mıyız? Karşıysak demek ki şiddete karşı değilmişiz. Bu çelişkiyi anlamadan insanlık tarihindeki feci ve tüyler ürpertici olayların hiç birini anlayamazsınız. Karınca incitmekten ürken makul insanların vakti gelince nasıl canavara dönüştüğünü kavrayamazsınız. Kavrayamayınca da “şiddet mi, ayy nefreth ederim” söylemi kokteyl gevezeliğinden ileri gitmez. Bakın, dinleyin, o cümlenin içinde kıvrılmış yılan gibi yatıyor çelişki: ... nefreth ederim, tecavüzcüleri yağlı kazığa oturtalım, dilim dilim doğrayalım!
Yazı devam ediyor. İki soru daha soruyor. Varlığına yönelik saldırıya nasıl cevap vereceksin? Cevabı kolay gibi görünür ama tuzak sorudur. Çünkü varlığın hiçbir zaman bedeninle sınırlı değildir. Kolektif varlığına saldırı olursa ne cevap vereceksin? Sevdiklerine, canından aziz bildiklerine saldırı olursa ne cevap vereceksin? Onu bırak, hiç bilmediğin birine haksız ve alçakça bir saldırı olursa ne yapacaksın?
Son olarak, daha tereddütlü bir mesele. Olmuş bitmiş şiddetin karşılığı ne olmalı. Tabii ki akıl yolu varsa akılla gitmek en doğrusudur. Hukuk varsa hukukla gitmek çoğu zaman daha etkili ve ahlaken daha temizdir. Kısasa kısas kötüdür. Peki. Lakin kısasa kısası büsbütün lağvedebilir misin? Edersen, ahlaki duyarlığı körelmiş, zombileşmiş insanlar ve zulme direnme yeteneğini yitirmiş bir toplumdan başka elinde ne kalır?.
*
“Her ahlaki önermenin mantıki sonucuna götürüldüğünde çelişkiye düştüğünü, dolayısıyla tutarlı bir ahlaki sistem kurmanın imkansız olduğunu (19 yaşındayken) fark ettim” diye yazmıştım bir tarihte. Ciddi konulara değinen hemen her yazımın içinde bu fikir bir yerlerde mutlaka saklıdır. Halim-Selim’de de epey değindim.
Her ahlaki arınma teşebbüsünün, her dini uyanış hareketinin kaçınılmaz akıbetidir. İyiliğin sırrını keşfettiğini sanırsın. Emin olursun. Eşini, dostunu, müritlerini inandırırsın. Dünyan ışıkla dolar: Cennetin anahtarları artık sendedir. Sonra birileri seni kıskanır, cemaatine çomak sokar. O zaman delirirsin. Hakikati her ne pahasına olursa olsun savunma sevdasına düşersin. Cemaatini korumak için icabında zora ve kumpasa başvurursun. Yetmezse soygun ve cinayet dahil her şeyi yaparsın. O uğurda yaptıklarını haklı ve meşru bulmaya başlarsın. Vicdanını yitirirsin. Hakikati bulduğunu zanneden insan kadar tehlikeli mahluk yoktur dünyada.
Örnek mi dediniz? Buyur Müslümanlık. Buyur Hıristiyanlık. Buyur komünizm. Buyur Fransız ihtilali. Küçült ölçeği, kendini düşün. Şirket kurup başarıya ulaşan arkadaşlarını düşün. Örgüte katılıp “temiz” yaşamaya ant içenleri düşün. Materyalizme sırtını dönüp hippi olmaya niyet edenleri düşün. Doğru yolu bulduğunu zanneden, o gün yoldan çıkmıştır.
*
Nedir peki önerdiğin çözüm hocam?
Yok basit bir cevabım. Belki de hiç yoktur bir cevap, düşüne düşüne sonunda oraya varacağım, dur bakalım. Şimdilik birkaç tutunabilecek birkaç dal görüyorum hala. Biri ironi kavramıdır. Yani neye inanıyorsan inan, ironiyi elden bırakmadıkça, yani kendini hafiften tiye almayı başarabildiğin müddetçe çok fazla yanılmazsın. Biri özgürlük kavramıdır. Aklın ve vicdanın özgürlüğünü maksimize etmeyi şiar edinirsen, tüm tuzaklardan olmasa da sıradan insanların düştüğü tuzakların çoğundan kendini daha iyi koruyabilirsin. Biri medeniyet kavramıdır, farkındaysanız son yıllarda artan oranda dilime dolanan bir kelime. Büyük siyasi olayları değerlendirirken “medeniyete faydası ne, zararı ne” diye sormak, sanılanın aksine, birçok soruya sağlıklı cevap vermeyi sağlayabilirmiş gibi geliyor bana. Kişilere ya da gruplara faydasını/zararını sormaktan daha verimli bir yol en azından.
Ama tabii büsbütün yanılıyor da olabilirim.
Merhaba Sevan,
ReplyDelete90'lı yıllardan beri neurosciences işiyle uğraşıyorum. Yaklaşık 20 yıl kadar evvel, EEG yoluyla insanlarda ve hayvanlarda, bireylerin yanlış bir cevap oluşturduklarının farkına vardıklarında beyinin yaydığı sinyalleri çalışıyorlardı. Bu sinyal negatif bir dalga formunda tezahür ediyordu: E.R.N yani error rating negativity.
Sonra labo testleri yaptılar ve süjelerden 2 opsiyondan birini tercih etmelerini istediler. Soruların hızını giderek arttırdılar. Denekler de bu hızaayak uydurmaya çalıştılar. Hızlandıkça daha fazla yanlış cevap (tercih) vermeye başladılar. Bu cevaplama hızları 90 milisaniyeye ulaştığında beyin hatayı tesbit etmeye başlıyordu. Üstelik eylem nihayetlendirilmemiş olsa bile ! Bu olay (emisyon) beynin aynı bölgesinde gerçekleşiyordu.
hata dediğimiz şey, beynin öngörüsü ile verilen cevabın arasındaki uzaklıktır (mesafe). Evet mi, hayır mı tahmininde bulunduğunda bu doğru sonuç veriyordu. Buradan yola çıkıldığında beynin evvel emirde öngörüyle işlev gördüğü fikrine varıldı. Ve bu sâyede beyin bizim dünyayı ve etrafımızda olup bitenleri anlamamıza yardımcı oluyordu.
ANCAK ve MAALESEF hata ya da başarısızlığa değer biçilmediği için her ikisi de yaptırımlara uğruyor ve hep norm dayatılıyordu, sistem tarafından (hangi sistem diye sormayınız). Bu yaptırımlı ve cezalandırmalı tarz çok ilginç olmaya aday 'HATA'larının önünü fecî bir biçimde kapatıyordu. Sonuçta psişik aygıt 'BAŞARISIZLIK'la kafa karışıklığı (confusion) arasında direkt bir bağ kuruyor ve HATA'yı cezalandırıyordu.
Oysa en toy bilim adamları da bilirler ki, HATA, HAKİKET'e (o her neyse) vardıran yolun çok önemli bir parçasını teşkil eder. Bu nedenle Bachelard şöyle dedi:
HAKİKAT (GERÇEK) rektifiye edilmiş HATA'dan başka bir şey değildir. (La vérité, n’est qu’une erreur rectifiée).
HATA beyin için besleyicidir.
Sevan, yanılsan da fark etmiyor, doğruya doğru gitmiş oluyorsun.
İyide Sevan Bey :
ReplyDeleteMalum elimizde "mutlak doğru" diye birşey yok.
Vede diğer bir malum herşey "göreceli" olduğu için "kendisiyle çelişir".
Yani akıl akılla çelişerek koyu bir akılsızlığa.
Vicdan vicdanla çelişerek çirkef bir vicdansızlığa.
Özgürlük özgürlükle çelişerek korkunç bir baskıya.
Medeniyet medeniyetle çelişerek barbarlığa ( savaşlar ) dönüşmüyor mu?
Üstelik medeniyet sürüyle "kural" ve ister istemez dayatılan sürüyle "düşünce kalıbı" demektir yani medeniyet "maalesef" özgürlükle çelişir.
Peki "soyut dünyadan" gündelik hayata dönersek :
Kitleler için "bir somun ekmek" mi daha önemlidir "özgürlük ve medeniyet mi"?
Malum dünyada açlık sınırının altında yaşayan sürüyle insan var.
Yani elimizdeki medeniyet daha insanlara bir somun ekmek bile veremiyorsa "ne işe yarıyordur bu medeniyet" diye soramaz mıyız?
İyi günler
Dünyada bugün 150 ila 200 bin şempanze varken 8 milyar insan varsa medeniyet sayesindedir. Bir somun ekmek bulamıyorlarsa nasıl yaşıyor ve nasıl ürüyor bu kadar mahluk?
DeleteSeven Bey
DeleteMalum bakteri sayısı bizden çok daha fazla bu durumda kim daha medeni?
Üstelik şimdiki gibi "asgari eşitliği" bile sağlayamamış bir medeniyet ne kadar istikrarlı olabilir?
Görüyoruz mülteci krizleri batan mülteci gemileri. Dahada artacak. "Küresel medeniyet" büyük bir krizle karşı karşıya.
"Üstelik medeniyet bir işe yaramalı" önermesinede karşı çıkamıyorsunuz.
"Medeniyet bir işe yaramalıysa" medeniyet amaç mı olur araç mı?
Vede artık şöyle sorular bilim kurgu değil "yakın gelecek" :
"Yakın gelecekte" yaratacağımız bir süper zeka bizim medeniyetin ilerlemesi için artık bir engel teşkil ettiğimize karar verirse ne olacak?
İyi günler
'Şiddete Övgü' yazınızda kategorik şiddet karşıtlığını yerin dibine batırdınız ve 'haklı şiddet'i göklere çıkardınız. Bu 'Ahlaklı yaşamın sırları' yazınızda kendinizi savunmaya çalışıyorsunuz, ama naçizane görüşüm aynı yanlışlar devam ediyor.
ReplyDeleteŞiddeti kategorik olarak reddetmenin çok zor, hatta imkansız olduğunu savunmanız yanlış değildi. Bu, günümüzde en yaygın kabul gören, en makul ve makbul görüştür (hem 'düzen yanlıları' hem de düzen karşıtları' arasında ; -)
Bence yanlış olan, kategorik şiddet karşıtlığı düşüncesini tartışmada haksızlıklar bile yaparak aşağılamak ve gözden düşürmeye çalışmaktı.
Şiddete kategorik olarak karşı çıkmak "düzenden yana olmak" anlamına gelmez. Aynı şekilde, haksız şiddet karşısında haklı şiddete başvurulmasına karşı çıkmak da haksız şiddetten yana olmak anlamına gelmez. Aksini iddia etmek haksızlık olmuyor mu? Tarihte Hindistan ulusal kurtuluş mücadelesinin savaşsız, şiddetsiz yoldan başarıya ulaşmasına önderlik eden Mahatma Gandi, ABD'de siyahların 1950'lerin ortalarından başlayıp 60'lı yıllar boyunca ilan edilmemiş bir apartheid rejimini yenmelerine önderlik eden ve bundan dolayı kendisine Nobel barış ödülü verilen Martin Luther King sanıyorum bunun böyle olmadığını yeterince kanıtlamıştır.
Sevgi ve saygılarımla...
Barışçı oldu dediğiniz Hindistan "kurtuluş" mücadelesi takriben 2,2 milyon sivilin katliamı ve 15 milyona yakın insanın sefil mülteci olmasıyla sonuçlandı. ML King'i ise Nobel komisyonu ve Amerikan devleti beğenir de bir de Malcolm X'e yahut Bobby Seale'e sorun isterseniz.
DeleteDoğrudur, ancak, "Çok kan dökülecek ama onların değil bizim kanımız dökülsün" diyen, İngiliz sömürgecilerinin barışçıl göstericileri katliamdan geçirmesi üzerine yayılan karşı şiddet eylemlerinin durdurulması için, daha sonra da Hindu-Müslüman çatışmalarına son verilmesi için ölüm orucuna yatan Gandi olmasaydı durum herhalde çok çok daha kötü olacaktı.
Delete"'Göze göz' diye diye tüm dünya kör olacak" diye haykırıp insanları şiddetsiz ama aktif direnişe çağıran
(mutlak bir sürü kusuru da olan) Gandi'ye karşı da adil olmak lazım.
ML King - Malcolm X tartışmalarında ise ilk başta onu "beyaz adamın yardakçısı" gibi görüp sonradan (büyük ölçüde) King'e hak veren, en azından ona destek olma konumuna geçen Malcolm X oldu.
Şiddetsizlik görüşünü doğru bulmayabilirsiniz, her derde deva olmayabilir de... Ama Sezar'ın Hakkı Sezar'a, haksızlıklara, adaletsizliklere karşı mücadelede böyle bir alternatif yol da önerildiğini, bunu teslimiyet ile karıştırmamak gerektiğini kabul etmeli...
Sevan bey, bir şeyi merak ediyorum: Malum; egoist, hedonist, mutlulukçu, naturalist, dinî, faydacı, erdemci, varoluşçu vs. pekçok ahlak teorisi var. Anlayabildiğim kadarıyla sizin ahlak anlayışınız daha çok B. Constant ve J. P. Sartre'ın bir karışımı gibi, ki ben de şahsen böyle bir karışıma kendimi yakın hissedebilirim. Ama bu ahlak anlayışının içine biraz da dünyadaki beşerî ızdırabı azaltmaya yönelik hümaniteryen bir kaygı eklenmesi gerekmez mi sizce? Bu kaygı eklenmediğinde sahip olunan ahlak anlayışı ister istemez egoist olmaz mı?
ReplyDeleteSelamlar
Karl Popper, (sanırım Açık Toplum ve Düşmanları'ndaydı) sosyal ve politik teorinin amacının dünyadaki beşeri ızdırabın azaltılması olması gerektiğini söylüyor. Popper'ın epey dürüst bir insan olduğuna dair yaygın kanıya sanırım siz de katılırsınız. (J. S. Mill ve J. Bentham gibi utiliteryenleri saymıyorum bile.)
DeleteKaldı ki mesele beşeri ızdıraptan söz edenlerin dürüst olup olmadıkları değil. Mesele çeşitli ahlakî "iyi"ler/"değer"ler arasında optimum bir karışımın nasıl ortaya konulabileceği. Dünyada epeyce beşerî ızdırap var. Siz de ızdırap çeken insanlardan birisi olabilirdiniz. Mesela Yemen'deki içsavaşın içine doğmuş bir çocuk olabilirdiniz. O zaman aynı şekilde cevap veremezdiniz sanırım.
Amacım kimseyi suçlamak değil. Zaten sizin dünyaya büyük katkılar yaptığınızı düşünüyorum. Ama bütün bu yaratıcı katkıların yanında, dünyadaki yüksek seviyeli beşerî ızdırabı azaltmaya yönelik hümanist birşeyler yapmamanız sanki sizin mirasınızı gelecek kuşakların gözünde, bu katkıların egoist saiklerle gerçekleştirildiğine yönelik bir kanı oluşturmak suretiyle, zedeleyecek gibi gözüküyor.
Sevgi ve saygılarımla
Sevan bey, umarım, "Tam da adamına sordunuz!" diye düşünmezsiniz.
ReplyDeleteÜniversite mezunuyum.
İşsizim.
Yaşımın ilerliyor oluşu sebebiyle, iş mülakatlarının çoğunda, işverenlerin ve İK yetkililerinin "tekin olmayan yüz ifadeleri"yle çok sık karşılaşıyorum.
Sizden isteğim:
Amacım, para içinde yüzüp kısa zamanda zengin olmak değil.
Geleceğimi mümkün mertebe istikrarlı kurabilmem için neler tavsiye edersiniz? Hangi yöntemleri izlememi tavsiye edersiniz?
Not: İş, istihdam konularında "istikrar" kelimesi, genellikle, konformizm içinde kalmak, risk almaktan kaçınmak olarak algılanıyor. Hâlbuki "prekarya (precariat)" tabiriyle ciddi şekilde analiz edilen "iş, istihdam anlamında güvencesiz nesiller" çoğalmakta. Sizin bakış açınıza göre, iş, istihdam anlamında "istikrar" aramak, konformist olmak mıdır?
Taşrada bir arazi edin. Tarımla uğraş. Satamazsan yersin.
DeleteSakın ha! Tarım işine girme. Emtia olduğu için düşük marjlı ve doğanın insafına kalmış bir iştir. Eğer köylü değilsen hayat tarzı olarak da zor bir iştir.
DeleteÜniversite mezunu olmak kendi başına bir özellik değil. Üniversitede edindiğin beceri ne ise o beceri üzerine kendi işini kur.
Eğer işinde iyiysen para gelir. İşinde iyi değilsen, işinde iyi ol. İşinde iyi olmak için severek yapman lazım. Sevmediğin bölümde okuduysan yandın. İş bulsan bile mutsuz olacaksın.
Yine de çok geç değil. Sevdiğin bir şey bul. O konuda beceri kazan. Diploma para kazandırmaz, beceri kazandırır. Klişe ama doğru. Bak Sevan'a. Sevdiği işlere girdi. İyi para kazandı. Bu yaşta sıfırdan hala proje peşinde koşuyor.
Sevan Bey,
ReplyDeleteÖzgürlük kavramı moral değil ethic olarak okunmalı.(Kant; etik ve özgürlük)
Lakin söylediğiniz şey çok doğru, mutlak doğrular ve yanlışlar konusunda tam da bahsettiğiniz şeyi Jonathan Dancy, Moral Reasons kitabında anlatıyor. 93 yılında yayınlanan bu çalışmada moral particular reason olarak bu meseleyi farklı olaylara karşı verdiğimiz kararlardaki ahlaki değerlerimiz üzerinden saptamalarını okuyabilirsiniz. Kendinizi yakın hissedeceğinizi düşünüyorum.
Hakikat meselesine gelirsek mutlak inanca götüren bir şey, inancı ne olursa olsun; şüphe etmeyi bırakan ve fanatikleşen bir zihin sorgulanmayan bir yaşam tarzına götürüyor. Bireyi dışarıdan sorgulamayı da imkansız kılıyor. Kişisel olarak konuşacak olursam yaşamın -isterseniz hakikatin de diyebilirsiniz- sürekli değişim ve dönüşüm halinde olduğunu anlayınca prensiplerle yola devam ediliyor.
Yine yazıda medeniyete faydası ne? sorusu çok önemli bir saptama olmuş tebrikler, aynı soruyu insanlık için birbirimize borçlu olduklarımız başlığı ile Tim Scanlon sormuş. Bunlar güzel saptamalar lakin geçen yazınızda Derrida'ya giydirmenizin nedenine cevap vermediniz. Yoksa yorumlara mı cevap vermiyorsunuz, bilmiyorum.
İroni güzel o elimizde onu kaybetmeyelim. İyi çalışmalar.
Sevan bey, gerçekten tez zamanda "enlightenment"e varmanızı dilerim. İnsanlık için acayıp faydalı olursunuz. Koca bir zekanız var. Yalnız metodunuz çaresiz gözüküyor.
ReplyDelete"
Bodhi ağacı bulamıyorum bu taraflarda.
Deleteİroni, özgürlük ve medeniyete ben şahsen niyeti de eklerdim (Türkiye keşke bu konuyu Ahmet Altan ve Orhan Pamuk'la tartışma olanağını size, o tartışmayı dinleme olanağını da bize tanisaydi)
ReplyDelete"... beşeri ızdırabı azaltmaktan hiç söz etmiyorsun" diyen yorumu yanlışlıkla sildim. Pardon. Cevap yazdıydım:
ReplyDeleteBeşeri ızdırabı azaltmaktan söz edenlerin genellikle pek dürüst olmadığı kanısına kapılıyorum. Ucuza alkış toplamanın en kolay yoludur.
Karl Popper, (sanırım Açık Toplum ve Düşmanları'ndaydı) sosyal ve politik teorinin amacının dünyadaki beşeri ızdırabın azaltılması olması gerektiğini söylüyor. Popper'ın epey dürüst bir insan olduğuna dair yaygın kanıya sanırım siz de katılırsınız. (J. S. Mill ve J. Bentham gibi utiliteryenleri saymıyorum bile.)
DeleteKaldı ki mesele beşeri ızdıraptan söz edenlerin dürüst olup olmadıkları değil. Mesele çeşitli ahlakî "iyi"ler/"değer"ler arasında optimum bir karışımın nasıl ortaya konulabileceği. Dünyada epeyce beşerî ızdırap var. Siz de ızdırap çeken insanlardan birisi olabilirdiniz. Mesela Yemen'deki içsavaşın içine doğmuş bir çocuk olabilirdiniz. O zaman aynı şekilde cevap veremezdiniz sanırım.
Amacım kimseyi suçlamak değil. Zaten sizin dünyaya büyük katkılar yaptığınızı düşünüyorum. Ama bütün bu yaratıcı katkıların yanında, dünyadaki yüksek seviyeli beşerî ızdırabı azaltmaya yönelik hümanist birşeyler yapmamanız sanki sizin mirasınızı gelecek kuşakların gözünde, bu katkıların egoist saiklerle gerçekleştirildiğine yönelik bir kanı oluşturmak suretiyle, zedeleyecek gibi gözüküyor.
Selamlar
şiddete karşı şiddet kullananların hangisinin haklı, hangisiniz haksız şiddet olduğuna nasıl karar vereceğiz? kazanan haklı şiddet, yenilen ise haksız şiddet uyguladı mı diyeceğiz? herhangi bir insana iyi veya kötü diyebilir miyiz? sonuçta her insanın yaptığı iyilikler ve kötülükler yok mudur? iyilikte kişiden kişiye, toplumdan topluma göreceli değil mi? sonuçta bizim uydurduğumuz bir kavram ama hepimizin beraber yaşamasını sağlıyor.
ReplyDeleteHer acı şifadır zehirden başka her tatlı zehirdir baldan başka demiş atalarımız katılıyormusunuz acaba bunA
DeleteBir hükümdarın yanında iyi ahlâklı biri, devamlı ayakta durur ve ona daima (iyilik edene, iyiliğine karşı iyilik et. Çünkü, kötülük yapana, yaptığı kötülük yeter.) derdi. Onun bu makamda ve mertebede olmasını birisi çekemez, hükümdarla senli benli konuşmasını kıskanır ve onu hükümdara kötülemek isterdi. Uzun düşüncelerden sonra hükümdara gidip, "Bu adamınız, hükümdarımızın ağzının koktuğunu söylüyor" diye şikâyet eder. Hükümdar, hayır böyle şey olmaz, der. Hasedci adam, "Onu çağırın ve dikkat edin, size yaklaştığı zaman, ağız kokunuzu duymamak için, elini burnuna koyacaktır." der. Hükümdarın yanından çıktığı gibi, arkasından iftira ettiği adamı evine davet eder. Ona içinde sarımsak bulunan yemek yedirir. İyi ahlâklı insan her şeyden habersiz, oradan çıkıp, hükümdarın huzuruna gider. Her zaman konuştuğu gibi konuşur. Hükümdar, bana yakın gel, der. Sarımsak yediği için ağız kokusundan rahatsız olmasın, diye eliyle ağzını kapatır. Öyle yaklaşır. Hükümdar, önceki adam doğru söyledi, diyerek, hemen kalkıp, bizzat kendisi bir mektûb yazar. Burada "Bu mektubu taşıyan sana gelince, onu boğazla, derisini yüz, içine saman doldur ve bana gönder." diye yazıp, bir valisine götürmesini söyler, (i-çinde yazılı olandan haberi olmayan suçsuz ve dolayısı ile bir korkusu olmıyan) bu iyi ahlâklı insan, mektubu valiye götürmek için alır ve çıkar. Yolda, kendisini çekemiyen adamla karşılaşır. Elindeki mektubu göstererek, hükümdarın mükâfat mektubudur, der. Diğer hasedci adam, yalvararak sızlayarak ne olursun, o mektubu bana ver, ben götüreyim, ben mükâfat alayım, der. Verir, O da alıp, valiye götürür. Vâlî ona, getirdiğin mektûbta, seni boğazlayıp, derini yüzüp, saman doldurup, hükümdara göndermem yazılıdır, der. Adam, bu mektûb benim için değildir. Allah, Allah, şu başıma gelene bak! Ben dönüp, durumu hükümdara arz edeyim, der. Vâlî: "Hükümdarın mektubu, emirnâmesi geri çevrilmez, deyip, adamı öldürüp valinin istediği şekilde ona gönderir. Öbür adam ise, âdeti üzere, hükümdarın yanına gider. Hükümdar hayret eder. Benim mektubu ne yaptın der. O da: Yanınızdan ayrılınca, filan kimseye rastladım. Mektubu kendisine vermemi rica etti. Ben de verdim. Hükümdar, o bana senin, ağzımın koktuğunu söylediğini bildirmişti. O da hayır, asla olamaz, dedi. Peki öyleyse, yanıma yaklaşınca, neden ağzını tuttun?" der. "Efendim, bana o yemek yedirdi, içinde bol sarımsak vardı. Size yaklaşınca, ağzımın kokusu ile rahatsız etmiyeyim diye ağzımı tuttum." cevabını verir. Hükümdar, "Sen haklıymışsın, kötülük edene, ettiği kötülük, yeter" dedi.
ReplyDelete