Viyana’da doktora yapan Murat Tuğrul yazmış, “Akademi
mimarisinde önemli olan hususlar nelerdir sence? Bir mimar neye dikkat
etmeli? Matematik Köyü özelinde şunu şöyle yapsaydık iyi olurdu dediğin
neler var?”diye sormuş. Matematik Köyü özeline girmekten kaçındım, netameli konular onlar. Ama hayallerimi şöyle paylaştım:
Sevgili Murat,
Üç
hafta oldu mektubunu alalı, hala cevap yazamadığım için sıkıntıdaydım.
Akademi mimarisinde önemli olan nedir? Vallahi bilmiyorum. Üç haftadır
kafamda çeviriyorum, yazmaya cesaret edemedim.
Liseye Robert
Kolej, üniversiteye Yale’e gittim. Hayalimdeki ideal lise ve üniversite
kampüsü tesadüfe bak (!) onlara çok benziyor. Yale’den güzel bir tek
Oxford ve Cambridge var. Peki, I hate to admit it, Harvard daha güzel sanırım.
Princeton ve Stanford da harika; oğlumun gittiği St. Andrews’a da
bayıldım. İşte model!
Sanırım şöyle kavramlaştırabilirim. 1-
güzel olmalı, 2- sevimli olmalı, 3- unutulmaz olmalı, 4- tükenmez
olmalı. Ayrıca 5- şehre hem yakın hem uzak olmalı, 6- içinde saklanacak
ormanları olmalı, 7- mimarisi tutarsız olmalı.
Bir kere, güzel.
Üniversitinin asıl işlevi insanın ruhunu yüksek bir yerlere çekmek
olmalı – hatta neredeyse ulaşılmayacak kadar yüksek, bir yükseklik
özlemi veya ideali. Sıradan mimari ile olmaz. Sıradan mimari insanın ruhunu öldürür.
Adileştirir. Günlük hayatın sıradanlığını norm ve hapishane haline
getirir. O halde, akademi mimarının temel ilkesi, pragmatizmin
tuzağından kendini korumak olmalı. Her detay güzel olmalı. Her detay uçuk ve cömert olmalı. Hiçbir şey
ucuz olduğu için, ya da “şimdilik işimizi gördüğü için”, ya da “herkes
böyle yapıyor” diye yapılmamalı. Her yerde – avlularda,
pencerelerde, kafeteryada, çamaşırhanede, dolaplarda... – kıvılcımlar
olmalı, “vay” dedirten şeyler olmalı, kusursuz oranlar gözetilmeli.
Klasik
mimarinin normları, bir şekilde “mutlak, transcendent” bir güzellik
olduğu hayalini beslediği için bana cazip geliyor. Prensip olarak modern
veya büsbütün yeni bir şey de olabilir;
ama sanki modernde bir bitmemişlik var. Sanki mutlak bir Güzellik’ten
ziyade keyfi bir kaprisin peşinde gidiyormuş hissi veriyor.
Deha yepyeni bir şeyden de Güzellik çıkarabilir. Deha yoksa, klasiğe sadık kalmak daha kolay.
İkincisi,
sevimli. Akademi insani ve davetkar olmalı. "Burası benim evim, hayatımı burada geçirebilirim” duygusunu beslemeli. Klasik
Anglo-Amerikan üniversite mimarisinin başarısı oradadır: aynı anda hem
nefes kesici derecede güzel, hem de insancıl, sempatik, rahat, girintili
çıkıntılı, labirentimsi, asimetrik. Modern anıtsal mimarinin hemen tüm
örnekleri bana boğucu, ürkütücü geliyor. Cam ve çelik minimalizmi, dev
boyutlu çıplak yüzeyler, insanın ruhunu ezen şeyler. Totaliter bir
anlayışın temsilcisi. Daha önemlisi, bilimi, benim çabalarımın
eseri değil, yabancı ve mutlak bir veri olarak hissettiren anlayışın
temsilcisi. Kural: Hiçbir duvar tam düz olmamalı. Hiçbir motif sonsuza
dek monotonlukla tekrarlanmamalı. Her kuralın istisnası olmalı. Tüm
yapısal unsurlar, insan bedeninin oranlarını ve ölçülerini esas almalı.
Pencereler insan bedenini çereçevelemeli. Duvarlarda el, göz ve omuz
hizasında ayraçlar veya aksanlar olmalı. Adolf Loos ne demişse, tersi
doğrudur.
Üç, unutulmaz. Bu galiba birinci maddenin tekrarı.
Sıradanlık öldürür. Hayatının en belirleyici birkaç yılını geçireceğin
yerin, hayatın boyunca unutulmayacak, seni başka ufuklara taşıyan,
ruhunda pencereler açan bir yer olması lazım. Büyüdüğünü sana
hissettirmesi lazım.
Dört, tükenmez. En az dört sene orada
yaşayacaksın. Sıkılmaman lazım. Dört sene boyunca daha keşfedeceğin
sırlarının olması lazım. Sevgilinle kaçacağın, bunalınca saklanacağın,
yeni gelen çömezlerden gizli tutacağın yerleri olması lazım. Bu yüzden
monotonluktan, motif tekrarından kaçmak gerekiyor. Yale’deki büyük
kütüphanenin asansörle çıkılamayan gizli bir katı ve hiçbir yerden
görünmeyen gizli bir avlusu vardı. Bilim ruhunun timsalidir bence: her
şeyi bildiğini zannederken, karşına bilmediğin yeni odalar çıkar.
Tabii asimetrinin anlamlı olması için, bir simetri çerçevesine oturması
lazım. Kaos monotondur. Kuralı koyup bozma oyunudur asıl keyifli olan ve
tükenmez çeşitlilik sağlayan.
Şehre hem uzak hem yakın olmak
mühim. Sıkıldığında kaçabilecek kadar yakın, ayrı ve ayrıcalıklı bir
dünyada yaşadığını hissetmene izin verecek kadar uzak. Princeton mesela
çok uzaktır. Columbia ise aşırı yakın. İdeali Harvard sanırım, yahut
Stanford.
Orman şart. Akademi yorar. Parlak ışıklar altında
yaşarsın. Kaçabilmen lazım. Heidelberg’in ormanı bir şaheser, ama
Cambridge de geri kalmaz sanırım. Yale’inki çok uzaktı, Harvard’ın hiç
yok. Ama onun da nehri var.
Mimari tutarsızlık, dördüncü maddenin
devamı. Sürprizlerle dolu olmalı, sıkılmana fırsat vermemeli. Monoton
olmamalı. Eğer üniversite eski ise, zaman içinde o tutarsızlık
kendiliğinden gelişecektir. Yeni yer kuruyorsan, tutarsızlığı suni
olarak yaratmaktan başka çaren yok. Genel ilke: her üç veya beş adımda
bir, senden beklenenin tersini yap. Hem eğlenirsin, hem yaptığın binada
yaşayacak olanların sıkıntıdan ölmemesini sağlarsın. Sevaptır. İyi
gelir.
*
Bilmem bir şeye benzedi mi. Gerçi bana uyup da iş yapacak
olanın vay haline. Ama ufak da olsa doğruluk kırıntıları var sanırım
söylediklerimde.
Sevgiler, sana ve kız arkadaşına kolaylıklar.
Akademik mimaride monoton ve sıradan olmayan klasik çizgiler olmalı bence. Klasiklik kişiyi önemli hissettiyor çünkü. Yeni tip üniversitelerde görülen modern çizgiler yapay bir anti-estetiklik veriyor, klasik çizgilerdeki anlam yükünü sırtlatamıyor insana.
ReplyDeleteMimarideki taşlar yeni bakış açıları ile yontulmalı bence. Dikkat edelim! Taş diyorum, çünkü çelik yada plastik kaplamalar insanı bulunduğu ortamdan uzaklaştırmıyor aksine daha da çok içine çekiyor. Halbuki özenle yontulan taşlar insanın içine doğallık katıyor, kişiyi doğaya sürüklüyor. Tıpkı orman gibi, nehir gibi.
Ve bence yapıların max. 5 kat yüksekliği olmalı (o da çok zorunluysa tabi). İdeali 3-4. (Bodrum kat/katlar hariç) Eğitim alanı(ders verilen yerler) yatay bir şekilde planlanmalı. İnsanlar hava almaya çıktıklarında yapılar arasında boğulmamalı. Ve aklıma gelen bir nokta da, eğitim alanı ve çevresi düz bir alan üzerine kurulmalı. Engebeli ortam kişiyi rahat hareket etmekten alıkoyuyor çünkü.
Ve evet, mavi ya da yeşilden en az biri şart. (İkisi de olsa ne âlâ)
okurken gülümsemişim, dalmış uzaklara gitmişim ve böyle bir üniversitenin bahçesinde inanılmaz huzurlu dolaşırken hayal etmişim kendimi bi anlıkta olsa mutlu olmuşum. sağolasın sevan hocam... şu sıkıcı iş ortamından iki dakikada olsa beni uzaklaştırdın ya :)
ReplyDelete