Wednesday, January 24, 2018

Halim ve Selim 8: Kuran ahlakı (1)


HALİM – Kuranı Kerim’in Enfal suresini “ahlaken sıkıntılı bir metin” olarak nitelendirdiniz. Bu ifadenizi şaşkınlıkla karşıladım. Ne demek istiyorsunuz?
SELİM – Kutsal bir mesaj olma iddiasında bir metin,[1] ve ilk cümlesi savaş ganimetinin (enfāl) nasıl pay edileceğini anlatarak başlıyor: “Siz ona karışmayın, Allah ve Resulü karar verir” (1).
Geleneksel anlatı eğer doğruysa M 627 yılında, Hendek Savaşı ile ilk Yahudi katliamını izleyen günlerin mahsulü olan bir suredir. İman, sadece sadakate indirgenmiştir: namazını kıl, rızkına razı ol, yeter (2, 3). Savunulan şey bir ilke değil bir hiziptir: Allah müminlerle beraberdir (19). Onların kâfirlere karşı savaşmasını talep eder (5, 7). Kafirlerin duygularını umursamaz (8). Onların yüreklerine dehşet salınmasını, kafalarının vurulmasını, parmaklarının kesilmesini ister (12). Onları – adeta ünlü Auschwitz fotoğraflarındaki gibi – üst üste yığarak cehenneme atacaktır (37). Melekler düşmanı yüzlerine ve kafalarına vurarak öldürürken “alın bakalım yakıcı azabı” diyerek hakaret edeceklerdir (50).
Düşman sadece kafirler değildir, onlarla savaşmaktan şu veya bu nedenle imtina eden zayıf imanlılar da düşmandır (16). Bunlar, yeryüzündeki canlıların Allah indinde en kötüleridir (22). Allah onlarda hayır görse doğru yola getirirdi (23). [Demek ki Allah, yarattıklarının doğası/tıyneti karşısında çaresizdir; kudreti mutlak değildir.] Zayıf imanlıların zararı sadece kendilerine değil, ümmetedir. Çünkü Allah onları cezalandırmakla kalmayacak, bütün ümmeti cezalandıracaktır (25, 57). Nasıl ki firavunla beraber halkı da ceza görmüştür (54). Demek ki ümmet, Allah’ın müdahalesini beklemeden, cihada katılmakta tereddüt eden zayıf imanlıları cezalandırma hakkına ve görevine sahiptir. Aksi halde sonuçlarına katlanır.
Allah onları neden hemen cezalandırmıyor diye soran şüpheciler yanılgı içindedir. Çünkü Resul onlar arasında olduğu sürece Allah zayıf imanlılara bir şans tanımıştır (33). Resul’e itaat ederlerse kurtuluş umudu olabilir. [Burada net bir pazarlık mantığı görüyoruz. “Sizin işiniz bitti, kurtuluşunuz yok. Ama hele boyun eğin bakarız.”]
Savaşta aldığınız ganimetin beşte biri Allah’a, yani onun Resulüne aittir. Kuşkunuz olmasın ki yetimlere, yoksullara ve yolculara harcanacaktır (41). Cihat için atlarınızı ve diğer değerli mallarınızı feda etmekten çekinmeyin; hepsi size ileride tam olarak ödenecektir, kaybınız olmaz (60). Savaş esirlerini fidye karşılığında satabilirsiniz (67). Buna günah diyenler yanılıyor. Neden? Çünkü Allah ve onun Resul’ü izin verdi (68). Ganimet helaldir (69). Günah bile olsa, kalbiniz temiz ise Allah bağışlar (70).
“Mümin” tanımı nettir, maddeler halinde sayılır ve birkaç kez tekrarlanır. Bir, Allah’a ve Resul’üne iman edenler; iki, onunla beraber hicret edenler; üç, emrettiği cihada katılanlar; dört, (Medine’de) onlara yardım edip barınak sağlayanlar (72, 74). Bunların asli görevi birbirine yardım etmektir. Ümmet dışında kalan kafirlere, hatta kendi aşiret ve ailelerinin mensupları ile dost ve yakınlarına vermiş oldukları sözler geçersizdir (72). Çünkü kafirlerin aralarında dayanışma vardır (73); size verdikleri sözü tutmazlar (56). Ancak, ümmet dışında sözleşmeli olduğun birinden kuşkulanırsan önce sözleşmeyi fesh ettiğini ona bildir, öbür türlü fazla haince olur (58).
Özetlersek. Ahlakın ilkesel ya da evrensel bir dayanağı yoktur. Bizimle olanlar dosttur, olmayanlar düşmandır. Bizimle olmanın ölçütü lidere sadakattir. Düşman olmanın ölçütü lideri tanımamak, ve daha kötüsü tanıdığını söyleyip kalben ona muti olmamaktır. Evrenin Yaratıcısı ve Yargıcı bizden yanadır. Kendi aramızda güven ve dayanışma olmalıdır: birbirinizi kırmayın, kibirli olmayın, cömert olun (46-47). Düşmana karşı her şey serbesttir (ama sözleşmeyi bozacaksanız önceden haber verin).
Kusura bakmayın, bu bir ahlak öğretisi ise ben almayayım.
HALİM – Savaş, kıtal, ganimet, esir, fidye... Bunlar bugünkü anlayışımızda kınanan şeyler. Ama o günün koşulları çerçevesinde düşünürseniz anlayışla karşılamak lazım.
SELİM – Kitabınızın önerdiği ahlak genel ve evrensel bir öğreti mi, yoksa sadece “o günün koşullarında” mı geçerli? Eğer ikincisi ise problem yok. Olaya antropolog gözüyle bakarız, ilkel bir toplumun ahlak ve töresini yansıtan bir metin olarak değerlendiririz. Homeros destanlarına ve Ramayana’ya da öyle bakıyoruz, gerçi edebi değer açısından kıyaslanamazlar ama olsun.
HALİM – İnsanlara hitap eden bir kitabın, muhatabı olan toplumun güncel koşullarından bağımsız olmasını bekleyemezsiniz.
SELİM – Tamamen aynı fikirdeyim. Ama bu kitabın diğerlerinden farklı olduğunu söyleyen ben değilim sizsiniz. Eğer Allah yazdı veya dikte ettirdi ise, biraz daha geniş bir bakış açısından bakması yakışık almaz mıydı?
İçinde yaşadığı dünyanın cahil ve zalim olması, ahlaki önderlik iddiasındaki biri için gerekçe olamaz. Temel ahlaki aksiyomlar insanlık için birdir, çağdan çağa ve toplumdan topluma değişmez. Hele evrensel ve tanrısal olma iddiası güden bir mesaj, “günün koşulları” bahanesine asla sığınamaz, sığınmamalıdır.
Kaldı ki “günün koşullarını” abartmayalım. İsa’dan altı yüz yıl, Buddha ve Sokrates’ten bin yıl sonra yazılmış bunlar. İnsanoğlu henüz ahlaki ve felsefi derinliği tatmamıştı diyemezsiniz. Augustinus'un İtiraflar'ı Kuran'dan iki yüz, Boethius’un Felsefenin Tesellisi yüz yıl eskidir. İkisi de fevkalade derin ve nüanslı eserlerdir, üstelik kanın gövdeyi götürdüğü kargaşa içinde bir dünyada kaleme alındılar. Yani isteseniz, kalbinizi ve aklınızı açsanız, aklı başında birkaç kişiye danışsanız, insancıl bir ahlakın prensiplerine varmak o gün için dahi zor olmasa gerek.

(devamı var)


[1] Surenin Arapça aslı ile kırk kadar Türkçe çeviri denemesini şuradan izleyebilirsiniz: http://www.kuranmeali.org/kuran/enfal-suresi/

13 comments:

  1. Sevan hocam merhabalar,
    Namazın kökeni hakkında bir yazı yayınlamanızı bekliyorum. Bu konuda hemen hemen hiç bilgi bulamadım.

    ReplyDelete
  2. This comment has been removed by the author.

    ReplyDelete
  3. "Homeros destanlarına ve Ramayana’ya da öyle bakıyoruz, gerçi edebi değer açısından kıyaslanamazlar ama olsun.", derken? Hangisi kiyas goturmeyecek derecede ustun bi metin? Ornek, aciklama, sebep, kaynak?

    ReplyDelete
    Replies
    1. Birisi tarihsel anlatı, diğeri "şüphesiz ki.." diye başlayıp kabilesine dert yanan bir hikaye. Subjektif bile değil, Kuran'ın edebi bir değer olduğunu mu düşünüyorsunuz? :)

      Delete
    2. Kuran dedikleri gibi hikaye olmuş olsun.
      Yine de bu hikayenin 1500 yıldır anlatılıyor olması bir hikaye değildir.
      Siz şu andan itibaren 1500 yıl bu şekilde sürecek bir hikaye yazabiliyor musunuz ?

      1500 saniye sonra ne olacağını bile kestiremeyen bir insan, 1500 yıl sonra bu kadar etkili olabilecek bir hikaye yazabilir mi ?

      Delete
    3. Bir edebi esere değer biçmekte popülerlik en önemli kriter olmasa gerek, değil mi? Yoksa Harry Potter ile Da Vinci Şifresi de başa yarışırdı.

      Delete
    4. madem sevan hoca da topa girdi, devam edeyim: Yukaridaki uc yorum da kuranin edebi degeri konusunda bi aciklama yapmamis. Yukaridaki tum reddiyeler (surekli "şüphesiz ki.." ile baslamasi, kabile dertleriyle ilgili olmasi, subjective veya populer olmasi) edebi degeri oldugunu yanlislamaz gibi geliyor. (Gerci "edebi deger" nasil olculur bilmiyorum.) 1400 yil once yazilmis ve insanlari polarize etmis bir kitabin (bu arada kuran siir kitabi mi?) objektif edebi degerlendirmesini bulmak ta zor olsa gerek.

      Delete
  4. Hocam tüm seriyi okudum. Selim'deki sabrın 30'da biri bende olsa Dünyanın hükümdarı olurdum. İnanan insandaki çelişki sabır edilebilecek bir durum değil.

    ReplyDelete
  5. Kadri Gürsel'in şu yakınlardaki yazısını tavsiye ederim. İslami ahlakın topluma dayatmayı planladığı açıkça demokrasi düşmanı ve faşizan sosyal hayat tarzını, Necip Fazıl'ın kendi sözlerinden bugün Türkiye'ye(ve de genel olarak Ortadoğu coğrafyasına) hakim olan İslamcıların sıkça referans aldığı bir kitabından alıntılarla kısaca anlatmış.→ http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/888869/Necip_Fazil_merkezli_matbuat_kriterleri.html

    ReplyDelete
  6. Abi iki-üç ay içinde Samos'a uğrıycam, müsaitsen tanışalım senle. Tabii devlet ajanı falan da olabilirim, nasıl güvenicen ben de bilemedim şimdi. İstersen bir yer söyle oraya gelip dikileyim, uzaktan gözlemle ya da başka bir güven testi ver geçeyim. Vur de vuralım.

    ReplyDelete
  7. İman akılla izah edilemeyendir.
    İnanıyorum çünkü akılla izah edemiyorum.

    ReplyDelete
  8. Yalnız Enfal Suresi 627 Hendek Savaşından sonra değil, 624 Bedir Savaşından sonra indi. Ben-i Kurazya yahudilerinin öldürülmesinden önceydi. Hendek'ten sonra Ahzab Suresi indi.

    ReplyDelete
  9. Korelasyon mu? Neden mi?
    7 Şubat 2018 Çarşamba
    Halim ve Selim 15: Ahlaki yargılar nereden gelir (1)
    SELİM – "Üstelik, Japonya’yı bilmem ama diğerlerinde öyle görünüyor ki var olan suç ve ahlaksızlık vakalarının çok yüksek bir oranını dindarlığından şüphe edilmeyecek göçmen azınlıklar temsil ediyor – Pakistanlılar, Türkler, Araplar, Sırplar, Afrikalılar vb. İnceledikçe görüyorsunuz ki bu grupların dindarlığı ile suç işleme eğilimi arasında net bir KORELASYON var."

    HALİM – KORELASYONDAN NEDENSELLIK çıkarmanın mantıki bir tuzak olduğunu siz de biliyorsunuz.

    Hume 18. yüz yılda Kant'ı "neden" kavramının bir çaşit üfürükçülük olduğu uyarısı ile uyardı. Şimdi fizik de bilimlerde egemen olan istatistik. Üstelik "nedensellikle" "mantık" arasında ne bağ var?
    Bütün Türkler kadındır.
    Halim de Türk.
    O halde, Halim kadındır.
    İşte bu mantık.
    Geleyim benim dikkatimi çeken bir KORELASYONA. Bir Türk 'blog' sitesinde ve bazı gazete köşe yazıcılarına verdiğim cevaplara yanıtlar üç türlü: tüm sessizlik (%87), saldırı ve hakaret (%9), baba-öğretmen kısa ama katı ve öz dandik cevaplar (%4).
    Kendim istatistik öğrettiğim için bir meslek deformasyanım var. Bu tepkilerin dediklerimin anlaşılmadığı veya rahatsız edici bulunduğundan kaynaklandığından şüphe ettim. Diğer Türk sitelerine girip katkılarda bulundum.
    Bir tek hariç, ki nedense kadındı, hepsinde, bu site de dahil, aynı 3 tepki!
    Nişanyan bey bir katkıma kısa ve öz bir cevap verdi ama ardından sesi kesildi. İkinci katkımda "Ahlaki yargılar nereden gelir" sorusuna bir soruyla cevap verdim: "Beraber yaşamak olmasa, ahlak olur mu?"
    Here is that famous silence again!
    Hindistan filozoflarının bir lafı var. Sorulara cevap arayanlar "buldukları" cevapların heyecanına kapılıp ilk soruyu unuturlar.
    Köroğlu bey saldırıyla başladı sessizlik can kurtarana sarılarak işi bağladı.
    Aşağıdaki hepsine tam uyan bir model. Adam milliyetçilik duygularıyla solculuğunu bile unuttu.
    8 yıl önce Türkiye'de, çok solcu, çok uluslararacısı, çok aydın, çok bilgili, çok devrimci bir gazetecinin "İngilizler 11 000 kişi çalıştırarak X gemisini inşa ederken, Osmanlıların yerlerinde saydıkları"dan dert yanmasına, "tam tersi olsaydı, dünya daha güzel bir yer mi olurdu?" sorusuyla cevap verdim.
    Here is that famous silence again!

    Katkılarıma 3 cevap analizimde korelasyon katsayısı hayli güvenilir çıktı.
    Aynı methodla cigara içmenin istatistikçilere iş yarattığı ve yazın dondurma yemenin boğulmaya neden olduğunu daha önce tespit etmiştim.

    ReplyDelete