(Aslanlı Yol'dan bir bölüm.)
Cübbesi ile asasını bir yana koyduğu zaman
blucinle dolaşmayı seven biriydi. Kekova’da ufak bir balıkçı motorunda
yıldızların altında tek başına gecelediğine tanık oldum. Bir ara patriklik
görevinden bunaldı, uzun bir yolculuğa çıktı, belki de geri dönmemeyi
tasarladı. O yolculuğunda bana da uğradı. Üniversitede arkeoloji eğitimi
almıştı. Ege bölgesindeki harabeleri tek başına gezmeyi düşlüyordu. Makamını
bırakıp bir üniversitede hocalık yapma hayali vardı. Sohbeti derinleştirdim.
Tanrı kavramını akılla nasıl bağdaştırabildiğini sordum. “Merak etme,” dedi,
“din adamları arasında tanrıya inancını yitirmemiş olan azdır.”
Hem makam sorumluluğu taşıyan, hem entelektüel
kimliğini koruyabilen kaç kişi var bu ülkede? Okumuş olanlar çoğu zaman karar
vermenin yükünü bilmezler; yönetimde olanlar ise kalplerini ve beyinlerini
çoktan hurdaya vermişlerdir. Mesrob Sırpazan iki kişiliği birden taşıyan ender
insanlardandı. Belki o yüzden çoğu insana sohbeti yorucu gelmiştir, kim bilir.
Yürüyün
Tire’ye gidelim dedim. Tire’nin pazarı güzeldir. Çoluk çocuk makam minibüsüne
doluştuk – salon salamanje, döner koltuklu, çok aksesuarlı, kara camlı bir
araç. Şoförü izinliydi, kendisinin sürmesi de yakışık almazdı, o yüzden bizim
otelde çalışan İsa direksiyona geçti. Güle oynaya gittik. O dönemde birtakım
ahir zaman dinleri türemişti, meğer 2012’de dünyanın sonu gelecekmiş, Hazreti
İsa uzay gemisiyle dünyaya gelip iyileri kurtaracakmış, Şirince köyünde “yüksek
enerji alanı” olduğundan belki de buraya inecekmiş. Yolda bunları anlattım, eğlendik.
Tavit o
tarihte beş yaşında. Akşam ciddi bir ifadeyle yanıma gelip bombayı patlattı:
“Babiş, İsa abinin uzay gemisi var mı gerçekten?” Bizim İsa’yı makam arabasının
dümeninde görünce aklı karışmış, bizden habersiz böyle arabası olanın uzay
gemisi de olur diye akıl yürütmüş.
Gülmekten
devrildik. Ama asıl olay birkaç gün sonra duyuldu. Bizimkinin arkadaşı
ilçemizdeki Nur cemaatinin hocalarından birinin kızıydı. Eve gidip anlatmış,
Hazreti İsa bizi gezmeye götürdü diye. Nasıl biriydi? Koca sakallı, kara gömlekli
bir amca. Ailesinde şafak atmış, kızımıza ne propagandası yapıyorlar diye
endişelere düşmüşler. İzah ettik, güldük. Ama kızı bir daha bizim eve
göndermediler.
*
Hrant
cinayetinden bir süre sonra gene geldi. Huzursuz bir hali vardı. Özel konuşmak
istediğini düşündüm, ama koruma polisi bir an bile yanımızdan ayrılmadı. Adamı
ekarte etmek için Matematik Köyüne kadar yürüyüş yapmayı önerdim, ama koruma da
bizimle geldi, yol boyu durmadan gevezelik etti. Yemeğe de hep beraber oturduk,
adamın Rus eşiyle ilişkilerini enine boyuna öğrenme şansına kavuştuk.
Birkaç ay
sonra İstanbul’da Tarık Arıoba’nın evinde karşılaştık. Telefon açıp çat kapı
geldi. Bu sefer yanında iki koruma vardı. Bizimle beraber oturup sohbete
katıldılar. Hastalığı belirginleşmişti. Beni pek hatırlamadı. Konuşulanları dalgın bir gülümsemeyle izledi.
Sonra hafızasını tamamen yitirdi. Ruhani Kurul
toplanıp, II. Mesrob’un hastalığından ötürü patriklik görevini yerine
getiremeyeceğine hükmetti.
hos bi reverans olmus elinize saglik
ReplyDelete