(Fişek dergisi Temmuz ayında çıkan yazım.)
Bütün ülkeler şimdi PCR testi istiyor. Allahtan test raporunun belli bir
formatı yok, elektronik takip sistemi de henüz kurulmamış. Yeni pdf çıkarmak
beş dakikanı alıyor. Başka ülkeleri bilmem ama Türkiye, Yunanistan, Mısır,
Katar, Gürcistan, Bulgaristan, Almanya ve saire girişinde bir göz atıp “geç”
diyorlar. Maksat formalite yerine gelsin.
Bulgaristan’ın güneydoğu kesiminde Yunan devletinin tanıdığı tek PCR
laboratuvarı Kırcali’de bir klinik, tanesi 110 euro, bekleme sırası kapıdan dışarı
taşmış, yan sokağa kadar uzanmış. Günde 500 kişi olsa 55 bin euro eder, kim ne
kadar pay alıyordur acep? Sen klinik olsan belediyeye, sağlık müdürlüğüne, konsolosluğa yüzde kaç verirdin? (Bu dediğim geçen Ağustos mamafih, şimdi nasıldır
bilmem.)
*
Havayolları kâbus. Atina’dan Tiflis’e direkt hatlar iptal, İstanbul
aktarmalı var ama o da bize haram. Ukrayna, Rusya, Belarusya aktarmalı uçuşları
hükümet bir sonraki emre dek iptal etmiş, Mayısta açılır belki diyorlar ama kim
bilebilir? Tel Aviv bağlantılı El Al bileti buluyoruz, son gün uçuş saati
değiştiğinden bağlantı suya düşüyor. Bir gece Tel Aviv’de kalsak? Mümkün değil,
İsrail’e girişler korona yüzünden yasak. Para iade? Maalesef şirket kuralıymış,
ama istersek üç ay içinde başka El Al uçuşuna kullanabilirmişiz.
Son dakikada Kahire bağlantılı bir bilet bulup check-in’e koşuyoruz. Hani
vize diyorlar. Buyur, üç ay önce gitmiştik, Kahire’de hay hay deyip kapı vizesi
verdiler, işte kapı gibi mühür? Kısım Şefi gelmiş, suratından düşen bin parça, belki
sabah hanımla dalaşmış, ı-ıh diyor, kanun yasa yönetmelik, hem üstelik Korona.
Genel kural: Her yasa ve her yasak, eziklerden bir ezik memura daha güçsüz
birini ezme fırsatı verir. Madem fırsat verilmiş niye değerlendirmeyesin?
(Üç ay önce geldiğimizde Kısım Şefi yoktu, çekinci kızlar ‘hıı’ deyip
geçirmişlerdi.)
*
Mısır’da korona morona hikâye. Sözde maske mecburiyeti koymuşlar, ama
sokaklarda hicaplı kadınların yanında yüzünü tıbbi maskeyle örten bir elin
parmaklarından fazla değil. Çarşı, pazar, belediye otobüsü, cami, kilise, bar,
kafe tıklım tıklım insan istifi, herkes güler yüzlü, herkes rahat ve kalender,
Allahın dediği olur modunda.
Mısır’da korona oranı dünyadaki en düşüklerden imiş, 100 milyon nüfusta 8
bin kişi ölmüş (geçen Ocak rakamları). Kuşkuya kapılıp didikliyoruz. Cemiyet
işlerine hakim arkadaşlara, onların doktor akrabalarına sorduruyoruz: yok, bir
iki kişinin öldüğünü duymuşlar, onlar da zaten çok yaşlıymış. Taşra
kasabalarında sağlık ocaklarını, hastane kapılarını gözetliyoruz: sağlık
teşkilatı en az Türkiye’deki kadar yaygın, insanlarda da aman doktora
gitmeyeyim evde öleyim gibi bir hava yok. Bir toplum bu işi ne kadar ciddiye
alır, saplantı haline getirirse o kadar çok insan mı hastalanıyor acaba diye
geçiriyoruz aklımızdan. Töbe diyoruz, bu fikri yüksek sesle söylesek memlekette
insanlar bizi linç eder, neme lazım.
Luksor’da üç tekerli tuktuk sürücüsü tam beden arkaya dönük bize başından
geçen komik bir olayı anlatırken aniden 80 km süratle ölüm dönüşü yapıyor, az
daha asfaltı öpüyoruz. İleride polis varmış, maskesiz görse şu kadar ceza yazar
diyor, geçen bir günde üç defa ödemiş. E diyoruz, sokakta maskeli tek kişi yok?
Yaptığı el hareketini “kör tuttuğunu öper” diye yorumluyoruz.
*
Gürcistan’da kurallar daha katı. Gece 9’da sokağa çıkma yasağı, hafta
sonları tamamen kapalı imiş. İlk iki akşam saati kaçırıp aç kaldıktan sonra
fark ediyoruz sokak köşesinde duran restoran gelgelcilerini. Buyurun diyor bir
tanesi, kapalı bir restorana götürüyor. Kapı önünde sandalyeler yığılı, köpekler
çöp kovasını devirmiş, pencereler karanlık. Kapıyı tıklatıyoruz, açıyorlar.
Cümbüş koridorun sonunda: tüm masalar dolu, müzik coşmuş, Gürcü şarabı su gibi
akmakta. Gece hangi saatte olursa bekleriz diyorlar, aman dikkat edin polis görmesin.
Kafkas dağlarının en ücra yerlerini dolaşıyoruz: ıssız dağ yollarında
yürüyen köylü kadınları maskeli, yaylada davar otlatan çobanlar maskeli.
Tsalka’da Türkçe konuşan Rumların köyüne uğruyoruz. Köy metruk, giden Rumların
yerine üç beş hane Acaralı Müslüman yerleşmiş. Paskalya ertesi Pazartesi günü
Ortodokslarda mezarlık ziyareti adettir, o yüzden tek tük Rum aile gelmiş, eski
evlerinde piknik yapıyor, göz ucuyla Acaralılarla karşılıklı bakışıyorlar. Bizi
misafir eden aile tedirgin. Bu yıl korona yüzünden mezarlık ziyareti yasakmış.
Mezarlıkta bizden başka bir Allahın kulu yok, ama gene de benim orada dolanıp
fotoğraf çekmemden huzursuz oluyor. İhbar olsa, polis gelse ne yaparız?
*
Ermenistan ile Gürcistan’ın korona istatistikleri hemen hemen başa baş,
ikisinde de “vaka” sayısı yüzde 7-8, ölüm oranı binde 1 dolayında. Ama yaklaşım
farklı. Ermenistan’da yasaklar çoktan bir kenara atılmış, lokantalar kafeler
günün her saati açık, devlet daireleri dışında maske takan pek yok. Yerevan
günlük güneşlik, canlı, dünyada modern – yani 20. yüzyıl eseri – olup “güzel”
sayılabilecek galiba tek kent. Ülkenin geri kalanı ise Sovyetler Birliği
çağında donup kalmış. Her kasabada “Ekmek”, “Et”, “Giysi”, “İnşaat Malzemesi”
isimli birer adet dükkan; terk edilmiş hayvani bir fabrika; boyaları dökülmüş,
camları kırık bir Parti binası. Karayolları en son 1960’larda Hruşçef zamanında
tamir görmüş.
Gürcistan’la kontrast bu sefer daha fazla dikkatimizi çekti. Gürcistan
canhıraş bir çabayla “Batılı” olma derdinde, özü olmasa da vitrinini
“modernleştirmeye” önem veriyor, pek yakında Avrupa Birliğine tam üye kabul
edileceğine iman ediyor. Ermenistan’da gerçi başkent seçkinlerine sorsan hala
öyle derler de, memlekette o anlatıya çok inanan kalmamış gibi.
Korona kanunlarına yaklaşımları bu farkın bir yansıması mıdır diye geçti
bir an aklımızdan. Öğretmenine yaranmaya çalışan uslu öğrenci gibi Batı’nın
gözüne girmeye gayret eden Gürcüler dağda bayırda maskeyi dayatırken
Ermenilerin boş vermişliğini başka nasıl açıklamalı?
Tsalka'da köy sokağı, Gürcistan |
Yerevan'da konser, Ermenistan |
yazıyı ikinci kere okurken farkettim, beşyüz kişiden 55 bin euro, sen ülkeye Commodore'u getir, en iyi pc yazılarını döktür, dünyayı çalkala, modern tarihin en ceberrut bürokrasisine meydan savaşı aç, sonra gırgır dergisindeki türk karikatürünü gel bloğa yapıştır.. gözümden yaş geldi, beni acı yerken gören Kürt dostlar kafaları yavaş yavaş iki yana sallar.."hoca sen kesin kürtsün" derlerdi.. Anadolu'da hepimizin inanılmaz bir geçişkenlikle ve istisnasız aynı bokun laciverti olmamızla gurur duyuyorum.. beni gururlandıran tek şey bu.. düşmanlığımızın aslında düşmanlık falan olmayışı, kütkafalık ve hürriyet gazetesi vb bozuk tuvalet kağıtları.. hepsi bu.. ve binlerce ahlâksız cinayet:(
ReplyDelete