Son okuduğum kitap, Antonia Fraser’in Cromwell biyografisi.[1] 750 sayfa.
Sıradan bir taşra politikacısının yükselip, diktatör ve padişah olma öyküsü.
Birkaç gözlem.
1- Devlet yönetmek biraz sanat, ama daha çok bilimdir. Objektif şartları
var. Maksat otoriteyi kurmak ve korumak olunca, çok da fazla seçeneğiniz yok,
belli bir yola giriyorsunuz. Hayalperest devrim fikirleriyle de başlasanız,
sonunda I. Charles’tan çok da farkı olmayan bir yere geliyorsunuz. Bkz:
Napolyon. Bkz: Atatürk ve Abdülhamid.
2- Devrim, otoritenin çöktüğü yerdir. Alışılmış otorite çökünce yenisini
inşa etmek kolay iş değil. Her kafadan bir ses çıkar, sesinizi duyuramazsınız.
Duyurmanız – ve çoğu zaman kellenizi korumanız – için elinizde sağlam, sadık ve
silahlı bir güç olması lazım. Lenin’inki Bolşevik Parti idi. Cromwell’inki New
Model Army.
Kariyerinin dönüm noktası, 1648’de Putney’deki Ordu Konseyi. Çığırından
çıkma eğilimi gösteren bir ortamda, ordunun en radikal taleplerine destek
vermiş. Sonra adım adım aşırı unsurları temizlemiş, orduyu kendi iktidarının
sakin ve muhafazakar bir aracına dönüştürmüş. (Ama sonuna dek, orduya gebe
kalmış. 1657’de taç ve hanedan projesinden, ordudaki yoldaşlarının itirazı
nedeniyle vazgeçmek zorunda kalmış.)
3- Siyasette din, tarihin her çağında sahtekarlık unsurudur. Gözü olan
herkes bunu görmüş. Fransa elçisi raporunda “hypocrite” (riyakar, din
sahtekarı) deyip, geçmiş – ki, raporun muhatabı başvekil Mazarin de sonuçta
kardinaldir. Halk şairleri, Püritenlerin din bezirganlığıyla dalga geçmiş. Buna
rağmen, halk nezdinde dini şarlatanlığın çağlar boyunca etkisini yitirmemesi
şaşırtıcı.
Belki de oyunu riskli oynayan Lider’in, etrafındaki akil adamları baypas
edip, halka gitmesinin yoludur. Gözlerini belertip, “Allah (cc) öyle emretti.”
dedin mi, nazırlarına elbette susmak düşer. Ahali de bunu bilir, hisseder.
Allah’ın emrettiğine inandığından değil nazırların ezilmesi hoşuna gittiğinden
sana inanmış görünür.
4- Büyük adamların kariyerinde belirleyici unsur: Şans. Büyük işler yapmak
için, büyük riskler almak lazım. Objektif olarak bakarsanız bunların çoğu
yanlış politikadır; yani kaybetme ihtimali kazanma ihtimalinden büyüktür. O
yüzden Lider’in çevresindeki akil adamlar her zaman “Abi etme, yapma, vazgeç”
diye didinirler. Mantık ve ihtimal hesabı açısından onlar haklıdır. Ama tarih,
kumar oynayıp kaybedenleri yazmaz. Marston Moor’da veya Naseby’de zar öbür
türlü gelseydi bugün Cromwell adını kaç kişi duymuş olurdu?
Bundan iki sonuç çıkaralım.
* Büyük Adam’ın etrafında bir süre sonra akil kimse kalmaz, şakşakçılar ile
çanak yalayanlar kalır. Kaçınılmaz bir süreçtir. Tanım icabı, Büyük Adam =
aklın sesine kulak asmayan adam.
* Zar aleyhte gelirse, bittin. Ama akil adamların itirazlarına rağmen zarı
atıp tutturursan “Allah benimle” duygusuna kapılman kaçınılmaz bir şey. Ondan
sonra artık kimse seni durduramaz. Her başarıdan sonra, seni frenlemeye çalışan
akil adamları biraz daha hor görmeye başlarsın.
Yani, bir kere Büyük Adamlık kariyerine girdin mi, geri dönmek zor. Her
rauntta oyunu büyütmek zorundasın, ta ki ayağın sürçünceye dek.
Büyük İskender dünyayı fethetmeye çıktığında, etrafındaki aklı başında
adamlar, ne öğüt vermişlerdi sizce?
Bu yazınızı okumamıştım. Dünyadaki kavganın çekirdeği güç savaşını çok güzel özetlemişsiniz.
ReplyDeletefethettik haklıyız, perinçekvari ulusalcılarda olabilir ama diğerleri, kemalistlerin/chp'lilerin diğerleri aynı değil kanısındayım
ReplyDeleteHer yazınızda yeni bir şey öğreniyorum ufkum açılıyor elinize sağlık. iyi ki varsınız
ReplyDelete