HALİM – Tarih boyunca insanoğlunun ürettiği güzelliklere bakın. Süleymaniye camiini ve Avrupa’nın katedrallerini düşünün. J. Sebastian Bach’ı sevdiğinizi söylüyorsunuz, Dede Efendi’ye de duyarsız değilsiniz. Eski Yunan sanatını, Hindu tapınaklarını, Ermenistan’ın dağlarında beraber gezdiğimiz manastırları aklınıza getirin. Her birini insanlar Allah’ı – ya da ilah zannettikleri putlarını – yüceltmek adına yapmışlar. Öyle görünüyor ki insan, büyük bir ruhsal cömertlik ifadesi olan eserlerini ancak dini bir motivasyonla yaratıyor. O inanç sayesinde şu fani dünyadaki sefil var oluşunu bir nebze olsun aşacak gücü ve bakış açısını buluyor. Dini inanç olmasa ne Göbeklitepe’deki tapınaklar olurdu, ne Mısır’daki piramitler. Bırakın yüksek sanat eserlerini bir yana, yaşadığınız adada insanların Pazar günü en güzel giysilerini giyerek kiliseye gitmesinde, ya da Kudüs’te dindar Yahudilerin Cuma akşamüstü Ağlama Duvarı’na koşmasında güzel ve soylu bir şey olduğunu itiraf ediyorsunuz.
Bir de Allah inancını terk ettiğimiz dünyada yarattıklarımıza bakın: otoyollar, alışveriş merkezleri, banka binaları, insanın gözüne diken gibi batan toplu konut siteleri.
Manevi odağı olmayan bir dünyada yaşama fikri size cazip geliyor mu?
SELİM – Beni can evimden vurdunuz. Ne cevap verebilirim ki size? Haklısınız.
Dinlediğiniz şu “Herr, unser Herr, dessen Ruhm in allen Landen herrlich ist” çığlığının[1] güzelliğine gölge düşüren her şey cinayettir. Tahammülü zor çirkinliktir. Günahtır.
HALİM – Şaşırttınız beni. Günah?
SELİM – Ve düşünün, o çirkinliği, o günahı şu içinde yaşadığımız dünyada en çok besleyen güç hangisidir diye.
HALİM – Modernizm? Materyalizm? Kapitalizm? Pop kültürü?
SELİM – Onlar da var bir ölçüde. Ama asıl büyük düşman onlar değil dindir. Başkalarının tanrılarına – özür dilerim, güzellik ve aşkınlık arayışına – insanın gözünü kör ve kalbini sağır eden en güçlü etkendir din. Düşünün: her teizm, özünde ateizmdir. Kuran’ın Allah’ına inanıyorum demek, Zeus’a ve Rab Şiva’ya ve Tevrat’ın tanrısına inanmıyorum, onları lanetliyorum ve reddediyorum demektir. Başka insanların tanrılarına küfrdür.
Başka insanların, başka kültürlerin, gözlerini şu dünyanın çamurundan yukarı kaldırma çabasını sizce kim daha iyi kavrar? Aklını ve kalbini dini kimliğin kısıtlayıcı kalıbından kurtarmayı başaran mı, yoksa vicdanını kendi tanrısının kıskanç ufkuna teslim etmiş olan mı? Bamiyan’daki Buddha’ları ateistler mi imha etti? Modernistler mi? Popçular mı?
Modernistler de çok iyi demiyorum bakın. Yıkmazlar belki ama önünden otoyol geçirirler. Gişe yapıp bilet keserler. Bunlar da ağır yaralar. Ama hangisinin kalbindeki nefret ve cehalet daha ağır, siz karar verin.
HALİM – Sanki var olan dinlerin üstünde bir din önerir gibisiniz.
SELİM – Din demeyelim, insanın dışındaki tanrıları reddeden, buna karşılık insanoğlunun tanrı arayışına kulak kabartan bir çeşit radikal hümanizm belki. Hümanizm kelimesini burada “insandan başka gerçek yok” anlamında söylüyorum. İnsanoğlunun bilgi arayışına saygım var. Ama güzellik arayışına da bir o kadar hayranlığım var. İlkiyle bazen çelişse, akla ve olguya zıt hayaletler peşinde bazen yolunu kaybetse de.
*
HALİM – Her şeye rağmen, tanrıya inanmanın inanmamaktan daha akılcı bir tercih olduğunu düşünüyorum. Eğer varsa ve inkâr ediyorsanız ceza kaçınılmaz, üstelik risk almaya değmeyecek kadar ağır. Yoksa ve boşuna inandıysanız kaybedeceğiniz şey çok fazla değil.
SELİM – Hangi tanrıya?
HALİM – Tabii tek ve evrensel olan Allah’a. Yoktur demeyin, “ya varsa” diye düşünün.
SELİM – Sizin hatırınız için inanayım, peki, de hangisine? Zeus’a mı? Krişna’ya mı? Yahudilerin tanrısına mı?
Pascal dahil o kadar çok kişi bu sorunun tuzağına düşmüş ki hayret ediyorum. Farzedin ki Pascal’ın hesabına kandım, Hıristiyanların – hatta Katoliklerin, hatta Pascal gibi Jansenistlerin – tanrısına inandım. Öldüm, karşıma Yüce Rabbimiz Krişna hazretleri çıktı. O zaman hapı yutmaz mıyım? Yanlış tanrıya inanma riskini almaktansa bence en güvenli yol hiç birine inanmamak. O zaman hesap günü karşıma hangisi çıkarsa çıksın, “ya rabbim, yalan tanrıların hiç birine inanmadım” diye kendimi savunma şansım olur. Yüz tanrı adayı varsa doksan dokuzunu doğru bildim demektir.
Kaldı ki “kaybedecek bir şey yok” doğru değil. Hakikati kaybediyorsunuz, işkence ve azaptan daha korkunç bir şey bence. Hakikati kişisel konfor ve güvenlik hesabı üzerine inşa etmek gibi utanç verici bir hataya Pascal gibi akıllı bir adam nasıl düşer, şaşılacak şey.
Ben tanrı olsam, ceza korkusuyla ya da çıkar saiki ile bana inanan ya da inanır görünen birine çöp kadar değer vermezdim. Sıdk nedir bilirsiniz: sadakat, yani hakikate sırf hakikat olduğu için bağlı olmak, sonuçlarını zerrece umursamamak. İnandığı şey yanlış da olsa, bu niteliğe sahip biri daha değerlidir benim gözümde. Tanrı da eğer dürüstlüğe önem veren biriyse böyle düşünecektir, ödül ve ceza ihtimali üzerinden iman hesabı yapanı direktman cehenneme atacaktır.
HALİM - Çarpılacaksınız.
SELİM - Ceza ve zulümden korktuğu için hakikati inkâr edenin durumu daha riskli bence. Allah sevmez öylelerini.
[1]