Nişanyan Sözlük’e artık çok vakit ayırmıyorum. Gene de ara sıra girip bir şeyler eklediğim ya da düzelttiğim oluyor. Son günlerde üst üste üç tane eksik ve yanlışımı yakaladım. Kendi kendime kızdım.
Kelepçe
Kelâb veya kelâbe Farsça “iplik kangalı”.
Farsçanın klasik sözlüğü Burhan-ı Katı’ya göre “iplik ve iplik saracak çark
manasınadır ki bir nev’ine kelâbçe veya kelâbçek tabir olunur.” Meninski
sözlüğü (1680) kelâb maddesinde sözcüğün Türkçesini keleve diye
aktarmış, “keleve ki üstüne iplik sararlar ve ol sarılan iplik” tanımını
vermiş. Türkçe kelepçe/kelebçe sözcüğüne ilk kez değinen Vefik Paşa (1876),
bunu iplik kangalı anlamında keleb ile irtibatlandırmış: “bileğe takılan küçük
keleb”. Vefik Paşa’dan daha titiz bir dilci olan Şemseddin Sami (1900) o topa
girmemiş, kelepçe’yi tanımlamakla yetinmiş: “derdest edilen ashab-ı ceraimin
kaçmamak için bileklerine takılan çifte halka.” Türk Dilinin Sözde Etimolojik Sözlüğü
yazarı Hasan Eren (1999), Ligeti ve Räsänen’e istinaden kelepçeyi Farsça kelâbe
(“büyük iplik çilesi”) + ça küçültme ekiyle izah etmiş. Andreas Tietze (2016) Eren’in
açıklamasını aktarmış fakat bağlayıcı bir görüş belirtmemiş. TDK Türkçe Sözlük
sözcüğün ‘Farsça’ olduğunu belirtmiş, başkaca açıklamaya gerek duymamış. Nişanyan garip ne yapsın, sözlüğünün 2002,
2009, 2018 baskılarında Farsça kelâb+çe etimolojisini tekrarlamakla yetinmiş. Kalabalığa uy ki
yanılmayasın.
Geçenlerde bir şey için
Çağatayca bir metne göz atarken birden uyandım: “bilekce, mahpusların ve
suçluların ellerine takılan iki boyunduruk.” Buradaki bilek bildiğimiz bilek
olabilir, ama “iki şeyi bir araya getirme, birleştirme” anlamında bile
ile anlam bağı eski dilde daha belirgin. Kelepçe belli ki bunun deforme edilmiş
hali. Belki argo ya da bilinçli bir espri.
Kelâbçe diye Farsçadan
alıntı, hayli marjinal bir kelime de varmış belli ki. Lakin “üstüne iplik sarılan çark” ile
bildiğimiz kelepçenin makul bir anlam bağı yok ki? Ne çarka benzer meret, ne de
iplikle akrabalığı var.
Kalafat
Eski usul ahşap
teknelerle tanışıklığı olanlar bilir, her yaz başında tahtaların arası kazınır,
açık olan yerler üstüpü veya fitille doldurulur, sonra elde primüs ocağı zift
eritilip aralarına dökülür. Bu işlemin adı kalafatlamak. Türkçeye Rumcadan
alınma bir sözcük. Gerçi Arapçada da qalfaṭ var aynı anlamda, fakat
bunun hayli geç bir alıntı olduğu anlaşılıyor. Erken devir Arapçada cumhurun c’siyle
calfaṭa جلفطة kullanılmış, bu da
yapıca yabancı olduğu bariz bir sözcük. Yunanca kalafátis καλαφάτης 7. yy’ın ilk çeyreğinde yazı yazmış
Hieron adlı birinin eserinde ilk kez karşımıza çıkıyor, gayet net bir teknik terim.
Buraya kadar sorun yok.
Sonra hangi şeytan aklımı dürtmüşse, sözlüğün ikinci baskısını hazırladığım
dönemde, 2009’dan bir süre önce (yaptığım düzeltmelere time stamp koymayı 2009’da
akıl ettim) bu kelimenin Arapça kılıf ile kökdeş olduğunu ve belki Arap-öncesi
Sami dillerinden alınmış olabileceğini belirtme gereği duymuşum. Bir daha da dönüp bakmamışım. Deli saçması
tabii. Kökeni gayet net olan bir sözcük. Ortaçağ Latincesinde calefacere
“ateşte ısıtmak, harlamak, alazlamak”, fiil-sıfatı calefatus veya calafatus,
İtalyancası calefato/calafato. Kalori ve kaloriferle aynı kökten bir
kelime.
İlginçtir ki şoför de
aynı kökten. Latince ve İtalyancada başta ka- olan ses Fransızca avam
telaffuzunda şa- olur, Lüleburgazın l’si ise önce w’ye dönüşür, sonra bitişik
ünlüyü o’ya çevirip kaybolur. Yani Latince /kal/ > Fransızca /şo/. Basit.
Tolga
13. yy’da Türkçeye girmiş
silah, savaş ve ordu düzeni ile ilgili pek çok kelime gibi “miğfer” anlamında
tolganın da Moğolcadan alınma olduğu bilinen bir şey, bütün kaynaklarda yazar, doğulğa,
davulğa gibi varyantları da gösterilir.
Buraya kadar sorun yok. Nişanyan da umumi kabule uyup Moğolcadır demiş.
Daha derinine girmemiş.
Geçenlerde korsan kitap
sitelerinde gezinirken Andras Rajki’nin Moğolca Etimoloji Sözlüğü’ne denk
geldim, ona göz atarken birden hop! Moğolca tolğay veya toluğay neymiş?
Bildiğimiz “baş, kafa”, tüm düz ve mecazi anlamlarda, insan başı, tepe başı,
büyük ve küçük baş hayvan, işin başı, baş ağrısı, ayrıca serpuş, başlık, sarık
ve saire.
Dil bilmemek kötü şey.
Böyle bariz şeyler bile gözünden kaçabiliyor.
Teşekkürler! Gene yelkenlerimi doldurdunuz, sağolun, hep varolun...
ReplyDeleteMoğolcası TOLGOI.
ReplyDeleteNogay da Moğolcada Köpek demek mesela. Aslen NOHOI, hırıltılı H ile. Sevmedikleri bazı Türkî kavimleri böyle tesmiye etmişler ve o isim kalmış. Aşağılamak amacıyla "Koşan köpek, Tazı" gibisinden bir nana kasdedilmiş.
Not: Sevan bey, spam kutunuzu arada bir check edin. Bazı yorumlarım belki oradadır.
Gerek yok. Konuya bir şey katmayan, anlamsız malümatfüruşluk niteliğindeki yorumları siliyorum.
DeleteCengiz Han'ın en büyük generallerine Cengiz Han'ın dört köpeği dendiğini duymuştum.Ayrıca Nogay adlı meşhur bir Moğol generali var.Moğollar için köpek bir aşağılama değil saygı ve yüceltmek ifadesi gibi duruyor.
DeleteYanlış bilmiyorsam yaradılış destanlarında ataları da bir köpek, aslında sonradan ehlileştirilmiş bir hayvanın bu sembol olarak seçilmesi üzerine düşünmeye değer bir konu bence. Moğol toplumunun organize hale gelişinin gerçekten çoğu kavme göre daha geç olmasının başka birtezahürü olabilir Başka milletlerde de bu olay var mıdır bilmem tabii.
Delete"Belki... bilinçli bir espri" derken 'kilāb" (köpekler) mi kastettiniz?
ReplyDelete*
Bi de senelerdir şu 'patavatsız' aklımı kurcalıyor. Acaba Rumca'dan gelen argo bir kelime mi? Onu da çözersiniz çok harika olur.
Sevan abi selamlar.Türkmen kalpağına telpek denir.Tolga ile telpek arasında başlık bağlamında bir ilişki olabilir mi?
ReplyDelete