“Laik toplumlarda kanunlar kutsal değildir. Zaman içinde insanların gelişen ihtiyaçlarına göre hukukta iyileştirme yapılabilir. Laik toplumlarda insanlar kendi yasalarını yapar, tanrı onların dünyada yaptıklarına karışmaz.”
Kanunları alelumum ‘insanlar’
yapmaz. ‘Birileri’ yapar. “Kanunlar zaman ve zemine göre değiştirilebilir”
dediğiniz zaman kimin ne zaman ve hangi koşullarda değiştirebileceğini de
belirtmeniz gerekir. Yoksa birileri çıkar “arkadaşlar yarın beni padişah ilan edeceğiz”
der, yahut gece yarısı torba yasa çıkarır, gık diyemezsin.
Karşı taraf haklı mıdır,
haksız mıdır ayrı mevzu. Ama laiklik hayranlarının yüz senedir halâ karşı
tarafın gerekçesini fark etmemiş görünmeleri hayreti muciptir. Karşı
taraf diyor ki, kanunlar kutsaldır. Yani kafana esti diye zırt pırt değiştiremezsin.
O yetkiyi sana verirsek sonucu kaçınılmaz bir kesinlikle zorbalıktır, hukukun
paçavra edilmesidir. Hukuku zamana uydurmak gerekiyor ise nasıl uydurulacağına
devlet sopasını elinde tutanlar değil, ak sakallı alimler karar versin.
Ayrıca, müsterih olun, tanrı
bir şeye karışmaz. Çünkü tanrı hayaldir. Sadece yasa yapmanın farklı yöntemleri
vardır.
“Roma imparatorluğunda
kanunlarla toplumda kutsal olan ve olmayan net bir şekilde ayrılmıştır. Laiklik
esas alınmıştır.”
Biraz Roma tarihi bilen
bilir ki Roma hukuku ve siyasi kurumları iliğine kadar dini inanç ve törelerle yoğrulmuştur;
dinsizliğin, dine zarar vermenin cezası ölümdür. Merak ediyorsanız Mommsen yahut Fustel de
Coulanges okuyun. Eski Roma dini geniş meşrepli olduğundan insanları çok
üzmemiştir. Hıristiyanlık resmi din olduğunda ise muhtemelen insanlık tarihinin
en feci yobazlık sahneleri yaşandı. Yanlış inanç sahipleri acımasızca kovuşturuldu,
tapınakları yakıldı, dini zulümden kaçanlar yüzünden koca vilayetler ıssız
kaldı.
Kutsal olanla dünyevinin
ayrışması Batı Avrupa Ortaçağının eseridir. Roma devleti Batıda yıkılınca
kilise uzun süre tek medeni otorite mercii olarak kaldı. Sonra devletler
yeniden güçlenince gücünü onlarla paylaşmamak için çatır çatır direndi. Sonunda
otoriteyi paylaşmaktan ve birbirinin alanına fazla bulaşmamayı kabul etmekten
başka çare bulamadılar.
Doğu Roma’da devlet
çökmediği için böyle bir şey olmadı. Ne Bizans’ta, ne Rusya’da, ne Osmanlı’da o
yüzden din ve devletin ayrılması diye bir şey duyulmamıştır.
“Kuranın tanrıdan
geldiğine inanıldığından değiştirilemez özelliği vardır. Bu durumda Kurandaki
toplum yönetim yasalarını, hukuku değiştirebilir misiniz? Değiştiremezsiniz.”
Kuran’da birtakım şiirsel
imgeler, muğlak deklarasyonlar, ne manaya geldiği belirsiz meseller ve bolca
öfke krizi vardır. Hemen her ayetin zıddını söyleyen bir ayet illa ki bulunur.
Bu tuhaf metinden (ve onu tamamlamak için uydurulan on binlerce hadisten) bir
hukuk sistemi kendiliğinden üremedi. Üretmek için çağın en parlak alimleri canhıraş
bir gayretle 200 sene uğraştılar. Ürettikleri sistemi yorumlamak için, eskisi
kadar parlak olmayan varisleri bin küsur senedir hala uğraşıyor. Siz orada değiştirilmez
bir tanrı yasası bulduğunuzu iddia ediyorsanız yolunuz açık olsun.
İslam hukukunun iki ana
yolu ve dört tali mezhebi (ve tabii bugün terk edilmiş olan onlarca
alternatifi) Abbasi devletinin ilk yüzyıllarında oluşturuldu. Yani Kuran’ın
telifinden kaba hesap 100 ila 200 yıl
sonra. Allah’ı referans göstermeleri politik bir tercihti. Aşırı
güçlenen ve meşruiyet zemini sarsak olan halife devletine karşı hukuk mesleği
sırtını “Allah kelamına” dayama ihtiyacını hissetti. Buyur askeriye senin,
vergi senin, ama hukuk senin tasarrufunda değil, ilmiye sınıfının tekelidir
dediler. Senin kılıcın varsa bizim de Allahımız ve kitabımız var diye kendi kendilerini
teselli ettiler.
Son derece akıllıca bir
hamleydi. Sonuçta ilim mesleğinin yüzyıllar içinde aşırı derecede
muhafazakarlaşmasına, kılıç sahibinin tasallutuna karşı istiridye gibi içine
kapanmasına yol açtı, o ayrı mevzu.
Bugün “İslam değişir mi?
Değişmez!” diyerek kendi sorup kendi cevaplayanların bu hakikatleri aklında
tutmasında yarar vardır. İslam hukuku konusunda ahkam kesmeyi toplumun en cahil
ve ezik sınıflarına terk edip sonra onların kalın kafalılığından şikayet etmek
pek de rasyonel bir tavır olmasa gerek.