Friday, May 23, 2014

Kahraman ırkıma bir gül

Murat  Yetkin 19 Mayıs münasebetiyle bir kompozisyon ödevi yazmış, yüz yıldır yinelene yinelene tiridi çıkmış klişeleri alt alta dizmiş. Murat Bey'in beyanlarına birkaç not ekleyelim:
“Haçin kaymakamı iken Fransız işgaline karşı Adana cephesinde direnişe katılan Saim Bey’in adı kurtuluştan sonra o ilçeye verildi: Saimbeyli oldu.”
Haçin nüfusunun tamamına yakını 1909’a dek Ermeni idi. 1909 Nisanında Adana valiliğinin teşvikiyle örgütlenen ve silahlanan çetelerce kasaba yakılıp yağmalandı, nüfusunun büyük bölümü öldürüldü. Sağ kalanlar 1915’te Suriye çölüne sürüldü. Onlardan hayatta kalabilenler, 1919’da Fransız ordusunun koruması altında yurtlarına dönüp evlerine, tarlalarına sahip çıkmaya çalıştılar. Bu esnada, Kozan ve Kayseri-Sarız’dan gelen birtakım Türkmen mütegallibesi, İttihat ve Terakki örgütünün desteğiyle Ermeni mallarını sahiplenmişti. (MHP milletvekili Yusuf Halaçoğlu’nun ailesi de onlardandır.) Geri dönen Ermenileri kasabaya sokmadılar; birkaç kişiyi pusu kurarak öldürdüler. Fransızlar çekip gitti. Ankara’daki Türk yönetimi resmen işe karışmazken, kaymakam Saim Bey el altından çetecileri destekledi ve silah temin etti.
“Bugünkü ismi Ağrı olan Karakilise’de Kulplu Şamil Bey son bir umut, kendi hükümetini ilan edip Kazım Paşa yetişene kadar işgale direndi.”
Karakilise kasabası 1828 büyük göçünden sonra Osmanlı ülkesinde kalan bir grup Ermeni mülteci tarafından, İran karayolu üzerinde bir alışveriş noktası olarak kurulmuştu. 1878’de Rus yönetimine girdi, kırk yıl öyle kaldı. 1918 ilkbaharında Türk ordusu tarafından ele geçirildi ve etnik temizlik uygulandı. Mütakereden sonra İngilizlerin müdahalesiyle Türk ordusu savaştan önceki sınırlarına çekildi. Bu esnada Rusya çökmüş ve yerine Ermenistan Cumhuriyeti kurulmuş olduğundan, Müslüman nüfus çoğunluğu olan Karakilise-Bayezid, Kars ve Ardahan livalarında Ankara hükümetinin ve İttihatçı teşkilatın üstü kapalı desteğiyle Türk-İslam direniş şuraları kuruldu. 1920’de Ankara, Moskova’da iktidarını pekiştiren Bolşevik rejimi ile anlaşarak bu yerleri ele geçirdi.
“Yıllarca terörist diye aranan, Galip Hoca kod adıyla Batı Anadolu’da direnişin sivil kanadını örgütleyen Celal Bayar…”
1913’te Balkan Savaşı yenilgisi üzerine Ege bölgesinde Rumlara karşı bir terör kampanyası başlatıldı. Balıkesir, Manisa, Salihli, Tire, Söke, Meğri (Fethiye), Seydiköy, Foça ve Urla’da Rum köyleri basıldı, çiftlikler ateşe verildi, cemaat ileri gelenleri öldürüldü. Paniğe kapılan Rumların yüz binlercesi yurtlarını terk edip 1913 yazında adalara sığındılar. İttihat ve Terakki teşkilatı mensubu olan Galip Hoca/Celal Bayar, bu terör kampanyasının başlıca faili olarak bilinir. Yakın dönemde Bosna, Kosova ve Hırvatistan’da, Irak ve Suriye’de, Darfur ve Myanmar’da yaşananlarla benzerlik çarpıcıdır.
“Mustafa Kemal, Samsun’a ne görevle gönderilmişti Payitaht’tan, yıllarca yaveri olarak hizmet ettiği Sultan Vahidettin tarafından?”
Mustafa Kemal Paşa’ya, Vahidettin’in cülusundan hemen sonra, Ağustos 1918’de sultan yaverliği payesi verildiğine göre, Mayıs 1919’da yıllarca değil dokuz aydan beri yaverdir. Yeni padişahın güvendiği komutan olarak nam salmıştır. 1918 Ağustos’unda Alman komuta kademesine karşı bir çeşit darbe mahiyetinde olmak üzere Filistin cephesi komutanlığına atanmış, Ekim ayında padişaha bir muhtıra yazarak kendisinin Enver Paşa yerine Harbiye Nazırlığı’na, yakın arkadaşları Rauf ile Fethi’nin ise Bahriye ve Dahiliye nazırlıklarına atanmasını talep etmiştir. Bu talebin yerine getirilmemesi üzerine Kasım’dan itibaren padişahla arasının soğuduğu iddia edilir. Buna rağmen, İngiliz komutanı Allenby’nin tavsiyesi, başbakan Ferit Paşa’nın kararnamesi ve Vahidettin’in onayıyla, tarihte pek az Osmanlı paşasına nasip olan diktatöryel yetkilerle donatılmış ve yüklü bir örtülü ödenekle desteklenmiş olarak Anadolu’ya gönderilmiştir.
Daha sonra Vahidettin’le neden “aralarının açıldığı”, modern Türk tarihçilerinin yeterli objektiflikle incelemiş oldukları bir konu değildir.
“Türk devleti, Osmanlı hanedanı altında altı yüz yıllık ömrünün son günlerini 1918’de Mondros Mütarekesi ile Birinci Dünya Savaşı’ndaki yenilgisini kabul ederek saymaya başlamıştı.”
1918 Eylül’ünde Filistin’de bulunan üç adet Osmanlı ordusundan ikisi tüm mevcuduyla İngilizlere esir düştü, üçüncüsü çil yavrusu gibi dağıldı. Kırk günde bütün Suriye, Lübnan ve Ürdün kaybedildi. Aynı günlerde Ali İhsan Paşa’nın Irak ordusu Urmiye ve Musul’dan geri çekildi. Bundan birkaç gün önce Bulgaristan yenilmiş ve Selanik’ten gelen İngiliz-Fransız müttefik sefer gücü tarafından işgal edilmişti. Bulgaristan müttefik olduğu için Trakya sınırında Osmanlı tahkimatı yoktu; Bulgarlar teslim olunca İstanbul’un da bir-iki hafta içinde düşeceğine kesin gözüyle bakıldı.
Bu tarihte Osmanlı ordusunun toplam silah altındaki gücü, tamamına yakını yedekler ve çocuk yaşındakiler olmak üzere iki yüz bin civarındaydı. Almanya’yı yenmiş olan İngiltere ve Fransa’nın ise silah altında sekiz milyon dolayında askeri mevcuttu. Osmanlı devlet gelirleri 1915’ten bu yana sıfırlanmış, Alman askeri yardımı kesilmiş, Ermeni talanından elde edilen gelirler de bu tarihte tükenmiş bulunuyordu.
Bu şartlar altında imzalanan Mondros mütarekesi, başta Mustafa Kemal’in yakın arkadaşı Fethi Bey’le birlikte çıkardığı Minber gazetesi olmak üzere, Türk basınınca “olabileceğin en iyisi” olarak değerlendirildi. Mütarekeyi müzakere edip imzalayan kişi, yine Mustafa Kemal’in yakın müttefiki ve sonradan Milli Mücadele’nin “ikinci adamı” olan Rauf Bey idi. Türkiye’nın bugünkü Suriye ve Irak sınırları (Hatay ve Musul’a ilişkin iki pürüz haricinde) bu mütareke ile çizildi. Daha da önemlisi, Şubat 1920’de ilan edilen Misak-ı Milli beyannamesinde “gayrı kabili tecezzi” sayılan vatan toprakları, Mondros mütarekesinin çizdiği sınırlarla tanımlandı.
Cumhuriyet’i kutsama davasına girişenlerin, bir bakıma bugünkü Türkiye Devleti’nin kurucu belgesi niteliğinde olan Mondros mütarekenamesine gösterdikleri husumeti anlamak kolay değildir.


3 comments:

  1. "Karakilise kasabası 1828 büyük göçünden sonra Osmanlı ülkesinde kalan bir grup Ermeni mülteci tarafından, karayolu üzerinde bir alışveriş noktası olarak kurulmuştu." demişsiniz ama, 1700'lü yıllarına ait arşivler de Karakilise Şorbulak ve Çolereş isimleri ile var. Bu nasıl oluyor?

    ReplyDelete
    Replies
    1. Şorbulak ("tuzluçeşme") adlı mevkide kurulduğu anlaşılıyor. Şorbulak adlı köye rastlamadım. Çolereş hiçbir yerde geçmiyor.

      1700lü yıllara ait arşivler hangileridir?

      Delete
  2. Hani derler ya Sevan üstadım' "1915'i Anlamak" diye'

    işte bu bambaşka bir şey ! bu Hristiyanlığı,Müslümanlığı ve hatta Ermeniliği, Türklüğü vede Yunanlılığı da çokça aşan koskocaman bir Ahlaksızlık ve Akıl tutulması vede artık bir daha iflah olamama mevzusu dur. Ve böyle olduğunu bize, Bilim fısıldıyor.

    Katledilenler,katledenlerin vede göz yumanların öz kan akrabalardır. anlayın artık ! Yaşanan Travma'nın, Gordion düğümünün ilmeklerin den sadece bir tanesidir.

    Bu gerçeği sadece ve sadece bilimsel düşünüp, bu toprakları ve insanlarını çok yakından bilenler vede tanıyanlar anlayabilir.

    ReplyDelete