Friday, December 1, 2017

Evladım şair mi olsun doktor mu

Batı dünyasında şiir son yüz yılda çöktü. Türkçede daha önce (mesela 1850’lerde) mi çökmüştü, 1920’lerde mi çöktü tartışırız. Ama çöktü. Batıda mesela Rimbaud’dan veya Rilke’den veya Yeats’ten sonrasını şiir mi sayacağız, yoksa dilini kaybetmiş bir kültürün ümitsiz hırıltıları mı diyeceğiz emin değilim. Türkçenin ufkundan en son bir beklenmedik kuyruklu yıldız gibi Nazım Hikmet geçti. Ondan sonrası ya ucuz klişeler yığınıdır, ya da dilini bulamamış acemilerin el yordamıyla yol araması.
Şiir derken mesela şöyle bir şey kastediyoruz.
Kime kim derdimi ızhār kıldım isteyib dermān
Özümden bin beter derd ü belāye mübtelā gördüm
Mükedder hātırımdan kılmadı bir kimse gam defˁin
Safādan dem uran hemdemleri ehl-i riyā gördüm
Ayak bastım reh-i ümmīde, sergerdānlık el virdi
Emel serriştesin tuttum elimde ejdehā gördüm
Fuzūlī ˁayb kılma yüz çevirsem ehl-i ˁālemden
Neden kim her kime yüz tuttum andan yüz belā gördüm

Yahut şöyle:
...
Verlasst mich hier, getreue Weggenossen!
Lasst mich allein am Fels, in Moor und Moos;
Nur immer zu! euch ist die Welt erschlossen,
Die Erde weit, der Himmel hehr und groß;
Betrachtet, forscht, die Einzelheiten sammelt,
Naturgeheimnis werde nachgestammelt.
Mir ist das All, ich bin mir selbst verloren,
Der ich noch erst den Göttern Liebling war;
Sie prüften mich, verliehen mir Pandoren,
So reich an Gütern, reicher an Gefahr;
Sie drängten mich zum gabeseligen Munde,
Sie trennen mich — und richten mich zugrunde.

Aynı şeyi Batıda resim sanatı için söyleyebilirsin. Türkiye’de o sanat zaten yoktu, hala yok. Aynı şeyi – popüler müzik için değil ama – “klasik” adını verdikleri kültive müzik için söyleyebilirsin, hem Batıda, hem ondan biraz sonra Türkiye’de. Hatta Hindistan’da.
İnsanlığın büyük kazanımlarından olan “yüksek” sanatlar sanki 1890 ile 1920 arasındaki bir tarihte bir Karanlık Çağ’a girmişler. Hala oradalar. Yakında havanın aydınlanacağına dair bir belirti yok.
*
Neden böyle diye kırk senedir ara ara düşünmüşlüğüm var. Benden çok daha akıllı birçok insan da düşünmüş. Kimi Modernizm demiş, kimi Kapitalizm demiş, kimi Birinci Dünya Savaşını sorumlu tutmuş. Ama en basit cevabı galiba kimse düşünememiş.
Eğitim bozuk.
Ne zaman ki “modern” dedikleri kitlesel eğitim sistemi Fransa’dan, İngiltere’den, ABD’den başlayıp dünyaya yayılmış, o zaman şiir ölmüş. Resimle müzik ve hatta mimari de onun peşinden ölmüş.
Milyarlarca pırıl pırıl genç insanın kafasını saçma sapan şeylerle dolduruyorlar, hayatta gerçekten önemli olan şeylerin – mesela şiirin – eğitimini vermiyorlar, ondan olabilir mi?
*
Geçenlerde süper-modern bir hastanede bir gece geçirdim, sözünü etmiştim, o zaman üşüştü bu fikirler aklıma. Etrafımda gördüğüm akıl almaz bir sermaye yatırımı, fantastik makineler, hayret verici teknikler, yüzlerce süper-kalifiye genç doktor, belli ki yüz binler arasından seçilip o mevkie gelmişler, yıllarca ve yıllarca emek vermişler. Ne için? Bir sene sonra değilse beş sene sonra ölecek bir sürü sefil moruğu biraz daha ayakta tutmak için.
Ne müthiş bir emek ve yetenek israfı değil mi? Yalnız israf değil, radikal bir anlamda yanlış. Aldatma üzerine kurulu bir meslek modern tıp. Adım adım ölmekte olan insanları ölümden kurtuluş ihtimaliyle kandırıyorlar. Biraz daha yavaş ölünce sanki bir şey değişecekmiş hayalini satıyorlar. Peki hayal sat, zararı yok. Ama sattıkları hayal güzel bir hayal değil ki? İnsan hayatına anlam ve değer katan bir hayal değil. Dünyayı güzelleştiren bir hayal değil. İnsan soyunu daha iyi bir yere taşıyan bir hayal değil. Çirkin, yarı yarıya ölmüş, pis kokulu bir bedene her ne pahasına olursa olsun yapışma hırsı.
Tamam, tıp olmasın diyen yok. Basit ve pratik müdahalelerle insanların yaşam kalitesini artırabiliyorsan ne ala. Ebeveyni çocuklarının ölümünden koruyabiliyorsan ne ala. Ama altmışını aşmış adamı iki üç vizitede iyileştiremiyorsan sal gitsin, ne faydası var?
*
Sorumuz şu: Topluma daha çok şair mi lazım, daha çok doktor mu lazım?
“Şairlik boş iş, avare dolaşma sanatı” diye cevap vermeyin lütfen. Halen toplum hangisine daha çok değer veriyor diye sormuyorum. Hangisine daha çok değer vermeli diye soruyorum. Sen eğitimde tıbbı öne çıkarır, en yetenekli çocukları oraya özendirirsen elbette toplum da tıbbı ödüllendirir. Günün ve avamın önyargılarını at aklından, Mutlak’ı referans almaya çalış. Sor: Leş bedenleri canlı tutmak mı daha önemli, yoksa dilde – ve mekanda, tınılarda, görsel imgelerde, günlük hayatın detaylarında – güzelliği aramak ve sunmak mı daha önemli? Hangisi insan hayatına daha çok şey katar? Hangisi insan soyunun geleceğini daha çok ilgilendirir?
Güzelliğin kaynakları kurusa dünya yaşanmaz olur. Herkes on sene erken ölse dünyadan bir şey eksilir mi?
Aynı sorular mühendislik eğitimi için geçerlidir. Teknisyen ve mühendis lazım elbette. Ama bu kadar lazım mı? Daha önemlisi, teknolojiyi kendi içinde bir amaç ve bir değer haline getiren anlayış insan yaşamının kalitesine ne eklemiştir? Güzelliği yaşamın amacı mertebesine yükseltebilen insan için mühendis faydalı bir araçtır, hizmetkârdır, danışacak kişidir. Ama bir toplumun en yetenekli gençlerini teknolojiye, ve onun altyapısı olan fen bilimlerine yönlendirirsen o gençler mesleklerini araç değil amaç olarak görmeye başlarlar. Hizmetkâr olmayı gururlarına yediremezler. Danışmanlık yerine amirlik yapmaya özenirler. Sonucu görüyorsun. Dünyayı otoparklar ve elektrik santralleri kaplar, kutsal ikonların yerini Çin malı oyuncaklar alır.
İktisat ve finans da öyle. İstatistik bilimleri de öyle. Modern eğitimin ana damarı olan bürokratlık = ofis memurluğu eğitimi büsbütün öyle.
*
Modern kitle eğitimi 19. yüzyılın ikinci yarısının icadıdır. Okul mimarisi, sınıf düzeni, öğretmenlik mesleğinin yapısı o dönemin ürünüdür. Eğitimin temel kabulleri de sanırım o dönemden bu yana pek değişmedi. Pozitivizmin zirve yaptığı çağdı. Doğa bilimleri tek gerçek bilim sayılıyordu. Eski hurafeleri terk edip pozitif bilimlerin ve matematiğin ipine sarılan toplumların, ahirette olmasa dahi dünyada halas bulacağına inanılıyordu. Müfredat ona göre oluşturuldu. En yetenekli gençlerin mühendis, bilim adamı, doktor, matematikçi olması hedeflendi. Bugün hala aynı kafadan gidiyoruz. Sanırım gerçekten önemli olanı gözden kaçırıyoruz.
Eski toplumların birçoğunda eğitimin en üst seviyesi şiir eğitimidir. Çin’de iki bin yıl boyunca ancak kusursuz şiir yazabilenler (ve klasik metinleri kusursuzca şerh edenler) devlet yönetmeğe layık görüldü. İslam dünyasının henüz medeniyet sayıldığı devirde egemen sınıfa mensubiyetin ölçütü ‘edeb’ dedikleri şeydi – zarif söyleme ve güzel eyleme sanatı diyelim, Frenkçesi belki élégance olabilir. Mesela Sa’di’nin Gülistan ile Bostan’ını, kasaba imamının düşünce ufkuna kapılmadan okumaya çalış, ne kadar muhteşem bir insan idealinden söz ettiğini belki algılarsın. İtalyan Rönesansının egemen kültürel disiplini bilim değildir, din de değildir. Şiirdir. Ve yanısıra resim ve mimaridir. İyi şiir söyleyenin isterse iyi bir bilim adamı da olacağını var saymışlar. Ya da iyi bir kumandan, veya yargıç, veya banker.
Çünkü şiir, bugün ucuzlatıldığı seviyede görüldüğü gibi, çiçekle böcek meselesi değildir. Ciğerden gelen şekilsiz bir feryat da değildir. Her şeyden önce disiplindir, konvansiyondur. Ciğerden gelenin, kuşaktan kuşağa aktarılmış tecrübeyle terbiye edilmiş halidir. İyi şiir, yüzlerce yıllık bir edebi geçmişin titreşimlerini içinde taşır. Geçmiş ustaların dehasıyla aydınlanır.
En basit çoban türküsünde de güzellik bulabilirsin, ona şüphe yok. Ama akılla ve bin bir emekle inşa edilmiş bir kültürün yankılarını barındıran bir sanat eserindeki duygu zenginliğini bulamazsın. Unut.
*
Ama diyeceksin, o dediğin elit eğitimi. Eski zaman elitleri yok artık bu çağda. Kitle eğitimi kitleler içindir. Hem şiir karın doyurmaz ki? Eğitim dediğin üretime hizmet etmeli. Bu devirde üretim şart.
Olur. Onun da cevabı vardır elbet. Ama saat geç oldu, yarına misafirlerim var. Bu günlük bu kadarı yetsin.   


56 comments:

  1. Ey Alman Lisesi sen ne muazzam yermişin sen be. Ezberciliğin (Türkçe derslerin alayı hariç - onda da Lamia Sultan hariç) sıfırlandığı, akılcılığın, dialektiğin, sorgulamacılığın, analitiğin hüküm sürdüğü bir sekiz sene. Benden bir bok olmayacağı baştan belliydi, zira otoriteye alerjim vardı, okul benim için bir eğitim merkezi değil bir suç ve sefa kulübüydü. Ama benim gibi biri şu yukarıdakileri itiraf edebiliyorsa, demek ki normun epey üzerinde bir yerlerdeydik o senelerde. Şiir de yazdım, denklem de çözdüm, tiyatroda da oynadım, Türkiye'nin ilk Carmina Burana'sını da söyledim, yedi dilde şarkı da öğrendim (bir sabah okula gitmeden kahvede bir Rum, bir Ermeni, bir Musevi ve ben Amerikalı'nın bile bilmediği zenci ayinleri söylüyorduk avaz avaz), hocayla saatlerce felsefe de tartıştım, beşbin metre kros da koştum Tarabya konsolsluğu ormanlarının içinde. Hepsini de severek yaptım. Sekiz sene sonra okuldan atıldığımda (mecburi hizmetimi tamamlamış olarak), başım dik, içim rahat, ruhum serbest ayrıldım. Kimseye borcum ve garezim yoktu, kimse bana borçlu değildi, haksızlık edilmemişti. Hürdüm artık.

    ReplyDelete
  2. Diğer kısımlara yorum yapmayayım ama bir hekim olarak Tıp için düşüncemi açıklayayım. Her hastalıkta ne yazık tam kür sağlanamıyor ve bu durumda palyasyon tedavisi tercih edilebiliyor. Yanlış anlamadı isem palyasyon tedaviye gerek yok diyor yazı tıbbi kısmı için kabaca.
    Öncelikle hekimlik de diğer pozitif bilimler gibi (Doktorluk bir pozitif bilim midir sorusu kalsın şimdilik. Tam da Popper'in tarif ettiği gibidir metofolojisi) bilgisi sürekli artan bir bilimdir (fakülte yıllarında hocalarımın dediği şekliyle her 5 yılda bildiklerini ikiye katlayarak update eder.) Bu bilgi artışı açısından da gereklidir hekimlik. Kür tedavi geliştirilebilir yani her an. Bulunmasa bile palyasyon gereksiz mi?
    Fırsat bulursanız Stephen Hawking'e sorun derim:-) Böyle bir beyini insanlığın kolayca israf etmesi gerekirdi o halde
    Şayet ölümü erteleme değersiz ise en azından insanların ,ölümsüzlüğe programli canlılar var, tamamı ölecek sekilde programlı. Çocuklar için de ertelemeyelim, ne dersiniz?
    Aksi halde bu erteleme hakkı olan yerin sınırını çizmek gerekecek ki, bence bu sorunun daha akıllı ve ahlâkî cevabı palyatif tedavi çok da değersiz bir şey değil

    ReplyDelete
    Replies
    1. Modern tıbbın "palyatif" diye sınıflandırdığından daha geniş bir şeyi kastettim sanırım. Tıbbın belki tamamı palyatif. Evet, sınırı nerede çizeceğiz meselesi.

      Bir sınır çizme denemesi yaptım dikkat ederseniz. Bir, basit ve pratik müdahalelerle yaşam kalitesi artırmak. İki, dikkat edin, ebeveyni çocuk ölümü gibi bir felaketten korumak. Tabii her detayı muğlak bir tanımdır. Ama bir yön gösterir diye umuyorum.

      Zaten mesele modern tıp olsun ya da olmasın değil. Modern tıbba yaptığın yatırımı neden şiire yapmıyorsun? Tıp önemli olabilir. Şiirden daha önemli olduğu ne malum?

      Delete
    2. "Tıp önemli olabilir. Şiirden daha önemli olduğu ne malum?" için

      Sevan Beyciğim önem dediğimiz kavram sanki aksiyomatik. Burasi sanırım insanlığın kendileri açısından neyi tercih edecekleri, imkanlarını özellikle hangi alanda seferber edecekleri ile ilgili bir yer. Fakat canlılıkta temel tercihin bilindiği kadarıyla hayatta kalma ve üreme olduğundan hareketle, insanlığın tercihi ekseriyetle beslenme barınma güvenlik ve sağlık olmuştur. Entellektüel saha, şiir vs daha neokortekin ve özellikle de frontal lobun uğraşıdır. Ama evrimsel yapılanmada da paleokorteks daha korunaklı tutulmuş ve hasar girmesi daha yaşamsal olmuştur.

      Delete
    3. Şiirden daha önemli olduğu ne malum demekle ne anlatmak istediğinizi tam kavrayamadım. Zaten önem meselesi subjektif ise ve karşı taraf da belirli presuppositionlarla tartışmaya girerek dedüksiyonlarla yanlışlanmaya açık değilse dediğinizin retorik değeri dışında bir maksadı yok sanırım. Yoksa bu yazıya devam mı edeceksiniz, mesela şiirin önemini gerekçelendiren bir denemeyle? Tıbba yatırımın şiire yapılmaması da tecahül-i arif mi yoksa daha ileri bir pozisyonunuz mu var?

      Delete
  3. 1850'ler çok erken oldu yahu, Ahmed Haşim'i çöpe mi atacağız şimdi?

    ReplyDelete
    Replies
    1. Ahmed Haşim'in dostu Ahmed Hamdi Tanpınar var, Yahya Kemal Beyatlı var, Ahmet Muhip Dranas var, Cahit Sıtkı Tarancı var, daha var oğlu var.

      Delete
    2. tanpınar şair değildir, çok istemiştir ama olamadığını kendisi de bilir. yazarlığın zirvesidir.

      Delete
  4. Badi badi yürüyen ödipal bebeye de tekerlemeler, masallar söylersen bayılır da azıcık gözü açılmaya başladığı, gerçeklik sorgulaması yerleşmeye başladığı zaman eskisi kadar sallamamaya başlar.
    Dini insanlığın çocukluk hastalığı olarak nitelemeye meyyal bir insan olarak bir de bu açıdan baksanız o tıptan, teknikten önemli şiirinize.
    Bi de 10 seneye kalmaz rimbo şiirleri yazan yapay zeka geliştirilirse ne diyeceksiniz acaba?
    Ya da - evlerden ırak - üç vizitede ondurulamayan bir derde düçar olursanız.
    Bu arada Prusya Modeli örgün eğitim-öğretimin hayranı değilim ben de ama o mevzu çok su götürür.

    ReplyDelete
  5. "Sanat çöktü monşer" havasından ziyade o klasik connoisseurlük gözlerden ırak köşelere çekildi desek sanki daha doğru olacak. Bunda; zevk alınacak aktivitelerin hobilerin sayısının tavan yapması, okumuş kesimin iş hayatından arta kalan zamanının ve eğitimde klasik kültür unsurlarının azlığı ve buna paralel olarak sanat marketinin yeni talep odaklarına yoğunlaşması ve saire derken pek çok sebep var tabii. Ama müzik bitti şiir bitti... sözünüze katılamıyorum. Sanki şu anda piyasada olana bakıp confirmation bias'a kapılıyorsunuz gibi. En başta zaten geçmişten yadigar "büyük"ler, eserler; dönemlerinin üretiminin küçük bir yüzdesiydi ki revizyonizmin etkisine girmiyorum bile. Ya da mesela batı klasik müziğine bakacak olursak belki de en iyi çağını 20. yüzyılda yaşadı ve yaşıyor. Duyulmamış armoniler, kromatisizm, atonalite, asimetrik ritmler derken sofistikasyonunun zirvesini aslında günümüzde yaşamıyor mu? Çok büyük bir dünyada 7 milyar insanla beraber yaşıyoruz ve devrimizin üretimi o denli fazla ki elbette "yüksek kültür" addedilen mecrada da istihsal olsa da marketi daha büyük olan popüler kültürün borusu bunun farkına varmayı zorlaştırıyor.
    Eğitim konusuna gelecek olursak sanat enstitüleri tarihte hiç olmadığı kadar fazla ve öğrencilerin STEM'e yönlendirilmesinin bu bahsettiğiniz çöküşle korelasyonu tartışılır elbet ama kozasyon?, sanmıyorum.
    Bir de "Güzel"i sadece klasik janrlardaki konvansiyonel güzellik ölçütlerinden alınan haz olarak görmemek lazım. Şu blogdaki pencere oranlarından fontların biçimlerine, serverla yapılan bağlantı protokollerin inşasındaki kıvrak zekaya kadar aslında estetik, hayatımızı hiç olmadığı kadar sardı. Öte yandan tabii evet, gecekondular ve abidik radyo müzikleri de sardı maalesef ama modern dünyada her şey mükemmel olacak değil elbet.
    Ve son olarak doktor mu şair mi olsun? Bilmiyorum ama şöyle de sormak lazım: Muhtemel faydaları bir yana ötekini bu devirde hobi niyetine yapılan bir meşgaleden ziyade tam zamanlı bir meslek olarak kitleye empoze edebilmek, hatta o kadar da değil, kampanyalarla reklamlarla platformlarla gençlerin bu işe yönlenmelerini sağlamak mümkün bile mi?

    Gece gece düşüncelere daldırdınız iyi mi?..

    ReplyDelete
  6. artık tartışmalar değişti gibi; robotların ve makinelerin işlevleri olacak olan, bir çok teknolojik ve fiziksel güç işinin gerektirdiği eğitime ve insan gücüne gerek kalmayacak; ve bu tür eğitimlerle istihdam edilecek olanları hangi alanlara yöneltecekler; gerçekten önemli bir konu olacak

    ReplyDelete
  7. Ayrıca sınır denemeniz için de, sizin fikirleriniz her zaman öğretici ve faydalı olmuştur. Paylaşımlarınızdan ben kendi adıma çok şey öğreniyorum

    ReplyDelete
  8. "Sen eğitimde tıbbı öne çıkarır, en yetenekli çocukları oraya özendirirsen elbette toplum da tıbbı ödüllendirir.
    ...En yetenekli gençlerin mühendis, bilim adamı, doktor, matematikçi olması hedeflendi.
    ...İktisat ve finans da öyle. İstatistik bilimleri de öyle. Modern eğitimin ana damarı olan bürokratlık = ofis memurluğu eğitimi büsbütün öyle."

    Köşe yazarlığı da öyle değil mi?

    "Evladım şair mi olsun köşe yazarı mı?" diye de sorabiliriz soruyu.

    Köşe yazarı ve şair Özdemir İnce hakkında şöyle demiş Gün Zileli, "Özdemir İnce Fiyaskosu" başlıklı yazısında;

    "Özdemir İnce'yi epey zamandan beri tanırım. Kendisi şairdir, sanırım esasen de şair olarak tanınır, ne yazık ki sonradan köşe yazarlığı gibi kötü bir mesleğe intisap etti.
    ...Köşe yazarlığına intisap ettikten sonra birkaç yazısını okumaya gayret ettim. Bu yazılarda bir şair duyarlığındansa kendini devlet dümenine bağlamış bir çarkçıbaşının gayretkeşliğini görmek beni üzmedi desem yalan olur."

    ReplyDelete
  9. Gökten indiği sanılan kitaplar
    Gün olur yeryüzünü kaplar
    Gece gündüz uykusuz kalmış saplar
    Ne kadar sıkıcıdır Nisan'da

    Kitaplar gökten indiği sanılan
    Orada burada adları anılan
    Ben çok biliyorum sensin yanılan
    Denir mi ki Hindistan'da

    Sanılan kitaplar indiği gökten
    Bir yönetmendir Zeki Ökten
    Cahillik çözümdür kökten
    Hal bırakmaz insanda

    Kitaplar sanılan gökten indiği
    Keser dalını her zaman bindiği
    Kemal ve Muhammed'in sindiği
    Yenir mi ki pandispanya

    İtalya, Portekiz ve Fas
    Kirli çamaşırlarını yıka ve as
    Başka fikriniz yok mu, yapalım birkaçını takas
    Sonunda hepinizin pipisini kesmek için alacağım bir makas

    ReplyDelete
    Replies
    1. Yazmaya utanmadınız mı bu ucubeyi. Lütfen daha başkalarının okumasını ve bu sanatsızlık örneğinin daha fazla bu ortamda bulunmaması için yazdığınız ucubenizi de silip siktirin gidin. Teşekkürler

      Delete
    2. Başkasından alıntı bu galiba. Nerden tam hatırlayamadım ama.

      Delete
    3. Adsız 2 Aralık 2017 17:48'a
      Belli ki Adsız 2 Aralık 2017 06:04 yazmış olduğu şiir görünümlü paçavra ile Sevan'ı haklı çıkarmaya çalışmakta ve demekte ki, bak şiiri benim gibi hiçbir eğitimi estetik terbiyesi olmayan adamlara bırakırsanız böyle ucube çıkabiliyor ortay. Bu paçavra ile birlikte bakınca sanki Sevan haklı gibi

      Delete
    4. Ortalama çağdaş "entel" şiirinden daha iyi bence.

      Delete
    5. Sevan Bey, siz kule dikin, hep kule dikin, sadece kule dikin, diyordur bu yorum üzerine rahmetli Şeyh Pir Hazretleri size mezarında ters dönerek

      Delete
    6. Kemal ve Muhammed geçtiği için beğenmişsindir Sevan Beyciğim, yoksa bildiğin ucube yahu

      Delete
    7. Ah Muhsin Ünlü'nün (Onur Ünlü) "Ah O Gemide Ben De Olsaydım" şiirinden esinlenilmiş sanki

      Ah Muhsin Ünlü

      alper’den 700 lira borç aldım bugün
      israil devleti gömülsün diye karanlıklara!
      çünkü eğer borcu varsa bir mazlumun
      başka bir mazluma
      bir mazluma
      mazlum…
      sevgilim
      tam buraya uygun bir ayet bulamıyorum.
      oysa ne çok ayet vardı 90’larda…
      baktığımız her yerde ayrı bir allah
      gördüğümüz her peygamber yeni bir mağara.
      insan olmak bizatihi sansasyoneldir.
      diline döktüğüm dilleri hatırlasana…alper bana 700 lira borç verdi bugün
      israil kaç mermi yapabilir bu parayla?
      tarık ali’nin muhammed ikbal için söyledikleri doğru mu?
      frengiden öldü diyor lahor pavyonlarında.
      işte 90’larda böyle şeyler düşündük biz sevgilim
      düşündük şiir yazınca temizlenir ülkemiz.
      şimdi ikbal cennette, tarık ali ingiliz
      merminin de biliyorsun, bini bir para
      ve diyelim ki humeyni’yi de seviyorum jack daniel’ı da
      diyelim ki ev kirasından muaftır bütün şehir
      diyelim ki zalimler de centilmen olabilirler…
      bana duyduğun sevgiyi azımsasana!
      lira bana alper borç bugün verdi 700.
      hemen iki paket malbora, biraz mızrak, biraz kuz.
      bilhassa ecnebi reyonundan seçtim bunları sevgilim
      fosforun pişirdiği çocuklarda bulunsun tuzumuz.
      ah evet biliyorum demode lakırdılar bunlar
      demode irrasyonalizm, antikapitalizm demode.
      dünya kocaman bir köy, en iyi sigara malbora
      araplar arkadan vururlar, meşru bir ülke israil.
      eğer bir gemi dolusu hayvan
      haksız yere böğürüyorsa
      ölen her zaman suçludur ne yapabilir ki katil?
      biliyorsun zalimin dediği olur ortadoğu’da
      dur küfretme. zalimler de allah’a dahil! söylemiş miydim alper’in bana borç verdiğini?
      mızrak aldım, çok arabesk, fazla anakronik.
      kuz desen; alnım açık, dolaşmam kuytularda.
      belki de lirayı kapar kapmaz 700
      yüzümü dönmeliydim olduğu gibi batıya.
      bir bakmışım karşıdan tarık ali geliyor
      hey bayım; şu var ya; şu koca london bridge…
      90’larda espriler hep böyleydi sevgilim
      çok açık göstermeci, nobran, edepsiz ve kitsch!
      90’larda zalimler biraz racon bilirdi.
      karıları çocukları köpekleri olurdu.
      yalnız kalan bir zalim allah’ı düşünürdü
      dur gevşeme. zulüm, allah’tan hariç!
      ah o gemide ben de olsaydım eğer
      mızrağı sallardım aştot’a kadar
      belki gider çirkin bir faşiste değer
      belki de bir masumun tam kafasına.
      ama savaş böyleymiş bazen siviller
      ölebilirlermiş devlet uğruna.
      90’lar bitti artık onlar var ve hey
      siz devlete inanan bütün reziller
      cehennemde karşıma çıktığınızda
      öyle bir yumruk patlatacağım ki tam burnunuza
      hayatınız gazze şeridi gibi geçerken gözünüzden
      anlayacaksınız allah ne demek
      ahlak ne demek
      ve rüya…
      bu sözlerimi cennet ehline aynen ilet sevgilim:
      devletin bekasının da allah belasını versin
      malboranın da!

      Delete
  10. Bu çöküş sanatla başladı fakat sanatla sınırlı kalmadı. Eğitimin kitlelere indirilmesi bütün disiplinlerin sulandırılmasına sebep oldu, başta sosyal bilimler olmak üzere. Batıda sosyal bilimlerin durumu içler acısı. Bu trendin fen bilimlerine de sıçraması bekleniyor. Peki niye böyle oluyor derseniz bu konuda Oswald Spengler'ın enteresan fikirleri var, okuyun derim.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Fen bilimlerine çoktan bulaştı bile. Bilgisayar mühendisliği gibi nispeten yeni bir mühendislik dalında bile temel bilgilerden yoksun, amacı-ideali olmayan o kadar çöp adam birikti ki.

      50 bin nüfuslu Anadolu şehirlerinde mühendislik fakülteleri var.

      Delete
  11. Olaya çok dar bir çerçeveden bakmışsınız. İnsanın amacı bu dünya ve içindeki güzellikler değil. Bizim bu dünyadan gitmemiz lazım. Alarma veriyor. Yarı insan, yarı robot bir varlığa evrimleşip, yıldızlararası seyahatimize başlamamız lazım. Önümüzdeki şu lanet dünya "filtresinden" kurtulmamız lazım. Bunun için de şiire değil, bilime, tekniğe fokuslanmamız lazım. Şiir ve romantizm bizi sadece hedeften uzaklaştırır, ayağımıza bağ olur. Bizim daha ulvi hedeflerimiz var. O neyse gidip onu bulmamız lazım. O yeni dünyaya yelken açmamız lazım. Maalesef o yeni dünyada şiirin hiçbir kullanım alanı yok.

    ReplyDelete
  12. Modern edebiyati unutmuşsunuz sevan bey tatsız tuzsuz keyifsiz birşey edebiyatta bitti azizim

    ReplyDelete
  13. Michel Tournier in Le vent Paraclet diye bir kitabı var. Otobiyografik. Orada eğitimle ilgili çok nefis bir bölüm var. Nisanyan'in yazdıklarını destekliyor sanki. Bulunca buraya alacağım.
    Roma'dan selamlar. Mustafa Çelebi PINAR

    ReplyDelete
  14. L’education au sens le plus large du mot prepare un enfant a entrer dans la societe et a y tenir sa place. Il semble qu’elle revet toujours et partout deux formes, l’une morale, affective, voire magique, l’autre purement intellectuelle et rationnelle. La premiere est initiation, la seconde information:

    Education = initiation + information.

    Bien entendu les aspects que revetent ces deux composantes de l’education sont infiniment divers comme sont variables leurs proportions respectives. Or il me semble justement que nous assistons dans l’histoire de l’education a une diminution progressive de l’initiation face a une information envahissante, et cela a un point qui est devenu depuis longtemps nefaste.

    Dans la plupart des societies primitives – de la Terre de Feu aux glaces arctiques – les enfants paraissent jouir d’une liberte et d’une immunite qui font l’admiration des voyageurs et des ethnologues. Il ne faut pas se hater de porter ce trait au benefice du <> lequel en educateur ideal saurait epargner a ses petits les obligations et sanctions dont nous ecrasons les notres. La verite est plus simple et plus radicale. La verite, c’est que l’enfant primitif ne fait pas partie du corps social, il n’a pas fait son entrée dans la societe. En tant que marginal absolu, il n’est donc soumis ni aux tabous, ni aux prescriptions rituelles qui assurent la cohesion de l’organisme social. Dans ces societies l’initiation –procédé magique pour intégrer instantanement un membre nouveau au groupe – prend son sens le plus complet et meme le plus brutal. Car a en juger par la rigueur et la cruaute des epreuves infligees a l’enfant on dirait qu’on veut lui faire payer en une seule fois les longues annees d’insouciance et de liberte qu’il vient de vivre.

    ReplyDelete
  15. Transportons-nous maintenant vers le milieu du XVIIIe siècle francais. Nous assistons a une etrange metamorphose. L’aristocratie recule peu a peu et cede le terrain, la fortune et le pouvoir a la bourgeoisie montante. L’ideologie bourgeoise d’abord encyclopediste prepare le grand tournant romantique. Diderot n’est pas loin de Rousseau qui annonce Chateaubriand. Nous voyons alors les grands tenors de cette ideologie nouvelle faire le process de l’education qu’ils ont subie, education classique, aristocratique, dispensée principalement dans les colleges des Jesuites (MCP: e.g., Galatasaray Sultanisi, Saint-Joseph). Que reprochent-ils a cette education? Son inactualite, son inutilite, son desinteressement. Elle ne pouvait former que des clercs, c’est a dire des hommes de loi, des medecins ou des gens d’eglise (MCP: des fonctionnaires d’etat, devlet memurlari). Le commerce, les voyages, les techniques, la recherche scientifique --- toutes les choses qui prennent une importance croissante au XVIIIe siècle --- autant de terra incognita pour les petits Diafoirus formés par les bons peres. Fleury s’indigne devant cet eleve << qui passe a vie a etudier le latin et le grec, qui sait l’histoire, les moeurs, les lois des Anciens Romains et qui ne sait point comment la France est gouvernée, ni comment on vit aujourd’hui. Etant accoutumé a ne parler qu’a des grecs ou a des Romains, il sera tout deconcerté quand il faudra parler a des hommes portant des chapeaux et des perruques, a traiter des interets de la France et de l’Allemagne ou il n’y a ni tribunes aux harangues, ni comices, ni consuls >>. …

    ReplyDelete
  16. Il y a a l’origine de ces requisitoires un malentendu … qui frise la mauvaise foi. Leurs auteurs feignent de croire que la pedagogie des Jesuites visait a fournir a l’enfant un bagage de connaissances grace auxquelles il deviendra marchant, fabricant, voyageur, intendant ou administrateur. Et certes elle aurait grandement failli a son ambition s’il s’etait agi de cela! Mais d’abord, elle s’adressait a des jeunes aristrocrates qui n’avaient nul besoin d’etre savants pour faire leur chemin. Etre << nés >> suffisait a tout. Encore fallait-il qu’ils fussent des etres humains, et l’education qu’on leur donnait devait les aider a le devenir. Nous touchons ici au noeud du malentendu qui s’eleve a cette epoque entre anciens et modernes. Pour l’aristocrate, l’enfant n’est pas un etre humain a part entiere. C’est une petite bete, sale, vicieuse et stupide, assez meprisable au total. L’education doit en faire un etre presentable. Les Jesuites se souciaient, non d’enrichir l’esprit de l’enfant et de preparer a son métier d’homme, mais d’assurer sa formation morale. Ils le faisaient vivre pour cela dans un univers totalement inactuel, ou l’on ne parlait que latin et dont les habitants s’appelaient Socrate, Alexandre…auxquels se rattachaient une serie d’anecdotes edifiantes – le noeud Gordien, le petit renard cache sous la toge de l’enfant spartiate, la lanterne de Diogene allumee en plein jour..Qu’est-ce a dire sinon que cette education donne le pas largement a l’initiation sur l’information? Cette initiation, les modernes l’ignorent, et meme ils lui donnent la chasse. Pour eux l’enfant n’est pas mauvais, il manque simplement d’informations. Son esprit est une page blanche sur laquelle il faut inscrire le savoir. Il ne s’agit pas de le laisser passer de l’etat animal a l’etat humain ---seule ambition des anciens educateurs --- mais de l’enrichir de sciences et de techniques grace auxquelles il fera sa fortune et celle de ses proches.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Çok güzel analiz. Evet destekliyor ve aynı zamanda tahrip ediyor, çünkü aristokratik eğitimi ("şiir" eğitimini) tarihi kontekste yerleştiriyor.

      Delete
  17. Her toplumun çok az bir kesimi hem becerikli hem zeki hem de çalışkan oluyor. Önemli olan dediğiniz gibi toplumun, içinden çıkan bu %2'lik kısmını neye yönlendirdiği. Türkiyede denklem çok basit. Bu %2 ya doktor oluyor ya da mühendis. Bu sebeple dünya ortalamasına bakıldığında örneğin Türk doktorlar genelde dünya ortalamasının üzerindedir. Veya dünyadaki en büyük 100 inşaat firmasını ülkelere göre paylaştırırsak Türkiye Çinden sonra ikinci sıradadır. Amerikanın en ünlü televizton şov doktorunun (Dr. Oz) Türk olması veya Rusyadan tutun Arap ülkelerine havalimanları veya çok katlı binaların anlamlı bir yüzdesinin Türkler tarafından yapılması biraz istatistik bilen birine herşeyi anlatır aslında. Peki bunlar karşılığında neleri feda ediyoruz.
    Benim gençliğimde lise'de, 1. sınıftan sonra 3 gruptan birini seçerdiniz. Bunlar fen-matematik (FM), türkçe-matematik (TM) ve türkçe-sosyal (SM) idi. Aynı gruplar puan türleri olarak ÖYS 'de de vardı. Tıp veya mühendislik için FM gerkli iken işletme için TM puan türü geçerliydi. Çok iyi hatırlıyorum lisedeyken TM seçen öğrencilere salak muamelesi çekerken TS cileri ise süzme salak kabul ederdik. Ve bilin bakalım örneğin hukuk için hangi puan türü gerekli idi. Tabii ki TS. Yani 90'larda lise okuyan bizim jenerasyonda Feto'cuları hariç tutarsak yaşıtlarımızın en tembel ve kafasız adamları hakim, savcı ve avukat oldular. Hukukçuları üzmek istemem ama Sevan hocam çok hakim, savcı ile muhattap olduğu için bu teoriye gözlemsel olarak da destek verebilir. Bir fiil ben kendim bir mevzuyu bir hakime mahkemede arka arkaya 4 defa anlatmama rağmen adamcağızın hala anlamadığını hatırlıyorum. Ne yapacağımı şaşırmıştım.
    Sadece hukuk değil örneğin eğitim sistemimiz de aynı sorunun pençesinde. İstediğin kadar dünyanın en iyi doktorları Türkiye'de diye övün dur. Önemli olan bu %2'nin kaçını öğretmen yapabildiğin.
    Adam televizyonda diyor ki Türk eğitim sisteminin en büyük sorunu ezberciliktir. Ama farkında değil ki söylediği bile ezber. Ki bu ezber ben ilkokuldayken bile söylenirdi.
    Son olarak hocam tamam şair de olsunlar ama birza da öğretmen ve hakim olsunlar. :)

    ReplyDelete
  18. Sevan hocam mevzu biraz cevherin çağlar içerisinde kılıf değiştirmesiyle alakalı olabilir mi? Yani acaba bu hislerinizde biraz da at fayton nostaljisiyle spor arabaları yeriyor olabilir misiniz?

    Çünkü konuyu şiir değil de hikaye anlatıcılığı açısından ele alırsak (Belki şiir, hikaye anlatıcılığı değildir dersiniz ama) hikaye anlatıcılığının ölmediğini, bitmediğini ama şekil/suret/kılıf değiştirdiğini görüyoruz. Artık bilgisayar oyunlarının hikayeleri var, insanların dedektif gibi ip uçlarını toplayarak sonuca ulaşmaya çalıştığı korku evleri, VR'lar, sanal hayatlar, role playing'ler var. Bunlar klasik şiirden, kaliteli romandan iyi midir? Erken 21. yüzyıl insanı, yani eski dünyanın son fertlerinden biri olarak bence de değildir ama alelumum karara varmak için biraz erken olduğunu düşünüyorum. Bakalım önümüzdeki asırlar ne gösterecek? Siz ne dersiniz?

    Yukarıda birisi saybörglerin, interstellar seyahatler yapan insanlığın hayatında şiirin yerinin olmayacağını, "bir de esef ederek" söylemiş. Acaba uzay boşluğunda seyrederken insanlar birbirine fıkra anlatmayacak, hikayeli oyun oynamayacak, yahu hadi onu geçtim romantik film (ya da muadili bir şey) seyretmeyecek mi? Bütün bunların klasik şiirden sofistike olamayacağını sanki insiyaken varsayıyoruz ama bir düşünürseniz Eski Yunan heykelleriyle taştan yaptığımız ilk aletler arasında ne kadar zaman var? İlerleme gelişme kaydedilemez mi?

    Kadir Daniş

    ReplyDelete
  19. Bu yuksek sanatlarin çöküşünün sebebi sosyalizm ve sosyal politikalarin güçlenmesi, sanatın poltiklesmesi ya da sosyal koşulların iyileşmesiyle elit olmayanların da sanat yapabilmesi ve sanatı bayagilastirmaları olabilir mi?

    ReplyDelete
    Replies
    1. Sanatın politikleşmesinden kastım şu ki, sanat toplumcu bir çizgiye, 'halkın faydasına' yöneldikçe güzeli arama ya da bireyin içini yansıtma, yeni bir gerçeklik üretip yeni dünyalara yelken açma işlevini kaybetti gibi. Açıkçası şu son 100 küsür yıldaki toplumcu sanata anti-sanat mı demeli bilmiyorum bazen.

      Delete
    2. Örneğin Brecht diyor ki tiyatroda izleyici esere kapılmamalı eseri düşünmelidir, nasıl da büyük bir anti-sanat örneği. Açıkçası insanı içine, yeni gerçekliklere çekmeyen, hayal kurdurup,hayallerde yaşatmayan, derin ve karmaşık duygusal aleme büründürmeyen sanata sanat denebilir mi bilmiyorum. Hatta mitoloji, din ve ideolojilerin bu yüzden devasa bir sanat ideolojilerin bu yüzden devasa bir sanat olduğunu düşünmüyor değilim.Öyle ki insanları gerçeklikten soyutlamış yepyeni bir gerçeklik yaratmışlar.

      Delete
    3. Bu arada dinle alakalı bir yazınız da vardı dinin devasa israflarıyla alakalı. Sanat için de belki de söylenebilir bu. Mısır Piramitleri belki de en görkemli örneği. Ya da eski mimarinin şu ankine göre daha güzel olması. Ne ara 'israfı' bırakıp halkın yararını gözetmeye başladıysak belki de sanat o zaman gerilemeye başlamıştır.Sonrasında da gelsin modern mimari ve hepsi birbirinin aynısı binalar. Burada çok pragmatik yaklaşmak ve uzun vadeli yaklaşmamak sorun bence. Evet, Leonardo Mona Lisa'yla, Son Akşam Yemeği ile vakit kaybetmeyip halka faydalı olabilirdi ama böyle yaptığı için uzun vadede muhteşem bir ilerlemeyi engellemiş olurdu bence.

      Delete
  20. bence güzel hoş yazılar yazıyorsun bu işe devam et ama bide para işi var sitende reklam ekle bende hem yazı yazarsın hemde bu işten para kazanırsın mesela bak benım siteme https://yigitbediz.blogspot.com.tr/

    ReplyDelete
  21. Sanırım şair bu yazısında "Ye, iç, seviş."demek istiyor.

    ReplyDelete
  22. Hukuk hakkındaki düşüncelerinizi bu bağlamda merak ediyorum?? Çiçeği burnunda bir avukatım..Okurken her şey çok güzeldi hatta şiir gibiydi..Doktrinsel tartışmalar, akıl yürütmeler kurgusal olaylar inanılmaz zevkliydi her şey. .fakat uygulamada görüyorum ki tamamen kurtlar Sofrası..söz konusu para olunca akıl ahlak teferruatmis hocam..İki uzmanın aferinini almak için gencecik insanlara mueebbet hapis verdirtebilecek insanlar görüyorum hocam ve zerre acıma duymadan..nefesim kesilerek izliyorum ve daha ne kadar dayanırım bilmiyorum..aman hocam derdime bir çare. ��

    ReplyDelete
  23. "Felsefe" olmadan her şey eksik kalır.Felsefe eğitimi almamış ve Felsefenin (F) sinden haberi olmayan bir Doktorun,Baytar'dan farkı yoktur.



    Antik Atina ekolünün öğrencileri ve akademisyenleri dirilip mezarların dan çıksa ve Bu toprakların bugün'ki halini görseler kahırların dan tekrar ölürler..Neden mi ? Hayal edin 21.yy da Antik tiyatronun yıkılmış Anfisinin köşesinde eşeğe hallenen bir türk...) Aman Tengrim!

    ReplyDelete
    Replies
    1. Felsefecilerin eşeğe hallenmediğini nereden biliyoruz belki de antik yunanda yaygın bir davranıştı.Bence felseciler sizin eşekleri seven insanlara karşı olan bakış açınızı ciddi bir şekilde eleştirirlerdi.

      Delete
    2. Yusuf bey", Sevmekle Şey... etmeyi sanırım karıştırdınız. O canlılar türümüz değil Fizyolojik olarak çok farklıyız. Ayrıca Felsefecilerin istisnai hallenme durumlarını bilemem ama,eğer böyle şeyler sıklıkla yaşansa idi o dönem,zaten o ekol o seviyeye gelemezdi.

      Son olarak Hz .ziya paşa ne diyor ona da bir bakalım!

      Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz
      Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde

      Delete
    3. Fizyolojik olarak farklı olanı sevmek belki de doğalın sınırlarını aşmak yönünde bir adımdır, o anlamda felsefî bir edim sayılabilir.

      Delete
    4. Limbik sistem lezyonlarını okumanızı tavsiye ederim Sevan Beyciğim

      Delete
    5. Ziya paşaya katılıyorum bir insanla eşeğin emeğinden doğan bir eser var ise görmek isterdim.

      Delete
  24. Siirin bitme sebebi aristokratik egitim veren kurumlarin yerine kitlesel egitim verenlerin gelmesi degildir. Egitimin sistemlerinin kitlesel formasyon kurumlarina donmesi de degildir. Siirin serpilmesi icin formal egitim gerekmez. Egitimsiz, convansiyonel medeniyete uzak kalmis bazi topluluklarin cok gelismis siir gelenekleri vardir.

    Sanata yatkin, uretmeyi isteyen, bir derdi olan insan her zaman vardi. Bugun bu insanlarin uretmek icin siiri secmeme sebebi, siirin uretim araci olarak yetersiz ve arkaik kalmasi. Yetenegi olanlar, sinema gibi alanlara kayiyorlar, olmayanlar Posta gazetesine siir yolluyorlar.

    Gecmis ozlemiyle yasamak ve sevmedigimiz herseyin ucunu ulusal devlete baglamak pek de dogru degil sanirim.

    ReplyDelete
  25. Hocam güncel siyasetin sığ sularında takılmaktansa böyle derinlikli "genel politika" yazıları yakışıyor sana.

    ReplyDelete
  26. Bence bu yazıda anlatılmak istenen şey doktorluğun yada genel manada pozitif bilimlerin şiirden edebiyattan daha önemsiz oldukları değil.Günümüzde pozitif bilimlerin en önemli şey olarak görülmesi ve bilim adamlarının yeni nesil peygamberler gibi tanıtılması.Günümüz insanının dine bu kadar sövüp bilimi kendi dini haline getirmesi bence zamanımızda radikal islam veya dünyayı sadece kendi dini bakışı açısından görüp yorumlayanlar kadar tehlikeli.çünkü bu insanlar bilimi dünyayı daha yaşanır bir yer haline getirmek için bir araç olarak görmüyorlar.Bilimi yaşamın tek gerçek amacı olarak görüyorlar ve bence bu ciddi bir eleştiriyi hak ediyor.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Kısmen haklı olabilirsin fakat bu iş temelde arz-talep meselesi. Şiir tek başına karın doyurmuyor, teknoloji doyuruyor. Teknoloji üretemeyen kavimler, teknoloji üreten kavimlerin kölesi oluyorlar ve nihayetinde kendi kültürlerini de yitiriyorlar.

      Delete
  27. ismet özel'i anmadan türk şiirinden bahsedeni allah çarpar

    ReplyDelete
  28. Pakistan'dan geleneksel tarzda şiir yazan çok şair çıkar lakin ülke sosyo-ekonomik olarak Bangladeş'in bile gerisinde, bildiğin sefilleri oynuyor. Pakistan'ın yetiştirdiği bütün tıp doktorları ülkeyi terk ederler ve ülkenin eski Britanya sömürgesi olması hasebiyle İngilizceye adamakıllı hakim oldukları için de gidip yerleştikleri Anglo-Sakson memleketlerde(Amerika, Kanada, İngiltere, İrlanda, Avustralya, Yeni Zelanda) genelde kariyerlerinde en başarılı yabancı hekimler bunlardan olur.

    Sevan hocam sen pozitivizme, pozitif bilime ve modernizme aşık bir adamsın, biliyorum polemik çıksın diye bu tarz yazılar yazdığını. Ama bir yerden sonra artık pek sarmamaya başlıyor, benden söylemesi. Bu arada "Üniversite Nasıl Doğdu yazının devamını hala bekliyoruz.

    ReplyDelete
  29. Şimdi oturdum araştırdım ve bir kanaate vardım. Şayet dünyada bugün 8 milyara yaklaşan insan nüfusunu 1 milyara indirebilir ve şehirlerde yaşayan nüfusun oranını 55%'ten 15%'e çekebilir, üstüne bir de elektriği ve hatta buhar motorunu bile tamamen iptal edebilirsek(yani 1840lara dönüş) muhtemelen şiir yeniden revaç kazanacak ve eskisi gibi rağbet görmeye başlayacaktır.

    Ayrıca hocam acaba Muallakat şairleri hakkında edebi analizin nedir? Öğrenmek isterim.

    ReplyDelete
  30. Uçmayın yahu, Arapça ve şair konusunda o kadar bilgili mi de bu adam?
    Oldu olacak din kursun, inanın.
    Sevan Bey bi sorum olacak,
    Sleeve Gastrektomi'de
    Transit Bipartisyon, Roux-en-Y gastric bypass, Ileal interpozisyon,Duodenal Switch'e dair cerrahi analiziniz nedir öğrenmek isterim?
    Siyaset bilimci yahu bu adam, gayretli ve akıllı birisi olarak bilgi skalasını genişletmiş, yüklenmeyin adama bu kadar.
    Sevan Bey sen de kulak asıp bunlara her şeyi biliyorum diye gezip rezil etme bizi oralarda. Unutma sen bugüne bugün yüce Türk milletini ve onun bağrından çıkmış büyük Türkiye Cumhuriyeti'ni temsil ediyorsun orada. Omzunuzdaki yük büyük

    ReplyDelete
  31. şiir ve hastahane
    şiir ve hapishane
    şiir ve insan hayvan doğa….

    şiir ve hastahane
    şiir ve hapishane
    şiir ve vs...

    şiir okumak/yazmak için tutulman lazım.

    yalınayak sana gelebilirim demek için çoraplara tutulman lazım.

    sevişmek için işsiz olmak lazım derken, işyerinde tutulmak var.

    doktorlar olmasa şairler de olmazdı.

    siz tutsakken buraya yazanlar da tutsaktılar. boş kalınca onlar da belki şiirler yazdılar.

    bu blog tutulmaların sonucu değil mi?

    evladım demek şiirimsi, çocuğum demek hastalığa gidiyor sanki.

    şiirden başka yol, yordam, terbiye, ahlak, mürşit, kaynak, öğrenim yok.

    şiirde tamamen küfür etsen, yine ahlak.

    ReplyDelete
  32. " - I must study politics and war so that my sons may have liberty to study mathematics and philosophy. My sons ought to study mathematics and philosophy, geography, natural history, naval architecture, navigation, commerce, and agriculture, in order to give their children a right to study painting, POETRY, music, architecture, statuary, tapestry, and porcelain. "

    John Adams(1735-1826) 2. President of the USA

    ReplyDelete
  33. Merhaba Sevan Abi,
    Enver Aysever'in programında, ateist misiniz? sorusuna; her aklı başında insan gibi ateistim, demiştiniz. Sizi ateizme iten, aklı başında olmanızı sağlayan pozitif bilimler değil miydi? Yoksa dini kaynakların çoğu şiirseldir, insanı duygusal yönden esir eden ve korkutma düsturunu sahiplenen kurmaca masallarsa, şiire olan tutku gerçek hayatın dışında bir yere sahip olmuyor mu? Bugün tıp bilimi belki işe yaramaz yüzbinlerce moruğu bir kaç ay daha ayakta tutmaya çalışıyor olabilir ama bu yüzbinlerce israfın içerisinde bir yıl daha ömrü uzun olsun, bilgi ve tecrübelerinden faydalanmak istediğim sizin gibi değerli insanların varlığına da sebep olmasını nasıl reddedebilirim?
    Toplumların fen bilimlerine geçişi rüyadan uyanmak olarak değerlendirmek, bağnazlıktan kurtulmak değil midir? Şiir elbette edebi eserler içinde ışık tutan, hislerimize tercüman olan bir sanat ama var oluşun, hakikatin kapılarını aralamıyor, bir sonraki sorunlara gebe bıraktığını düşünüyorum. Tıp bilimi ile edebi noktanın farklı kulvarlar olduğunu, birinin yükselişinin diğerinde neye mal olduğu gibi aritmetik değerler silsilesi ancak fayda açısından değerlendirilebilir, ki sizin de ele almak istediğiniz durum bu sanırım.

    Estetikten, sanattan yoksun kalmamak için kitlesel eğitim sistemi çarklarının dışında nasıl stratejiler geliştirilebilir? sorusu sanırım bu makalenin en önemli aydınlatıcı konusu olmalıydı. Tenkitçi yaklaşım sorunun temeline inme ferasetini gösteremiyorsa ve yeni düşünceler üretemiyorsa gelişigüzel bir yazıdan ibaret kalır diye düşünüyorum.
    Karl Marx şairdi, pozitif bilimlere bakışı irrasyonel bir hava taşıyordu. Duygusal bir hezeyanla milyonların ölümüne gebe kalacak fikirler ortaya koydu. Haklı olduğu yerler elbette vardı. Ama tek doğru budur demek dogmatizmin kapılarını aralıyor, yeni dinlerin filizlenmesine sebebiyet veriyor.
    Sevgi ve saygıyla abi.

    ReplyDelete