1720
yılında sadrazam Damat İbrahim Paşa yeniden imar ettiği kente Nevşehir adını
verdi. Adı oluşturan birimlerin her ikisi de aslen Farsçadır. Nev “yeni”, şehr “beylik,
belde”.
Fakat bu
ismi Farsça değil Türkçe sayıyoruz. Çünkü Osmanlı Türkçesinde “doğru” ve “anlamlı”
kabul edilen bir yapıda inşa edilmiş, Türkçenin egemen olduğu bir kültürde
anlamlandırılmış ve kullanılmıştır. Türkçe bilen fakat Farsça bilmeyen birine
1721 yılında “bu adın anlamı ne” diye sorulduğunda, doğal olarak yanıt
verecekti.
Dil bir
kurallar sistemidir. Kurallar zaman içinde değişebilir, hatta kaçınılmaz olarak
değişir. Ancak verili herhangi bir anda o dili bilenler son derece karmaşık bir
kurallar sistemini içselleştirirler. O kurallara uyan dil eylemlerini “doğru”
ve “anlamlı”, uymayanları “yanlış”, “anlaşılmaz”, “bozuk”, “yabancı” veya “eskimiş”
olarak algılarlar. Dili kullananlar muhataplarının neyi anlamlı, neyi anlamsız
bulacağını çok net olarak bilirler; o anlam sistemine ayak uydurmaya özen
gösterirler.
Kelimelerin arkaik kökeni sadece dil arkeologlarını
ilgilendiren bir konudur. Verili anda geçerli olan dil, bu konuya kayıtsızdır.
Geçmişte bir kelime mesela Türkçe olabilir; bugünün Türkçesinin kurallar
manzumesine yabancıysa Türkçe değildir. Bir kelime falan dilden devşirilmiş
olabilir. Bugünün dilinde “doğru” ve “anlamlı” olarak algılanıyorsa, anlamlı
cümlelerde kullanılabiliyor ve muhataplarca kabul görüyorsa Türkçedir. Bu kadar
basit.
Türkçeyi
sadece Türkçe kökenli sözcüklere indirgeme çabası ideolojik bir cinnetin
ürünüdür. Kısmen Osmanlı devletinin çöküşünün doğurduğu ulusal travmaya bir
tepki, kısmen 1930'larda Nazi Almanyasından yayılan ırkçı teorilerin bir
yansımasıdır. Reel dile, yani ideolojik militanlar dahil olmak üzere Türkçe
konuşan herkesin benimsediği kurallar sistemine yönelik bir güvensizliğin,
hatta nefretin dışavurumudur.
Okullarda
öğretilen teorik dil fikriyle reel Türkçe arasına bir bilinç yarılması sokmuş,
Türkiye'de ciddi anlamda dilbilimin gelişmesini önlemiş, reel dilin anlaşılması,
incelenmesi, hatta sevilmesi önünde neredeyse aşılmaz bir engel örmüştür.
Irkcilik gericiligin baska bir versiyonu olmustur turkiyemizde maalesef. Kimi zaman yobazliga ve bagnazliga kadar varabilmistir. Dindarligin alternatifi olarak ele alinmistir. Adlinda yobazligi besleyen kimi zamanda degirmenine su tasiyan bir islevde gormustur
ReplyDeleteKelimelerin arkaik kökeni sadece dil arkeologlarını ilgilendiren bir konudur. Verili anda geçerli olan dil, bu konuya kayıtsızdır. Geçmişte bir kelime mesela Türkçe olabilir; bugünün Türkçesinin kurallar manzumesine yabancıysa Türkçe değildir. Bir kelime falan dilden devşirilmiş olabilir. Bugünün dilinde “doğru” ve “anlamlı” olarak algılanıyorsa, anlamlı cümlelerde kullanılabiliyor ve muhataplarca kabul görüyorsa Türkçedir. Bu kadar basit.
ReplyDeleteEvet, bu kurala göre, sizin de bahsettiğiniz gibi, Türkçede zaten kullanılan ve anlaşılan Farsça kökenli nev ve şehir kelimeleri ve onlardan türetilen Nevşehir şehir ismi Türkçedir. 1930'larda "ziraat" karşılığı türetilen tarım kelimesi ise kelime kökü olan tarımak filinin öz Türkçe kökenine rağmen Türkçe değildir, zira Türkçede geçtim tarım kelimesini, tarımak fiili bile yoktur, olsaydı bile darımak şekline dönüşmüş olmalıydı, ayrıca tarım kelimesinin sonundaki -ım eki Türkçe kurallarına aykırı bir şekilde eklenmiştir. Yeni türetilen budunbilim kelimesinde geçen yine 30'larda türetilmiş budun kelimesi de Türkçe değildir, Türkçede herhangi bir geçmişi yoktur, öz Türkçe aslı da budun değil bodundur, ayrıca Türkçede olsaydı bodun ya da budun değil boyun olması gerekirdi. 1930'larda Kırgızcadan devşirilen bilim kelimesi de Türkçe değildir, onun da Türkçede herhangi bir geçmişi yoktur ve ayrıca devşirilirken Kırgızcadaki anlamı olan "malumat" baz alınmamış ve onun yerine ses benzerliğinden yola çıkarak ilim kelimesi yerine ikame edilmiştir. Fransızca -el ekinden yine 30'larda türetilen -sel/-sal ve -el/-al ekleri ve onlar kullanılarak türetilen görsel ve ilkel gibi kelimeler de yine Türkçe değildir.
Yeni kelimeler türetilmesine karşı değilim, ama türetilirken Türkçedeki kural, emsal ve teamüllere göre türetilmeli ve Türkçede 20 sonları ya da 30’lara kadar hiçbir geçmişi olmayan illa öz Türkçe kelime kökleri kullanarak kelime türetme pratiğinden de vazgeçilmeli.
This comment has been removed by the author.
DeleteThis comment has been removed by the author.
DeleteThis comment has been removed by the author.
DeleteThis comment has been removed by the author.
Delete@Bana cevap yazan zat
DeleteBlogger isminizi benim bilgisayarımda desteklenmeyen karakterlerden oluştuğu için göremiyorum, o yüzden size nasıl hitap edeceğimi bilemedim. Blogger isminizin Latin harfleriyle yazılan şeklini lütfederseniz size bundan sonra o şekilde hitap edebilirim.
Size cevabım çok basit. Burası Osmanlı İmparatorluğunun doğrudan devamı olan bir devlet ve kültür, Orta Asya'nın step devleti ya da Osmanlı'dan ayrılan muhtelif devletlerden değil. Ayrıca Türkçenin Kürtçenin aksine yakın devre kadar yazılı eserleri büyük oranda şiirle sınırlı da değil (bu Kürtçeyi küçültmez, Kürtlerin çok uzun zamandır devletsiz olmasının doğal bir sonucu sadece). Yakın Doğu'nun Osmanlı devrinde ve kısmen hala Arapça ve Farsça ile beraber en makbul, en muteber dilinden bahsediyoruz, Balkanlar'da Osmanlı devrinde, Anadolu'da ise 14. yüzyıldan beri lingua franca olan.
Türkçeden Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin tasfiyesinin İngilizceden Fransızca ve Latince kökenli kelimelerin tasfiyesinden hiçbir farkı yok, ikisi de medeniyet intiharıdır.
İngiltere'de sık sık "İngilizceye mutlaka eklememiz gereken yabancı kelimeler" vb. adında kitaplar, listeler yayınlanıyor. Eh İngilizce büyümeye bu kadar meraklıyken bir milyondan fazla kelimesi olması (fauna ve flora hariç) tesadüf değil. Biz ise sadece on binlerce kelimemiz olmasına ragmen, elimizdeki güzelim kelimeleri gömmekle meşgulüz.
ReplyDeleteThis comment has been removed by the author.
ReplyDeleteThis comment has been removed by the author.
ReplyDelete@𐱅𐰭𐰼𐰃𐰲𐰃 𐱅𐰇𐰼𐰰
DeleteÇoğunluğa bakacaksak tüm eşcinselleri yağlı kazığa da oturtmalıyız mesela, Ermenileri kesmeli, Alevileri biçmeli, Kürtleri doğramalıyız, bu konularda da çoğunluk mu doğru yolda?
Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti topraklarında Osmanlı ve öncesindeki İslami (İslamcı da diyebilirsiniz) yönetimler zamanında, ki asırlarca yönettiler bu toprakları, asırlar boyunca fetih ve İslama geçişlere paralel olarak Hristiyan nüfus zamanla azınlığa düştü, ama asla yok olmanın eşiğine getirilmedi. Birbirini izleyen Türkçü İttihat ve Terakki ve Mustafa Kemal yönetimlerinde ise, ki bu toprakların ilk Türkçü yönetimleridir, bu toprakların mevcut Hristiyan nüfusu aradan 10 yıl bile geçmeden yok olmanın eşiğine getirildi. Türkçü Mustafa Kemal ve onun yolunu takip eden TC yönetimleri tarafından bu topraklarda kalan herkes Türk yapılmaya ve Türkçe konuşmaya zorlandı. Sevan Bey şimdi size nasıl güvensin bir Ermeni olarak?
This comment has been removed by the author.
DeleteThis comment has been removed by the author.
DeleteThis comment has been removed by the author.
DeleteThis comment has been removed by the author.
ReplyDeleteThis comment has been removed by the author.
ReplyDeleteÖzellikle rica ediyorum buraya böyle destan yazmayın, derdinizi kısaca ifade etmeye çalışın, olmuyorsa kendi blogunuzu açın.
DeleteBundan sonrakileri sileceğim, peşinen söyleyeyim. Kısa, öz yeterlidir.
@𐱅𐰭𐰼𐰃𐰲𐰃 𐱅𐰇𐰼𐰰
ReplyDeleteSiz de Türkçüsünüz, Mustafa Kemal ve Kemalistler de, İttihat ve Terakki de (en azından 1913'ten itibaren), Moiz Kohen de, Gökalp de, Gaspıralı da, Atsız da, Rıza Nur da, Alparslan Türkeş ve Bozkurt/Ülkücüler de, Alperenler de. Hepsinin ortak yanı Türklüğü yüceltip geniş kitleler bazında etnik ya da milli bir aidiyet haline getirmeleri ve onu ideolojinin bir temeli yapmalarıdır. 1913'ten bu yana bu toprakların tarihini Türkçü ekollerin birbirleriyle ittifak ya da mücadelesi tarihi diye tanımlasak abartı olmaz. :) Ama bu Türkçü ekoller arasındaki uyumsuzluklara vurgu yapmanız ve günümüzün cahil çoğu ergen İnternet Türkçülerinin ekollerin birkaçını ya da hepsini birden aralarındaki uyumsuzlukları hesaba almaksızın sözde benimsemesini alaya almanız takdire şayan.
Ama İslamcılar ümmetçilikleri ile Türkçülükten ayrılırlar. Türkiye'de en geniş kitleye ulaşmış olan İslamcı ekolü Milli Görüş ekolüdür, o da diğer İslamcı ekoller gibi ümmetçidir, zaten adındaki "milli" ibaresi "millet" kelimesinin orijinal anlamları olan "din" ve "ümmet, cemaat"e göndermedir, İslam milleti yani ümmeti kastediliyor yani, herhangi bir etnisite ya da bugünkü Türkçedeki anlamda millet değil. Milli Görüş ekolünden gelen AKP son yıllarda MHP ile arasındaki ittifakın neticesinde Türkçülüğe daha önce hiç görülmemiş bir ölçüde kayış gösterdi, ama bu durum ne kadar sürer bilmiyorum, ittifakın ne kadar süreceği ile alakalı herhalde.
Atsız'ın kendi hareketi için "ırkçılık" tabirini benimsemesini aklamaya çalışmışsınız. Irk direk soya, kökene gönderme yapan bir tabirdir ki orijinal anlamları onlardır. Etnisitenin esas karşılığı kavimdir. Atsız pekala "kavimcilik" ya da "kavmiyetçilik" tabirini kullanabilirdi kendi hareketi için, ama onun yerine soya direk gönderme yapan "ırkçılık" tabirini tercih etti, bu da Atsız'ın sizin iddia ettiğinizin aksine rasizme (racism, ırkçılık) uzak olmadığının ya da açık açık söyleyecek olursak rasist (racist, ırkçı) olduğunun delillerinden biridir (bol miktarda delili var, ama şimdi onları sıralarsam yazı uzar).
Tüm kadim alfabeler sağdan sola yazılır iddiasında bulunmuşsunuz. Size soldan sağa ya da başka yönlerde yazılan gırla kadim alfabe ya da yazı sayabilirim. Ama zaten bu konuya girmeniz son derece gereksiz ve saçma, yazınının yönünün bir önemi varmış gibi!
İmalı da olsa deist olduğunuzu kabul etmenize sevindim, gerçek anlamda Tengrici olmadığınız çok açıktı zaten.
Son olarak, sizin ideolojik, siyasi, sosyal, kültürel ve dilsel ideallerinizi savunmayan ve hatta tam karşılarında duran kişiler olarak Sevan ve Ali beyler, sizin kendilerine sunacağınız eğitim bakanlığı teklifinizi en iyi ihtimalle kibarca reddedeceklerdir. :)