Eğitimin ana konusu bence okuma yazma olmalı. İlk ve orta öğretimde kesin öyle, lisans eğitimi de çok farklı değil. Öğrenci farklı tarz ve konularda uzun metinler (kitaplar) okumayı, okuduğunu anlamayı, anladığını sözlü ve yazılı olarak ifade etmeyi, eleştirmeyi, karşı görüş oluşturmayı, edeple tartışmayı öğrenmeli. Başka da çok şey öğrenmesine gerek olduğunu sanmıyorum. Bu yeter. Mektep dediğin yer sonuçta kitabet sanatını öğrendiğin yerdir. Yazı kültürüyle beraber doğmuştur; muhtemel ki yazı kültürü ile beraber ölecektir.
Güneşin altındaki her konu okuma yazma dersine dahil edilebilir. Öğretmenin ve öğrencinin eğilimine göre, roman, şiir, tarih, güncel siyasi konular, Japon tiyatrosu, ceza kanunu, astronomi, köpek bakımı, çizgi roman, İtalya gezi rehberi, Kuran ve Hint ilahileri okunabilir. Fizik ve Kimya da tümüyle okuma dersine sokulabilir: içeriği hatmetmek değil bence önemli olan, böyle mevzular olduğunu bilmek ve okuduğunu anlama disiplinini kazanmaktır. Onu bir kere kazandıktan sonra, fiziği istediğin zaman öğrenirsin, kolay.
Her topluma ortak bir referans çerçevesi lazım. O yüzden mesela merkezi bir heyet (“bakanlık” diyelim) her yaş için tavsiye edilen bir okuma listesi yayınlayabilir. Listeden her yıl diyelim on tane seçip okutmak zorunlu olur, gerisine öğretmenle öğrenciler karar verir. Belli sayıda metni öğrencinin bireysel olarak seçmesi ve topluluğa sunum yapması teşvik edilir.
İkinci zorunlu ders İngilizce olmalı. Bu da özünde öbürü gibi okuma-yazma dersidir. Yerel dilin sınırlarını aşıp global bir perspektife ulaşmaya yarar. İngilizceyi ana dili İngilizce olan öğretmenlere verdirmenin önemine daha önce değinmiştim. Yerli hocayla İngilizce öğretme denemeleri, vakaların yüzde doksan dokuzunda maalesef fiyaskodur.
Matematiğin çok gerekli olduğunu sanmıyorum. Temel aritmetik ve geometri şüphesiz lazım, birinci derece denklemleri çözme becerisi de sanırım herkeste olmalı. Gerisi özel ilgi alanıdır. Formel tanım ve ispat disiplininin muazzam bir kazanım olduğunu inkar edecek değilim. Ama matematik gibi yüksek bir soyutlama düzeyinde o disiplini edinmeye eğilimi olanlar küçük bir azınlıktır; çoğunluk için o çaba hayatta hiçbir gerçek getirisi olmayan bir eziyet olarak kalır. Bale de güzel bir şey: biri formel düşünce disiplini ise öbürü bedensel hareket disiplini. Ama herkesi baleye mecbur etmeyi düşünmüyoruz. Matematik de onun gibi. İlgilisine okul dışı kurslar olabilir, Matematik Köyü gibi kurumlar olabilir, yeter.
*
“Okumanın çağı geçti hoca, herkesin elinde ayfon var” diyeceksiniz, kabul. Muhafazakar bir proje bu. Daha ziyade, Yirminci yüzyılda ne yapılmalıydı da yapılmadı sorusuna cevap.
“Herkesin elinde ayfon varken okul kurumuna ne gerek var” diye de sorabilirsiniz, ona bakarsan. Bu da üstünde düşünmeye değer bir konu. Belki de ayfon çağında yapılması gereken, bilginin içeriğine dair her şeyi okul dışına – kurslara, online derslere, yaz okullarına – havale edip, okulu asli işlevi olan okuryazarlık işine geri döndürmek olmalı. Uzun metinler okuma ve anladığını derli toplu ifade edebilme disiplininin kalıcı bir değer olduğunu düşünüyorum. Yakın gelecekte piyasadan kalkacağına ihtimal vermem, ya da vermek istemem.
Belki anadilde ve İngilizce okuryazarlık dersinin yanında üçüncü zorunlu konu ayfon dersi olabilir: adına device literacy diyelim. İdeali o dersi de İngilizce vermektir. Tercihan yirmi beş yaşını geçmemiş ablalar ve abilerle kodlama yapılır, hacking öğrenilir, oyun oynanır, sosyal medya edebi tartışılır, dünya gezilir, online dating teknikleri öğrenilir, vs..
Hayal tabii. Milli Eğitim Bakanlığı var oldukça hiç biri olmaz.
Elbette. Ali Nesin'in birkaç yıl evvelki bir konuşmasını seyretmiştim, matematik kitaplarında okuma kısmı çok olmalı diyor. 1930larda Türkiye'de devlet liselerde okutulan matematik kitaplarının pdfleri geçtiydi bi ara. Bayağı bir matematik tarihi, matematik teorisi okuma metinleri var. Sonradan kaldırılmış. Bir de herşey birkaç saatlik üniversite imtihanlarına endekslenince, test sorusu çözmeye yönelik çalışma makbul olmuş. Geometride 36 tane teorem ezberlemiştim(stewart teoremine kadar) Tales, Pisagorla biraz Euklit hariç hiçbirinin nasıl olduğunu hatırlamıyorum. Geometriyi Amerika'daki okullarda bilgisayar grafikleri yardımıyla öğretirler mesela. Kimya desen çoğu okulda laboratuar yok, olsa deney malzemesi yok, kimya deneysiz anlatılmaz.
ReplyDeleteŞunu da söyleyeyim, İngiltere'de okullarda çocuklara programlama öğretiliyor. Bunların içinde mobil platformlar icin aplikasyon tasarlayan bayağı gençler çıkıyor.
ReplyDeleteLutfen su kitabi okuyun. Ali abi size isterseniz kitabi verecektir. Kitap, size matematigin formal tanim ve ispat disiplininin kafalara kakilmasi gereken bir sey oldugunu gosterecektir, hatta bunlarsiz hic bir konunun tartisilamayacagini goreceksiniz: https://nesinyayinevi.com/detail.php?kod=220
ReplyDeleteKlasik sözelci kafası
ReplyDeleteThis comment has been removed by the author.
ReplyDeleteKısa, temiz, net. Uzun zamandir ara sıra düsündügüm bir konuydu. Birkac gozumden kacan yeri not aldim. Ayrıca resim, müzik ve spor da okul disi kurslarla, hatta, tesvik edilmeli.
ReplyDeleteSoyutlamak onemli hocam... matematigin ustunde, insanin bilime biat etmesi icin gerekli bir yetenek. En azindan kavramsal matematik olmadan olmaz. Kavramak lazim...
ReplyDeleteSevan Hocam, Kemal Tahir'in 1965'te yazdığı "Yorgun Savaşçı" romanını okudunuz mu? Kitap sizin savunduğunuz, söylediğiniz fikirlerle paralel, örtüşüyor. Hatta 80 li yıllarda filmini çekmişler ve hükümet tarafından filmi yakılıp yok edilmiş.
ReplyDeleteSevan bey merhabalar
ReplyDeleteKaleminize kuvvet
Dediklerinize tamamen katılıyorum
Toplumda gördüğüm sorun
Kelimelere kavramlara farklı anlamlar vermemiz
Sosyal yaşamda olayları farklı algılamamız
Sosyal ilimlerde ortak bir anlam ortaklığımız Yok
Teknik ve matematik konuları olunca biraz anlaşabiliyoruz ve rahatlıyoruz
Paylaşmak istediğim çok heterojen bir anlam dünyasına sahip olmamız ve
Son zamanlarda bunun artmış olmasıdır
Edep ve nezakette başka dünyalarda ...
Selamlar
Çok doğru söylüyorsunuz . Okuduğunu anlamaktan aciz, -karşılaştırmalı okumalar yapmak şöyle dursun- düşündüğünü ifade edemeyen bir gençlik var. Bu gençlik öğrendiği şeyi ezbere yapacak ve hiçbir yaratıcılık, yaratıcılığına yönelik emek verme arzusu olmayacak bireyler olarak yetiştiriliyor, yetiştiriliyoruz. Bunun farkı varmak da bir işe yaramıyor , çünkü okullarda -üniversite dahil- aldığımız sınav puanları tam olarak hocanın anlattığını hocaya geri vermeye yönelik . Yani neredeyse hocanın anlatma pratiğini puanlıyor gibiyiz. Ama tabi düşük not da bizden sayılıyor. Düşünme pratiklerine yönelik hiçbir şey yok. Herkes kendi ideolojik askerini, işçisini yaratıyor bu ülkede.
ReplyDeleteEvrimin ana mekanizmaları rekabet ve işbirliği. Sonuç fena değil: temel elementler ile başlayıp kendini kavrayabilecek karmaşık organik yapılara geldik.
ReplyDeleteRekabetin şöyle bir faydası var:
Çevremizi oluşturan bütün parametrelere hakim değiliz, olamayız. Hem çok fazlalar hem de aralarındaki ilişki fazla karmaşık. Beynimiz kararlar alabilmek için kendince referans çerçeveleri inşa ediyor ama yalan o.
Aslında deneme-yanılma tek geçerli "değişim" mekanizması. Öyle olunca da ne kadar çok deneme o kadar iyi. Az deneme düşük başarı olasılığı, çok deneme daha yüksek başarı olasılığı.
Bu yüzden özgürlük, bireysellik ve çoğulculuk üzerine kurulu kültürler diğerlerine göre değişimi daha iyi yönetiyor. Ağzı olanın konuştuğu kültürler hep daha avantajlı.
Eğitim de bu genelin parçası. Eğitim şöyle olursa iyi böyle olursa kötü deyip herkese dayatmak yerine, herkesin kafasındaki eğitim sistemini uygulayabileceği bir ortam olmalı. Hayat iyi sistemi ayıklayıp gösterecektir.
Ben mesala bütün eğitimin MEB'den alınıp ilçe belediyelerine verilmesi gerektiğini düşünüyorum. İsteyen Kuran hatmetme üzerine eğitim versin, isteyen matematik, isteyen okuma. Orta ve uzun vadede rekabet ve taklit ile en iyi (?) sistemlerin yaygınlaşacağına eminim. Piyasa her türlü şuradan ve entelektüelden daha iyi sonuçlar çıkarır.
Bütün OECD ülkelerinde eğitimin yerele bırakılması boşuna değil.
Ama evet, sadece kendi oligarşisine çalışan paranoyak bir devletle bu işler pek mümkün değil.
Sevan bey, yazı için ellerinize sağlık. Güzel düşünce. Okuryazarlık tabii ki en önemli mevzulardan ama işin uygulamaya dökülme kısmı var. Bahsettiğiniz bütün sözel sanatlar için okuryazarlık, okuduğunu anlayabilme ve anladıkları üzerine yorum yapabilme eğitim hayatında insanlara büyük ilerlemeler katacaktır ama matematik ve fizik gibi konularda -yine katkısının olacağını kabul etmekle birlikte- okuryazarlığın tam randıman getirmeyeceğini düşünüyorum.
ReplyDeleteBu bilimlerin mantığı tabii ki okutularak güzel temellere oturtulabilir ama pratikte nasıl kullanılacağını da gösterecek bir eğitmene ihtiyaç duyulacaktır.
Şuanki eğitim sistemi bize sadece A,B,C olaylarını verip geriye kalan bağlantıları bizim kurgulamayla çözmemiz gerektiğini gösteriyor. En azından bu sistemi eleştirdiğimde bu tepkiyle karşılaşıyorum. Ama bir yandan Finlandiya'nın eğitim sistemi gibi hiçbir dayatma olmadan öğrencinin kendi merakından ortaya çıkan bir eğitim şekli var. Diyeceğim şu ki: eğitim sistemi, her şekilde deneysellikle düzeltilecek. Ama bu deneysellik bize her sene değiştirilerek sunulan test sistemi olmamalı.
Umarım konudan çok sapmamışımdır. Teşekkürler.
Türk toplumu dünyanın en faydacı toplumu olduğu için kimsenin ekstra bir şeylere merakı yok. Bu kadar az kitap okunmasının sebebi de bu. Kitap okumak daha fazla maaş almanızı garantilemez ama doğaya ve insanlığa dair ilginizin ve duyarlılığınızın bir nevi göstergesidir.
ReplyDeleteMilli eğitim olsa olsa kitap okuyun diye dayatma yapar. Bunun yerine öğrencide kendiliğinden bu merakı alevlendirmenin bir yolu bulunmalı. Bu iş öğretmenler sayesinde olabilir, ama bugünkü öğretmenlerin çoğu hayatında gazete bile okumamış memurlar olduğundan o da zor.
Dünyanın nereye gittiğini anlamak lazım :
ReplyDelete1) İnsan beyninin tam bir haritası çıkartılıyor. Beynin nasıl çalıştığının tam olarak anlaşılmasına çok kalmadı. Yani yakında "öğrenmek" çok kolaylaşacak okullara kurslara vs.vs. gerek kalmayacak. Internetten program indirir gibi beynimize ingilizce dersi indireceğiz ve 5 dk.da aksansız ingilizce konuşmaya başlayacağız. Tecavüz / şiddet vs.vs. suçları işleyenlerin beyni "yeniden tasarlanacak & programlanacak". (Bu sonuncusu distopik gibi dursada söylemek zorundayım. Hoş bir distopyaya doğruda gidiyor olabiliriz.)
2) Tıp artık yaşlılığın neden olduğu sürüyle hastalıkla uğraşmak yerine yaşlılığı bir "hastalık" olarak görmeye başladı. İnsan ömrü önümüzdeki elli senede yüzlerce yıl hatta belkide "sonsuza kadar" uzayabilir. Bu konuda pek çok ciddi çalışma var artık. Yani "belkide" çokta uzak olmayan bir gelecekte "çocuk" diye bir şey kalmayacak ortada.
3) Yeni satranç programları kodlanmıyor satranç oynamayı kendileri öğreniyor. Makina sadece 4 saatte kendisine karşı oynayarak büyük ustaları yenecek kadar iyi öğreniyor satrancı. Yani makinaları kodlamamıza gerek kalmayacak "kendi kendilerine öğrenecekler". Bunun doğal sonucu olarak sadece mavi yakalı işçiler değil beyaz yakalılarda işsiz kalacak. Mühendislik / mimarlık vs.vs. makinaların işi olacak ve bu "devrim" üç boyutlu yazıcılarla birleşince "kişiye özel evler", "kişiye özel arabalar" vs.vs. makinalar tarafından çok kısa bir sürede tasarlanıp üretilecek.
4) Kontrollü nükleer füzyon deneylerinde ciddi aşama katedildi. Muhtemelen 5-10 seneye ilk reaktör kurulur. New york şehrinin bir yıllık enerji ihtiyacı tankerler dolusu petrol vs. değil sadece 365 bardak su olacak ve "enerji fiyatları yerlerde sürünmeye başlayacak". Meteorlarda / astreoidlerde vs.vs. neredeyse sonsuz miktarda maden / mineral vs.vs. var. "İnsan işçilerin" maliyetide ortadan kalkınca herşey inanılmaz ucuzlayacak. Belkide "5 dolara" araba alınabilir hale gelecek. Buda "sınırlı kaynaklar" için rekabet eden insanlar arası çatışmaları ciddi oranda azaltacak. Kitle psikolojiside bundan elbette "olumlu" yünde etkileyecek. Zira araştırmalar insanların "rahatladıkça" daha yardımsever / anlayışlı vs.vs. olduğunu ortaya koyuyor. Çocukları (öyle bir şey kalırsa) belkide eğitmeye bile gerek kalmayacak ....
vs.vs..............
Yazdıklarınıza tamamiyle katılmakla birlikte kendi anladığım şekliyle şunu ilave ilave etmek istiyorum; Eğitim denilen şey aslında dil becerisidir en temelde. Insanların birbiriyle anlaşmak veya düşüncelerini ifade etmek üzere oluşturdukları simgeleri öncelikle ezber etmek ve ardından mantıksal düzeyde yeniden yoruma tâbi tutmak melekesini edinebilme ameliyesidir. Bu ister bir dil olsun veya doğanın dilinin insan zihninde simgeleştirilmesi olan matematik olsun veyahut yine insanın icat ettiği programlama dili olsun böyledir. Fakat bu beceri ise yalnızca disiplinli ve verimli çalışmayla doğru dürüst elde edilebilir. Üstelik teşvik edici bir de çevreye sahip olunmalıdır. Dolayısıyla "ayfon eğitimi" eğitimden sayılmamalıdır.
ReplyDelete"mış" gibi eğitim yaptıkça..yazık bu kadar masrafa..
ReplyDeleteGeometri bilmeyen giremez ne demek Hocam o zaman?
ReplyDeletehocam matematikten, fizikten veya muhendislikten anlamadiginizi daha iyi anlatamazdiniz :)
ReplyDelete