Bu makaleyi sesli ve görüntülü izleyin: https://www.youtube.com/watch?v=5dqi7rZkLAg
Şimdi insanlar öldü ya, güzide basınımız gene başlar döğünüp bağırmaya, “Kaçak yapılaşmaya hayır” diye. Refleks gibi bir tepki, vur dizine tokmağı bacağı zıplasın. İnsanlar neden ölüyor? Kaçak yapılaşma yüzünden ölüyor! Tak, zınk! Beyne gerek yok, omurilik neyine yetmez? Halbuki memlekette herşey Devlet’imizin gözetim ve denetiminde olsa ne güzel olur değil mi? Vatandaş yasalara ve yönetmeliklere uyar, yapılaşma planlı olur, kimsecikler ölmez. Basit.
Belanın başı Devlet
Ben size açık açık söyleyeyim. Bu ülkenin başındaki birinci büyük bela Yeniçeri ise, ikincisi ‘İmar Şebekesi’dir. Kökünden sökülüp atılmadığı sürece Türkiye’nin medeni bir ülke olma ihtimali yoktur, hiç hayal kurmayın. Bir zamanlar dünyanın en güzel kasaba ve kentlerinden yüzlercesine sahip bir ülkeydi burası. Hepsi bir örnek, ucuz, sefil, zevksiz, sağlıksız, kişiliksiz apartman yığışmaları diyarına çeviren kimdir, bir düşünün. Kaçak yapılaşma mıdır? Yoksa “Kafana göre ev yapamazsın, ne yapacağına Devlet karar verir“ diyen, memleket çapında örgütlenmiş imar çeteleri mi?
Önceki gün Kalkan’daydım, zihnimde henüz taze. Yirmi yıl önce orada olan dünya şekeri küçük köyün etrafında şimdi azgın bir vahşetle dağları tepeleri sarmış bir Ucubekent var. Sizce kaçak mıdır? Yoksa muteber bir üniversitede şehircilik okumuş biri imar planını çizmiş, belediye çatır çatır haracını kesmiş, denetimini yapmış, mimarı, mühendisi, boku, teki çarşaf çarşaf projelerini yapıp yağmadan yasal paylarını almış mıdır?
Kalkan misal sadece. İstanbul deyin, Tirebolu deyin, Çemişgezek deyin farketmez. Yürürlükteki yasalara uygun olarak yapılanıp da güzel, insancıl, akla uygun, kalıcı olan BİR TEK yerleşim yeri söyleyin bana, bu yazıyı yiyeyim.
Halkın suçu değil
Hayır, ahaliyi suçlamanın anlamı yok. Bin seneden beri güzel ev, güzel kasaba yapmayı iyi kötü becermiş bir halk durduk yerde bozulmadı herhalde. Efendim göçebe geleneğiymiş, şuymuş buymuş, bunlar da inandırıcı değil. Safranbolu’yu yaparken göçebe değildiler de şimdi mi göçebe genleri depreşti?
Benim için esas ipucu şudur. Küçük Oteller Kitabı yüzünden memleketi fellik fellik dolaştığım şu son onbeş yılda gönül hoşluğuyla “budur” dediğim ya yirmi ya otuz tane yeni yapılaşma örneği hatırlıyorum. Hani içinde güzellik vardır, zekâ pırıltısı vardır, teknik beceri vardır, görünce yüzün güler, ne güzel yer, burada yaşasaydım keşke duygusuna kapılırsın, öyle. Şimdi bakın, bu yirmi-otuz örneğin hemen hepsi “kaçak”! En az yarısının kapı gibi YIKIM EMRİ var. Ya da insan ömrünü tüketen mücadeleler sonunda, binbir güçlükle, zorla, rüşvetle, torpille “kitabına uydurulmuşlar.” İstisnasız hepsini İmar Çetesi’nin şu ya da bu şubesi durdurmaya çalışmış.
Büyük çoğunluğuna mimar ve mühendis eli değmemiş; ya da değmişse yasal mecburiyet yüzünden değmiş, ona RAĞMEN iş başarılmış. Sonuç: Güzel (insanî, akılcı) yapılaşmanın önündeki esas engel İmar Şebekesi’dir. O şer örgütünü yok etmedikçe, bireysel kahramanlık eseri olan münferit işler dışında, memlekette iyi bir şey yapmanın imkânı yoktur.
Bürokrasi bozar
Böyle olmasının sebebi meçhul mü? Değil. Sayalım:
Bürokrasi sorumsuzdur. Kalkan’ı neden rezil ettin diye kendisinden hesap sorulmayacağını bilir.
Bürokrasi akılsızdır. Çünkü akıl, ancak bireysel vicdanın olduğu yerde serpilir. “Mevzuat böyle, amirim de emretti, ama BENCE bunlar yanlış” diyemeyen insanın akılla işi olmaz.
Bürokrasi çirkindir. Çünkü estetik duygusu da bireyseldir. “BEN bunu beğendim” deme özgürlüğüne malik olmayan adam güzelliği ne yapsın?
Bürokrasi kıskançtır. Kendi üç kuruş maaşa ömür tüketirken iş ve ev ve kent kuran adamdan için için nefret eder, kötülük üretir.
Bürokrasi bencildir. Temel içgüdüsü, vatandaş aleyhine kendi iktidarını büyütmektir. Güçlü bir ahlaki-felsefi öğretiyle zapturapt altına alamadığın bürokrasi, bir süre sonra kendi kurumsal çıkarı dışında hiçbir şeyi düşünemez olur.
Bürokrasi zalimdir. Eline yıkma ve öldürme gücü verdiğin, kendi kendini besleyen bir kontrolsüz şebekeden hayır bekleme!
Deprem faciası
1999 depreminin neden olduğu felaketlerin en büyüğünü büyükşehir ahalisi pek bilmez. Depremi izleyen bağrış çağrış ortamında 3194 sayılı İmar Kanunu’nu şipşak değiştirdiler. Eskiden belediye alanları dışındaki köylük yerlerde (bir sürü istisnayla da olsa) yapı işleri nisbeten özgürdü; muhtarı ikna edip iki ustayla kendine bir ev yapabilirdin. 99’dan sonra o da kalktı, dağ başındaki tarlada tavukların için kümes yapmak bile İmar Şebekesi’nin iznine bağlandı.
Nedenmiş? Ruhsatsız yapılaşma yüzünden depremde insanlar ölüyormuş! Siz depremde hiç köylü yapısı ev yıkıldığını gördünüz mü? O yıkılanların hepsi izinli, ruhsatlı, onaylı, imar planlı, projeli apartmanlar değil midir? Devlet eli bir yere ne kadar çok değmişse yıkım şansının o kadar arttığı görülmemiş midir? İmar kanserinin sebep olduğu felaketi önleyelim derken o kanseri daha da büyütmenin mantığı var mı?
Yasa değişikliğinin sonucunu görüyorsunuzdur ama farkında mısınız bilmem. 1999’a dek Türkiye’de binde bir de olsa güzel, terbiyeli köy evleri yapılıyordu. 99’dan sonra bitti. Yarın bu ülkenin sosyal tarihini yazacak olanlar, beşbin yılda oluşmuş bir mimari kültürün 1923’ten sonra yozlaştığını, 1999’da sona erdiğini anlatacaklar.
Nalıncı keseri iş başında
Bu sel afetinden sonra da İmar lobisi yaygarayı başlatacaktır, şüpheniz olmasın: “Kaçak yapılaşmaya son,” “Denetimler sıklaşsın,” “Planlı kalkınma,” vs. vs.
Mühendisler Odası Başkanı selin ertesi kalkıp konuşmuş bile. Ne demek istemiş ben size mealen aktarayım: Oda harçları artsın, üç mühendis yerine beş mühendisten rapor istensin, çark dönsün, çorba kaynasın, gücümüze güç katılsın...
Shakespeare'in şiir yazmaya çalışan piyanist dostuna dediği gibi ama daha olumlu bir anlamda;
"Lütfen tarih yazın, daha çok tarih yazın, sürekli tarih yazın..."
ayrıca, ergün on radar kişisinin leziz entry'sini, ay, şey, pardon, "yorumunu" ekşi sözlük'ten "arakladığını" söylemez isem olmaz.
ah, tabii, madem hazır shakespeare'den girmiş ingiliz edebiyatına, ben de bir oscar wilde alıntısı yapayım öyleyse:
"milliyetçilik zalimlerin erdemidir"
saygılar, sevgiler
Sorun sadece küfür/hakaret ettiklerinin farkında olmamaları değil.
Aynı zamanda Atatürk'e yönelik en sıradan eleştirileri dahi hakaret/düşmanlık olarak tanımlıyorlar.
Yani iki taraflı bir arıza söz konusu. Kendi küfürünü eleştiri, başkasının eleştirisini de küfür olarak algılama gibi bir şey.
Zaten iki kesim arasında iletişimi en çok zorlaştıran şey de bu.
Mesele Türk olmak veya olmamak hiç değil. Mesele insan gibi yaşamak, insan yerine konulmak. Alıp başımı Öropalara kaçayım diyorum kuzum, lakin onlar da ırkçının daniskasıdır. Bu nifak işlerini icat edenler bizzat kendileridir. Biliyorum ki, "18 ayar" bir Türk olarak oralarda da "18 ayar" bir ayrımcılık görmek kaçınılmazdır.
Sonuç: Arada sıkışmışız kalmışız. Ve daha 25 yaşında tiksinmekteyiz her şeyden. Sürekli midemiz bulanmakta...
Size promosyon yapmanızı tavsiye edeceğim. Küfüretmeden, bizim de varlığımızı kabul ederek, beklediği saygıyı başkasına gösteren Kemalist'e bir adet küçük oteller kitabı, şirince köyünde bir hafta tatil gibi.
saygılar
Bir İzmirli olarak Sayın Serhatcan'a katılmıyorum bu arada. Bence en tahammülsüz şehir Trabzon.
Kendi başıma gelen ve çevremden duyduğum birkaç örnekle devam etmek istiyorum; otobüste biraz yüksek sesle konuşan arkadaşlarımı, önlerden orta yaşlı bir bay uyarmak için şuna benzer bir cümle kurar: "Atanız'a layık olun, yurdu emanet ettiği gençlerin haline bak!" arkadaşım da altta kalmayarak, atatürkçü olmadığını dolayısıyla, atatürk'ün yurdu emanet ettiği gençlik içinde kendisini görmediğini söyler. Beyefendiden gelen tepki müthiştir, otobüsün tamamını galeyana getirir, adeta linç çığırtkanlığı yapar, pek tabii arkadaşlarım da ilk durakta inmek için doğrulurlar, tam inerken kapı tarafındaki insanlar arkadaşlarımın arkasından tükürmektedir. Bir tane de benim şahit olduğum bir olayı anlatayım; bilen bilir, izmirde belediye otobüslerinde telefonla konuşulması yasaktır. İnönü caddesinden geçerken, basın sitesinin oralarda, bir beyfendinin telefonu çalar, o da konuşmaya başlar, yakınındaki bir yaşlıca hanım da beyin yaptığı bu yanlış hareketi; "vatanı sizin gibiler sattı, batının ellerine bıraktınız bizim güzel yurdumuzu, vatan hainleri..." gibi dehşet verici ifadelerle kınar(!). Bu aslında Akp'nin ikinci kez iktidara gelişiyle tavan yapan "vatanın satılması" paranoyasının, ulusal tv izleri, aydınlık, cumhuriyet okuru tarafından en basit bir olayda bile su yüzüne çıkarıldığının basit ve güncel bir örneğidir.
Bitirirken basit bir soru sormak istiyorum, hem çağdaşlık üzerine de bir tartışmaya meydan verebilitesi de var; sizce, İzmir'de bir insanın Atatürkçü olmadığını söylediğinde linç tehlikesi geçirmesi mi daha korkunç? Yoksa Sakarya'da şortla kentin ortasında gezen yelken takımının dayak yemesi mi daha korkunç? Bu son değindiğim olay cumhuriyet gazetesinde genişçe yer bulmuş, köşe yazılarına konu olmuş, "ülke nereye gidiyor?" sorularını defalarca sordurmuştu...
ancak diğer şehirlerle izmir arasında şöyle bir fark vardır,diğer şehirlerde bir tür 'mahalle baskısı' varsa o insanlar biz aslında çok höşgörülüyüz demez.'evet biz muhafazakarız,biz böyleyiz' der.ancak izmirdekiler bütün bu tahammülsüzlüklere,hoşgörüsüzlüklere rağmen kendilerini 'ennn çağdaş,ennn hoşgörülü,ennn ileri,ennn gelişmiş,ennn....' olarak tarif ederler ki bu oldukça hastalıklı bir durum bence ve izmiri diğer şehirlerden 'üstün' kılan da bu hastalıklı durum
'Bunlar küfürdür. Asgari haysiyete sahip biri için, sözünün ardında gizli gündem yahut kişisel çıkar aramak hakaretlerin en ağırıdır.'
Bundan sonra az biraz sıkıştığında bu küfürlere sarılanlarla,can ciğer kuzu sarması olanlarla asla diyaloğu sürdürmiyecem.
Not: Sizce hangisi doğru 'sürdürmüyecem','sürdürmiyecem','sürdürmeyecem'.
Seni,Hrant'ı,Etyen'i,Markar'ı ve diğer isimlerini sayamadığım 'adam gibi'adamları tanımak (elbette,yazı ve fikir platformlarından) ve aynı ülkede yaşamak,ayrıcalıktır.Bir adım önde olmanın zorluğunu ve tabii ki değerini anladıklarında,saygı ile özür dileyeceklerdir.
Ama bunun için epeyi kocaman bir sabır gerekir.
Ama 'adam gibi adam'olmanın da,olmazsa olmaz koşuludur bu.
Saygı ile en candan dileklerimi sunarı,efendim.
Ömer Vatansever
Ben Taraf gazetesini sürkli alıyor ve ordaki bütün yazarların yazılarını okumaya gayret ediyorum. Fakat Neden öyle küsmüş gibi duran bir fotoğrafınızı köşenize koyuyorsunuz.O şekildeki duruşunuz samimiyle söylüyorum bende rahatsızlık yaratıyor,dolayısıyla yazılarınızı da okumak istemiyorum.Düşüncenize saygı göstermekle beraber düz bir fofonuzu koymanız bizde sevinç yaratacaktır.Saygılarımla
nadiyaman@hotmail.fr
Bir süredir yazılarınızı takip ediyorum.Gerçekleri dile getirmedeki başarınızdan ve cesaretinizden dolayı sizi kutluyorum.Doğru söyleyeni hain ilan eden bir memlekette yaşıyoruz,ancak artık bir şeyler değişmeli.Bizim gibi gençlerin sizin gibi yazarlara ihtiyacı var.
Artık resmi ideolojiyi bırakıp biraz gerçek tarih öğrenmemizin vakti geldi.Çalışmalarınızın devamını diliyorum.Saygılar.
Ancak yaziya ufak bir itirazim var; yazida beliritildigi uzre `vatansiz olarak itham edilmek` yada hadi itham da demeyelim, vatansiz olarak tanimlanmak bence bir hakaret degildir. Aksine kapitalist bir kutsiyet olan vatan yada vatanseverlik kavramlarini ben kemalist egitim sistemiyle yillarca beyini yikanmaya calisilmis oz be oz bir Turk olmama ragmen kendime hic yakistiramiyorum.
Cok acik ve kilciksiz olarak ifade etmekte hicbir sakinca gormedigim talebim sudur; sahsima vatansiz seklinde hitap edilmesini ozel olarak istiyorum. Kemalistler diledikleri kadar vatansiz olmayi hakaret zannetsinler, umrumda bile degil...
Imalari, metin ardi anlamlari, gizli satir aralarini inceleyip kufur mahiyetini desifre etmen gayet akilci.. katiliyorum. Kufur aciz adamin isi.. bazilarinin agzina yakissa da belli seviye gerektiren tartismalarda kufur pek akla hizmet etmiyor.
peki sen neden az once izledigim ( benim az once izledigim senin mart 2010 da katildigin ) programda kufur eder gibi mimik show yapmissin? Practice what you preach derler benim yasadigim yerde.. ( arada sen de verirsin ya yabanci dilde ornek, hani turkce yetersiz kalir ya.. ) ne sebeple o agresif, sinirli hallere burundun? "arkadaslar ben o kadar hakliyim ki size dayanamiyorum" tavri kac adim oteye atar bizi, seni, kimi?
Yillar once kiz arkadasim bana surpriz yapip sirinceye goturmustu.. Senin motelde kaldik. Mimarim ben de.. icimi karartti bu arada o bogucu tablolar ve renkler.. samimi elestirim.. Kahvalti cok guzeldi ama.. Meshur Ataturk putlarini pardon kitaplarini da ilk orada gormustum.. hani bu kemalistler putlastirmis ya Ataturk'u.. Sen de seytanin yapip zit kutuptaki putunu yapmissin. Abi.. bir celiskidir gidiyor, bilmem farkinda misin? yani sac sakal grilesince farkinda olsan da "ya bosver boyle geldi artik, tornistan yapilmaz dalgalar yukseldi" mi der insan?
guzel gunler dilerim..