Friday, January 19, 2018

Dillerin etkileşimi


Komşu diller arasında sadece kelime alışverişi olmaz. Morfoloji (kelime yapım ve çekim yöntemleri), fonoloji (telaffuz özellikleri), sözdizimi (cümle kurma usulleri), deyimler ve diğer dil katmanlarında da etkileşim görülür. Böylece, kökeni farklı dahi olsa bir bölge dilleri uzun vadede benzeşebilir, hatta ortak yapısal özellikleri olan bir grup oluşturabilir. Bu şekilde oluşan öbeklere modern dilbilimin pirlerinden Trubetzkoy ve sonra Jakobson Sprachbund ("dilbirliği"?) adını verdiler.
Mesela Ermenicede, diğer HAvr dillerin çoğu gibi, geniş zamandan ayrı bir şimdiki zaman yok iken, güncel Batı Ermenicesinde (Türkçe +yor etkisiyle) +gor şimdiki zaman eki türemiştir. Aynı şekilde Eski Ermenicede çoğullar son derece karmaşık bir büküm (inflexion) sistemine sahip iken, modern dilde Türkçe +lAr ekine eşdeğer  +(n)er çoğul eki egemen olmuştur.
Alışveriş yönü hemen her zaman "yüksek prestij" dilinden "düşük prestij" diline doğrudur. Bu normaldir, çünkü dil etkileşimi iki yabancı zümre arasında paslaşma yoluyla olmaz, her iki dili iyi konuşan ve sık kullanan zümreler aracılığıyla olur. Oysa genel kural olarak "yüksek prestij dili" sahipleri "düşük prestij dilini" öğrenmez. Tersi olur, "düşük dil" sahipleri "yüksek dili" öğrenir ve bazen kendi aralarında dahi kullanırlar.
Bu kuralın istisnalarından ikisini sayalım. Biri, en "düşük prestijli" dil katmanı olan argodur. Argoda akım yönü genellikle düşük dilden yüksek dile doğrudur. İkincisi literatürde substratum etkisi adı verilen hadisedir. A dilini konuşanlar bir tarihte topluca B dilini benimsediğinde, eski dilin nispeten bilinçli olan ögelerini (özellikle "resmi" kelime hazinesini) terk ederler, buna karşılık nispeten bilinçsiz ögelerini (mesela cümle yapılarını, hane halkı ve uşaklarla konuşma dili deyimlerini) koruyabilirler. Örneğin İngilizcenin atası olan Anglosaksoncadaki Kelt substratum etkisi üzerine çok esaslı çalışmalar var. Türkiye Türkçesi için de keşke birileri öyle bir çalışma yapsa.

21 comments:

  1. Sevan bey,öyle tahmin ediyorumki bunu sizden başka kimse yapmaz. Bizimkiler yapsa yapsa anadolunun felanca yerinde mö 3000 yillarnda turkcenen izlerini bulurlar. Maalesef.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Bizimkiler tümden arap ırkçısı oldular sizin dediğiniz gibi bir işe girmezler. Türklük artık utanılacak bir durum oldu çakma araplarımız için.

      Delete
  2. Yunancadan aklıma gelen bir iki örnek vereyim. Mesela, -ci ve -lik yapım eklerinin kullanımı. taksici, boyaci, büfeci vs. karagözliki, davaciliki vs.
    ya da geçmiş zamanlı bazı fiillerin yunancada geçmiş zamana çekilerek söylenmesi gibi. bayıldisa, sasirdisa, zoristika vs.

    ReplyDelete
  3. Bu konuda kendimce bir çalışma yapmıştım, tabii ki %100 bilimsel değil, amatörce. Öncelikle Türk dilleri üzerinde şu dikkatimi çekmişti, hangi Türk dili nerede konuşuluyorsa, ilgili Türk dilinin tınısı komşu dillerin tınısında oluyor. Söz gelimi Özbekçenin tınısı aynen Farsçanın tınısı gibidir, Tuvacanın tınısı Moğolca gibidir, Kazakçanın tınısında bariz bir Rus aksanı duyulur, Salarcanın tınısı hayli Çinceye benzer...

    Bu diğer dillerde de var, meselâ İsveççe ile Fince, akraba olmayan dillerdir, ancak tınıları çok benzer, aynı şekilde yine akraba olmayan Hintçe ile Tamilcenin tınıları da neredeyse aynıdır. Benzer bir durum yine akraba olmayan Kürtçe ile Süryanice arasında da vardır, tınıları çok benzer.

    Böyle bir tını benzerliği bizim Türkçede yok, daha doğrusu İstanbul ağzında yok. Bir de bizim, özellikle ege yörüklerinin şivesinde hiç yabancı etki yok, aynen orta asya tınısında bir ağız, genizden çıkan n'ye kadar korunmuş. Ancak doğuya gidildikçe yerel ağızlarda komşu ve yerdeş dillerin etkileri başlıyor. Meselâ İç Anadolu şivesinde muhtemelen yoğun bir Ermenice etkisi olmalı, gırtlaktan çıkan "h"ler > x, yine grıtlakçıl g'ler, k'ler vb. Bunlar Ermenice ve Kürtçe etkisi olsa gerek. Karadeniz şivesinde ise Lazca ve Pontus Rumcasının etkileri bariz. Zaten yoğun yabancı etkisi olmuşsa Türkçeye has sesler yitirilmiş, geniz n'si, ö, ü, ı vb. Meselâ İç Anadolu şivesinde geniz n'si kalmış, ancak ö'ler > ô, ü'ler ise > û olmuş, örneğin öz Türkçe "gördüñ mü?" biçiminde olması gereken cümle, İç Anadolu'da ö'süz ve ü'süz olarak > gôrdûn ñû?" biçiminde söylenir. Karadeniz ağzında ise Türkçeye has hiçbir ses yoktur, ne "ö", ne "ü" ne de "ı". Buna mukabil Lazcadaki "ts"ler de vardır, meselâ "çay" yerine aynen Lazcadaki gibi "tsay" derler.

    Dillerin birbirleri üzerinde gerçekleşmiş olan örtülü, farkedilmeyen etkileri de vardır. Meselâ Türkçede "yumruk yemek" denir, Farsça, Moğolca, Tacikçe gibi dillerde de aynen "yumruk yemek" tabiri kullanılır, hatta bu konuda bir makale de vardı sanırım, bu kullanımın bir Türkçe etkisi olduğundan söz ediliyordu.

    Bir diğer örnek, Türkçedeki -miş ekinin aynen alınarak Kürtçe, Tacikçe gibi İranî dillerde de aynen Türkçedeki gibi kullanılmasıdır örneğin.

    Bu arada Nişanyan'ın söz ettiği Ermenice çokluk eki -ner daha önce benim de dikkatimi çekmişti, Türkçe -ler'e benzetmiştim, yeri gelmişken yazayım, Adıgecede de çokluk eki -xer'dir, hırıltılı h ile, bu da bizim -ler'e benziyor. Gerçi sadece benzerlik üzerinden bir çıkarım yapılamaz, meselâ yine Adıgecede "qo" (gitmek) demektir, bu fiil de İngilizce "go"ya benziyor :)

    Bir diğer örtülü/farkedilmeyen etki örneği daha verelim, meselâ Türkçede "Senden hoşlanıyorum" deriz, bu söylemi yaparken "-den" ablatif eki kullanırız, oysa Hint-Avrupa dillerinde böyle bir kullanım yoktur, örneğin İngilizcede "I like from you" denmez :) Ancak Kürtçede de tıpkı Türkçedeki gibi, "Ez ji te hez dikim" denir, buradaki "ji" eki Kürtçedeki ablatif ekidir (bizdeki -den eki), işte bu örnek, Kürtçe üzerindeki örtülü bir Türkçe etkisidir.

    Türkçe üzerinde de bu tür komşu ve yerdeş dillerin etkileri var mı diye kendimce araştırdım, pek bir şey bulamadım. Bir tek Arapçadaki sa'ala (sormak) fiilinin kullanımına benzer Türkçede de mesela "Buralar benden sorulur" deriz, Arapça mes'ele, mes'uliyyet üzerinden biz de sorun ve sorumluluk sözcüklerini türetmişiz, ancak "Buralar benden sorulur" ya da "Bunu sana/senden sorarım" gibi kullanımlar, sorun ve sorumluluk'un türetilişinden çok daha eskidir.

    Gagauzca üzerindeki yabancı etkisi gibi bir etki yok meselâ bizde, Gagauzcanın resmen cümledeki öğe dizilişi değişmiştir. Şu bağlantıdaki Gagauzca gazeteyi okuyabilirsiniz => http://anasozu.com/

    ReplyDelete
  4. This comment has been removed by the author.

    ReplyDelete
  5. NişanyanSözlük'te "kaynağı belirsiz" yazan "Şavk" kelimesininin aslının "Şevkinışık" olduğu iddiasını bir Azerice makalede buldum. Ne dersiniz hocam? → http://musavat.com/news/dilim-dilim-edilmis-dilimizin-dilceyi_499376.html

    ReplyDelete
  6. @bétici

    Gagauzca dediğimiz dil aslında Balkan Türkçesidir, en çok da Balkan Türkçesinin Dobruca ağzına benzer bugün Gagauz denen ama Osmanlı devri kayıtlarında Bulgar diye de anılan insanlar 19. yüzyıla kadar Dobruca'da yaşadığı için. Balkan Türkçesi Balkan dillerinin fonetik, gramer, morfolojik ve vokabüler olarak ciddi tesirinde kalmış bir dildir. Üstelik Balkan Türkçesi Balkan Sprachbund'un da parçasıdır. Örneğin, İstanbul ve Anadolu Türkçesinde "gitmem lazım" denirken Balkan Türkçesinde "lazım gideyim" denir, benzer bir şekilde İstanbul ve Anadolu Türkçesinde "yapmak ister" denirken Balkan Türkçesinde "ister yapsın" denir (telaffuzları tam yansıtmadım bu imlada ama olsun o kadar).

    Anadolu'nun Osmanlı devrinde Türkçe konuşan Rum ve Ermenileri de kendi bölgelerinin Türkçe ağzı neyse o şekilde Türkçe konuşurdu. Gürcistan'da anadili Türkçe olan ve bugün Doğu Anadolu dediğimiz yerden oraya göçmüş olan Rumlar var, onlar Doğu Anadolu Türkçesi konuşurlar, İç Anadolu'nun Karamanlı da denen Türkçe anadilli Rumları da İç Anadolu Türkçesi konuşurdu. Türkçe anadilli Ermeniler de keza bulundukları bölgenin Türkçe ağzını konuşurdu. Ama bütün bu insanlar genetik testlerde tıpkı Gagauzlar gibi tamamen yerli (yerli derken Türki mikssiz anlamında) çıkıyor, bu da dikkate alınması gereken bir husus.

    Bu arada, linkini verdiğin Salarca şarkının Youtube videosunun altındaki bilgi kısmında İngilizce olarak şarkıyı söyleyenin Han Çinlisi meşhur bir sanatçı olduğu ve bu yüzden telaffuzunun Salarca telaffuzunu tam yansıtmadığı belirtiliyor. Gözünden kaçmış sanırım.

    ReplyDelete
  7. Son olarak şunu ekleyeyim, Ural-Altay dil ailesi günümüz dilbiliminde kabul görmüyor, Altay dil ailesinin varlığı da çok tartışmalı olmakla birlikte var olduğunu düşünen dilbilimcilerin sayısı hala az değil, ama Ural-Altay dil ailesinin varlığını kabul eden dilbilimci pek kalmadı günümüzde.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Evet, Eurocentric dilbilimciler Ural-Altay konusuna sıcak bakmıyorlar. Söz gelimi Fince ile Moğolcanın yapısı neredeyse aynıdır ancak bunu önemsemezler, buna mukâbil neredeyse hiçbir benzerliği olmayan Pencapça ile Norveççeyi ya da Bangladeşçe ile İzlandacayı "akraba" kabul ederler. Ben bu işin içinde başka bir bit yeniği arıyorum kusura bakmayın. Fince ile Moğolca demişken, Fince "kieli" = Estonca "keel" = Moğolca "khel" (dil) demektir bu arada, eski Türkçede de "kele-" (söylemek), "keleci" (sözcü) demektir, bu verdiğim örnekten on kat daha cılızları h-a dillerinde oldu mu hemen "akraba"lığa bağlıyorlar, ancak Ural-Altayda oldu mu bir önemi yok, ya "alıntı"dır ya da "tesadüf" deyip eçiştiriyorlar. Türkçede bir söz vardır: "El elin eşeğini ıslık çalarak ararmış", yani yitirilen kendi eşeği olsa can havliyle arayacak ama yitirilen eşek kendinin değilse insan, nasıl olsa "benim değil" deyip sallayarak arıyor, bu nedenle Ural-Altay dilleri hakkında daha derin ve ciddi çalışmaları Ural-Altaylılar yapmalılar (Türkler, Kazaklar, Macarlar, Finliler vb.), batılılardan bir şey beklememeliyiz.

      Şimdi yine açıklayıcı şeyler yazacağım ama Nişanyan, "Blog kur orada yaz, burayı korsan bildiri yeri gibi kullanma" diyecek :) o nedenle örnek vermeyeceğim çok fazla, ancak sözüm havada kalmasın diye yalnızca "1" örnek vereyim...

      Proto Ural-Altay dilinde /ny-/ ile başlayan sözcükler, zaman içinde Türk dillerinde /y-/, Moğol dillerinde ise /n-/ ile başlar oldu. Ural kolundan Macarcanın bağlı olduğu Ob kolunda aynen /ny-/ sürdü, Fin-Ugor kolunda ise /n-/ ya da /nie-/ oldu...

      Şimdi

      Macarca "nyelés" = Fince "niellä" (yutmak) demektir. Bu fiiller, Türkçedeki "yala-" fiili ile "kökteş"tirler. Bugünkü "yala-" fiili Proto Türkçedeki *nyäl (dil) kökünden gelir. "Yala-" fiili eski Türkçe "yalga-"dan geliyor, buradaki -ga- geçişlilik ve ettirgenlik eki, kök "yal" yani arkaik bir sözcük "dil" demek, proto biçimi *nyal/*nyäl...

      Macarcada "nyelv" de (dil) demek, hem "tongue" hem de "language", tüm dillerdeki gibi. İşte bu Macarca sözcüğü Türkçe "eşdeğeri"ne çevirirsek > arkaik biçimi, Proto Ural-Altayca *nyäl(i)g ya da *nyal(ı)g (dil) olur, bunu Proto Türkçe biçime uyarlarsak > *yalıg (dil) olur.

      "Yalamak-yutmak" birbirine çok uzak fiiller değildir, yani Türkçedeki "yalamak" fiili ile Macarca ve Fincedeki "yutmak" fiilleri "aynı" Proto Ural-Altay kökten geliyor, Türkçede de hâlâ "yalamak yutmak" deyimi bile kullanılır. Macarca "nyelv" (dil) de bizim "yalamak" ile kökteş. Hatta bence Moğolcadaki "zalg-" (yalamak 2. yutmak) fiili de aynı "ortak" kökten geliyor, kimi durumlarda bizdeki /y/ler = Moğolcada /z/ olabiliyor, Moğolca "zalg-" = Türkçe "yalga-" eşdeğeri gibi duruyor. Türkçe /y/ = Moğolca /z/ denkliğine bir örnek daha verip bitireyim, Türkçe "yürek" = Moğolca "zürkh" (eski Moğolca "zürükh/zürekh").

      Eurocentric dilbilimciler ne derse desinler, biz elimizdeki verilere bakarız, bugünkü Türkiye Türkçesi ile bugünkü Moğolca bile Yunanca ile Norveççeden bile daha yakındır birbirine yapı olarak, bırak Hintçe ile Almancayı, Zazaca ile Lehçeyi... H-A dillerinin yalnızca kelimeleri benzer ki kelime "alıntı" olabilecek bir şeydir, oysa "yapı"yı alamazsınız ki Ural-Altay dillerindeki ortak sözcük ve fiiller hiç de az değildir, yeter ki "eşeği ıslık çalarak" aramayın.

      Delete
    2. @bétici

      Ural-Altay teorisi en geç 20. yüzyıl ortalarından beri dilbilimciler arasında kabul görmüyor. Bunun en büyük sebebi ise Ural ve Altay dilleri arasındaki bütün benzerliklerin kontak ya da tesadüf şeklinde açıklanabilmesi, zira aralarındaki benzerlikler hem az, hem de genel itibariyle yüzeysel benzerlikler. Hint-Avrupa dilleri arasındaki sırf ortak kökten kelime ortaklıklarını sıralamaya kalksam sayfalar dolar, hiç de öyle alıntı ile açıklanabilecek cinsten de değiller, aynısını Ural ve Altay dil aileleri arasında ve hatta Altay dil ailesi (tabii Altay dil ailesi varsa) içinde söylemek mümkün değil. Fince ile Moğolcanın yapısı neredeyse aynıdır derken ya da çeşitli diğer dillerin yapılarını kıyaslarken ne demek istedin anlamış değilim, Fince ve Moğolcanın standart kelime dizilişleri (word order) bile farklı. Sanırım sen yapı derken çok spesifik bir şeyi kastediyorsun, ama gramer ve morfoloji çok komplike mevzular, birçok kompartıman barındırıyorlar içlerinde, öyle spesifik bölümlerle sınırlandırılamazlar.

      Günümüzde geçtim Ural-Altay dil ailesini, Altay dil ailesinin bile varlığı çok tartışmalı. Altay dil ailesini kabul etmeyen dilbilimcilerin sayısı kabul edenlerden çok daha fazla. Sebebi de yine Altay dil ailesine dahil edilen dil aileleri arasındaki benzerliklerin kontak ya da tesadüfle açıklanabiliyor olması. Aralarındaki kontaklar o dil ailelerinin proto devirlerine kadar gittiği için batıdan doğuya doğru Proto-Türkçe, Proto-Moğolca, Proto-Tunguzca, Proto-Korece ve Proto-Japonca birbirlerine komşu dillerdi diyebiliriz, ama ortak köktendirler dememiz pek o kadar kolay değil eldeki dilsel verilerle.

      Delete
    3. Dilbilime ilgi duyan biri olarak ben de bu konuda birkaç şey yazmak isterim.

      Onur Dinçer'in de yazdığı gibi Ural-Altay dilleri ailesi fikri terk edileli çok oldu, ancak Türkiye'de hâlâ Türkçenin bu var olmayan dil ailesine mensup olduğu söylenir durur. Yalnız, Ural Dilleri Ailesi diye bir dil ailesi vardır, o kesin. Ancak bırakın Ural-Altay dilleri ailesini, tek başına bir Altay Dilleri ailesi de yoktur.

      Altay dilleri ailesi adlı bir dil ailesi varsayılarak içerisine birbirleriyle hiçbir akrabalığı olmayan üç ayrı dil ailesi ekleniyor: Türk Dilleri ailesi, Moğol Dilleri ailesi, Mançu-Tunguz Dilleri ailesi. Bunu Micro-Altaistler yapıyorlar, bir de Macro-Altaistler var ki onlar Japonca ile Koreceyi de bu hayâli aileye ekliyorlar.

      Peki gerçek ne? Gerçek şu, Türk Dilleri ailesi diye bir dil ailesi var, kesin. Dilimiz olan Türkçe bu dil ailesinin Oğuz Dilleri öbeğinden bir dildir. Hazır yeri gelmişken şu lehçe-dil meselesine de değinelim, çünkü bu konu ideolojinin en çok karıştırıldığı alan. Öncelikle şunu söyleyelim, bütün Türk dilleri aynı dil değildir, tıpkı bütün Hint-Avrupa dillerinin aynı dil olmadığı gibi, bütün Sâmi dillerinin, bütün Ural dillerinin aynı dil olmadığı gibi. Hatta bütün Oğuz öbeğindeki diller de aynı dil değildir. Değerlendirme yapacağınız dilin konumu, ilgili dili karşılaştırdığınız dilin konumuna göre değişir. Söz gelimi Kazakça ile Türkçeyi karşılaştırıyoruz diyelim, bu iki dil birbirlerine göre lehçe değil, iki ayrı dildir, çünkü daha en başta öbekleri farklıdır, Türkçe Oğuz öbeğindendir, Kazakça ise Kıpçak öbeğinden, yani Hint-Avrupa dilleri üzerinden örnekleyecek olursak biri Latin dili, örneğin İtalyanca, diğeri Slav dili, örneğin Ukraynaca gibidir.

      Aynı öbekten olan diller de bulundukları dala göre değerlendirilirler. Söz gelimi Oğuz öbeğinden olan Türkmence bize göre nedir? Türkmence de bize göre ayrı bir dildir, çünkü ayrı bir dala mensuptur, Türkmence doğu Oğuz dilidir, Türkçe ise batı Oğuz dilidir, bu nedenle Türkmence ile Kaşkaycayı da ayrı dil saymalıyız, Kaşkayca da güney Oğuz dilidir.

      Bizim lehçe diyebileceğimiz iki dil vardır, bu diller Azerbaycanca (resmî adı budur) ve Gagauzcadır. Bu iki dil de hem Oğuz dilidir, hem de tıpkı bizim dilimiz gibi batı Oğuz dalına mensuptur, aynı dalda yer aldığımız için bu diller için lehçe diyebiliriz. Ancak dünyadaki genel eğilim, iki ya da daha faza dil birbirlerinin lehçesi olsalar da, kendi alfabeleri ve kendilerine ait edebiyatları varsa yine ayrı dil sayılırlar, tabii bir de bu diller ayrı ülkelerde konuşuluyorlarsa bu durum daha da perçinlenir. Tıpkı Portekizce ile İspanyolca gibi.

      Azerbaycanca ve Gagauzca için bu şartların tümü geçerli, bizim kullandığımız alfabeden farkı alfabeleri var, kendilerine özgü imlâları var, kendi edebiyatları var ve en önemlisi kendi ülkeleri var, biri bağımsız, diğeri özerk. Yani özetle, bu iki dili de teknik olarak ayrı diller saymalıyız. Portekizce, İspanyolca, Katalanca, Galiçyaca gibi diller arasındaki benzerlik de en az Türkçe, Azerbaycan dili ve Gagauzcadaki kadardır, hatta yer yer daha fazladır, ancak tüm bu diller birbirinin lehçesi değil, ayrı diller kabul edilirler.

      Bu yazı biraz uzadı, Altay meselesi için ayrı bir ileti gireyim...

      Delete
    4. Türkçe, varlığı kesin olan Türk Dilleri ailesine mensuptur dedik. Gelelim hayâli Altay ailesine mensup gösterilen diğer dillere...

      Moğolca, bu dil de adından da anlaşılacağı üzere Moğol Dilleri ailesine mensuptur. İlle de bir dil ailesi için Altay dilleri ailesi denecekse bence bu ad Moğol Dilleri ailesine verilebilir.

      Var olmayan Altay dilleri ailesine lâyık görülen ancak ayrı bir dil ailesi olan diğer dil ailesi, Mançu-Tunguz dilleri ailesidir.

      Bu arada, Türk dilleri ailesini geçelim, Moğol dilleri ailesi ile Mançu-Tunguz dilleri ailesinin de hiçbir akrabalığı yoktur. Coğrafî olarak yakın olmaları bu dil ailelerini akraba yapmaz, aralarındaki ilişki sözcük alma-verme ilişkisidir. Söz gelimi bugün Türkçede "kitap" deriz, Farslar "ketâb" derler, Araplar da "kitâb" derler, ortak bir sözcüğümüz olduğu için buradan hareketle Türkçe, Farsça, Arapça aynı dil ailesindendir denemez. İşte bu durumun aynısı Moğol dilleri ile Mançu-Tunguz dilleri arasında da vardır ki bu dil aileleri arasındaki sözcük alışverişi Türkçe-Farsça-Arapça arasındakinden çok daha azdır.

      Makro Altaycılara da değinelim. Bu kişiler Japoncayı ve Koreceyi de hayâli Altay ailesine dâhil ediyorlar, oysa bu dillerin ikisi de yalıtık yani izole dillerdir, mevcut hiçbir dil ailesiyle akrabalıkları saptanamamıştır.

      Ancak kimi çalışmalar gösteriyor ki bu dillerin bazı dillerle ilişkileri var. Örneğin Japoncanın en alt, en arkaik katmanı açıkça Malaya-Polinezya ailesindenmiş gibi gözüküyor, yani Japonca çok katmanlı bir dil, en dipteki ana katmanı Malaya-Polinezya, yani Tagalogca (Filipinlerdeki dil), Malayca, Endonezca, daha uzak akrabaları Samoaca vb. Japoncadaki en yeni ve en az olan sözcükler Moğolcadan Mançucaya, Mançucadan da Japoncaya yapılmış olan kimi alıntılar, ancak bu alıntılar tabii ki Japonca ile Mançucayı akraba yapmaz. Japoncanın adalarda konuşulan kendi müstakil bir ailesi vardır: Ryukyu dilleri ailesi, bu ailede Okinavaca, Kyuşuca gibi çoğumuzun adını bile duymadığı, Japoncayla akraba ancak ayrı diller vardır, Japonca da bu dillerden biri, ancak zaman içinde tüm ülkede egemen dil hâline gelmiş, tıpkı Çin'de Mandarincenin egemen hâle gelmesi gibi, yoksa Çin'de de karşılıklı anlaşılabilirlikleri %0 olan 14-15 kadar ayrı Çin dili vardır.

      Son olarak gelelim Koreceye. Korece de Japonca gibi çok katmanlı bir dil. Korecenin de saptanabilen en arkaik, en alt katmanı, kökence bir Paleo-Sibirya dili olduğunu gösteriyor ve bugün konuşanı oldukça az kalmış olan Nivkh dili ile en temel sözcük ve kavramlardan akraba. Eski dönemlerde Korecenin de dâhil olduğu bir Koguryo dilleri ailesi vardı, bu ailede Sillaca, Baekçe gibi diller vardı, ancak tümü ölen bu dillerden geriye yalnızca Korece kaldı, bu nedenle yalıtık dil deniyor.

      Özetle, "Altay dilleri ailesi" vardır demek, tıpkı ortak bir sürü alıntı sözcüğe sahip olan Türkçe, Farsça, Arapça ve Ermeniceyi "akraba diller" ilân etmek gibidir.

      Dahası, tüm bu halkların (Türkler, Moğollar, Tunguzlar, Japonlar, Koreliler) genetik olarak da pek ilgileri yoktur. Tabii ki birbirlerine yakın coğrafyalarda yaşayanlar zaman içinde karşılıklı evlilikler nedeniyle genetikçe biraz daha yakınlaşmış olabilirler, ancak bu da akrabalığa bir kanıt değildir. Söz gelimi Korelilerdeki Orta Asya gen oranı %0'dır, Çinlilere çok daha yakınlar, ancak bu durum da Koreliler ile Çinlileri ve dillerini akraba ilân etmeye yetmez.

      Delete
    5. Dilbilimciler arasında "Altay" ve Ural dilleri ile ilgili mevcut en çok kabul edilen görüşleri detaylarıyla birlikte özetlediğiniz için teşekkür ederim Mehmet Bey. Yalnız Japonca ve Korecenin alt katmanları konusu daha spekülatiftir, yine de o konuda da akla yatkın öneriler sunduğunuzu söyleyebilirim.

      Genetik mevzusuna gelirsek, geleneksel olarak "Altay" dilleri grubuna eklenen dilleri konuşanlar arasında hipotetik bir "Proto-Altay" genetiğine işaret eden genetik ortaklık tespit etmek özellikle Japon ve Kore dilleri de "Altay" dillerine dahil edildiğinde çok zor görünüyor, ama Türki, Moğol ve Tunguz dil ailelerini konuşanlar arasında bu tarzda bir genetik ortaklık tespit etmek daha kolay. Ancak bu ortak genetik mirasın ne kadar "Proto-Altay" kökenli kabul edilebileceği çok tartışılır, zira Proto-Türkler, Proto-Moğollar ve Proto-Tunguzlar dilleri arasındaki çok eskiye dayanan alışverişlere bakılırsa birbirlerine komşu coğrafyalarda yaşıyordu, bu durum aralarındaki büyük oranda onlara has genetik ortaklıkların en azından bir bölümünü izah eder.

      Mesela şu ADMIXTURE analizi sonucundaki "Altaic" komponenti muhtemelen böyle bir genetik mirasla alakalı:

      http://dienekes.blogspot.com.tr/2010/11/multidimensional-scaling-and-admixture.html

      Delete
  8. bakalım bi yerlerde lengüistik falan okuyup bu işlere giricem ama... kabul etmezler avrupa'da. para da yok zaten.

    ReplyDelete
  9. This comment has been removed by the author.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Arapça, Sami dilleri ailesinin nispeten geç bir tarihte yazıya kavuşmuş bir üyesidir. Sami dilleri Yunancadan en az bin beş yüz yıl önce yazılı kültür ürettiler ve ilk iki bin yıl boyunca Yunancadan çok daha fazla yazılı eser bıraktılar.

      Arapçada Yunan dili etkisi tıp, felsefe, coğrafya, mühendislik gibi birkaç "yüksek kültür" alanında belirgindir. (Ayrıca Aramice vasıtasıyla alınmış birkaç idari/siyasi kavram var.) Bunun haricinde, Sami dillerinin erken Yunancaya etkisi, Yunancanın Arapçaya etkisinden kat be kat daha fazla olmalıdır.

      Ayrıca adım Sevan Nişanyan'dır, fantezi tercümelerinizde isabet göremedim.

      Delete
    2. Karaoba Yırcıgil ne ulan!!!
      Sevan Nisanyan herifin adı. Vallahi bir Kemalist olarak eline çiçek verip zorla Paşamın huzuruna çıkartayım kefereyi demişliğim vardır benim de ama seninkine vicdanım el vermedi.
      Sen benden de faşist çıktın.
      Sağlam manyakmışsın bétici, Allah korusun senin gibilerden...

      Delete
    3. This comment has been removed by the author.

      Delete
    4. This comment has been removed by the author.

      Delete
    5. Çevirmiş olabilirler. Bu, Avrupalıların onların Yunanca'dan aldığı kelimelerle yazdığı kitaplardan bir çok şey öğrendiği gerçeğini değiştirmiyor. Araplar ile ilgili her türlü ırkçılık serbest sanırım, önüne gelen sallıyor. Hayatımda hiç merak etmediğim ve gitmeyi pek istemediğim coğrafyalarında, kendi başlarına büyük belalar açmış olan ve şimdi bunun cezasını çeken bir başka halk. Dillerinin de yeterince zengin ve tarihsel açıdan önemli olduğu açık.

      Ne güzelmiş Nişanyan'ın sayfası. Sinsi Araplar, Mal Türkler... Bu tarz kokuşmuş tanımların "Hain Ermeni"den veya "Kahpe Yunan"dan hiç bir farkı yok, haberiniz olsun.

      Delete
  10. Yaklaşık 100 yıl süren ve 10.000 sayfaya baliğ 'The Assyrian Dictionary of the Oriental Institute of the University of Chicago (CAD)' adlı Sami dillerin şahikası olan eseri bilenler için Arapçanın zengin bir olması hiç de şaşırtıcı olmaz. https://oi.uchicago.edu/research/publications/assyrian-dictionary-oriental-institute-university-chicago-cad

    ReplyDelete