Süryanice İskender Menkıbesi
(Neşônô dîle d-Oleksandrôs). Elyazması 7. yüzyıla ait. 1889’da E. Wallis Budge metni yayımlamış.[1]
1890’da büyük Alman şarkiyatçısı Th. Nöldeke bir makalesinde bu metnin Kuran’daki Zülkarneyn hikâyesinin modeli olduğuna işaret etmiş.
[2] Bunlar bilinen şeyler, yenilik yok.
2002 ve 2003’te G. Reinink iki makalesinde İskender Menkıbesini Bizans İmparatoru Heraklios devrinin siyasi/ideolojik bağlamına oturtmuş, efsanenin gerçekte güncel bir siyasi anlamı olduğuna işaret etmiş.
[3] K. van Bladel 2008’de Reinink’in çalışması ışığında menkıbe ile Kuran metni arasındaki ilişkiyi yeniden incelemiş.[4]
İşte bunlar nefes kesici.
Bladel’in makalesini geçen gün okudum. Birkaç not aldım, paylaşayım.
Süryanice menkıbenin özeti
Basılı metin 21 sayfa, İngilizce çeviri 17 sayfa. Özeti şöyle:
Büyük İskender maiyetini toplayıp, dünyanın dört ucunu keşfetmek istediğini haber verir. Danışmanları, dünyanın çevresinde Oqyânôs adlı cerahatle dolu bulanık bir deniz olduğunu, buna yaklaşanın derhal öleceğini söylerler. İskender yılmaz, Allaha dua eder. Başına iki boynuz koyup kendisini yeryüzünde kudret sahibi ettiği için ona şükreder. Dünyanın sonuna gitmesine izin verirse, Mesih şayet kendi ömründe gelecek olursa ona itaat etmeyi, gelmez ise geldiğinde oturması için kendi tahtını Kudüs’e koymayı vaadeder.
Yolda Mısır’a uğrar, oranın kralından 7000 Mısırlı tunç ve demir ustası ödünç alır. Dört ay ve 12 gün sefer ettikten sonra Güneyde uzak bir ülkeye varır. Oranın halkına, hapiste ölüme mahkûm olan günahkârları (‘âbday-bîşê) kendisine getirmelerini söyler. Bulanık denizin etkisini sınamak için onları Okyanus’un kıyısına gönderir. Mahkûmların hepsi ölür. İskender bunun üzerine denizi aşma planından vazgeçer. Onun yerine, berrak suların olduğu bir yere gider. Burası, güneşin batarken aştığı Gökyüzünün Penceresinin bulunduğu yerdir. Pencereden geçince İskender ve ordusu kendilerini bu kez güneşin doğduğu yerde bulurlar. Gün doğumunda burası o kadar ısınmaktadır ki insanlar yanıp ölmekte, bu yüzden mağaralarda ve su altında yaşamaktadır. Burada başlarına birçok olay gelir.
Sonraki yolculukta İskender Fırat ve Dicle’nin kaynaklarına doğru seyahat eder. [Burada verilen ayrıntılardan, Süryanice metin yazarının Siirt-Bitlis taraflarını bilen biri olduğu anlaşılıyor.] Oraları aşıp, Fars hükümdarına ait olan Kafkas dağına ulaşır. Buranın halkı, dağdaki dar geçidin öbür yanında yaşayan vahşi Hunlardan şikâyetçidir. Onların vahşetini uzun uzun anlatırlar. Hunların krallarının adı Agôg ve Magôg’dur. Aslan gibi kükrerler, savaşta kadınları ve çocukları esirgemezler. İskender halkın dileği neyse yerine getireceğini söyler. Onların talebi üzerine, beraberinde getirdiği Mısırlı ustalara Hunlara karşı tunç ve demirden bir set (savunma duvarı) yaptırır. Sonra duvarın üzerine bir yazıt yazdırıp, geleceğe dair kehanetlerini kaydeder. Buna göre, o günden 826 yıl sonra Hunlar duvarı aşarak Haloras Irmağına dek ülkeyi yağmalayacaktır. [Haloras nehri, bugün Erzurum’a bağlı Olur ilçesine adını veren ırmaktır. Arapçası Halûras, Ermenicesi Olor şeklinde geçer.] 940 yıl sonra ise dünya çapında savaş olacak, tüm krallar ve kavimler birbiriyle savaşacaktır. Allahın bir emriyle sedde bir gedik açılacak, dehşet verici Hun orduları bu gedikten dalga dalga içeri akacaktır. Yeryüzü insanların kanı ve dışkısıyla kaplanacaktır. Ancak sonuçta Rum padişahı savaşa girecek ve zaferi kazanarak dünyanın dört bucağına egemen olacaktır. Bu olaydan sonra Mesih gelecek ve kıyamet gerçekleşecektir.
İskender bu yazıtı yazdıktan sonra Acem kralıyla karşılaşıp savaşır. Savaş sırasında Rab, meleklerden bir ordunun başında, savaş arabasını sürerek İskender’in ordusuna yardım eder; kralı yenip esir almasını sağlar. Kral haraç karşılığı barış teklif eder. Ancak Kralın kâhinleri fal kitaplarına danışıp, Rumların dünyaya hakim olacağını, Babil ile Asur’u yerle bir ettikten sonra Acem kralını öldüreceğini bildirirler. Bundan sonra İskender Kudüs’e giderek, ant ettiği üzere, Mesih geldiğinde kullanması için gümüş tahtını oraya bırakır.
Yorum ve notlar
1. Efsane kisvesi altında, 628-629 yıllarının siyasi olaylarına değinilmiştir. 27 yıl süren İran savaşı Rum ülkesi için büyük yıkım olmuş, İran orduları İstanbul kapılarına dayanmış, Kudüs’ü fethetmiştir. Kudüs’ün düşmesi halkta büyük demoralizasyona yol açmış, İncil’in Vahiy (Revelation) kitabı uyarınca kıyametin belirtisi sayılmıştır. Derken 628’de Heraklios cüretkâr bir kontratakla, İran ordusu Anadolu’da seferdeyken İran’ı istila etmiş, önce Ninive’yi (Asur), sonra İran başkenti olan Ktesifon-Medayin’i (Babil) ele geçirmiştir. Kudüs geri alınmış, İran şahının götürmüş olduğu Hakiki Haç bulunarak, iki yıl süren muazzam törenlerin ardından Kudüs’e iade edilmiştir. Barış girişiminde bulunan İran Şahı Husrev Pervîz kendi saraylıları tarafından kurulan bir komplo sonucu 629’da öldürülmüştür.
Bu sırada Bizans’ın müttefiki olan Türkler Kafkas geçitlerini aşıp İran Ermenistanını talan etmiş, İran’ın çöküşüne yardım ettikten sonra bu sefer Bizans’la bozuşup Rum Ermenistanını da yağmalamışlardır.
Reinink’in makalelerinde ayrıntılı olarak gösterildiği üzere, bu olaylar esnasında Heraklios umutsuzluk içinde olan Anadolu ve Ortadoğu halkına yönelik muazzam bir propaganda kampanyasına girişmiş, kendini İran’ı fetheden “Yeni İskender” olarak lanse etmiş, bu tezi işleyen sayısız şiir, destan ve kahramanlık öyküsü piyasaya sürülmüştür. Yeni İskender, eskisinden farklı olarak mümin bir Hıristiyandır ve Mesih’in ikinci gelişine yol açmakla görevlidir.
2. Ortadoğuda yaklaşık bin yıl boyunca kullanılan ve “İskender Takvimi” olarak adlandırılan Selevkos takvimi, MÖ 312’de başlar. İskender’in Kafkas seddine yazdırdığı kehanette geçen iki tarihten ilki, o halde, M 514’e tekabül etmektedir. Sabirler adı verilen İç Asya kavminin Kafkas seddini aşıp İran ve Anadoluyu yağmalamasının tarihidir. İkinci tarih M 628 eşdeğeridir. Bu tarihte, Göktürkler (veya onlara tabi Hazar Türkleri), Heraklios’un çağrısı üzerine Derbent geçidini aşıp Ermenistan’ı ve İran’ı istila etmiştir.[5]
3. İskender’in Kafkas dağında inşa ettiği setten ilk kez M 1. yy’da tarihçi Josephus söz eder. Josephus seddin kapısının demirden olduğunu belirtir. Muhtemelen Tiflis’in kuzeyindeki Daryal geçidinde bulunan bu set, Hazar Denizinin sularının çekilmesinden sonra 4. yy’da İran şahlarının inşa ettirdiği Dağıstan’daki Derbend seddiyle karıştırılmıştır. [Daha önce bir yazımda İskender seddinin Orta Asya’daki Çin Seddi olabileceğinden söz etmiştim. Yanılmışım. Doğrusu budur.]
4. Metinde çok sık olarak, İncil ve Tevrat’ta geçen kıyamet alametlerine gönderme vardır. Gôg ve Magôg’un kıyametten önce kuzeyden zuhur edeceği, Ezekiel 38-39 ve Vahiy 20:7-10’da yazılıdır. Aslanlar gibi kükreyen canavar, tüm halkların birbirine karşı savaşı, İyi Hükümdar’ın dünyaya hakim olması vb. klasik kıyamet alametleri arasındadır. Van Bladel metinde yirmiye yakın kıyamet simgesi teşhis ediyor.
5. İskender’in sırasıyla güney, batı, doğu ve kuzey’e seyahati muhtemelen Haç sembolizmi içermektedir. Kahramanımız yeryüzüne dev bir haç işareti yapmış, böylece Mesih’in gelişine zemin hazırlamıştır.
Sonuç olarak, 629 veya en geç 630 yılında kaleme alınmış bir Bizans yanlısı propaganda metni ile karşı karşıyayız. Yazarı muhtemelen Siirt-Bitlis kökenli bir Süryanidir. Anti-mezhepçi söylemi muhtemelen Rum davasına soğuk bakan çeşitli mezhep gruplarını ikna etmeye yöneliktir. Eldeki metnin lehçe özellikleri, eskiden beri İran sempatizanı olan Nasturilere yönelik bir propaganda çalışmasını akla yakındır.
Kuran ne demiş?
Şimdi Kur’an, Kehf suresi 83-102'i okuyoruz. Türkçesinde Diyanet İşlerinin eski ve yeni meallerini harman ettim, ufak tefek düzeltmeler yaptım.[6]
83. Sana Zülkarneyn'i sorarlar, "Size ondan bir kıssa [zikr] anlatacağım" de.
84. Biz onu yeryüzünde kudret sahibi kıldık ve kendisine her şeyden yol [sebeb] verdik.
85. O da yolu izledi.
86. Güneşin battığı yere varınca, onu bulanık bir suda batar buldu. Orada bir kavim gördü. “Ey Zülkarneyn! Ya onları cezalandırırsın, ya da haklarında iyilik edersin” dedik.
87. (Zulkarneyn) dedi ki: “Günah işlemiş olanı [men zaleme] cezalandıracağız, sonra Rabbine (sahibine, hakimine) geri gönderilecek ve o da onu şiddetle (gereken şekilde?) cezalandırır.”
88. “Ve her kim inanır ve doğru davranırsa, ona güzel bir mükâfat ve kolaylık söyleyeceğiz.”
89. Sonra yine yola gitti.
90. Güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu kendileriyle güneş arasına siper (perde) koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu.
91. İşte böylece, biz onun çevresinde olanı tümüyle biliyorduk.
92. Sonra gene bir yola gitti.
93. İki seddin (dağın) arasına varınca, orada nerdeyse hiç söz anlamayan (dil bilmeyen?) bir halka rastladı.
94. Dediler ki: “Ey Zülkarneyn! Ye’cüc ve Me’cüc yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlar. Onlarla bizim aramıza bir sed yapman karşılığında sana harç (vergi) verelim mi?”
95. [Zülkarneyn] dedi ki: “Rabbimin bana verdiği daha değerlidir. Siz bana gücünüzle yardım edin de, sizinle onların arasına sağlam bir sed yapayım.”
96. “Bana demir kütleleri getirin” dedi. Bunlar iki dağın arasını doldurunca: 'Körükleyin' dedi. Demirler akkor haline gelince; 'Bana erimiş bakır getirin de üzerine dökeyim' dedi.
97. Artık o seddi ne aşabildiler, ne de delebildiler.
98. Dedi ki, “Bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin vaadi gelince onu yerle bir eder. Rabbimin vaadi gerçektir.”
99. Biz o gün onları bırakırız, dalgalar halinde birbirlerine girerler. Sur üflenince hepsini bir araya toplarız.
100. Ve o gün kâfirlere cehennemi gösteririz.
101. Onların gözleri zikrime karşı perdelidir ve işitmeye kudretleri yoktur.
102. Kâfirler, beni bırakıp kullarımı mı dost edindiler? Biz cehennemi kâfirlere sunmak için hazırladık.
Kuran metninin notları
83. Zülkarneyn ذو القرنين “iki boynuzlu” demektir. Pseudo-Kallisthenes’in 3. yy’da kaleme alınan İskender destanından bu yana Büyük İskender bu sıfatla anılır ve ikonografide daima iki boynuzla gösterilir. Sebebi hakkında çeşitli görüşler vardır. Bir olasılık, İskender’in Mısır’da tanrı Ammon’un simgesi olan boynuzlarla donatılarak tanrı mertebesine yükseltilmiş olmasıdır.
83. Zikr ذكر “anı, anma” demek olduğu kadar “ün, şan, menkıbe, bir kişinin kahramanlıklarını anlatan destansı hikâye” anlamına gelir. Süryanice neşonô sözcüğünün tam karşılığıdır.
84. Zülkarneyn’in yeryüzünde kudret sahibi olması, Süryanice metinde İskender’in tanrıya yakarışını anımsatır.
84. Metinde dört kez geçen sebeb سبب sözcüğü burada “yol” anlamındadır. Bugün kullandığımız “bir sonuca yol açan şey” anlamı, sonraki devirde beliren derivatif anlamdır.
86.-88. Arapça metinde anlamı muğlak olan hikâye, Süryanice metin ışığında aydınlanmaktadır. İskender suçlulara (günahkârlara, yani hapisteki mahkûmlara) bir ikilem sunar. Su zehirli değilse kurtulacaklardır, zehirli ise zaten ölüme mahkûm oldukları için kaybedecekleri bir şey yoktur. Arapça metin, ya sözlü olarak aktarılırken anlamını kısmen kaybetmiş, ya da (daha güçlü olasılıkla) editörün yanlış müdahalesine kurban gitmiş olmalıdır.
86. عَيْنٍ حَمِئَةٍ ifadesi çoğu zaman “çamurlu bir su pınarı,” “balçık” olarak çevrilse de, tefsirciler sözcüğün “deniz” anlamına da geldiğine işaret etmişlerdir. Edip Yüksel “okyanus” diye çevirmiş, ancak “bulanık” sıfatını görmezlikten gelmiş.
91. Ayetin anlamı belirsizdir. Muhtemelen güneşten korunma imkânı olmayan kavimden söz ediliyor.
93. Yunan ve Ortadoğu geleneğinde İç Asya göçerleri “Hun” jenerik adıyla anılır ve uygarlıktan nasibi olmayan barbarlar olarak takdim edilir. Kuran metnindeki “söz anlamayan kavim”den kasıt bu olsa gerek.
94. Süryanice metinde Agôg ve Magôg görülür. Arapçada beliren hemze (Ye’cûc ve Me’cûc), erken dönem Arap yazısında sesli harf taşıyıcısı (mater lectionis) olarak kullanılan noktasız ya harfinin H 2. yy’da elif ve hemze ile düzeltilmesinden kaynaklanan bir yanlış okuma olmalıdır.
99. “Dalgalar halinde” [yamûcu يموج ] ifadesi Süryanice metindeki “dalga dalga” seddi aşan kavimleri hatırlatır.
101. Burada sözü edilen zikr muhtemelen menkıbenin kendisidir (bkz 83. ayet). "Hikâyenin esas veya gizli anlamını anlamayanlar" kastedilmiş olabilir.
Nasıl aktarılmış? Ne oluyor burada?
Geleneksel kabule göre Kehf suresi Mekke’de indirilmiştir; dolayısıyla M 622 yılından öncesine aittir. Bunun doğru olamayacağı anlaşılıyor.
Sure şayet Muhammed’in eseri ise, orijinalin yazıldığı en erken tarih olan 629 yılı ile Muhammed’in vefat ettiği 632 yılı arasında Medine’ye ulaşmış olması gerekiyor. Bu mümkün müdür? Pekala mümkündür. Muhammed’in yaşadığı dönemde Arabistan’da çok sayıda Nasturi Hıristiyanın bulunduğunu, İslam cemaatinin ve diğer Arap aşiretlerinin İran ile Rum arasında süregiden “dünya savaşı”nı yakından izlediklerini ve birçok yerde müdahil olduklarını biliyoruz. Faraza Urfa’da yahut Irak’ta yayınlanan güncel bir risalenin Medine’ye ulaşması o günün şartlarında bir-iki ay sürecek iştir.
“Size bir zikr anlatayım,” diye başlayıp “bazıları bu zikrin anlamını anlamaz” diye biten anlatının, bir “metin aktarma” (reporting) işlemini ima ettiği açıktır. Aktarılan metinden Hıristiyan simgeleri ve Rum propagandası unsurları ayıklanmış, Mesih beklentisi yerine İslami öğretiye uygun kıyamet ve cehennem ögeleri ikame edilmiştir.
Hz. Muhammed’in bir söyleşide kendisine soru soranlara, “Hıristiyanlar öyle anlatmış ama, bak, o kıssanın gerçek anlamı öyle değil böyledir” diye anlattığını pekala tahayyül edebiliyoruz.
Peki güncel bir siyasi meseleye dair sohbetin, göz göre göre vahiy sayılıp Kuran’a dahil edilmesini nasıl açıklayacağız?
Benim aklıma gelen şu: Hz. Muhammed’in bildirdiği (yahut sonradan kendisine atfedilen) bazı sözler, cemaat tarafından makamla söylenen ilahiler (İng. liturgy, Süryanice keryânâ “kıraat”) şeklinde aktarıldı. Çok sonraları, muhtemelen M 7. yy sonlarına doğru, bunlar yazıya dökülerek derlendi. Aktarılanların çoğunun güncel/siyasi bağlamı, derleme tarihinde unutulmuştu. Halife Osman zamanında derlenen Öz Hakiki Kuran efsanesi, muhtemelen daha da sonra, belki M 9. yüzyılda, hadis çalışmaları çerçevesinde üretildi.
Yanılıyorumdur belki. Öyleyse lütfen beni aydınlatır mısınız?
ifadeler muğlak demeyin sakın. zira muğlaksa bile hepsi izaha muhtaç olsa gerek ki, siz bile tefsir etme zahmetindesiniz.
merakımı giderin, tartışmaya gelmedim.
bazıları bu hikayeden bir şey anlamaz:)
Muhammed zamanında Hicaz'da yazı dilinin henüz Arapça değil Aramice/Süryanice olduğu anlaşılıyor. Erken Ortaçağda Fransa veya İtalya'da Latince yazılması gibi bir şey. Avrupa tarihi biliyorsanız, ummî sözcüğü sanırım tam anlamıyla Romanicia/Romance karşılığı olmalı. "Ancak yerel dili ve halk edebiyatını bilen kişi, kitabî olmayan kişi". Okur yazar olmadığını göstermez, formel eğitime sahip olmadığını gösterir.
Okuma yazma bilip , diyar diyar gezen kişinin bu bilgileri edinmesi işten bile değil ve bu bilgilerini Tanrının buyruğu olarak anlatsa da kimse inanmaz.
Ben okuma yazma bilip gizlediğini düşünüyorum çünkü oldukça akıllıca. Gezginliği ve okuma yazması ile kırk yaşına karar bilgi biriktiriyor , kırk yaşından sonra erip buyurmaya başlıyor.Düşünsenize , Cebrail'in ilk getirdiği buyruk "oku" ardına Cebrail Muhammedin sırtını sıkarak bir anda okumayı öğretiyor.
Oldukça belli , en başında örtüyor , gizliyor okuma - yazma bilmediğini buna bir anda Tanrı sayesinde nail oluyor.
Demişsiniz. Bu aslında yeterince yeterli bir açıklama ama madem tarih kaynaklarına inanmıyorsunuz, aklıma gelen başka bir açıklama var. Anlattıklarınıza bakılırsa, olaya tersten bakabiliriz.
Benim açıklamam şu: Bence bu ayetler gerçekten o hikaye kaleme alınmadan önce inmiştir. Sizin dediğiniz gibi de 2-3 ay içinde tüccarlar v.s. vasıtasıyla doğu anadolu'ya kadar yayılıp orada tekrar hikayeleştirilmiştir. Eğer Bizans'tan Arabistan'a doğru yayılmış olabileceğine inanıyorsanız, ve eğer taraflı bakmıyorsanız, Arabistan'dan Bizans'a doğru gitmiş olabileceğine de inanabilmeniz gerekiyor
Ayrıca böyle açıklamalara gerek yok. Eğer tarihte gerçekten Zülkarneyn diye biri yaşamışsa bu birçok kültürde hikayeleştirilmiş olabilir. Buna benzer başka kıssalar da var. Hem Eski Ahitte hem Yeni Ahitte hem Kur'an da olan hikayeleri illa birbirlerinden almışlar diye düşünmek zorunda değiliz. Aynı olay hem Bitlis'te hikayeleştirilmiş, hem de Kur'an ayetlerine konu olmuş olabilir. Surenin devamında mağara ashabının hikayesi var mesela. Şimdi bir Biazns kaynağında aynı hikaye anlatılıyor olsa illa biri diğerinden almış olarak mı düşüneceğiz? Hayır, aynı hikaye hem orada hem burada anlatılmış diye düşüneceğiz, müslümanlar olarak.
Buna benzer bir örnek daha var. Hz. İbrahim'e inen ayetlerde geçtiği iddia edilen bir hikaye var ve bu uzak doğudan batıya kadar farklı kültürlerde hikaye edilmiş. Hem Bediüzzaman'ın Risale-i Nur'unda hem de Tolstoy'da hem de budist anlatılarında geçen bir hikaye var. Kuyuya düşen adam, tutunduğu dal, dalın köklerini kemiren siyah-beyaz iki fare ve kuyunun dibindeki ejderha. Bunu da açıklamanın iki yolu var. Ya birbirlerinden araklamışlar diyeceksiniz, ya da aynı kaynaktan gelen bir hikayenin farklı kültürlerde anlatılışı diyeceksiniz.
Sonuç olarak inanmayan hiçbir zaman inanmayacak. Başta geçen alıntıda geçtiği gibi, sadece "Bu ayetler o hikaye yazılmadan önce inmiştir" gibi basit bir açıklama yeterli aslında, ama inanmayacaksınız. Sonuçta yedinci yüzyıldan kalma bir belge getirip sizi ikna edemeyeceğimize göre hiçbir zaman inanmayacaksınız. Ben de sizi ikna etmeye çalışmıyorum zaten. Arada kalan, anlattıklarınıza anlam veremeyen okuyucular için yazdım.
Selametle.
Zaten anlatmak istediğimiz şey bu, yoksa kimin umurunda bin sene evvel yaşamış birtakım şabalakların saçma sapan hurafeleri?
Ayrıca Kur'an da geçen bir iddia var. Mealen, "eğer Kur'an'ı inkar ediyorlarsa benzerini getirsinler" gibi bir şey diyor, o zamanın inkarcılarına hodri meydan çekiyor. Eğer gerçekten Kur'an daha önce dolaşımda olan kaynaklardan derlenen bir kitap olsaydı, o zamanın Hristiyan ve Yahudi alimleri ya da müşrikler bunu söz konusu etmez miydi? Bu hikayeyi biz zaten biliyorduk, bari dipnot verseydin demezler miydi? Hikaye Mezopotamya'dan Hicaz'a gelirken herkesi ıskalayıp Efendimiz'e (Aleyhisselam) ulaşmış olamaz.
(kıyamadım o kadar uğraşmış bi kişiyi yola getirdim sansın)
O zaman belki sorgulama ve kuşkulanma yeteneğiniz de çok ötelere gidecek. Yetenekleriniz keskinleşecek. Ama özsaygınızı zedeliyorsunuz.
Bin yıl sonra şabalak olarak anılmak hoşunuza gider mi acep. Birileri bugünkü bilim'e hurafe demeye başladıkları vakit!
Zaten anlatmak istediğimiz şey bu, yoksa kimin umurunda bin sene evvel yaşamış birtakım şabalakların saçma sapan hurafeleri?"
Kendinden bilge ve aydın diye söz ettiren kişilerin en küçük bir kışkırtmada (sanırım eleştiriler artık hakaretten sayılıyor) uydurma hakaretler (bkz. "şabalak") ve çoğu kişinin anlayamayacağı yabancı kelimeler (bkz. "a priori") kullanarak cevap vermesini günümüzde aydın olarak kabul edilen belli bir kesimin seviyesini göstermesi açısından önemli görüyorum. Yoruma verilen cevaptaki böyle bir üslubun sebebinin, Youtube'da Türklerin ve Yunanlıların birbirlerine karşılıklı olarak sövmesinin arkasında yatan sebeplerden çok da bir farkını göremiyorum. Söylenenlerin yanı sıra üslup konusu da çok önemlidir. Üslubunuz uygun olduğu sürece çok farklı kesimlere hitap edebilirsiniz; böyle bir üslupla ise ancak sizin gibi düşünen ve benzer yaşam tarzına sahip, düşünsel açıdan kısır bir insan grubunun arasında tıkılıp kalırsınız.
Kutsala saygı konusuna gelirsek, "kutsal" kelimesine atfedilen anlam boşuna değildir. Kutsal insanın cüz-i aklıyla tam olarak kavrayamayacağı şeylerden oluşur ve maddeci bir bakış açısıyla baktığımızda bize gülünç gelir. Ancak insanların kendilerinden daha büyük bir güce inanma ihtiyacı doğuştandır ve bazı kişilerde daha belirgin veya daha silik olabilir. Bu yüzden insanların kutsal olarak gördüğü şeyler hakkında herkesin görebileceği bu tür bir ortamda bunun gibi kanılara varmak, bahsedilen kutsal hangi dine ve inanışa ait olursa olsun, üslup açısından yaralayıcıdır.
Fakat Süyuti-el itkan; Mukatil Medine'de indiğini söylemektedir.
kaynak: http://www.istekuran.com/index.php?page=kehf
çünkü eğitimli birinin yardımı ile olmuş olsa sanırım şaşırmayız. biraz da öyle duruyor kuran çünkü.
selmanı farisinin kuran'a yardımını duymuştum iranlı birinden.
sizin bu konuda bilginiz ya da düşünceniz nedir acaba?
Zaten, kendi yazısına adsız yorum yapan ne çok yazar var.
Hepsi de yazdığını kafaya takanlardan demek ki.
Ben de mi öyle olurum acaba.
"...Hususan yirmi miktar hartiler ve Yappamondolar (Mappa Mondo)dan yani İskenderi Zülkarneyn zamanında telif olmuş hartidir ki rubu meskun anın içinde malumdur..."
peygamber mi, veli mi yoksa mitolojik bir karakter mi? tam belli değil. Anlatılan bu hikayelerin kuranda olması normal değil mi? Bir yaratıcı varsa şayet insanlara bir takım öğütler vermek amacıyla daha önce yaşayan insanlardan ve kavimlerden örnekler sunması mantıklı değil mi. Kuran'da geçen bir hikayeyi ele alıp bu anlatılanın aslında şehir efsanesi olduğunu iddia etmek ne kadar doğru? Kuran'daki hikayelerin eski metinlerde de geçiyor olması Kuran'ın araklama yaptığını mı gösterir? Böyle kıssaların kuran'da olması Tanrı sözü olmadığına yeterince işaret midir?
Kurân'a bu kadar karşı olup, Kurân üzerinde bu kadar kafa yormak sâdece "entelektüel" ilgi olarak görülebilir mi?!
Bir şey var Kurân'da sizi rahatsız eden... Kurân'ın gerçekten beşer ürünü olduğundan emin olsaydınız, bu kadar uğraşmaya değer görmezdiniz... Bir şey var Kurân'da sizi rahatsız eden... Çözemediğiniz bir şey!! Acaba nedir; nedir?! :)
Ateist olmanıza rağmen sizi rahatsız eden bir şey?!
Oysa, dinlerin insanlığa tâlim ettiği herşeyi inkâr ettiğinize göre bu "rahatsızlık" niye; senin inkârına cebren müdahele edilmediği sürece?!
Neden Kurân'ı bu kadar kafaya takıyorsunuz ki...?? Keyfinize bakmak varken...??
Bir şey var sizi rahatsız eden ve inkârınızda şüpheye sevk eden... Dilinizle ikrar ettiğiniz inkârı kalbiniz tasdik etmiyor zâr?!
Bana öyle geliyor ki, Kurân'a bu kadar takılıp kalmanız kalbinize söz geçiremiyor olmanızdan... Peki, eğer ben yanılmıyorsam ki siz bilmesenizde yanılmıyorum; aklınızla kalbiniz arasında sıkışıp kalmaktan nasıl kurtulacaksınız?! Yaratıcının sizinle özel iletişime geçmesini mi (vahiy) bekleyeceksiniz?! "Eğer varsan, benimle irtibat kur!" diye mi beklemektesiniz??
İşiniz gerçekten çok zor!!
Neyse, kendinizle çelişiyor olsanız bile Kurân'a takılmaya devam edeceğiniz anlaşılıyor... Ne çare?? Belki bir yerden sonra hidâyetinize vesile olur?!
Allah'tan ümit kesilmez!
N_S
www.kuranizeka.com
İki: Bazılarının bu kadar bariz bir gerekçeyi anlamayı reddedip akıldışı saikler araması, daha da beter aklımızı kurcalıyor. Bu kadar körelme gerçekten mümkün mü, yoksa sadece kendilerini mi kandırmaya çalışıyor bu insanlar diye merak ediyoruz.
---------------
Vay be "Neyzen SEMAZEN"?! (Televizyon programlarında sema gösterilerinde ney üfleyen pek çok mevlevi gördüm, hepsi sen misin bilmem!)
Dinsizliğe bu kadar karşı olup, dinsizlik üzerinde bu kadar kafa yormak sadece "Manevi" ilgi olarak görülebilir mi?!
Bir şey var dinsizlikte sizi rahatsız eden... Kuran'ın gerçekten tanrı sözü olduğundan emin olsaydınız, dinsizliği bu kadar uğraşılmaya değer görmezdiniz... Bir şey var dinsizlikte sizi rahatsız eden... Çözemediğiniz bir şey!! Acaba nedir nedir?!:)
Mümin olmanıza rağmen sizi rahatsız eden bir şey?!
Oysa, aklın insan vicdanına teklif ettiği her şüpheyi reddettiğinize göre bu "rahatsızlık" niye; senin imanına cebren müdahale edilmediği sürece?!
Neden şuracıkta kendi aralarında al gülüm ver gülüm yazıp çizen üç beş dinsizi bu kadar kafaya takıyorsunuz ki...?? İbadetinizle meşgul olmak varken...??
Bir şey var sizi rahatsız eden ve imanınızda şüpheye sevk eden... Kalbinizle teslim olduğunuz imanı aklınız tasdik etmiyor zaar?!
Bana öyle geliyor ki, dinsiz ortamlarda bu kadar takılıp kalmanız aklın işaret ettiği yoldan gözünüzü alamıyor olmanızdan... Peki, eğer ben yanılıyorsam ki pekala yanılıyor olabilirim, cennette ikamet ettiğiniz sonsuz süre zarfında, aklınızın gösterdiklerinin hep işinize gelen tarafını kabul ettiğiniz gerçeğini hiç mi içinizden geçirmeyeceksiniz? Hakikati daima hasır altı ettiğiniz gerçekliği sonsuz süreye binaen içinizde çığ gibi büyüyüp hiç mi vicdanınıza dokunmayacak? Cennetteki yüz milyarıncı senenizde 'yüz milyar yıldır düşünüyorum nasıl olur da kadır-i mutlak olunabilir kafam almıyor' diye isyan edesiniz geldiği vakit yaratıcı sırtınızı sıvazlayıp "Takma bunları kafana, bunları ben bilirim. Sen keyfine bak, cennettesin yahu" dediğinde huriler ve süt ırmakları azabınıza merhem olabilecek mi??
İşiniz gerçekten çok zor!!
Neyse kendinizle çelişiyor olsanız bile dinsiz söyleşilere katılmaya devam edeceğiniz anlaşılıyor... Ne çare?? Belki bir yerden sonra hidayetinize vesile olur?!
Allah'tan ümit kesilmez:)))
--Adsız--
"Bir: 1,4 milyar insanın bu kadar saçma, düzmece olduğu bu kadar bariz olan bir kitaba takılıp kalması, evet, kafamızı kurcalıyor." demissiniz.
Merak ettigim icin soruyorum, Kur'an-i Kerim'i aslindan ve Arapca bilginize dayanarak, anlamini bilerek mi okudunuz yoksa meal veya tefsirinden mi? Kimin meali/tefsiri oldugunu da merak ediyorum. Muhammed Esed ilginc bir musluman, onun meal-tefsiri belki size farkli bir ufuk acabilir.
Sacma ve duzmece bir kitap oldugunun delillerini zikrettiginiz bir yaziniz var midir?
http://en.wikipedia.org/wiki/Alexander_romance
Merak ettiğim bir nokta ise İskender gerçekten de bir Kafkas seddi yaptırdı mı? Bu seddin üzerine bir kehanet yazdırdı mı? Bunların gerçek mi efsane mi olduğunu yazıdan çıkaramadım.
Süryanice metin herhangi bir zamanda yazılmış olan eski bir destanın tekrarı değil. Gayet spesifik bir siyasi duruma cevaben yazılmış bir siyasi broşür. Orijinal destanda apokaliptik unsurlar yok, Yecüc Mecüc yok, İskender'in kehanetleri yok, gölgesiz ülke anlatısı yok.
İskender'in Kafkas seddi yaptırdığı öyküsü ilk kez MS 1. yy'da (yani İskenderin ölümünden 400 yıl sonra) Josephus'un tarihinde belirmiş. Epigrafik veya arkeolojik delili yok.Daryal geçidinde Pers krallarının yaptırdığı bir duvar var; belki onu onartmış olabilir.
Derbend geçidi İskender zamanında yoktu, çünkü Hazar Denizi daha yüksekti. Sular çekildikten sonra ortaya çıkan geçit yoluna Sasani kralları MS 3. veya 4. yy'da Derbend seddini yaptırmış.
http://en.wikipedia.org/wiki/Cyrus_the_Great_in_the_Qur%27an
Muhammed'e Zülkarneyn'i yahudilerin sormasından yola çıkarak bu şahsın yahudilerin aşina olduğu biri olmasının daha muhtemel olduğunu söylüyor. Eski ahitte de şöyle bir pasaj varmış: "As for the ram that you saw with the two horns, these are the kings of Media and Persia."
Yani yahudilerin iki boynuzlu diye tabir ettikleri kişinin İskender değil de eski bir Pers kralı olması bu sebepten daha muhtemel görünüyor. Bahsedilen duvarı Pers krallarının yaptırmış olması da bu teoriyi destekliyor görünüyor. Bu teori hakkındaki fikrinizi de merak ediyorum.
http://www.facebook.com/notes/eternal-consciousness-ebedi-bilin%C3%A7/z%C3%BClkarneyn-ve-ni%C5%9Fanyan/466934633369445
Tengri eyiliğinizi versin.
çeviri ile arapça aslı arasında ne gibi bir fark bulacaksın ki? bunca arapça bilen insan var ve yüzyıllardan beri düzgün bir çevirisi yapılamıyor ise ve ana temayı veremiyorsa bu ilahi kitap bizi muhatap olarak kabul etmiyor demektir. oysa kuran ve islam ısrarla son gelen, evrensel din olduğunu vurguluyor kendisi için. ve çevirilerin şu zamana kadar belli bir temayı veremeyecek kadar yetersiz kaldığını iddia etmek 1400 yıldır bu dine inanan insanların imanını ve varlığını önemsizleştirir. ve madem bunca arapça çevirmen bu kitap hakkında birilerine genel bir düzlem sunamayacak derecede kuranın anlamından uzak ise kim bu kuranı anlayabilir? Ve bu kitabın muhatabı kim olabilir?
kurana edebiyat eseri muamelesi yapıp onu geliş amacından izole etmek kitabın içeriğindekilere ihanet etmektir. bu kitabın çevirisi hakkındaki düşüncelerimizde dikkat etmemiz gereken noktanın bu olduğunu düşünüyorum.aksi takdirde yani kitabın çevirisinden kuran anlaşılamaz deniyorsa, kitabın evrensellik savunusundan taviz vermek zorunda kalırsınız.
Tahmin ediyorum, Kurân'ı ve İslâm'ı tenkide veya tahkire kalkışan ateistler içinde kâinatın nasıl olup da "yaratıcısız" var olabileceğini ispat edebilen bir "tilki" var mıdır diye merak ediyor?!
Doğrusu ben de böyle bir "tilki"nin var olduğunu zannetmiyorum! Buna mukabil, eğer tilkiyi bulursam, kuyruğunun kendisine şehâdetini ayrıca merak edeceğim...
Ancak görüyorum ki, aslında militan ateistler meydanı boş sandıkları için "tilkilik" yapıyorlar!
"Vadi tenha olunca, tilki vali olur!" demişler... İman ve İslâm vâdisi boş olmadığına göre, valilik tilkileri kalmaz! :)
Tengri iyiliğiMİ versin! Âmîn!
(Muhtemelen, Nişanyan bunu da silecektir amma ben yine de yazdım! Sansürden geçsin diye "Adsız" da yazabilirdim; ama yazmam!!)
N_S
Sonra bir de gez düşün "yahu bunlar bize ne cüretke cahil diyorlar?" diye demi?
Ben sizi yakinen takip eden, pek çok defa canlı dinleyen ve kendini agnostik olarak tanımlayan biriyim. Yazılarınızı büyük bir hayranlık ve ciddiyetle okur, notlarımı alırım.
Ancak bu makalenizde kafama takılan şeyler var.
Burada Kehf suresinin süryani metinden daha önce indirildiğinin düşünüldüğünü belirttiğiniz halde Kehf suresi süryani metinden alıntıdır diyorsunuz. Daha önce başka bir okurun da yorumunda belirttiği üzere tezinize ters yönlü bir etkileşme olamaz mı?
Kehf suresindeki Zulkarneyn ifadesi çift boynuzlu demek olması ve Iskender'ın 3 YY'dan beri bu ifade ile anılması tezinizi yani Kuran'ın Süryanı metinden esinlendiğini destekliyor.
Ancak bunun dışında bir falso göremedim ben. Yani Muhammed Zulkarneyn'in maceralarını anlatmış olabilir ve Suryani şahıs da bunu propagandasına uyacak şekilde modifiye etmiş olamaz mı sizce?
Açıkcası sizi neyin bu kadar net bir şekilde Kuranın sonradan etkinlenmiş olmasına ikna ettiğini anlayamadım. Ama Sevan Baba böyle iddialı bir başlık atıyosa ben kaçırmışımdır diye düşünüyorum. Çok rica etsem kısa da olsa bir açıklama yapabilir misiniz?
Şimdiden çok teşekkürler
İkincisi sana zülkarneyn'i sorarlar deniyor ayette. Şimdi bu ayete göre daha evvelden dolaşan rivayetler olduğunu anlamaktayız Zulkarneyn hakkında. Sen diyorsun ki bu ayetler sözlü olarak aktarıldı yoksa skandal olur falan, o zamanki siyasi olayları vahiy olarak yazılı sunmak uygun olmazdı diyorsun. İlk tezime göre sonradan yazılmış olmadığını görüyoruz Kuranın.Ve ayrıca koca bir topluluk içinde Muhammed ve çevresinin Kuran'dan sıkı bir şekilde öğrendiği iyilik ve dürüstlük çerçevesinde bunu dinleyen adamlar hiç sorgulamadan eyvallah dedi öyle mi? Yazmış gibi olmadı yani bu şekilde? Şarkılar türküler okundu yutuldu diyorsun...
Üçüncüsünü zaten arkadaşlar söylemiş süryani metinlerde kurandan kopya yapılması pek mümkün görünüyor. Aşırı varsayımlar var, evet kuşku uyandırıyor bu araştırmalar ama sen yazmaya devam et bunları Sevan, bilelim, bilelim ki daha doğru bir yol seçmekte daha kararlı olalım. Teşekkürler.
Mesela dünyanın döndüğü,
"Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler. Herşeyi 'sapasağlam ve yerli yerinde yapan' Allah'ın sanatı (yapısı)dır (bu). Şüphesiz O, işlediklerinizden haberdardır." (Neml, 27/88)
Küresel biçimde olduğu,
"Allah geceyi gündüze dolar, gündüzü de geceye dolar.” (Zümer, 39/5)
Bunlar açık olanlar. Bunlar gibi daha bir çok gönderme de var. Şimdi bunları hesaba katmayıp direk negatifi alıp koymak iyi bir muhakeme olmuyor haliyle.
ben bu hikayeyi kurandan yüzyıllar önce kaleme alınmış, büyük iskender ile ilgili gerçeklik dışı bir efsane zannediyordum. muhammedin bu hikayeyi kurana uyarlayarak çift boynuzlu iskendere de zulkarneyn diyerek güzel bir hikaye ortaya çıkardığını sanıyordum.ama şimdi öğrendim ki kehf suresinin indirildiği iddia edilen tarih bu hikayenin kaleme alınışından önce. üstte birileri daha sormuş ama ben açıklamayı tam anlayamadım. hikaye mekkeden mezopotamya tarafına yayılıp iskendere ve zamanın politik olaylarına uyarlanmış olamaz mı?
amacım muhalefet değil, gerçekten açıklamayı anlayamadığımdan soruyorum.
gerçekten öğrenmek için soruyorum. araştırmalarıma göre kehf süresinin zürkarneyn hikayesini de içeren büyük bir kısmı mekke'de 69. sırada inmiş olduğunu öğrendim (kuran.diyanet.gov.tr). Yine diyanete referans vermiş internetteki bir diğer kaynaktan surenin 7. yılda mekke'de indiğini öğrendim. "Diyanet, bu belgeyi yayınlamakla birlikte mutlak doğru olarak kabul edilmemesi gerektiğini not olarak düşmüş." diyor aynı kaynak. Elimde bulunan Muhammed Esed'in Kuran Meali ve Tefsirinden bu surenin yine Mekke'nin son dönemlerinde indiğini öğrendim.
Kuran'ın ilk 12 yılı Mekke'de, toplamda 23 yılda indiği biliniyor. 610'da inmeye başladığı bilgisi doğru kabul edilirse bu kaynaklara göre Kehf süresi ve ilgili ayetleri 622'den önce inmiş oluyor. Fakat Sevan Bey'in anlatımında İskender Menkıbesinin yazılma tarihinin 629'dan önce olamayacağı söyleniyor.
Bunu bir açıklığa kavuşturabilir miyiz? Acaba Menkıbe tek seferde oluşturulmamış olabilir mi? Bir bölümü daha önce tamamlanmış olabilir mi?
http://adilbak.blogspot.com.tr/2014/05/zulkarneyn-kissasi-ilmi-yonu.html
Ben bu konulardaki imanımı ve itmi'nanımı Risale-i Nur Külliyatının ilgili kısımlarını okuyarak elde ettim, pekiştirdim. Altıbin sayfanın hepsini okumasanız da olur. İlgili sayfalar altmış sayfayı ancak bulur. İnsanoğlu eceli gelmeden önce iman meselesini halletmelidir. Bence o sayfaları bir an önce bulun ve okuyun. Bir bilim adamının, iman hususunda bilim adına şüpheler taşıması onun için anlaşılmaz bir durumdur. Saygılarımı sunarım.
özellikle etimoloji, resmi tarih ve din hakkındaki yeni yazılarınızı bekliyoruz.