Türkiye’deki
malum, isim telaffuz etmeye gerek yok. Kaba bir tehdit ve aşağılama
dili, korkunç haykırışlar ve kan dondurucu terbiyesizlikler eşliğinde,
günlük bir diyet halinde yıllardan beri televizyonlardan toplumun üstüne
boca ediliyor. İki saat konuşup hiç kimse ve hiçbir şey hakkında iyi
bir söz söylememek gücün gereği sayılıyor. Vatandaşın bundan
etkilenmemesini bekleyemeyiz. Bir yerden sonra milli spor haline
gelecektir. En şoke edici küfrü, en ürkütücü tehdidi düşünüp dile
getirmek bir zekâ ve beceri belirtisi olarak algılanacaktır. Hayret
edecek bir şey yok, normal.
Dünyadaki problem sosyal medya. Eskiden
kamuya hitap etme şansı olmayan yüz milyonlarca insan şimdi aniden fikir
meydanına döküldü. Eskiden yüz yüze ilişkilerin disipliniyle
sınırlıydılar. Yüzüne baktığın insanın nerede kızdığını, neyi söylersem
dayak yiyeceğini az çok kestirebilirsin. O disiplinden hazırlıksız azat
edilen insanın bir müddet saçmalamasını çok görmemek lazım.
Kamuya – yani yüzünü görmediğin ve adını bilmediğin insanlara – hitap etmenin de bir disiplini vardır. Onun mekanizmaları farklıdır; yüzyılların tecrübesiyle bir dizi kamusal çerçeve oluşturulmuştur. Neyin nerede nasıl söyleneceği önce okulda, sonra dernekte, camide, yayınevinde, gazete yazı işlerinde öğretirler. Yanlış yaparsan yerine göre kaş göz ile, yerine göre tekme ve tokatla hatırlatırlar. Hayatında yayınlanacak yazı – makale, kitap, haber, reklam metni, beyanname, iddianame, sağlık raporu – yazmışsan, ya da radyo ve televizyonda konuşmuşsan bilirsin. Farkına bile varmayacak ölçüde içselleştirmiş olursun. Bir feedback loop’u* olmayan iletişim olmaz.
Kamuya – yani yüzünü görmediğin ve adını bilmediğin insanlara – hitap etmenin de bir disiplini vardır. Onun mekanizmaları farklıdır; yüzyılların tecrübesiyle bir dizi kamusal çerçeve oluşturulmuştur. Neyin nerede nasıl söyleneceği önce okulda, sonra dernekte, camide, yayınevinde, gazete yazı işlerinde öğretirler. Yanlış yaparsan yerine göre kaş göz ile, yerine göre tekme ve tokatla hatırlatırlar. Hayatında yayınlanacak yazı – makale, kitap, haber, reklam metni, beyanname, iddianame, sağlık raporu – yazmışsan, ya da radyo ve televizyonda konuşmuşsan bilirsin. Farkına bile varmayacak ölçüde içselleştirmiş olursun. Bir feedback loop’u* olmayan iletişim olmaz.
O yüzden sosyal medyanın bugün içine
düşmüş olduğu anarşiyi bir geçiş dönemi olarak görmek lazım. Yüz
milyonlarca insan birden bire bilmedikleri bir alana savruldular.
İletişimi keşfedinceye kadar bir müddet hırıltı ile havlama arası
sesler** çıkarmaları çok da yadırganacak bir şey değil; insanîdir.
Mutlaka birtakım normlar oluşacaktır. Ama o güne dek kolektif öfke
nereye kadar birikir, biriken öfke hangi global patlamalara yol açar,
onu henüz bilmek mümkün değil.
Türkiye’deki hadise de aynı şeyin bir
başka düzlemdeki paraleli midir? Evvelce kamu ile muhatap olmamış,
aile-mahalle-kahvehane çemberinin dışına çıkmamış olan milyonlar,
sembolik bir sözcü vasıtasıyla da olsa kamusal arenaya çıkıyorlar,
iletişiyorum zannederken hırlamalarının sebebi acaba o mudur?
Frankenştayn canavarının ilk iniltilileri midir duyduğumuz sesler?
Zamanla alışırlar mı insan gibi konuşmaya?
Belki. Muhtemeldir. Tarihte ne barbarlar adam olmuş, bunlar neden olmasın, yeterli süre tanırsan.
*Geri besleme döngüsü imiş, pardon.
**Bkz. bu blogda Ahmet Altan yazısına gelen yorumlar.
No comments:
Post a Comment