Thursday, December 7, 2017

Şiir konusuna devam

Foça Cezaevinden uçmadan önce son okuduğum kitap Hermann Hesse’nin Magister Ludi’siydi, Türkçeye Boncuk Oyunu diye çevrilmiş. İnsanı sarsan bir kitaptır. Şiir hakkındadır. Ama manzum edebiyattan söz etmez; şiirin en yüksek örnekleri olarak Budist düşünce disiplinini, 18. yüzyıl Avrupa müziğini ve matematiği anar. Sanırım bunlar Hesse’nin kişisel tutkuları olduğu için ön plana çıkmıştır. Yoksa bana sorarsanız eşsiz güzellikte bir köy inşa etmeye çalışmak da şiirdir, sözlük yazmak da şiirdir, dağa kaya mezarı oymak da şiirdir, hakikat aşkından başka hiçbir amaç gütmeksizin bin yıl önce yaşamış filozofların metinlerini şerh etmek de şiirdir. Güzelliği ve kusursuzluğu aramaktan ve o arayışı hayatın biricik amacı mertebesine yükseltmekten söz ediyoruz.
Hesse için o uğraş bir oyundur – göz alıcı bir kristal boncuk oyunu. Bunu aşkın (transcendent) bir temele, mesela toplumsal bir faydaya, bir halas umuduna, tanrısal bir emre ya da ahlaki imperatife dayandırmanın onu ucuzlatmak olduğunu bilir. Kendi kendinin amacı olan şey, tanımı icabı oyundur. Hafif ve kırılgan bir şeydir. Romanın anlattığı dünyada, tüm yaşamını boncuk oyununa adamış seçkin bir zümre, sonsuz emek ve disiplinle, oyunu kusursuzlaştırmaya çalışır. Yirminci yüzyılın felaketlerine yol açan amaç ve anlam kaybının ancak bu yolla aşılacağı kanısındadır Hesse. Roman 1943’te yazılmıştır, yani 20. yy karanlığının en koyu anında.
Tabii Hesse kolay tutulacak bir balık değil, Buddha düşüncesine vukufu da öyle basit bir düzeyde değil. Romanın kahramanı olan Knecht (“Yoldaş” mı desek?) oyunda en yüksek seviyeye ulaşıp Büyük Usta olduktan sonra, duyulmamış bir şey yapıp görevinden istifa eder. Romanın kilit pasajı Knecht’in istifa mektubudur. Bir bakıma boncuk oynunun nihai zirvesidir, Nirvana, yani Yokoluş anıdır. Nedenini nasılını anlatmaya kalksam ben şimdi beceremem. Siz en iyisi romanı okuyun.
*
Önceki yazının başlığı bazı okurları yanılttı sanırım, benim kusurum. Bireysel bir tercihten söz etmek değildi niyetim. Bugünün dünyasında bir baltaya sap mı olmalı şair mi olmalı sorusu nispeten banal bir soru. Tabii ki doğrusu bir baltaya sap olmak. Şair olmak bugünün dünyasında bir tür vazgeçiştir, omuz silkip dünyaya sırtını dönmektir. Yapabilen yapar; Apollon yolunu açık etsin. Ama ciddi ciddi bunu kimseye tavsiye edemezsin. Yazık olur çocuğa.
Soru o değildi. Soru, toplum neden şiire öncelik vermiyor sorusuydu. Mesela bir toplum tıbba yılda şu kadar trilyon dolar harcıyor, buna karşılık şiirin her çeşidine bunun binde birinden daha az bir bütçe ayırıyorsa, demek ki o toplum sağlığın çok önemli şiirin ise önemsiz olduğuna karar vermiştir. Bu karar doğru mudur? Neye göre doğrudur? Sağlık önemli evet, kimse aksini iddia etmedi. Ama O KADAR önemli olduğundan emin miyiz? Şiirden DAHA önemli olduğundan emin miyiz? Yarın ölüp gidecek insanların bugün ölmesi mi daha kötüdür, hayat boyu şiirin herhangi bir türüyle tanışamadan ölmesi mi daha kötüdür? Her taşra kasabasına beş hastane, yirmi ambülans, kırk eczane, yüz doktor koyduk. Onlar kadar, hatta onlardan fazla, elli şiir atölyesi, on barok müzik kulübü, on tane Şark Dinleri ve Felsefe Tarihi Enstitüsü, hatta bir matematik köyü gerekmediğini söyleyebiliyor musun? Bu bir tercihtir. Bu tercihin makul bir gerekçesi var mı? Leş bedenleri kaşıntıdan ve prostat şişmesinden korumak neden Devlet’in görevleri arasındadır da, insanların en temel ihtiyacı olan güzellik ihtiyacını karşılamak değildir? Kim yaptı bu tercihi? Koskoca toplumlar böyle bir kepazeliğe nasıl kuzu gibi boyun eğdiler?
O tercih tarihin belli bir noktasında, belli ülkelerde yapıldı. Sanırım başlangıç noktası Fransa’ydı. 19. yy’ın ilk yıllarında tohumları atıldı; 1880’lerde kamu eğitimi bu zihniyete göre şekillendirildi. ABD belki ayrı bir yoldan aynı yere geldi. Fransa’yı Almanya, daha sonra İngilizler izledi. Tarihin karşı konulmaz akışı mıydı sorumlusu, yoksa kapris, moda ve kısır görüşlülük mü baş rolü oynadılar? Bilmiyorum. Tartışmak lazım.
*
Mantıklı gerekçe ne olabilir, düşünelim.
Kimileri diyor ki modern devirde insana eskisine oranla çok daha büyük yatırım yapılıyor, dolayısıyla o kadar pahalıya mal olmuş insanı ful randıman alıncaya kadar canlı ve sağlıklı tutmak mantıklıdır. Bu bir kere doğru değil, çünkü sağlık bütçelerinin büyük bölümü işgücüne katkı potansiyeli en yüksek olan çalışanlara değil, emeklilere ve arızalılara harcanıyor. Maksat kâr maksimizasyonu olsa daha mantıklı yol arızalıları ve emeklileri çayıra salmak olurdu. Ama doğru olsa durum daha kötü, çünkü kamu politikalarının insanı köle ve mal olarak gördüğünü itiraf etmiş oluyoruz. Davar sahibi de hayvanın ruh sağlığıyla ilgilenmez, ful randıman alacak ölçüde canlı ve sağlıklı kalmasını önemser.
Denebilir ki şiirin üretime katkısı yok, bu devirde mühim olan üretim. Bu hiç doğru değil. Bir kere tıbbın (yahut bankacılığın, yahut iletişim tasarımı danışmanlığının, kamu idaresinin, hukukun, televizyon yapımcılığının) nesi üretim ki şiir değil, bunu anlamakta zorluk çekeriz. İkincisi, üretim denilen şey, temel fizyolojik ihtiyaçlara cevap veren kısmın, yani yiyecek ve içeceğin ötesinde, sosyal simge üretimidir. İnsanın kendini bir grupla eşitleme (“komşunun var benim niye yok”) ya da grupta öne çıkma (“bir Gucci’si bile yok şekerim”) ihtiyacına cevap verir. Böyle ihtiyaçlar var, inkâr etmek aklımızdan geçmez, peki. Fakat şiirden daha mükemmel sosyal simge sistemi var mı? Şiirde ustalaşacak kadar eğitime ve emeğe yatırım yapanın, ya da kendi yeteneği yoksa en yetenekli şairleri parasıyla tutup sofrasına oturtabilenin sosyal itibarı, kıytırık bir Gucci ile hava atanla kıyaslanır mı?
Kapitalizmin kâr hırsıdır, şiire izin vermez diyebilirler. Saçmadır. Millet neyi tüketiyorsa kapitalist onu üretir, millet neye para veriyorsa ondan para kazanır. Şiirin muteber olduğu bir toplumda, hiç şüphen olmasın, kapitalist şiire yatırım yapar. Şiir yerine matematik, yahut barok müzik veya Budist disiplini koy, aynı şey.
Seçkinlerin eğlencesi, halka faydası yok diyebilirsin. Deme. Güzelliği yüceltip ödüllendiren bir kültürü, şiir disipliniyle yetişmiş kuşakları, insanların yaşam boyu şiirle haşır neşir olmasını teşvik eden kurumlarla donatılmış bir sosyal çevreyi düşün. O toplumda apartmanlar bu kadar çirkin olur mu? Trafik bu kadar sıkışır mı? Kudurmuş ideologların sesi bu kadar yüksek çıkar mı?
*
Tıraşla vakit geçiriyorsun Sevan, bunların hepsi hayal diyen de olacaktır mutlaka. Belki de öyledir, canları sağ olsun. Ama belirtmiş olayım ki bu fikirler aklıma öyle aylak aylak otururken gelmedi, son derece pratik bir iş tartışması çerçevesinde şekillendi. Konu şu: Gerçek anlamda devrimci bir eğitim modeli sunmak istiyorsan müfredata ne koyacaksın? Genç çocukları TC eğitiminin boğucu cenderesinden bir nebze olsun kurtarmak istiyorsan onlara neyi sunman lazım? Neyi sunsan hem cazip olur, oluşturduğun model otlak yangını gibi büyüyüp yayılır, hem o çocukların hayatında kalıcı bir iz bırakır, onları bir adım da olsa hakikate, yahut edebe, yaklaştırır?

Ali matematik diyor, başka şey demiyor. Ben şiir derim. Kavga çıkmasın diye matematiği de şiirin içine sokarım, olur biter.

26 comments:

  1. "Güzelliği yüceltip ödüllendiren bir kültürü, şiir disipliniyle yetişmiş kuşakları, insanların yaşam boyu şiirle haşır neşir olmasını teşvik eden kurumlarla donatılmış bir sosyal çevreyi düşün."

    öyle bir dünya mümkün mü ola ki?
    mümkünse kararlı mı(sürdürülebilir mi)ola ki?
    bi de burdan oraya yol var mı ola ki?



    ReplyDelete
    Replies
    1. Bu dünyada yardan dadlu var m'ola?
      Sallanı sallanı gelen yar m'ola?

      Kusura bakma üstad, bana bu türküyü hatırlattı da yazdığın...

      Delete
  2. Kendinize sair diyebilmek icin siir tanimini biraz fazla zorlamissiniz. Muteahhitlik, isletmecilik vb. isler uretimi gerektirse bile yaratici isler degildir. Aksi halde sanata hamilik yapmis nice kralin ve dahi Bourbon sulalesinin de sair sayilmasi gerekirdi. Hatta gudubet Melih'in de biraktigi eserlerle kotu bir sair sayilmasi gerekirdi. Saygi duyulacak akademik calismalariniz var. Bunlarin erdemiyle yetininiz.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Siz de adamın söylediklerini anlamadığınız için ,kendi sığlığınızla yetinmek zorunda kalacaksınız...

      Delete
  3. Butun sanat dallarina siir denecekse o zaman mevzu siir olmaktan cikar baska birseye donusur. Onu da artik siirden farkli bir konu basliginda ele almak gerekir.

    Simdi 'Toplum Neden Siire Oncelik Vermiyor?' basligi altinda irdelenmek istenen aslinda 'Bu Turkler neden bu kadar cahil kalmis?' sorusu galiba. Nitekim sokakta rastgele cevirdigin en zircahil Fransiza sor Baudelaire'den bir siir okur. Alelade bir Ingiliz Shakespeare'den birseyler soyler. Barok muzik ve rondoyla beraber okullarda belletilir bunlar yahut Turklerden iyi sair cikmamistir hic. Bilemem. Belki de deveye sorulan malum soruya, devenin verdigi karsilikta aramak lazim cevabini.

    ReplyDelete
    Replies
    1. "Türklerden iyi şair çıkmamıştır" şu cümleyi kurmanız beni dehşete düşürdü gerçekten. İsim isim saymayacağım ancak divan edebiyatından halk edebiyatına, serveti fünuna, Cumhuriyet dönemine gayet de "iyi" şairler çıktı bu toplumdan

      Delete
  4. Nerdee? Keşke Hastane/Eczane/Ambulans olsa. Cami, cami ,cami mnk. Durum tasvir ettiğinizden de berbat.

    ReplyDelete
  5. Sanırım toplumların tercihleri hep birikimsel olarak gelişmenin gerçekleştiği mecralarda. Temel Bilimler değil mühendislik, edebiyat değil hukuk, resim değil mimarlık. Trendlerden uzak kalma korkusunun insanların temel iki kaygısı veya değeri güvenlik ve özgürlükle lineer ilişkisi var. Toplumlar güvende ve özgür hissetmedikleri sürece sanat türleri ve akımları topluma sırtına dönmüş bireyler etrafında şekilleniyor olacaktır.

    ReplyDelete
  6. Burada yanlis olan, tercihi daha cok hastane ile daha cok siir/kultur/matematik koyu arasinda yapmaya calismak. Hastanelere gelmeden once bu toplumda luzumsuz para ve kaynak harcanan o kadar cok alan var ki...Devasa alisveris merkezlerinden tut birkac yilda bir luzumsuz yenilenen arabalara vs..vs... Bunun disind, yasli bir insanin hayatini sursurmeye calisma karari mantikla alinmis bir karar degildir bence. Karsisinda aci ceken 80 yasinda birini goren normal bir insan, yanibasindaki matematik veya siir koyunun bakimsiz kalmasi pahasina icgudusel olarak o insani yasatmaya calisir. O anda toplumun cikarini optimize edici hesaplar yapmaz kafasinda.

    ReplyDelete
  7. İran toplumu için sizin deyiminizle 'şiire yatırım yapan' bir toplum denir; şiirin orada toplum hayatındaki yeri belki bütün öteki ülkelerden farklı ve fazladır denir. Ama Türkiye'den belirli bir ahlaki sosyal üstünlükleri varmış gibi gözükmüyor; hele ki yazınızın son paragrafındaki meseleleri düşündüğümüzde.. Belki bu konuda bir yorum yapmak istersiniz, birkaç sene önce orayı bisikletle gezmiş olduğunuz da düşünülürse :) ..

    ReplyDelete
    Replies
    1. Ideolojik yaziya ampirik yaklasim. Aliyim bir dal.

      Delete
  8. Ah Sevan üstadım nerede O Roma da ki Şairler,Filozoflar,Eğitimli Senatörler, Krallar veya islam öncesi Arap devrinde Şairlere Kabe panayırında çil çil altın dağıtan Mekkeli entelektüeller ah nerede o eski Elitler.Avam demokrasiyi keşfetti ve siyasi kurnazlıklar ile Köylüler sistemleri ele geçirdi,Mağarada doğan lider oldu senatör oldu Vekil oldu tüm dünyada

    Neredesin Ey Ebu Süfyan neredesin sanatın ve sanatçının dostu güzel insan,Lütfen Müslüman olmadan önceki O pagan halinle çık gel !

    http://im.haberturk.com/2017/06/07/ver1496788365/1521906_940x531.jpg

    ReplyDelete
    Replies
    1. Ebu Süfyan'a dair ne biliyoruz gerçek manada?
      Peki, en marijinal seni seçtik, alkışlar... Fırat'ın birincilik teli senindir adamım.

      Delete
    2. Mahalle arasındaki bodrum katın şehir kültürüne sahip olup Uykusuz dergisi müdavimliği ile mahallenin barlarında maç birası ve çekirdek çitleyip maç kutlaması yaparsanız, Ebu Süfyan hakkında gerçek manada bir şeyler bilmeniz zaten olanaksız olur.Sonrada Ebu Süfyan kabusunuz olur.Yan mahalledeki büyük abiniz olan Fırata da Selamlarımızı iletin.

      Delete
    3. Adsız olarak yorum yazmanız sizi anlamsızlaştırıyor. Bilmem farkında mısınız?

      Delete
  9. Ben guzellik arayisiyla kusursuzluk arayisinin bir tutulmasina takildim. Bence kusursuzluk arayisi guzellik arayisinda kostek olur ki guzellik zaten kusursuzluktan tamamen bagimsiz bir olaydir bana gore.

    ReplyDelete
  10. dil sınırsız bir alan gibi gözükse de, estetizasyonu bizim dönemimizde olunabileceğin çok daha ötesinde dimağlar tarafından yapılmış, bitirilmiştir, armoni kombinasyonları gibi, kelime oyunları, samimiyet, hissiyat ve kelimelerin matematiği arasında geçen pek çok güzel maçtan sonra, arayışımız - temelde; yalan, iftira, dolandırıcılık ve yabancılaşma amacı güden - lisân olgusundan azade olup, chomsky'nin dillendirdiği üzre bir iletişim düzeyine ulaşmaktır..

    ReplyDelete
  11. Kuran zaten öğretiliyor Türkiye'de talebelere. Haftada 6 saat, 9 sene boyu mecburi din dersi icinde Kuran, Siyer, herşey var. Hangi dünyada yaşıyorsunuz?!

    ReplyDelete
  12. Şiir insanları birbirine bağlayan kadim bir örgütlenme aracıdır. Üstelik ilk dizeleri siz dizmiş olsanız bile sözün devamını denetiminizde tutmanız hiç kolay değildir. Modern toplumlarda öl(dürül)müş olması bundan olabilir.

    ReplyDelete
    Replies
    1. "Şiir insanları birbirine bağlayan kadim bir örgütlenme aracıdır. Üstelik ilk dizeleri siz dizmiş olsanız bile sözün devamını denetiminizde tutmanız hiç kolay değildir." Çok güzel.

      Delete
  13. Vasat ve sıkıcı edebiyat okumuyoruz dostum.

    ReplyDelete
  14. Yürügit. Kitaplarınız da tanrılarınız da yerin dibine batsın.

    ReplyDelete
  15. Konu ne şiir, ne de tıp, sanırım sorulmak istenen soru;insanı insan yapan, şiir, sanat, matematik, estetiğin yüceltildiği bir dünya yerine neden böyle bombok başka bir dünya kuruldu ve bunu değiştirmek için ne yapmalı? Cevap sanırım zamanın ruhuyla ilgili...tarihin bu bölümünde bunların yaşanması gerekiyor demek ki...bu döneme de rastlamak bizim şanssızlığımız.

    ReplyDelete
  16. Güzellik arayışı falan demişken, Yerebatan Sarnıcındaki sütunların süslü-müslü sütun başları olmasına ne demeli peki? Lan, yerin altına şehre su sağlamak için bişe inşa etmişsin, eyvallah iyi de o karanlık da kim gelecek de görecek senin o süslü sütun başlarını, niye uğraştın ki?

    ReplyDelete
    Replies
    1. O "sütun başları" aslında Medusa başları ve putperest devirden kalmalar, nereden getirildikleri de belli değil.

      Delete
  17. Model güzel fakat otlak yangını gibi büyüyebilecek böyle bir model yok herhalde. Büyürse azimle, meşakkatle, özveriyle büyür ancak. Etkili olabilmesi, nesiller boyu üzerinde çalışıp uğraşmayı gerektirir. Köy enstitülerini biraz da bunun için kurmaya çalışmışlar ama henüz başlayamadan bitirildi, bütün ülke çapında sayıları 22yi geçememiş. Bugün binlerce İmam Hatip Lisesi var http://www.haberturk.com/proje-okul-olarak-ayni-basari-surecek-mi-1723842

    ReplyDelete