Saturday, February 23, 2013

Kuran'ın Kültürel Kaynakları - III: Aramiceden Arapçaya alıntılar


Yazı dili Aramiceden “ummî” dili Arapçaya aktarılan sözcüklere dair klasik devir Arap dilcileri epeyce bilgi verirler. Arap gramerinin babası sayılan Sibaweyh (8. yy), Arapça fiil kökü bulunmayan, veya faˁāl ve fuˁlān gibi Arapçada var olmayan vezinlere uyan kelimelerin muarreb (yani yabancı dilden “Araplaşmış”) olduklarını kabul eder.  El-Cewalikî (10. yy) el-Muarreb adlı eserinde Kuran Arapçasına Süryanice ve Farsçadan alınmış sözcüklerin geniş bir listesini sunar. Es-Suyûtî (15. yy), el-Itkan adlı eserinde yabancı alıntılar meselesine dair doktrin tartışmalarını etraflıca özetler.

Batıda Kuran’ın filolojik kaynaklarına ilişkin ilk önemli akademik çalışma Abraham Geiger’in 1833’te Yahudi dini kavramlarının Kuran’daki kullanımına ilişkin doktora tezidir. 1880’de Siegmund Fraenkel Arap dilinde Aramice alıntılara ilişkin eserini yayımlar. 1912’de Theodor NöldekeNeue Beiträge zur semitischen Sprachwissenschaft adlı dev eseriyle, konuyu yeni bir bilimsel ciddiyet düzeyine taşır. 1920’lerde Horovitz Kuran’da geçen Tevrat kökenli kişi adları üzerine çalışır. 1938’de Arthur JefferyThe Foreign Vocabulary of the Qur’an adlı klasik eserinde o güne kadarki tartışma ve bulguları senteze ulaştırır. 1960’larda Maniheizm üzerine çalışan Geo Widengren, o güne dek Sami dillerine yapılan vurguya sırtını dönerek, Kuran dilinin İrani ve Zerdüşti kaynaklarını araştırır.
Konuya ilişkin sayısız kitap, tez ve makaleyi burada özetlemek gereksiz. Çekişmeli bir akademik tartışmanın 180 yıldan beri sürdüğünü, hemen her iddianın didik didik edildiğini, her kelime hakkında lehte ve aleyhte mürekkep dereleri akıtılmış olduğunu belirtmekle yetineyim.

*
Aşağıda Kuran Arapçasına Aramice-Süryaniceden alınmış olan bazı sözcükleri listeledim. Kapsamı dar tutulmuş bir listedir. Sadece Aramice/Süryanice yazılı kaynaklarda yeterli sıklıkta ve anlamından şüphe edilmeyecek şekilde kullanılan kelimeleri gösterdim. Literatürde fikir birliği olmayan konulara hiç girmedim. (Mesela, Aramice kaynaklı olduğu bence muhakkak olmakla beraber Aramice yazılı örneği gösterilemeyen küfr sözcüğü listede yoktur.) Farsçaya da şimdilik değinmedim.
                          .
A) Yazıyla ilgili kelimeler
Yazı kültürüne ilişkin kelimelerin, yazıyla çok geç bir dönemde tanışan Arap diline yabancı dilden alınmış olması doğaldır. Aşağıdakilerin tümü Aramice/Süryaniceden Kuran Arapçasına aktarılmış sözcüklerdendir.
kitab, kur’an, harf, hatt, hece, nusha, sahife/suhuf, terceme, nokta, imla, kalem, kırtas (papirüs), raqq (parşömen), sure, mecelle, sicill, satr (yazmak), sifr (kitap), sefere (kâtipler), ders
[KTB kökü evet Arapçadır, ancak aslen “sivri bir uçla kazımak, çentmek, çizik atmak” anlamındadır; “yazılı metin” anlamında kitâb sözcüğü ise Aramicede Milat öncesinden itibaren yaygındır. Keza “yüksek sesle söylemek, haykırmak” anlamındaki QRA fiilinin yazı okumaya ilişkin özel anlamını Aramice ve Arapçada birbirinden bağımsız olarak kazanmış olması düşünülemez. Qeryânâ Süryanicede “makamla okunan ilahi” ve “kilisede belli günlerde kıraat edilecek ilahileri gösteren kitap” anlamındadır. Süryanice yod harfinin Arapça hemze ile karşılanması tipiktir.]
                   .
B) Dinî kavramlar
Kuran’ın “teknik” vokabülerini oluşturan dinî kavramların ezici çoğunluğunun Aramice/Süryaniceden alınmış olması ilgi çekicidir.
din, millet, nebi, ilah, rabb, melek, şeytan, cennet, cehennem, araf, alem, kıyamet, ayet, ruh, nefs, rahman, kurban, subhan, ğufran, küfran, sultan, furkan, hanif, tevbe, amin, şahid/şüheda, salât/salavat, secde/mescid, tufan, tabut, zina, recm/racim, nafaka, iblis, fıkh, hitan, kürsi, arş, cünub, cürm, harac, kefaret, nifak, tufan, tabut, deccal, Yecüc ve Mecüc, tağut, dabbe, hacc, zekât, savm (oruç), sadaka, îd, ummi, berzah, hātemul enbiya, sıbğa (vaftiz), Tuba, sırat, selsebil, ceberut, melekût, illiyun, kayyum, rahib/ruhban, kâhin, mesih
Sayılan sözcüklerin bazılarının kökü Arapçada bağımsız olarak mevcuttur. Örnek: NBY (bağırmak, kavga etmek), CNN (gizli olmak), RWH (esmek), QRB (yakın olmak, yakınlık göstermek), RHB (korkmak) vb. Ancak bu primitif kavramlardan, gelişkin bir inanç ve ibadet sistemine ait nebi, cennet, ruh, kurban, rahib gibi yüksek kültür kavramlarının, iki ayrı dilde, birbirinden bağımsız olarak türemiş olması imkânsızdır.

Listedekilerin hemen her birinin, Yahudi ve Hıristiyan geleneği içerisinde, MÖ 1000 ile MS 600 yılları arasında belirip olgunlaşmasını adım adım izlememize izin veren yazılı kaynaklara sahibiz. Dolayısıyla, MÖ 2000’den önceki bir tarihte müstakil dillere ayrışan Sami Anadilinde, bu kavramların mevcut olmadığını güvenle söyleyebiliriz. Bu durumda iki olasılık sözkonusudur. Ya bu sözcükler Arapçada oluşmuş, kültürel etkileşim yoluyla İbranice ve Aramiceye aktarılmıştır. Ya da bunun tersi olmuştur. Üçüncü bir olasılık mevcut değildir.

Dil ve kültür tarihinin normal akışında, ikinci olasılığın baskın olduğundan şüphe edemeyiz.
                    .
C) Yunancadan Süryaniceye alınmış kelimeler
Roma imparatorluğunun Doğudaki egemen dili olan Yunancadan Süryaniceye çok sayıda, Yahudi Aramicesine daha az sayıda yüksek kültür sözcüğü aktarılmıştı. Bir kısmı Kuran Arapçasında da görülen bu sözcüklerin, Sami kökenli olmadıkları, dolayısıyla Arapçada yerli olamayacakları açıktır.
beled (politeía = devlet), burc (pyrgos = kule), cins (gênos), dirhem(draxmê, para birimi), dinardênarios, para birimi), feradis/firdevs(paradeísos = cennet), İncil (euangêlion), kırtas (kartés = papirüs), zevc(zeugos = eş), sicil (sigillion = resmi evrak), qıntar (kentenárion = kantar)
D) Tevrat ve İncil kaynaklı kişi adları
Kuran’da zikredilen kişi adlarının %90’ı bulan kısmı, Eski ve Yeni Ahitte adı geçen kişilere aittir. Bunların bir kısmının orijinal İbranice/Aramice biçimde (Musa, İsa, Yahya), bir kısmının ise Yunanca Kutsal Kitaptan Süryaniceye aktarılan Yunancalaşmış biçimlerde (Elyâ ve Yûnâ yerine İlyas ve Yunus) alıntılanmış olması ilgi çekicidir.
İbrahim, İshak, İsmail, Yakup, Yusuf, Süleyman, Davut, Musa, Üzeyr, Adem, Eyüp, Yunus, Danyal, Nuh, İlyas, Harun, İmran,  Şuayib, Lut, Mikail, Cebrail, Nemrud, Karun, Talut, Elyesa, Zekeriya, Yahya, İsa, Meryem  

17 yorum:

  1. teşekkürler bizleri yine aydınlattığınız için. cahilliğime verin lakin huruf u mukatta a denilen kuranda geçen harfler tam olarak nedir? tüm bu bahislerin içindeki yerini sizden dinlemek görmek isterim.mümkünse tabi.
    Yanıtla
  2. Bu yorum yazar tarafından silindi.
    Yanıtla
  3. Uzun zamandır takip etmeme rağmen yorum yapma fırsatı bugüneymiş. Sayenizde yine çok yararlı bilgiler edindik Sevan hocam.

    Özellikle Yunanca kökenli kelimelerden dolaylı olarak alıntı yapılmış olması dikkate değer.
    Bu durum Arap diline, her dilde olduğu gibi, zaman içinde yerleşmiş birçok yabancı kökenli kelimelerin doğal olarak Kuran'da da geçiyor olmasından ziyade söz konusu kelimeyle birlikte doğrudan o kelimenin işaret ettiği terimin de alıntılanmış olabileceğini gösteriyor sanırım.
    Yanıtla
  4. Öncelikle şu varsayımlarınızı doğru kabul edelim:

    - Arapça yazı dili olarak kullanılmıyordu.
    - Bölgede Hıristiyan ve Yahudi topluluklar azımsanmayacak bir yoğunluktaydı, dini metinlerini Aramice yazıya döküyorlardı.
    - Muhammed Peygamber Aramice okumayı bilmiyordu.
    - Yüksek kültür kavramlarının, iki ayrı dilde, birbirinden bağımsız olarak türemiş olması mümkün değildi.

    Öyleyse Muhammed Peygamber'in zihnindeki kavram haritası Arapça ile şekillenmiş olmalı. Başkalarını dinleyerek öğrendiği yüksek kültür kavramları sadece sözlü iletişimin gürültülü bir kanal olmasından değil, bu yüzden de onun zihninde mutasyon geçirmeli. Örneğin, kurban kavramını Eski ve Yeni Ahit'ten (yazılı olmayan) Kur'an'a taşırken, QRB (yakın olmak, yakınlık göstermek) köküyle ilişkilendirip, yeniden anlamlandırmalı. Öyle ki, kurban kavramına başta ne kadar yabancıysa, bu yeniden yapılandırma da o kadar dönüştürücü olmalı.

    Muhammed Peygamber eski dinleri ne kadar az biliyorsa, getirdiği din de o kadar özgündür gibi bir sonuca varıyoruz.

    Bu bağlamda, yüksek kültür kavramlarının dinden dine evrimi süreklilik göstermiyorsa; sizin aksinize diğer dillere ve daha eski metinlere bakmayan, sadece Arapça etimoloji yaparak Kur'an'ı anlamlandırmayı deneyenler çok da büyük hatalar yapmıyor olsalar gerek.

    Ne dersiniz?
    Yanıtla
  5. Ben bütün bu anlatılanları sanki bir etnisiteye dayandırma gayretleri olarak algılıyorum. Hiç kimse süryaniliğin, Museviliğin ve islamiyetin aynı kaynaklı olduğu İncil, Tevrat ve Zeburun bir aynı kaynaktan geldiğini ve aynı kaynaktan Kur'anın gelebileceğini düşünmek istemediğini anlıyorum. Eğer böyle düşünülmüş olsaydı, bu dinlerin evrensel olduğu birbirlerini tamamlayıcı olduğunu anlarlardı. Ve böylece kullanılan birçok kelimenin aynı olmasını garip karşılamazlardı.
    Sadece doğru düşünmek ve doğruya teslim olmak.
    Yanıtla
  6. http://tr.wikipedia.org/wiki/Arap%C3%A7a_ses_i%C5%9Faretleri

    Harf, hareke, ses işareti, kameri harf, şemsi harf, …….. nedir?
    Hareke, işaret midir harf(ler) midir?
    Arapça için sesli harf konusu/nedir/nasıl açıklanabilir?

    Yukarıdaki soruları aydınlığa kavuşturabilir miyiz?
    Yanıtla
  7. Kur'an harfleri hakkındaki yorumumu neden yayınlamadınız? Seçme yorum yayınlıyorsanız boşuna yazmayayım.
    Yanıtla
  8. Hezayanlardan ibaret bir yazı, Arapça bilgisi olmayanlar yutabilir ama iyi derecede Arapça bilen birisi bu yazının bir çok yerinde güler.Örneğin "[KTB kökü evet Arapçadır, ancak aslen “sivri bir uçla kazımak, çentmek, çizik atmak” anlamındadır" ifadesine epey güldüm, hiç bir Arapça sözlükte ketebe kökü için böyle bir anlam geçmez - ki bunun için kaynak belirtilmeyen bilimsellikten tamamen uzak bir yazı olmuş- tam tersine ketebe Arapçada ulamak, bitiştimek kaynaştırmak demektir,hatta bunun için Araplar meşin kırbanın sırımla dikilen birleşme yerlerine kutbe derlerdi bu dikme işin de ketb derlerdi yazıda da harfler birbirine ulandığı için yazılan şeye kitab denişler bunu ilk dönemlerde mektup anlamında da kullanmışlardır belki de Türkçedeki ulak kelimesinin türetilişi de aynı mantıkladır.Aynı şekilde qarae kökünün anlamı haykırmak denmiş;bu ifadeye haykırarak güldüm.çünkü qarae aslen yığmak toplamak derlemek anlamındadır anlamındadır okuyan kişi ibareleri zihninde toplayarak derlediği için Araplar bu işe qıraet demişler, bilimsel gelişmeler birlikte mantık ilmindeki tümevarımı ise istiqra kelimesiyle karşılamışlardır.Aramicede kitab kelimesinin bulunmasına gelirsek bir defa sami dillerinde ortak kelimelerin bulunması son derece tabiidir ve bu kelimelerin hangi dilden diğerine geçtiğini kestirmek mümkün değil,en kuvvetli ihtimal bu dillerin aynı ortak kökten türeyip eş zamanlı olarak geliştikleridir,Araplar ve Arapça kesin olarak İbranilerden ve Aramlılardan sonradır diyemeyiz.buna kanıtlayacak kesin bir bilimsel veri yok.
    Yanıtla
    Yanıtlar
    1. Sen ne aşırı sevimli utanmaz yobaz şeysin, Arapça yazılmış bir metin gösterir misin bana, Tanakh'ın Aramice yazılmış Daniel ve Ezra bölümleriyle ya da Targum ile çağdaş olsun? 'Kitap' ortak Sami kökten türemişmiş, olabilirmiş. Peki ya sen Homo Moechaturpis'ten türemişmişsen. Kesin bir bilimsel veri yok.
  9. Kuan arap edebitlyatinin zirvesidir. Kafiye ve uyak yapısı müthiştir. Eger alinti olsaydi bu kafiye ve uyak yapısı sorun olurdu. Ve kuran kendisi diyor itiraz ediyorsan benzeri bir sey yaz gorelim.
    Yanıtla
    Yanıtlar
    1. https://tr.wikipedia.org/wiki/Ger%C3%A7ek_Furkan Böyle bir şey var isten mi?
    2. Bi ornek verirmisin anlamli olsun. veremezsen agzina dasla vururum ki bi daha konusama
  10. Kuran Cahiliye arap şiirinden alıntılar yapmak koşulu ile esinlenmiştir.Cahiliye dönemi Arap şiirleri ile çok benzerlikler var.MEKKI AYETLER şiir formundayken,MEDENI AYETLER Edebi formdadırlar,Neden acaba?Bazı dönemler de VAHIY KESILMESI neden olmuştur?
    Yanıtla
  11. Kuran yazıldığı dönemin arapçası ile kitaplaştırılmıştır.Mekke de konuşulan arapça aramiceden süryaniceden.yunancadan etkilenmiştir.Incil yunancaydı.Dolayısıyla etkilenmesi normaldir.Kurana Allahın yazdırdığı kitap olarak bakmak en büyük yanılgı olur.Allahın vahiy göndermeye ihtiyacı olur mu?Emirlerini gökyüzüne yazar bütün insanlık okurdu.Peygambere ihtiyacı olurmu?Yaratığı kullarının dillerin de gökyüzüne sözlerini yazar bütün kulları okurdu.
    Yanıtla
  12. İbrani zihniyeti aramlarında zihniyeti olmuş yok efendim araptan once aram vardı yok efendim ibrani daha eski sizin soyunuz eskiyse biz yerden mi bittik hepimiz ademin torunlarıyız ben kürdüm ve ne dilim nede ırkım kabul görmüyor şu dünyada varsın bütün dünya reddetsin ben özümü bilirim ve süryani insanlar aramice yazılmış barnaba incilini okudunuz mu aramice yazılan tek incil neden diğer inciller latince hz isa aramice konusurdu soruyorum size
    Yanıtla
    Yanıtlar
    1. Cehalet kötü şey Kevın, cahil cesareti daha da kötü. Kurtulmaya çalış acilen.
    2. Muhammed peygamberden alıntı yapmış Sevan hoca:) rahat olun derdi dinle değil.

Friday, February 22, 2013

Feministlere dair bir röportaj

Bulut Öncü sordu, ben cevapladım.

- Geçtiğimiz hafta üniversiteye gelmeni çeşitli gerekçelerle istemeyen feminist ve LGBT gruplar tarafından ODTÜ’de bir protesto gerçekleşti. Medyada bu olay ile ilgili birçok şey yazıldı, söylendi. Peki, senin pencerenden bakacak olursak bu olaylar nasıl gelişti? 
 

Beş sene önce olmuş bir olay ve yine o tarihte söylenmiş bir söz bahane edilerek, küçük bir grup tarafından, saldırgan ve terbiyesizce bir eylem gerçekleştirildi. Sabahki oturumda sözde “Protestolarını” dile getirerek sahneyi işgal ettiler. Gülümseyerek karşıladım, hatta protestocularla birlikte kameralara poz verdim. Öğlen arasında protestocu grup dışarıda etrafımı sardı. Grupla birlikte olan erkeklerden biri alaycı bir tavırla “Bir daha ODTÜ’ye gelmezsin herhalde” şeklinde laf atınca, yine gülerek “Sike sike gelirim, merak etme” cevabını verdim. Bu esnada sanırım toplantıyı organize eden grupla protestocular arasında, benim tanık olmadığım bir arbede yaşanmış. Öğleden sonraki oturumda protestocular sahneyi işgal ederek “Sevan Nişanyan’ı ODTÜ’de konuşturmayacaklarını” bildirdi. Bir saate yakın sürekli gürültü çıkararak Edip Yüksel’le tanrının varlığı ve yokluğuna dair yapacağımız münazarayı engellemeyi başardılar.

Protesto için ileri sürülen gerekçenin göstermelik olduğunu düşünüyorum. Son zamanlarda Türkiye’de “Otorite”yi temsil eden çeşitli kesimleri rahatsız eden şeyler söyledim. Sanırım “Feminist” kisvesi altında girişilecek bir saldırının, mesela “İslami” kılıklı veya doğrudan devlet güçlerince girişilecek bir eylemden daha etkili olacağını hesapladılar.


- Protesto eden feminist grubun şöyle bir açıklaması var: ‘’Sevan Nişanyan'ın gelmesini şu nedenlerle istemiyorduk: Eski eşine şiddet uygulaması ve bu şiddeti "Sembolik bir jest" olarak tanımlarken ufacık bir pişmanlık göstermek bir yana eylemini sevimli ve haklı göstermeye çalışması, yaşanan süreçte (Ethen Mahçupyan'ın da üstün çabalarıyla) bir kadın gazetecinin Agos'tan istifa etmek zorunda kalması ve son olarak şiddete maruz bıraktığı kadına destek olan kadınları hedef göstererek yaptığı "Feminizmin çirkin bir nefret ideolojisi olduğunu düşünüyorum. Aynen bu beklenirdi onlardan, kendilerinden bekleneni yaptılar. Çirkin bir ırkçılıktır feminizm, başka bir şey değildir" açıklamasıdır.’’ Bu açıklamanın seni, düşüncelerini ve geçmiş yıllarda yaşananları tam olarak yansıttığını düşünüyor musun?


İlk önce, insanlar arası şiddeti a priori reddeden bir bakış açısının ahlaken geçerli olamayacağını düşünüyorum. Belirli sınırlar içinde kalmak şartıyla şiddet, doğal ve bazen ahlaken zorunlu bir davranış biçimidir. İkincisi, bir kadınla erkek arasında geçen her kavgada kadını otomatikman mağdur, erkeği otomatikman zorba veya haksız gören bakış açısını aptalca ve ahlaksızca buluyorum. Küçük burjuva vizyonunun dar sınırları dışında kalan gerçek dünyada, cinsler arası ilişkide şiddet de vardır ve hiçbir zaman tek taraflı değildir.

Feminizme ilişkin söylediğim sözler, o dönemde “Feminist” olduğunu söyleyen birtakım isterik ve saldırgan kişilere verilmiş bir cevaptı. Belki biraz duygusal ve abartılıydı. Fakat önemli bir doğruluk payı da içerdiğini düşünüyorum. Toplumun herhangi bir zümresini ötekileştirme, şeytanlaştırma, peşin hükümle reddetme üzerine kurulu her ideolojinin çirkin ve tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Erkeklerin her kavgada haksız ve saldırgan olduğunu varsayan düşünce tarzıyla, mesela Yahudilerin her kavgada haksız ve zorba olduğunu kabul eden düşünce tarzı arasında bir fark göremiyorum.  “Irkçılık” tabirini de bu anlamda kullandım. Yoksa merak buyurmayın, “Ermeniyim o yüzden saldırıyorlar” gibi bir şey geçmedi aklımdan.

- Eski eşin Müjde ile dostluğun hala devam ederken yıllar önce yaşanan ve sürekli karşına çıkan söz konusu olaydan dolayı pişmanlık duyuyor musun? Bu konuda söylemediğin veya yüksek sesle söylemediğin bir şey kaldı mı?


Konunun benden ve Müjde’den başka hiç kimseyi ilgilendirmediği kanısındayım.

- Agos'tan istifa etmek zorunda kalan kadın gazeteci ile daha sonra konuşma fırsatı bulabildin mi? 


Konuştum. Pişman olduğunu, gaza geldiğini söyledi, benden af diledi. Ayrıca “İstifa etmek zorunda” filan kalmadı. Kendi isteğiyle istifa etmişti.

- Feminizm hakkındaki açıklamaların gerçekten inandığın düşüncelerin mi yoksa bir anlık gerginlikle ağzından çıkan cümleler mi? 

Az önce buna cevap verdim. Daha diplomatik söylemeliydim belki ama özü doğrudur.

- Ülke gündemi hakkındaki düşüncelerini yumuşak bir üslupla açıklayan Sevan, konu ‘’Kadın ve Feminizm’’ olunca kendini neden farklı biçimlerde ifade etmeyi tercih ediyor ve geriliyor? Ya da öyle mi görülüyor?


‘’Kadın ve feminizm” arasındaki alaka olsa olsa “Türk ve Türkçü” arasındaki kadardır. “Nazileri sevmem” demek ne zamandan beri Almanları taciz etmek anlamına geliyor? Kadınlar hakkında olumsuz veya yaralayıcı olan hangi sözü söylemişim? Bu konuda Aslanlı Yol’da bakış açımı özetleyen epeyce malzeme vardır. Bir bakın bakalım, “gerilmiş” miyim?


- İfade özgürlüğünün bir tezahürü olan protesto hakkını kullanan gruplara karşı söylediğin ‘’ "S*ke s*ke ODTÜ'ye geleceğim" sözünü hala doğru buluyor musun? Bu hakkın senin ifade hürriyetini kısıtlayacak şekilde kullanıldığını düşünüyor musun?


Göt gibi konuşana böyle cevap verilir.

- Kendi siyasi düşüncen içerisinde kadının özgürleşmesini nasıl kurguluyorsun? 


Türk toplumunda kadınların aşağılanmasına ve ezilmesine yol açan iki önemli faktör görüyorum. Birincisi geleneksel İslami dünya görüşü ve söylemlerdir. Bunlarla mücadele edilmesi gerektiğini düşünüyorum. İkincisi köyden kente göçün doğurduğu, kırsal alanda geçerli cinsler arası dengelerin kent yaşamına uyum sağlayamamasından doğan ciddi problemlerdir. Bu ikincisinin, sosyolojik süreçte zaman içinde aşılacak bir hadise olduğuna inanıyorum.

- Son olarak seni protesto eden feministlere ve LGBTlere söylemek istediğin bir şey var mı?

İki kelime: Dolmuşa binmeyin.
  1. "Dolmuşa binmeyin."

    Buradaki espiriyi anlayamadım ben yahu. Açıklayabilecek olan var mı?
    Yanıtla
  2. "Dolduruşa gelmeyin" deyiminin afili abiler dilindeki şeklidir.
    Yanıtla
  3. Protesto olayının şahidi ve mağduruyum. Özellikle Sevan beyi dinlemeye geldim. Sağolsun kendisi elinden geleni yaptı. Ama bu "lezbo+top"luluğu insanlık dışı faşist eylemle fikir özgürlüğüne engel olmaya çalıştı.
    Yanıtla
  4. Hay agzina bin saglik Sevan abi. Ben de bir eski ODTÜ'lü ve sosyal bilimci olarak az cekmedim o cevreden. Ama en günahim kadar bile sevmedigim tip ise, feminist cevrenin yanciligini yapan erkeklerdi. Zaten onlarin hal ve tavirlarinda, her zaman kibarlik maskesinin altindaki ikiyüzlülügü gördüm baska bir sey degil. Sanki o kadar tugla gibi kitaplari yalayip yutunca, eger kadin bir denyoluk yaparsa, buna ses cikarmamamiz gerekiyormus gibi. Yok efendim tarih erkek tarafindan yazilmis da his-tory olmus da, onu bir de her-tory tarafindan 'okumak' gerekirmis. Yok 'baykus' seksistmis de yok kilmis, yünmüs ve bunun gibi bir yigin zirva. Benim bildigim gerizekalilik gerizekaliliktir, bunun kadinligi erkekligi olmaz. Yapilan eylemde de en ufak bir yaraticilik ve zeka piriltisina rastlasam, yine bir sey demiyecegim. Tamam cehalet cok ise yarar, bir cok kapiyi acar, ama entelektüel kapital destekli burnu büyüklükle birlestiginde, gercekten kadin olsun erkek olsun bunun ayrimini yapmadan, ne diyeyim, cekilmez katlanilmaz oluyor.
    Yanıtla
  5. bu iş karışık, benim başımda da benzer deneyimler var, ne kadar zor olduğunu bilirim ama yine de "bana karşı" yapılıyor bile olsa, çok kızmama, hiddetlenmeme rağmen, bir miktar hak vermiyor da değilim. Burası çok su götürür, fazla girmek istemiyorum ancak yine de aşağıdakilerle alakalı;

    Söyleşinin başında olayı bir örgütlü provokasyona dahil etmeye çalışıyorsun fakat konuşma söyleyişiyi yapanın o yöne doğru gitmemesiyle de konuya tam olarak giremiyorsun ama bitirirken iki kelime diyerek aynı düşünceyle noktalıyorsun.

    Bence bu tip bir "savunma" o kadar akıllıca değil.
    Karadenize giden bdplilerin yaklaşımı gibi olmuş. Oraya toplananların gerçekten öyle olduklarını, toplandıkları gibi olduklarını ve rol yapmadıklarını görememişler, "oyundur, gladyodur" diye tahlillerde bulunmuşlar.

    Aynı hataya sen de düşüyorsun, Kafanı kuma görüyorsun.
    Başa çıkamadığın için de ağır ithamla karalıyorsun.

    Ayrıca istanbul'da büyüdüğüm,hemen her yerine dolmuşların kalktığı zamanlarda bir gençlik yaşadığım, kahve önünde az afili abi nasihatları dinlemediğim halde, şu dolmuşa binme lafını duyuduğumu hatırlamıyorum.

    Hadi elim değmişken;
    şirince de dağlara yövmiyesini verip taş mezar oydurmanı da saçmalık olarak görüyorum. Neresinden baksan saçmalık, binlerce yıl sonra bakanlar bile saçmalık diyecek inan.
    Yanıtla
  6. Daha söyleşinin başında, size soru yönelten kişinin 'kulak tırmalayan' ikinci tekil şahıs zamiri kullanması sizi de rahatsız ediyor mu?
    Yanıtla
  7. Top hakları - kadın hakları bahane Odtü değilmi kesin sevan hocaya karşı ırkçılık peşindeydiler insanın aklına buda gelmiyor değil.sevanı konuşturmak bile istemediler.Odtü kemalist bir yerdir.ee sevan hocamda atatürkle ilgili vede tc sistemi ile ilgili eleştirileri olan biri hatta yanlış cumhuriyet kitabınında sahibiya gerisini siz düşünün.Kesin sevan hocaya yapılan odtü provakasyonunun arkasında odtüdeki kemalist akademisyenlerde mevcuttur. Top faşistlerin gazabından menata uzzaya lata sığınırım.
    Yanıtla
  8. Mert Acarsoy ve 24 Şubat 2013 05:34 tarihli Adsız'ın yorumlarındaki eşcinsellik karşıtı söylem iğrenç durmuş, off-topic gibi görünse de belirtmek isterim.

    Eşcinselliği "top" gibi erkek egemen dilin tezahürü bir kelimeden ibaret tanımlayabilen insanların fikir özgürlüğü hakkında fikir beyan ettiklerini görmek ironik olmuş.
    Yanıtla
  9. Protestocular, tepki göstermek için boyadıkları hitler bıyıklarının altında resmen ezildiler, gözlerimle saniye saniye gördüm bunu. Sevan Nişanyan'ı konuşturmamak bahane arıyorlardı, Olcay Yılmaz ve salondaki bir kaç densiz onlara bu fırsatı verdiler. Yılların verdiği ezilmişlik ve ödtü lü olmanın verdiği özgüvenle faşizm ile ifade özgürlüğü arasındaki çizgiyi ayırt edemediler. Doğru her zaman azınlıktan yanadır, burası bizim yaşam alanımız gibi tam anlamı ile absürd sloganlar atarak, bagırarak, konuşmayı engellemeye calıstılar, istediklerini de başardılar.
    Yanıtla
  10. Feminazilerden nefret ederim; heteroseksüelim de, yazıya da hak veriyorum lakin ve lakin altında yazılanlara katılmıyorum. Tek seksüel oryantasyon heteroseksüellik değil, insan insandır. Kimsenin yatak odası sizi ilgilendirmez. Mahalle baskısı yapılmıyorsa, isteyen istediği gibi giyinsin, isteyen istediği ile birlikte olsun.

    Bir insanı yargılamak için, onun yatak odasında ne yaptığı değil, insani değerlere nasıl yaklaştığı bilinmelidir.
    Yanıtla
  11. Şunu "protestocu" arkadaşlara anlatamadık: Siz başkasını susturursanız, başka güçler de gelir ve sizi susturur, sizin hiçbir meşru zemininiz de kalmaz. Bu kadar basit bir hakkı bile engellediğinizde, sizin devletin zorbalığından nasıl bir farkınız kalabilir?

    Nişanyan'ın odada kalıp, direnmesi doğru ve güven tazeleyen bir tavırdı.

    Orada kaybeden Nişanyan değil maalesef "sol" oldu. Bir sonraki başbakan kalkışmasında, ne dediğim anlaşılacak - taban ve meşruiyet olmadan bir hiç olduklarını anlamıyorlar kendileri. Hayat gösterecek.
    Yanıtla
  12. ODTÜ tartışmanızın videosunu izledim ve çok hoşuma gitti. devamı gelecek mi? bence gelmeli ve hoşgörülü din tartışmaları yapılmalı. bir tür dinde reform ve aydınlanma dönemi başlamalı. dinsel taassub yıkılmalı.
    Yanıtla
  13. Kemalistlere atatürkün diktatör olduğunu,özgürlükçü gençliğe otdü nün faşist olduğunu,dincilerede tanrının olmadığını,Sevan hocamada bu yeni site görünümünün bizlere ters olduğunu maalesef anlatamıyoruz.dilimizde bırak tüy bitmesini zığapur ağacı bitti yani.
    Yanıtla
  14. Şiddetin ne olduğunu ve neden olduğunu anlayamayan bir zihniyetin "şiddet karşıtı eylemler"imi kurtaracak türkiye insanını? Çok üzülüyorum. Ezici çoğunluğa karşı azınlığın çoğulcu sesi olan kimlik siyasetinin yarattığı fil adam olmak ya da nefret ettiğim yalnızlığa gömülüp önümdeki oyuncaklarla oynamaktan başka ne yapabilirim?
    Yanıtla
  15. Bizde anlatamadik Anonymous 9 Mart 2013 01:51'e : Eger halk koyunsa(1920 Turkiye de yasayan tum halklar) gudecek birinin gerektigini(ornegin bu Ataturk olabilir) veya 1900'lerin Rusyasi icin (Lenin olabilir v.b.) ve ODTU'nun fasist olmadigini (Sevan Nisanyan'i elestirmenin dogal ve demokratik bir hak oldugunu) ve Dincilere (tanrinin olabilecegini ama Muhammed'in veya Isa'nin bir masal oldugunu...) Ve Fakat Sevan Nisanyan'a(Sevgili) Sevan Nisanyan'in yeni site gorunumun bize UZHAS(berbat) oldugunu... Sevgiler tum bu sitenin izleyenlerine:) Imza. COYOTE.
    Yanıtla

Wednesday, February 20, 2013

Kuran'ın Kültürel Kaynakları - II


ODTÜ Teoloji Sempozyumunda yaptığım sunumun devamı. Toplam 4 bölüm olacak. Yazıya dökmesi vakit alıyor.

II. Aramice Yazı Dili

Haritada gösterilenlerin hepsi Arapça konuşan topluluklardır. (Güney Arapça, yani Yemen Arapçası ile akraba bir dil konuşan Habeşistan hariç.) Günlük konuşma dilleri Arapçadır. Arap dünyasından söz ediyoruz.

Ancak bu dünyada, gerek Hıristiyan gerek Yahudilerin litürji dili, yazı dili, Arapça değil Aramicedir. Kutsal metinleri yazdıkları ve tefsir ettikleri, ilahi ve ibadetlerini icra ettikleri, “kutsal” sayılan hukuki metinleri yazdıkları dil budur. Arapçayla akraba bir dildir. MÖ 1. binyıl başlarından itibaren Suriye, Filistin ve Mezopotamya’nın ortak konuşma dili, MÖ 6. yy’dan itibaren tüm Ortadoğu ve İran’ın “yüksek” kültür dili olmuştur. 1600 yıldan beri yazılı kültüre sahiptir.

İslamiyetin doğduğu dönemde bu dil, her biri eski “emperyal” Arami alfabesinden türemiş iki veya üç ayrı yazı ile yazılmaktadır.
En eski Arami yazısı, MÖ 6. yy
Yahudi Aramicesininin kültürel odağı Babil – yani Sasani devletinin başkenti olan Medain/Ktesifon – kentidir. Burada yaygınlaşan elyazması harfleri, bugün İsrail’de kullanılan ve “İbrani yazısı” diye bildiğimiz biçime evrilmiştir.
Yahudi Aramicesi, Irak, 8. yy 

Yahudi Aramicesi, Yemen, 11. yy
Özellikle İran’a tabi Nasturi ve Keldani Hıristiyan cemaatlerinin kullandığı Serto yazısı yine Babil ve Ninive’den – yani Musul’dan – intişar etmiştir. Buna karşılık Urfa’dan yayılan Estrangelo yazısı Yakubi (Süryani Kadim) ve diğer Monofizit mezheplerde rağbet görmüştür. Bu iki yazı tipiyle yazılan Hıristiyan Aramicesine “Süryanice” adını vermek adettendir. Her üç yazı tipi, aynı alfabenin faklı şekillerde işleklik kazanmış biçimleridir. Harf adları ve sıralaması aynıdır; ufak tefek farkları saymazsak yazım kuralları da aynıdır.
Serto yazısı, Suriye, 9.-10. yy

Serto yazısı, Irak, erken İslam dönemi
Arap dilinin yazılı örneklerine, özellikle Ğassani egemenliğindeki Ürdün ve Güney Suriye yöresinde, M 4. yy’dan itibaren rastlanıyor. Muhammed’in yaşadığı dönemde Arap yazısının, gayet seyrek olarak, bir tür not alma aracı olarak kullanıldığı anlaşılıyor. Eldeki nümunelerin tümü “falan bin filan bu mevkii savunmak için gönderildi” gibi kısa yazıtlardan veya “on deve aldım şu kadar dinar borcum var” gibi ticari notlardan ibarettir. Henüz harf noktaları (seslileri gösteren harekeler değil, mesela b ile t veya n’yi birbirinden ayıran noktalar) icat edilmediği için, el yazısında çoğu harfi birbirinden ayırmak zordur. Hazır birtakım kalıp-sözlerin kaydedilmesine, veya ezberlenmiş bir metnin hatırlanmasına yarayacak bir tür steno notasyonu sözkonusudur.

Arap yazısı ancak Muhammed’in vefatından yaklaşık 80 yıl sonra, Abdülmelik b. Mervan zamanında noktaların eklenmesiyle standartlaştırılmış, metni önceden bilmeyen bir insanın okuyup doğru okuyacağı biçime kavuşturulmuştur. İslam öncesi dönemde bu yazıyla Arapça herhangi bir dinî veya edebî bir metnin kaleme alındığına dair bir belirti yoktur. Aslına bakarsanız, Yahudi ve Hıristiyan cemaatleri dışında, henüz yazılı metin gerektiren bir edebî veya idari veya dini kültür yoktur. [Muhtemel itirazlara karşı hemen belirtelim ki, İslamöncesi döneme ait şiirlerden oluşan Muallakat, 8. yy ortalarında Şam’da Hammad el-Raviye tarafından yazıya aktarılmıştır. Hammad’ın, alfabenin her harfi için ezbere yüz kaside söyleyebildiği rivayet edilir, ki bu rivayet de, eğer doğruysa, Muallakat’ın bu tarihten önce yazılı olmadığına delildir.]
4. yy'a ait Arapça Nabati yazısı


6. yy'a ait Arapça yazı
Basit bir gerçeğe değinelim: “İncil” ve “Tevrat” adı verilen Kutsal Kitap’ın 8. yy’dan önce kısmen veya tamamen Arapçaya çevrildiğine dair hiçbir belirti yoktur. Kaldı ki böyle bir şey mümkün değildir, çünkü ne buna izin verecek bir Arapça yazı dili vardır, ne böyle bir çeviriyi gereksinecek bir kurumsal altyapı mevcuttur. [Oysa güçlü bir Hıristiyan krallığının hüküm sürdüğü Habeşistan’da, İncil İslamdan yaklaşık yüz yıl önce Habeşçeye çevirilmiştir.]

Hz. Muhammed’in Aramice yazı diline vakıf olduğuna dair bir bilgiye sahip değiliz. Aksi yöndeki deliller güçlüdür. Mesela, peygamberin ilk eşinin amcaoğlu olan Waraka b. Nawfal’in “Allah’ın izin verdiği ölçüde Hıristiyan yazısı yazmayı öğrendiğini” hadis kaynaklarından öğreniyoruz. Bunun sıra dışı bir başarı olarak takdim edilmesi, Muhammed’in çevresinde bu yazıyı bilenlerin ender olduğunu gösterir. Aynı şekilde, yaşamının son yıllarında peygamberin “Yahudi yazısını bilen (veya öğrenen)” Zeyd b. Sabit’i yazman olarak görevlendirdiğini ve Zeyd’in bu sayede seçkin bir konuma geldiğini öğreniyoruz. Yazman olarak görevlendirilen kişinin Yahudi (diğer kaynaklara göre Süryani) yazısını bilen biri olduğunun vurgulanması yeterince ilginçtir. Bu bilgiye sahip kişilerin, erken İslam toplumunda parmakla gösterilecek sayıda olduğu anlaşılıyor.  

Sonuç
Bu söylediklerimizden çıkarılabilecek ana sonuç, Hz. Muhammed’in Kutsal Kitap’a ve diğer Yahudi ve Hıristiyan dinî metinlerine birinci elden vakıf olamayacağıdır. Faraza Muhammed’in ilkel Arap yazısını bildiğini düşünsek bile, bu dilde okuyabileceği bir literatür mevcut değildir. İbrahim, Musa, İsa ve diğer Kutsal Kitap karakterlerine ilişkin edinmiş olduğu bilgiler, kendisine ancak sözlü aktarım yoluyla ulaşmış olabilir. Sözlü aktarım kaynaklarının ise bol ve kolay ulaşılır nitelikte olduğunu önceki bölümde gördük.

Kuran’ın “Tevrat” ve “İncil” adını verdiği kitaplar hakkında kullandığı ifadeleri, veya bu kitaplardan eksik, yanlış veya yüzeysel olarak aktardığı hikâyeleri bu açıdan değerlendirmek bize ilginç ve gerçekçi bir bakış açısı kazandıracaktır.
  1. Bay Sevan, merakımı mazur görünüz, basılı en eski kuran kaç yılıdan kalmadır ve burada dediğinize göre Arapça yazılı kayıt o tarihte olmadığına göre en ski Arapça kayıtlar kaç yılına aittir? Ufuk açıcı yazılar için de teşekkürler.
    Yanıtla
  2. vakur can koçak23 Şubat 2013 06:12
    Bu konuyla ilgili hiç bir araştırmam olmadı.. Fakat bu yazıyı okumadan önceki düşündüğüm ve bence böyle olmuştur dediğim şeylerle, okuduktan sonra ki düşüncelerimin ve yazılanların benzerliğini gördüm.. Demek ki insanoğlunun körükörüne; duyduklarıyla yaşadıklarıyla ve hangi ülkede doğduysa o ülkenin dinini kabul etmesi fikir yürütememesi ne büyük CEHALETTİR..
    Yanıtla
  3. Filoloji, Paleografi, Epigrafi enteresan branşlar… Doğrusu, benim de ilgimi cezbediyor…

    Hele hele bahis konusu, daha sonra İslâm yazısı olarak kabul edilen Arap yazısı olunca ve o yazının muhteşem kaligrafik tekâmülü hesap edilince, Sevan Efendi’nin ve başkalarının yazdıklarına/araştırdıklarına kayıtsız kalmak mümkün değil!

    Bu branşların, Hz. Peygamber dönemine ilişkin sormaları ve cevaplamaları gereken kanaatimce çok soru var! Bu sorular ve bunlara cevap olacak arkeolojik/epigrafik bulgular İslâmî ilimler ihtisası olan benim gibi müslümanları DOĞAL ama DOLAYLI OLARAK ilgilendiriyor!

    “Dolaylı olarak” deyişim kimseyi şaşırtmasın! Çünkü, DOĞRUDAN olanı Kurân’dan almaktayız ve Kurân’ın yaşı, HIFZ/HAFIZLIK yoluyla muhafazası, Hz. Ebûbekir/Ömer/Osman devirlerinde toplanması ve MUSHAF hâline getirilmesi, yâni Kurân’ın tahrifattan korunmuşluğu ve TAM OLARAK bizlere ulaştırıldığı noktasında muazzam bir konfora sahibiz! Bunu, Topkapı Sarayı’ndaki tarihî Mushaf başta, Hz. Osman’ın çoğalttığı 5 ya da 6 kopya mushaftan hiçbirinin elimizde bulunMAdığını bilerek söylüyorum. Çok detay isteyenlerin Sn. Tayyar Altıkulaç’ın bu sahadaki yıllar süren çalışmalarını ve sonuçlarını incelemelerini öneririm.

    Yâni, sözün özü Kurân bize MUSHAF olarak yazılı biçimde ulaşMAmış olsaydı bile, MUKABELE yoluyla ve HAFIZLARIN HIFZI ile 14 asırı aşarak zâten ulaşacaktı… Şu Ramazan Mukabelesi tarih aşan bir fenomendir!

    Bu çerçevede ulaşan 14 asırlık kutsal metnin, biz inananlara ve objektif araştırmacılara DOLAYLI ama DOĞAL OLARAK telkin ettiği sualler var!!

    Meselâ, ben bu sualleri Bakara:282’de gördüm!

    Şu linkten, muhtelif çeviriler marifetiyle âyet incelenebilir… Ben bir çeviriyi ön plana çıkarmak istemiyorum!

    http://www.kuranmeali.com/ayetkarsilastirma.asp?x=14&y=15&sure=2&ayet=282

    Bu âyet içeriği itibariyle “Müdâyene Âyeti” olarak isimlendirilmiş ve Kurân’ın en uzun âyeti! Bakara da Kurân’ın en uzun sûresi! Bakara Sûresi’nin peyderpey Hicret ile Mekke’nin Fethi arasındaki yıllarda nâzil olduğu biliniyor.

    Âyet dikkatli bir nazarla incelenirse, Kurân’ın sözleşme hukuku vazettiği; başka açıdan noterlik mevzuatı tâlim ettiği görülür…

    282. âyetin tam olarak hangi sene nâzil olduğunu bilemiyoruz! Ama eğer en geç tarihi tercih ederek “mîlâdi 630” dersek, Hz. Peygamber’in bu âyet doğrultusunda BİZZAT iki yıl boyunca (Vefât: 632) tatbikatı olduğunu düşünebiliriz?!

    Buradan hareketle, âyetin hitâp ettiği tarih ve coğrafya için şunları merak ediyor ve soruyorum:

    1) 282’ye 283’den baktığımızda anlıyoruz ki, seferde olmak dışında yazmak/yazdırmak sûretiyle sözleşme yapmak imkânı var! Acaba hangi yazıyla?! Aramî veya Arabî?!
    2) Arap yazısı bu âyetin nüzûlünden sonra ve tatbiki ihtiyacıyla gelişme trendine girmiş olabilir mi yoksa âyet sözleşme hukuku için yeterli Arabî yazım vasatına mı nâzil oldu?!
    3) Eğer, âyet Aramî yazısının yaygın kullanıldığı bir devire sözleşme hukuku vazettiyse, elimizde bunu destekleyecek yeterli bulgu var mıdır? (Müslümanların yaptıkları sözleşmeler?)
    4) Ümmî Peygamber’in (ASS) bu âyet bağlamında yazılı sözleşme hukuku ve Kurân’ın hafızlık yanında yazımı için usûl vazetmesi, Arabî yazıyı güçlendirmesi seküler bakışla ne ifade eder?!
    5) Yeni bazı bulguların, Hz. Peygamber devrindeki yazının mükemmel olmasa bile “yeterli” sayılarak edebî/hukukî/ticarî/dînî metinlerde kullanıldığı göstermesi ihtimali var mıdır?

    Bu madde sebebiyle dikkatimi çeken bir haberi paylaşıyorum:

    http://www.hurriyet.com.tr/dunya/10410097.asp

    http://dsc.discovery.com/news/2008/11/18/islamic-inscription.html

    http://onlinelibrary.wiley.com/doi/10.1111/j.1600-0471.2008.00297.x/abstract

    Mâkul olan ama militan olmayan herkese SELAM!

    N_S
    www.kuranizeka.com
    Yanıtla