Thursday, September 6, 2018

عربى و عثمانى حروفله سرگذشتم


Benim kuşağımın gençliğinde eski yazı öğrenmek, hele Arapçaya ilgi göstermek, havsalaya sığmayacak işlerdendi. Babalarımızın kuşağında – 1920’den sonra doğanlarda – eski yazı bilen kimse yoktu. Daha doğrusu belki Kuran kursu görenler vardı, ama onlar başka gezegende yaşayan tuhaf canlılardı, bizden rastlayan olmamıştı. Zaten 1928’den sonra kırk yılı aşkın bir süre devlet onaylı Kuran kursları haricinde eski yazı öğretmek kanunen yasaktı. Uygulanır mıydı bilmiyorum, ama kanunda açıkça yazılı hapis cezası vardı. DTCF’deki Arap ve Fars Edebiyatı kürsülerine de kaç öğrenci girebiliyordu Allah bilir.
1974’te üniversite öğrenimim için ABD’ye gittim. Latince biliyordum, Eski Yunancaya başladım, Beowulf’u aslından okuyabilmek için bir iki Eski Anglosaksonca grameri karıştırdım. O aşamada birden kafama dank etti, bunca şeye meraklı olup dedemin Türkçe makalelerini okuyamamanın absürtlüğü. O yılın Aralık başında iki hafta kapanıp eski yazı öğrendim. Hatta Osman Kavala’ya eski yazıyla kargacık burgacık bir mektup yazdım diye hatırlıyorum, hava atmak için.
Noelde birkaç arkadaş New York’ta buluştuk. Aa, ne görelim, liseden kankam Ahmet Karamustafa da eski yazı kursuna niyetlenmiş. Bizden bir yıl büyük olan Cemal Kafadar biliyormuş, onu teşvik etmiş. Sınıfın “temiz çocuğu” olan Hasan Kayalı tepki gösterdi, üçümüzü fena halde haşladı. Bu çağda böyle şeyler yanlışmış, gericilikmiş, Atatürk ülküsüne ihanetmiş, ancak yobazlar Osmanlıca öğrenirmiş... Kaderin cilvesi: adı geçenlerin ben haricindeki üçü de şimdi ABD’nin önde gelen üniversitelerinde Osmanlı tarihi profesörüdür. Hasan Jön Türkler devrinde Arap milliyetçiliği konusunda uzmanlaştı. Cemal Osmanlı dönemi alt tabaka kültürleri konusunda bir numaradır. Ahmet ne yapıyor bilmiyorum.
Eski yazıyı sökünce Arapçanın elzem olduğunu fark ettim. Sophomore yılımda (yani ikinci sınıfta) Fred Donner adlı şahane bir genç hocadan bir yıl Klasik Arapçaya Giriş aldım. Sağlam bir gramer temeli edindim. Fred şimdi Şikago Üniversitesinde profesör, İslam dininin orijinleri, ilk Arap fetihleri, Taberi Tarihi konularında dünyanın önde gelen isimlerinden biri. Sonraki yıl hocam dünyaca ünlü karşılaştırmalı Sami dilleri uzmanı, İbn Haldun mütercimi Franz Rosenthal idi. Doğruca Mukaddime metnini aslından okuyarak başladık. Ancak Rosenthal çok yaşlıydı ve feci Alman aksanlı İngilizcesini takip etmek ömür törpüsüydü. Yılbaşına doğru bir rahatsızlık geçirdi veya gitti, hatırlamıyorum. Yerine can dostum, İstanbullu, Robert Kolejli Dimitri Gutas geldi. Daha kolay diye Binbir Gece Masalları’na döndük. Ama iş tavsadı, sınıfta tek öğrenci ben kaldım. Sonuçta Arapçam fazla gelişemeden kaldı. Şimdi kelime hazinem ve teorik gramer bilgim iyidir, cümleleri bulmaca çözer gibi çözümleyebilirim. Ama bir metni baştan sona oturup oku desen okuyamam. Dimitri Yale’de Arap ve İslam Bilimleri profesörü olmuş. Ortaçağda Yunanca ile Arapça ilişkileri konusunda dünyada bir numara.
Farsça içimde ukdeydi. Ta o yıllarda üç beş tane Hafız ve Sadi beyti ezberleyip yerli yersiz kullandığım vakidir; Mevlana’nın naatını da (Itri’nin Neva Kâr’ı kisvesinde) ezbere bilirim. Nihayet 2004 veya 2005 olmalı, Sözlük çalışmasının ikinci raundunda oturup bir Farsça gramer kitabı okumayı akıl edebildim. Burhan-ı Katı, Steingass, Paul Horn’un Yeni Farsça Etimolojisi, daha sonra Bartholomae’nin Eski İranca Sözlüğü ile MacKenzie’nin Pehlevice Leksikonu günlük yaşamımın parçası haline geldiler; ister istemez büyükçe parçaları ezberimde yer etti. Farsça bildiğimi hala söyleyemem. Ama klasik Fars edebiyatından herhangi bir beyit verin, bir iki sözlüğe bakıp çözerim. Değme İranlının aklına gelmeyecek acayip kelimeleri bazen pırt diye hafızanın torbasından çıkardığım olur.
 *
1988 sonu - 89 başı olmalı, bir iş için Hürriyet gazetesine yolum düştü. Beş on kişilik bir grupla muhabbet ederken eski yazı bir pusula çıkardılar. Okuyamamışlar. Verin bir bakayım dedim; kötü bir el yazısıydı, çözemedim. Murat çözer dediler. O vesileyle tanıştık. Özgüven fakirlerine özgü aşırı kibirden mustarip, kasıntı bir tip. Verin dedi, yalan yanlış da olsa okudu. Bilmediği konularda atıp tutması sinirime dokundu. Birkaç hatasını özenle düzelttim; hatta sırıtmış da olabilirim. (Kötü bir huy biliyorum, ama ne yapayım.)
Murat Bardakçı’nın bana karşı o zamandan beri dinmeyen nefretinin sebebi sanırım budur. Yüz yüze geldiğimizde hep yaltaklanır, alttan alır. Sırtımı dönersem vay halime!
El yazısı pek okuyamam, alışkanlığım yok. (Ali Nesin’i 1986’da askerdeyken eski yazı öğrenmeye ben teşvik etmiştim. Sonradan yıllarca babasının arşivleriyle uğraştı, el yazısını benden daha iyi çözer.) Ama matbaa yazısında sıkıntı çekmem. Kilometrelerce eski gazete arşivi taradım. 2002’de hapisteyken mahkumlara eski yazı dersi verdim. Bu seferki hapiste bir-iki kısa roman, bir de Tanin gazetesinin Türk basınında ilk kez 1909’da Anadolu’ya gönderdiği muhabirinin yazılarından derleme kitabı okudum. İtiraf edeyim, yavaş okuyorum. Yer yer ilkokul ikinci sınıf öğrencisi gibi heceliyorum. 44 yıl sonra hala öyle olması utanç verici, ama elden ne gelir?
İyisi mi yata kalka Atatürk’e dua edelim. Latin alfabesi gibisi yok. 

22 comments:

  1. Yaklaşık 10 yıldır, yazdığınız neredeyse herşeyi okudum. Slav dillerine dair hiçbir yorumunuzu hatırlamıyorum. Hiç mi ilginizi çekmedi, Sevan Bey?

    ReplyDelete
    Replies
    1. Çeker çekmesine de, nereye kadar?

      1992'de iç savaş ortamında Gürcistan'ın Svaneti'sinde dağda çetecilere zorunlu misafir olduğumuzda, Gürcüce yok, Svanca yok, küldür paldır Rusça konuşabildiğimizi keşfetmiştik aniden! Mecbur kalınca ne cevherler çıkıyor ortaya.

      Delete
    2. Samos'taki Potokaki köyünün isminin nereden geldiğini yazmıştı hoca geçenlerde :) Hocam bu arada köyde Sırp turistler haricinde Slav kalıntısına denk gelmedik.

      Delete
  2. Merhabalar Sevan bey
    Benzer konular ilgi alanımız
    Bende dil öğrenmeye meraklıyım
    Şu ana kadar İngilizce Fransızca ve temel düzeyde Arapça öğrendim
    Bir önceki yazınız eğitim ile ilgiliydi
    Hep şunu demişimdir
    Keşke Arapça Farsça ve Osmanlı Türkçesini erken yaşta öğrenseydim
    Sonra Latince Grekçe İbranice aramice, Ermenice ve Süryaniceyi de öğrenseydim
    Bu ara dil edinimi ile ilgili tavsiyeleriniz nedir?
    Müteveffa Fuat Sezgin bu konuda çok güzel fikirlere sahip .
    Onun hocası helmut ritter Latince ve Arapça kıyaslamasını Harika yapar.
    Eski yazımı faydalı veya Latince harflerle mi bir dil bilimci olarak değerlendirmesini sizden bekliyorum
    Bu ara bir yazınızda talori vadisinden bahsetmiştiniz
    Gezmek istiyordunuz
    Orası şimdilik kulp ilçesine bağlı bir yayla mezralık
    Babamın orada tapulu arazisi var
    Kuş yuvaya dönerse birgün beraber gezelim
    Selamlar

    ReplyDelete
  3. asil internet tarayicilarinin aninda tercume yeteneklerine dua edelim. (baslik aninda okunmustur.)

    ReplyDelete
  4. faltaylı bardakçı ve yusuf ile beraber çıktığınız programda bardakçının sizi göt etmeye çalışması kompleks kokuyordu :) komikti ancak iyi sabrettiniz yani.

    ReplyDelete
  5. FALİH RIFKI ATAY: Harf İnkılâbı [2]

    Atatürk halkı yeni yazıya alıştırmak için meşhur seyahatine çıktı. Gezici alfabe hocalığı yapıyordu. Hiç okuma yazma bilmeyenlerin, kolayca öğreniverdikleri bu yazıya ısınmaları tabiî idi. Alfabedeki tire ve bazı işaretlerin güçlük uyandırdığını gördüğü için, hepsini kaldırmıştı.

    Biz İstanbul gazetelerinde her gün yeni yazı örnekleri neşrediyorduk. Açıkça muhalefet yoksa da, muhafazakâr ilim ve edebiyat çevreleri bu kadar kökten bir değişikliğin aleyhinde idiler. Doğrusunu isterseniz kandırıcı bir delilleri de yoktu. Bir gün öncesine kadar Osmanlı kütüphanesinin yoksulluğundan şikâyet edenler, şimdi geçmiş haznesinin ne olacağını soruyorlardı. Yeni yazının Arap diline uymayacağını ileri sürenler hiç şüphesiz haklı idiler. Fakat Türkçeye de uygun gelmeyeceği üzerine akıl yatırır hiçbir tenkitlerine rastlamıyorduk. Yeni yazının Türk dilindeki yabancı kelimeleri asıllarından uzaklaştırıp millîleştirmesi ise, onun aleyhine değil, lehine bir delil sayılmak lâzım gelirdi.

    Bütün zorluk bizim nesiller içindi. Eski yazı ile yetişmiştik. Her Türkçe kelime, bizim için, bir resimdi. Onu heceleyerek değil, görerek okuyorduk. Bizler, bu resmi kaydedip, yerine her kelimenin yeni bir resmini koymak gibi, belki de ömrümüzün sonuna kadar başaramayacağımız nankör bir külfet karşısında idik. Okuyorduk, heceleyecektik. Ama bütün okur yazarlar milletin yüzde beşi ile onu arasında idik.

    Eğer bu nisbet yüzde elliyi aşmış olsaydı, yazının değiştirilemeyeceğine şüphe yoktu.


    (…) ”

    ReplyDelete
  6.  FALİH RIFKI ATAY: Harf İnkılâbı [1]

    “ (…)

    Nihayet Atatürk 1928 yılı Haziranında Ankara’da bir komisyon kurulmasını Maarif Vekili rahmetli Necati’den istedi. Bu komisyonun azaları Maarif Vekâleti Müsteşarı Mehmet Emin Erişirgil, Talim ve Terbiye Dairesi Reisi İlhan Sungu, Ruşen Eşref Ünaydın, Profesör Ragıp Hulûsi, Ahmet Cevat Emre ve İbrahim Grandi idi. Ben memleket dışında bir yolculukta idim. Döner dönmez Dolmabahçe Sarayı’nda ziyaretine gittiğim Atatürk: “Hemen Ankara’ya git, komisyona katıl, ve bu işi çabuk bitiriniz.” dedi.

    Komisyonda ilk görülecek iş, yazı değiştirmek doğru mudur, değil midir, tartışmasına nihayet verip yeni alfabe harflerini seçmeğe başlamaktı.

    Bir prensip anlaşmazlığı şöyle çıktı: Osmanlıcadaki yabancı kelimelerin dahi bütün ses haklarını veren bir alfabe mi alacaktık, yoksa Türkçe ve Türkçeleşen kelimeleri mi esas tutacaktık? Arabın “ayın”ı, “s”si, “zel”i, “tı”sı, “zı”sı için yeni alfabede ayrı ayrı harfler olacak mıydı? Bu harfler Türklerin ağzında kaybolmuştur. “Osman”daki “s” ile “esmek”teki “sin” arasında, “ağız”daki kalın “ze” ile “haz”daki “zı” arasında hiçbir fark yoktu. Bundan başka biz yeni alfabede yalnız Türkçe kelimeleri düşünmekle yabancı kelimelerin de Türkçeleştirilmesini sağlamış olacaktık. Ayrı harf, yabancı kelimeye imtiyaz vermek ve onu daima yabancı kıldıktan başka eski imlâ zorluklarını yeni yazıda da bırakmak demekti.

    Sağ anlayış, Türk söyleyişinde kalmayan, fakat fasih Arap söyleyişinde devam eden bütün ses haklarını vermekti. Biz milliyetçiler sağ anlayışın iddialarını yendik.

    Türkçe kelimeler için “kaf” ve “kef”, “gef” ve “gayın” harfleri lüzumsuzdu. İstisnasız bütün Türkçe kelimelerde “k” ve “g” harfleri ince seslilerle “kef” ve “gef”, kalın seslilerle “kaf” ve “gayın”dırlar.

    — Ya Kâzım kelimesini nasıl okuyacağız, diyorlardı.

    Bir radikal fikir şu idi: Böyle kelimeler gitgide Türk söylenişine uysa ne çıkar? Fakat bu fikir yürümedi. İki ayrı harf almak yerine Türk kaidesine uymayan Arapça kelimeler için “k” ve “g” harflerinin önüne bir “h” koymakta uyuştuk. “Kâzım = Khazım” yazılacaktı. Tasrif ve terkipler için tire usulünü kabul etmiştik! “Gelmiyorum” kelimesi “Gelmiyor-um” şeklinde yazılacaktı.

    Yeni alfabede Latin yazısı dünyasının ortaklaşa değerlerini değiştiren acayipliklerin kalmasına hâlâ esef duymaktayım. Bunun başlıcası “c” harfidir. Türkçede “j” sesi yoktur. Yabancı dillerden alınma kelimelerde bu ses “c”ye değişmiştir: Candarma, curnal gibi… “Ejderha” ile “ecnebi” kelimeleri pek farklı söylenir. Bir teklif “c” sesi için “j”yi almak ve “c” harfini de “ç” sesi için bırakmak, “ç”yi “ş” karşılığı kullanmaktı. Herhâlde bugünkü bazı aykırılıklardan kurtulabilirdik.

    Komisyon alfabesini İstanbul’da Atatürk’e ben getirdim. Uzun uzun tetkik etti. Konuştuklarından bir takımı “q” harfinde ısrar ediyorlardı. Hatta bir aralık Atatürk bu tavizde bulunmağa da karar verdi. Ertesi gün vazgeçirdik.

    Atatürk bana sordu:

    — Yeni yazıyı tatbik etmek için ne düşündünüz?

    — Bir on beş yıllık uzun, bir de beş yıllık kısa mühletli iki teklif var, dedim. Teklif sahiplerine göre ilk devirleri iki yazı bir arada öğretilecektir… Gazeteler yarım sütundan başlıyarak yavaş yavaş yeni yazılı kısmı artıracaklardır. Daireler ve yüksek mektepler için de tedricî bazı usuller düşünülmüştür.

    Yüzüme baktı:

    Bu ya üç ayda olur, ya hiç olmaz, dedi.

    Hayli radikal bir inkılâpçı iken ben bile yüzüne bakakalmıştım:

    Çocuğum, dedi, gazetelerde yarım sütun eski yazı kaldığı zaman dahi herkes bu eski yazılı parçayı okuyacaktır. Arada bir harp, bir iç buhran, bir terslik oldu mu, bizim yazı da Enver’in yazısına döner. Hemen terk olunuverir.

    ReplyDelete
  7. January 1929 National Geographic "The Transition Period in the Turkish Language"

    https://newalaqasaba.files.wordpress.com/2011/12/sinema-afic59fleri.jpg

    ReplyDelete
  8. http://history.umd.edu/users/akaramus

    ReplyDelete
  9. Arabi ve Osmani hurufla sergüzeştim. Yalnız sergüzeşt bildiğim kadarı ile zel ile değil ze ile yazılıyor.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Çok ilginç. Sami, Redhouse ve TDK zel ile vermiş, Kubbealtı ze ile.

      Delete
  10. Bardakçı sizin için "eski yazı okuyamayan adam sözlük hazırlayamaz" filan demişti, ona da bir cevap oldu sanırım bu yazı.

    ReplyDelete
  11. Ahmet Karamustafa dediğiniz, "God's Unruly Friends" adlı kitabın yazarı Ahmet T. Karamustafa ise kendisi çok çok önemli bir tasavvuf tarihi uzmanı. Selamlar, Onur

    ReplyDelete
  12. "yata kalka atatürke devam edelim." sevan nişanyanın hesabı felanmı hacklendi arkadaslar :)

    ReplyDelete
  13. Yazininizi ilgiyle okudum, çünkü ben de bu dilllere oldukça ilgiliyim.

    Lise sondan beri ara ara Arapça ögrenmeye calisirim ama henüz pek iyi bir seviyeye ulaşamadım. O zamanlar ayni yaz döneminde hem TOEFL calisip, hem Almancami geliştirip hem de Arapça öğrenmeye calisinca patlamisti.

    Farsça için ise Wheeler Thackston'un kitabini almistim 1-2 sene önce. Harvard'dan emekli oryantal diller profesörü adam. Simdilik kitabi arada bir karistirmakla yetiniyorum, doktoradan sonra kısmetse calisip öğreneceğim.

    Thackston’un baska diller üzerine eserleri de var. Mesela hayrına Kurmanji ve Sorani grameri üzerine hazirladigi e-book'lari pdf olarak Harvard'in sitesine koymuş. Oldukça kapsamlı. Kürtçe’nin (baska bazı dillerin de) ilginç ve kafa karistirici bir özelliği olan (gecmis zamandaki) ergativity’yi çok güzel açiklamis. Ilgilenen olursa diye linki veriyorum:

    http://sites.fas.harvard.edu/~iranian/Kurmanji/index.html

    Bir de yazınızda bahsi gecen Franz Rozenthal daha geç ölmüş aslinda, 2003'te, eğer bu kisiyi kastediyorsanız:

    https://en.wikipedia.org/wiki/Franz_Rosenthal

    ReplyDelete
  14. wikipedia franz rosenthal'ın ölüm tarihini nisan 2003 olarak veriyor.. 94'te kitabı çıkmış hatta.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Hafıza nasıl yanıltıyor! Sömestr tatilinde sağlık sorunu olmuş, bacağı kırıldı diye hatırlıyor arkadaşlar. Dimitri Gutas o yüzden dersi devralmış. Düzelttim.

      Delete
  15. https://www.youtube.com/watch?v=r_VGZ0UOjPY

    Bardakçı ile Etimoloji.

    Pesce Bianco olmuş pezevenk. Nişanyansözlük'te yer alan maddelerde ciddi referanslar görüyoruz ama sayın Bardakçı'nın sözlerinin kerameti kendinden menkul.

    Murat Bardakçı, 21.yy Cemal Kutay'ıdır. Cemal Kutay hatıratları tahrip etmiş, saçmalamıştır. Bardakçı ise tahrip etmek yerine kendine göre eklemek yapıp, belli bölümlerini sansürleme veya yayınlamama gibi taktikler izlemiştir.

    Bu arada sözlükte Mantı sözcüğünün etimolojisi ile ilgili bir boşluk gördüm. Tam olarak nereden geldiği konusunda emin olamamışsınız. İtalya'da Mantua'nın geleneksel yemeklerinde mantı tipi hamur işleri ciddi yer kaplıyor acaba orayla ilgisi olabilir mi ?

    ReplyDelete
    Replies
    1. Mantı Moğolca mantu "bohça" demektir. İtalyanca olması mümkün değil, Uygurcada da "mantı", Korecede "mandu", Uygurca ve Koreceye İtalyancadan sözcük geçmesi hayli güç.

      Siz onu bunu bırakın da şu muhteşem etimoloji bilgilerine bakın :)

      https://www.youtube.com/watch?v=4kcZk1Cmkf0

      Delete