Monday, September 17, 2018

Nasıl Ermenileştim


Çocukluğumuzda anneannem bazen ciddi yüzünü takınır, Türklerin zulümlerinden söz ederdi. Kullandığı kelime ‘kırım’dı, yani çart ջարթ. Kardeşim ve kuzenlerimle beraber doğal olanı yapıp taklide başlardık. Çart çurt, hi ho ho. Annem babam bu mevzudan hiç söz etmediler.
ABD’ye ilk gittiğim yıl bütün arkadaşların az çok girdiği psikolojiye girip, inanmayacaksınız, Türkiye savunucusu bile oldum. Kıbrıs’ın işgalini protesto eden Yunanlılara karşı New Haven sokaklarında Türk pankartı taşımışlığım vardır.
Toronto ve Montreal’de akraba taallukat ziyaretleri o tepkiyi pekiştirmekten başka işe yaramadı. “Eee evlat Türkiye’de hayat nasıl?” “Hiç fena değil, buradan iyidir.” “Yazıklarrr olsun sana, biz de seni akıllı kültürlü bir genç sandık, tüh.” Bağnazlık kadar beni ifrit eden şey yok. Aman, dedim, Sevan bunlardan uzak dur.
Üçüncü yılımda nihayet merak ettim. Sterling Kütüphanesinde Ermeni tarihine ve soykırıma ilişkin raflar dolusu kitap buldum. Çoğunu okudum. Yetmedi, dönemin başlıca Amerikan, İngiliz ve Fransız gazetelerinde Türkiye ile ilgili ne çıkmışsa hepsini taradım.
Şimdi belirtmeme gerek var mı bilmiyorum, ama okuduğumu eleştirel bir gözle okumayı bilirim. O zaman da bilirdim. Argümanda hata ve gedik bulmaya bayılırım. Gençken sanırım daha da keskindi gözüm. İyi okudum. Olayları kavradığıma dair içimde kuşku kalmadı.
İki tane net sonuca vardım:
Bir. Rum ve Ermenilerin tasfiyesi bilinçli, planlı ve kapsamlı bir kararın ürünüdür. Türkiye’nin yönetici çevrelerinde ta 1890’lardan itibaren bu konuda bir kararlılık oluşmuştur. 1908-1909’da kısa bir yalpalamadan sonra İttihat ve Terakki yöneticileri de bu mutabakata katılmıştır. Gayrimüslim anasır meselesini kökünden çözmeden Türk milletinin – geleneksel yapısı ve zihniyetiyle – devam edemeyeceği fikri, Türkiye’nin egemen çevrelerinde başat görüş haline gelmiştir. Dünya Savaşı bu kararlılığı uygulama alanına sokmak için fırsat sayılmıştır. Toplu öldürme planlanmış mıdır, bilmiyorum. Ama 1895 ve 1909 olayları ortadayken, bunun en azından bir ihtimal ya da opsiyon olarak hesaba katılmamış olması mümkün görünmüyor.
İki. “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” adı verilen şey Rum ve Ermeni savaşıdır. Amacı Dünya Savaşı sırasında başlatılmış olan tasfiyeyi sonuca bağlamak ve tehcirde gitmiş olanların geri gelmesini kesin olarak önlemektir. Başarısı tam olarak bundan ibarettir, ne fazla ne eksik. “Emperyalizm” konusu masaldır. Dünya Savaşının galibi olan devletlerin etnik tasfiye konusunda en azından orta yolcu bir çözüm dayatmaları, geri dönüş ve tazminat konusunda ısrar etmeleri, savaş sonrası dönemde azınlık hakları için birtakım garantiler talep etmeleri beklenmekteydi. Bu anlamda, dolaylı olarak, İtilaf Devletlerinin siyasi gölgesine karşı da bir mücadele verildi. Ama onlarla (Suriye sınırındaki kısa süreli Fransız savaşı dışında) çatışılmadı. Zaten onlar da konuyu fazla uzatmaya gönüllü değildi. Rum ve Ermenileri satıp gittiler.
Kırk küsur yıl oldu, bu iki yargıyı sorgulamak için bir sebep bulamadım. Her okuduğum kanaatimi biraz daha pekiştirdi – ki, tahmin ediyorum, her iki cihetten okumaya değer hemen her şeyi okumuş olmalıyım. Bu iki noktada karşı görüş beyan edenleri ciddiye almakta zorlanıyorum. Üç beş cümlede belli oluyor hiçbir şeyden haberleri olmadığı, boşa salladıkları. Aralarında iyi niyetliler var mıdır? Mutlaka vardır. Ama cahillikleri öyle derin ki, çoğu zaman tartışmaya değmez.
*
O yıllarda sosyalist hareketin içinde (daha doğrusu kenarında) idim, ABD’de Demokratik Türkiyeli Öğrenciler Derneği yönetimindeydim, bu mevzulardan söz etmek devrimci edebe aykırı sayılırdı. Buna rağmen 1980’de Birikim’de çıkan uzun bir yazımda Milli Mücadele analizine girdim, bu tezleri kısaca da olsa dile getirdim. En yakın arkadaşlarımda dahi bunların nasıl bir duygusal rahatsızlık yarattığını gözlemleme fırsatı buldum. 1980’den sonra askeri cunta mücadelesi gündemdeydi, o zaman da sırası değil diye düşündüm. 1984-85’te Türkiye’ye döndükten sonra, adeta içgüdüsel bir refleksle, beni “Ermeni” diye damgalayacak, “Ermeni” kimliğine kilitleyecek her türlü tavır ve eylemden yıllar boyu özenle kaçındım. “Ermeni” köşesine oturtulacağım makale, panel, şov, konferans, demeç önerilerini – çoğu zaman sertçe – reddettim. 1995’te yazdığım Yanlış Cumhuriyet’te de, dikkat ederseniz Ermeni meselesi çok düşük profildedir. Birkaç cümlede, kibarca geçilir.
Daha önce de birkaç kez söyledim, benim için dönüm noktası Hrant cinayetiydi: yıl 2007. O olaydan sonra idrak ettim ki ben ne kadar kaçsam da heyula arkamdan gelecek. Dönüp yüzleşmekten başka çare yok.
Ondan sonra sık sık yazdım. Fikrim soruldukça çeşitli forumlarda görüş bildirdim, hatta Alperen Ocakları üst yöneticilerinin katıldığı bir toplantıda “Ermeni sorunu” konferansı verdim. Ama daha çok okudum. Coşkun Kırca’lardan Gündüz Aktan’lara dek Türk görevlilerinin tezlerini etüt ettim. Eski tarihçileri ve 19. yy Ermeni entelektüellerini okuyup Ermeni “zihniyetini” daha iyi kavramaya çalıştım. 2009’dan sonra, bugüne dek kimsenin doğru dürüst girişmediği bir işe girişip, Anadolu’nun mikro-tarihini, aylar ve yıllar boyunca, her gece, köy köy, nahiye nahiye didikledim. Sanırım Türkiye’de son yıllarda çok az insana nasip olan bir yerel tarih dağarcığı biriktirdim.
Eski yargılarıma iki üç yeni boyut eklendi.
Üç. Soykırım olayını 1915’e, hatta 1895 sonrasına odaklanarak anlamak mümkün değildir. Arkadaki yüzlerce yıllık aşağılama, zulüm, talan ve katliam geçmişini bilmeden ne olayları, ne de tarafların psikolojisini anlayabilirsin. Soykırımı anlamak için önce fetih olgusunu iyice kavraman gerekir.
Dört. İşin ekonomik boyutu daha önce dikkatimi çok çekmemişti. Kısmen sevgili Sait Çetinoğlu’nun teşvikiyle o konuya aydım. 1913-1923 yılları arasında gerçekleşen servet transferinin nefes kesici boyutları hakkında fikir edindim. O günden bu güne Türkiye’nin sosyal ve ekonomik yapısının neredeyse tümüyle o servet transferi üzerine inşa edilmiş olduğunu idrak ettim. Tasfiyeyi planlayanların başlangıç noktası belki bu değildi, devletin ve milletin beka kaygısıydı. Fakat öyle görünüyor ki sürecin daha ilk başından itibaren soygun hırsı ön plana geçti, ilk başta belki sadece bir nüfus hareketi olarak tasarlanan temizliği geri dönüşü olmayan bir kan banyosuna çevirdi.
İtiraf edeyim, çok duygusal bir insan değilim, vah insancıklar öldü, ah kanlar aktı söylemi beni çok fazla heyecanlandırmıyor. İnsan dediğin ölür. Savaşlarda çok ölür, kötü ölür. Aynı yıllarda Somme’da, Marne’da, Verdun’de öldürülen Fransız ve Alman gençlerinin trajedisi Ermenilerinkinden daha az değildir; sayıları da bir hayli daha fazladır. Stalin’in katliam niteliğindeki kıtlığında telef olan 20 milyon Rus köylüsünün yaşamı soykırımda yok edilen Ermenilerden daha az değerli değildir. 1898 harbinde Amerikalıların Filipinlerde yaptığı katliamı, ya da 1947’de Hindistan’ın bölünmesi sırasında öldürülen bir milyonu aşkın Müslüman ve Hindu’yu bilir miydiniz? Bence olayları perspektif dahilinde görmek için bunları akılda tutmak gerekir.
Etnik tasfiyeye karar veren Türk ve Osmanlı erkanının mantığını anlayamayacak kadar kalın kafalı da değilim çok şükür. Hepsinin hatıratını okudum. Sevinçlerini ve korkularını biliyorum. Babaannemin dostu ve komşusu olan Halide Edip’in neden o kadar pervasızca bazı şeyleri görmezden geldiğini, Samet Ağaoğlu gibi son derece hassas ruhlu birinin neden Keçiören’deki çocukluk evinin gasp edilmiş Ermeni mülkü olduğunu hatırlamak istemediğini, İbnülemin gibi Türkiye’nin 20. yüzyıldaki belki tek gerçek aristokratı olan birinin neden Ermenilerden hep antipatiyle söz ettiğini hiç düşünmedim mi sanıyorsunuz? Eşek miyiz biz?
Cehaletin ve yalanın boyutlarıdır beni hasta eden şey. Bir toplum bu denli patolojik bir inkar batağına nasıl saplanır? Gözünün önündeki gerçeği nasıl bu kadar fütursuzca yok sayabilir? Kimliğini ve varlığını bu kadar aptalca bir yalan üzerine nasıl kurabilir? Bu kadar riyayı, bu kadar aymazlığı, bu kadar derin bir ahlaki körlüğü nasıl taşıyabilir? Zaman zaman adeta nefes alamayacak kadar beni sıkan şey bu. Bu kadar cahil insanlarla bir arada nasıl yaşarsın?
Yoksa ölen ölmüş, giden gitmiş. Ölenle ölünmez. Onu biliyorum.  
*
Sık sık yazdım dedim. İşte iyilerinden bir demet. Ekopolitik’te Alperencilere verdiğim konferansın transkriptini de ilk kez yayınlıyorum, haberiniz olsun. Beşincisi.  

62 comments:

  1. ...“Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” adı verilen şey Rum ve Ermeni savaşıdır...
    itiraz etmem, muhtemelen genetik dağılımında Türk oranı düşük çıkacak birisi olarak söyleyeyim ki; iyi de olmuş. Türk halkı öyle veya böyle Arap,Kürt,Ermeni,Rum halklarına nazaran kılıç hakkını daha iyi veren adamlar (Farslar konusunda çekimserim). Bu sebepten benim atalarımda var olan tüm Türk dışı paydaşa (Türkiye halkının gen frekansı hususunda sana yakın düşünüyorum mila Sevan) rağmen hak Türklerin.
    Bu konuda kendi ataları ile yapsın hesaplaşmasını herkes; Timur gibi bir adamın (Moğol Türk dangalaklığına kapalıyım; başka kapıya) karşısında duracak adamları tarih yazmadı. Özetle Orta Asya göçerlerinin ismi olacak elbet burada.

    ReplyDelete
  2. Sevan bey, tanzimat ve ıslahat fermanlarının gayrimüslimlerin imparatorluk içindeki statüsünü olumlu yönde mi etkilendiğini yoksa geri dönüşü olmaz bir şekilde zedelediğini mi düşünüyorsunuz. Osmanlı yönetiminde, bunların dış baskı sonucu verilmiş geçici tavizler olduğu nasıl olsa kuvvetlenince ilk fırsatta rafa kaldırırız düşüncesi hakim olmuş olabilir mi. Yoksa gerçekten Osmanlı yönetimi bu tavizleri çözülüşü durdurmak ve gayrimüslimlerin hayat standartını yükseltmek için mi verdi. Yola koyulurken gelecekte ne gibi felaketler doğuracağını düşünmüş olma ihtimalleri var mı. 1856 yada 1839'a çekebilir miyiz Rumlar ve Ermeniler için felakete giden sürecin başlangıcını.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Başta kurduğun ikilem yapaydır. Hem dış baskıya karşı gönülsüz cevap, hem çözülmeyi durduracak bir tedbir olarak gördüler. Son çıkarım doğru. Toplum çoğunluğundan farklı dine sahip iki topluluk Tanzimat sürecinde toplumun ekonomik ve sosyal eliti haline geldiler. Yükseldikçe, asimile olma iştahını kaybettiler. Taşınamayacak bir durumdu. Makas açıldıkça öyle bir noktaya gelindi ki, ya Türkler ötekilere asimile olacaktı, ya da masa devrilecekti. Devrildi.

      Delete
  3. Böyle bir ahlaki körlük dediğin gerçekten ahlaki körlük müdür abi? Yani belki de ortada körlük falan yok. 1915'in kötülüğünden; ermenilere,rumlara yaşatılan travmalardan bahsetmiyorum. bahsettiğim körlükten ziyade daha büyük bir ahlaki yoksunluk. Agos'ta yayınlanan bir yazıda adını hatırlamıyorum şöyle diyordu birisi ermeniler kurucu ötekidir diye, başka türlü nasıl bir halk biyolojik olarak kötü görülebilir ki? Biliyorlar kötülüğü de acaba bundan rahatsızlar mı? Bir kısım insan için gerçekten büyük bir rahatsızlık 1915 ; soykırım desin demesin. kimisi bunu olamaz böyle bir şey diyerek yansıtıyor . Kimisi kabulleniyor acıyla. Ulus devlet mantığının "biz böyle mazlum ve kahramanız" söylemi üzerine devletlerde temel unsur haline getirilen- belki de olan ve daha güçlü devamlılık kazanan halklar bir ortak hafızayla ulus yapildılar. yine kendi içinde çelişkilerle. Pek çok mazlum halkın da karşıt söylemleri oluştu buna karşılık. Ermeni ise bugünün mazlumları ve zalimlerini biraraya getiren kolektif suçun nesnesi. Ister istemez kabullenmesi herkes açısından bütün ahlaksizliklarin ortaya dökülmesi demek. Ama ermeni mevzusuyla ilgilenen bir genç olarak hiç beklemediğim insanlardan hiç beklemediğim tepkiler gördüm. Soykirim deyip ermenileri potansiyel intikam alıcı olarak kodlayanları, -suçu belirli bir grubun üstüne atan ben yapmadim o daha cok öldürdü gibi, biz kullanildik onlar planladi gibi- gördüm, ermeni bu olayda herkesin suçu var dese yandı yani. Soykirim demeyip gündelik bir mevzuda -ermeniler bizi sevmezler haklı olarak diyebilen de, biz kötülük ettik ondan basimiza bunlar geliyor diyen de. Yani kimisi ermeniye "soykirimi" veriyor insanlığı çaliyor; kimisi soykirimi vermiyor insanlığı, özneliği veriyor. Soykirim deyip insan olarak gizli hınç beslemeyen ve soykirim demeyip gizli hinci-ırkçılığı gayet yüksek diğer bilindik tipler de mevcut. Ermeni kolektif hafızanın ve bu coğrafyanin birbiriyle çatışma halindeki yerlerinin, mekanlarinin, özelliklerinin, travmalarinin ve vicdaninin, siyasi-sosyal-ekonomik sorunlarının bağlayıcı, güçlendirici, açığa çıkartma potansiyeli sahibi, değiştirici, dönüştürücü,bastirılan ögesidir. Pek çok mantıksız açıklamayı ermeni doldurur,sadece 1915 ile değil kültür ve siyasetle de. Ermeni bir insanın bütün catismali hallerinin içinde en sonunda kabullendiği naif duygu vardır ya farkında olmadığı, dönüştürme gücüne sahip ve asla kabullenilmeyen işte odur.Teşhistir. kabul edilse o çatışmaları da anlamsız kılıp yok edecektir. romantize ettim gibi oldu ama dönüp dolasip ermeni mevzusu her yerde karsima cikinca ben bunu hissettim. Bireysel ahlaksizlasmanin da el ele gitmesi tesadüf değil bence.

    ReplyDelete
  4. Henry Morgenthau Jr. nasıl Alman düşmanı oldu, II. Dünya Harbi'nden sonra Almanya & Alman halkının mahvı manasına gelecek meşhur Morgenthau Planı hangi ruh hali ve saiklerle düşünüp kaleme aldı? Sırf Yahudi olduğu için mi, Almanlar Yahudileri katlettiler diye hırslanıp gazaplandı? İşin aslı pek de öyle olmayabilir. Pederi Almanya tevellüdlü bir Alman yahudisiydi, en azından Faşizmin def edildiği, tarumar olmuş, milyonlarca insanını yitirmiş savaş sonrası bir Almanya'ya sempatiyle değilse bile biraz daha az nefretle bakabilirdi.

    Ben de Ermenilere yapılan jenosid hakkında seneler boyunca bol miktarda kitap ve makale okudum. Fakat bana en ziyade tesir eden Verjin Svazlian'ın kitabıydı, sanırım 90ların başında yayımlanmış. Sarıkamış bozgunundan hemen sonra Enver Paşa'nın bir hışımla Sivas'taki Ermeni köylerine gelip Ermenileri hıyanetle suçlaması gibi hadiseleri birebir canlı şahitlerinden anlatılan hikayelerle dolu. Katliam hikayelerinden öte, benim o kitapta en çok dikkatimi celbeden hikayelerden bazılarında Almanların zalimliğinden bahsetmesiydi. Mesela bir vakada o zaman Ermeni yetimlerinden olan şahıs: " -Açlık yüzünden Almanlardan ekmek dilenirdik, (belki acırlar diye) bizim de Hristiyan olduğumuzu göstermek için istavroz çekerdik. O zaman Alman askerleri kahkahalarla gülerek, ellerindeki ekmekleri makatlarına sürer ve bize atarlardı "

    Henry Morgenthau'nun oğlunu, yani Almanya'nın yokedilmesi planını hazırlayan Henry Morgenthau(Jr.)'yu 1915'te (harbte henüz tarafsız devlet olan ABD'nin) gözlemcisi olarak gittiği Gelibolu'da, Alman askerlerinin babasının Ermenileri kurtarmaya çalışıp Almanya'yı da zor durumda bıraktığı gerekçesiyle nasıl sıkıştırıp neredeyse darp etmeye çalıştıklarından, baba Henry Morgenthau hatıratında bahseder.

    Bence Almanlar istemeseydi Ermeniler jenoside uğramazdı, yahut yapılan katliamlar en azindan bu skalaya ulaşmazdı, general Liman von Sanders'in tek emriyle İzmir Ermenilerinin tehcirini durduruyor. 1917'deyse Filistin'de meskûn Yahudilerin Mehmed Talat'ın emriyle aynı Ermeniler gibi çöle sürülüp imha edilmesine general Erich von Falkenhayn mani oluyor.

    ReplyDelete
  5. Yazınız super. Insanlar daha cok "Soykirimi kabul edersek bu isimize gelmez" mantiginda. Bir de Türkler atalarına pek laf ettirmiyorlar, beyinleri yikanmis, sanki ataların sucu kendi sucu olacakmış gibi. Politikacilari anlarım; ama ahlaklı bir insan hep gercegi aramalı !

    Yazinizdaki bir cümleye katılmıyorum: "Amacı Dünya Savaşı sırasında başlatılmış olan tasfiyeyi sonuca bağlamak ve tehcirde gitmiş olanların geri gelmesini kesin olarak önlemektir."

    Kurtulus savasin amaclardan biri bu olabilir, ama tek amaci bu degildir. Bence esas amac oncesinde Turk hakimiyetinde olan toprakların işgalden (mesela Yunan isgalinden) kurtarilmasi ve bu cok da küçülmemiş Misak-i milli topraklarında milli bir devlet kurulmasidir.

    Bunlar baglantili ama ayni amaclar degil.

    Isgaller olmasaydı ve Misak-i milli topraklarındaki Turk hakimiyeti sarsılmasaydı, sırf Ermeni ve Rum'lari postalamak icin Kurtulus savaşı yapilacagini zannetmem. Karsinizda dogru durust savasacak olmazdi ki zaten. Postalamak icin farklı bir yol bulunurdu, mübadele ya da daha fazla sürgün/katliam gibi.

    Dolayisiyla savaşın esas amaci işgalden kurtulup milli bir Turk/Musluman devlet kurmaktır diye düşünüyorum. Ermeni ve Rumlar'dan kurtulmak ne yazık ki Osmanli'nin son donemlerinden beri onemli bir amac; ama Kurtulus savasinin amaci budur diyemeyiz bence. Inandirici olmaz.

    ReplyDelete
  6. ....İstasyonlardan birinde trene 1915 Ermeni katliamıyla adını duyuran Bahaeddin Şakir de binmişti. Falih Rıfkı Halide'yi onunla tanıştırdı. Halide, Bahaeddin Şakir'in önemli bir isim olduğunu biliyor, ama Ermeni tehcirinde oynadığı rolü bilmiyordu. Bahaeddin Şakir de kendisi gibi düşünmeyen bir "Türk milliyetçisi" ile karşılaşabileceğini hesaplamamıştı. İkisi yol boyunca konuştular, sonunda Bahaeddin Şakir trenden indi.

    Halide, Bahaeddin Şakir'i uğurlamak için trenin kapısına yürüyen Falih Rıfkı'yı durdurarak, "-Bana bilmeyerek bir katilin elini sıktırdınız!" demişti. Halide, Bahaeddin Şakir'in anlattıklarından, onun "katil" olduğuna karar vermişti. Bahaeddin Şakir ise Falih Rıfkı ile vedalaşırken, onun kulağına eğilip "Senin gibi yetişecek kıymetli gençleri, bu kadınla temas etmekten men etmeli," diyecekti.

    İkisi de birbirinden nefret etmişlerdi....

    Yazının Tamamı Okunmalı

    http://nabukednazar.blogspot.com/2011/01/halide-edib-acsndan-tehcir-ve-krm.html

    ReplyDelete
    Replies
    1. Halide Edip soykırımın farkındadır ve bundan tiksinecek kadar vicdanı vardır. Buna rağmen, vicdanını paranteze alıp, Millici hareketin propagandisti olur. İki üç yıl içinde yılar, derin bir hayal kırıklığına uğrar. ABD'ye kaçar, MK rejiminin can düşmanı olur. BUNA RAĞMEN, ABD'de yazdığı kitaplarında, alttan alta, soykırım inkarcılığının temellerini atar.

      Kudüs'te Cemal Paşa'nın kurduğu Ermeni yetimhanesinde en korkunç insanlık trajedilerine tanık olmuş bir kadın, Ateşten Gömlek'te gözlerini yumup, "Ermenilere verilmiş yetim Türk kızları" müptezelliğine sığınır.

      Neden?

      Sanırım bilincinin üst kademesinde Robert Kolej'de edinilmiş sağlam bir vicdani muhakeme var. Fakat alttan alta Türk/İslam kimliği (etnik sadakat) yüreğini sıkıştırır. "Peki ya BİZ ne olacağız" çığlığı diğer sesleri bastırır.

      Delete
    2. Kurtuluş Savasini eksik yorumluyorsunuz. Yunanlarin anadolu'da yaptigo zulumler inter-allied raporlarda bile gecer. Ayrica ingilizler de bu isgali destekledi catisma bile oldu izmitte

      Delete
  7. AHMED HAŞİM'DEN HALİDE EDİP'E:《 Der Zor’da Ermeniler ölürken ne yaptınız? 》

    Halide Edib Hanımefendiye,

    Geçenlerde Vakit gazetesiyle bir makale neşretmiştiniz. Bir zamandan beri âdet olduğu üzere merhametten, insaniyetten bahseden bir makale, okuyanlar içinde bu günün vekâyi‘ini, dünün vekâyi‘i ile kıyas ettikten sonra hayatın eşkâlini sıralayan ve böylece, yapılan bir işten, söylenen bir sözden umumi bir mana çıkarmakla meşgul kimseler bulunabileceğini hatırlamadınız mı? Karşınızda mazinin günlerine doğru feci aynalar tutan hafızayı unutmuş görünüyorsunuz. Vakit’teki makalenizde, Ermeni kıtâlinden bahsediyorsunuz. Ve ağır, vakur, itabkâr bir sesle bir kürsünün bâlâsından bu işin şenâ‘atini ilan ediyorsunuz. Ne iyi! Bu halinizle bir kanlı ovanın ufku üzerinde yükselen beyaz şefkate ne kadar benzeyecektiniz, eğer bu sesiniz bütün seslerin sustuğu ve insan boğazlarından akan son kırmızı ırmakların gâib olmak üzere topraklara doğru koşup gittiği sırada, bugün gibi işitilmiş olaydı! Fakat siz, o sırada başka bir mezbahayı seyre gitmiştiniz.

    Paşanız sizi dumanlı ve parıltılı otomobillerle Neron eğlencesini seyri için, Suriye’ye davet etmişti. O zaman ben Konya’da idim. Sizi, hemşehrilerinizi, maiyetinizi ve sırmalı genç mihmandarlarınızı [gazete okunamıyor] orada tesadüf etmiştim. Ve hatta bir Afrika’ya giden misyonerler gibi gururlu ve bir düğüne gidenler gibi süslüydünüz ve neşeliydiniz. Filhakika, öldürülecek akıllı insanların kafasına bir tehlike hissetmeden ve titremeden girilmez. Fakat siz biliyordunuz kii, niçün tehlikelerin eli ve ayağı sımsıkı bağlattırılmış ve ürkmemeniz için (çünkü Paşa Galant’tır, çünkü siz kadınsınız) masum yüzlerin ızdırabını cebren tebessüme kalb edilmiştir.

    O sırada Suriye’de insanlar öldürülüyordu. Paşa’nın askerleri, insanları bağlıyor, mahkemeleri bunları mahkûm ediyor ve cellatları bunları asıyor, genç kâtipleri altın kalemlerle vekâyi‘i kasideler hâline koyuyor ve Paşa, memnun, mağrur, maktullerin yetimlerine verdirdiği ziyafetlerde sarhoş olup sakalı içinde sızarak hülyalarını kızıl gözlerle dumanlar içinde seyre dalıyordu.

    Siz o zaman orada ne yapıyordunuz? Demişlerdi ki, birlikte götürdüğünüz bir alaya çoluk çocukla siz Suriye’yi ……. ye gitmiştiniz biz buna gülmüştük. Mamafih Paşa’dan sonra bir gün bile duramayarak aynı maiyetinizle oralardan firarınız, almış olduğunuz vazifenin pek insani bir şey olduğuna sizin inanmadığınıza bir delildir. Hanımefendi, Paşa Türklüğü bir Molok [Moloch] gibi insan cesetleriyle beslerken sizi yardıma çağırmıştı. İstiyordum ki masum bir ırk namına diğer masum bir ırk üzerinde yaktığı bu ateşler sönmeden, anlaştıklarının gözü, onları seyrederek bir dakika için parlasın. Oraya gittiniz ve isyan ile dönecek yerde veyahut o kâtil eli tutup bugünkü sesinizle onu tevkif edecek yerde, durdunuz ve bir ümidin tulû‘unu seyreder gibi o kanlı gurûbları bir sene seyrettiniz.

    Ermenilere dair yazdıklarınızın ve yazacaklarınızın bir kıymeti olmak için Suriye’de Arapların öldürüldüğü günlerde Suriyeli annelerin, hemşîrelerin, zevce ve ma‘şûkaların gizlice altında ağladıkları nâmütenahi damlara nazır, mutantan otel teraselerinde, yeşil portakal yaprakları kokan Suriye gecelerinde, sizin gülmemiş olmanız lazım gelirdi. Vakit’teki makalenize nazaran bir çift beyaz melek kanadına pek hevâhişger olduğunuz anlaşılıyor. Fakat istikbâlin muhayyilesi size mavi bir …… gecesinde, içinde insan kemiklerinin kaynadığı bir kazanı karıştırmakla meşgul sakallı bir sihirbaz ile birlikte göstermez ise, size ne mutlu, hanımefendi geçen dört senenin işleri hesap edilirken sizi maalesef Vakit namına söz söylemekten men eden hayatınızda bir Suriye var. Bir Suriye ki, rakkaselerini ve şampanyalarının lezzetini Cibali imamının oğlu hâlâ unutamıyor.

    [Ahmed Hâşim,Yeni İstanbul, 9 Teşrin-i Sani 1334/1918, s. 4, No: 4]

    ReplyDelete
    Replies
    1. Kesin bilmem ama burada son cümlede adı verilmeden zikredilen kişi Falih Rıfkı olması gerek Babasının Cibali Camiinde imam olduğunu önceden duydum

      Kitabının 1932deki ilk baskısında Halide Edip 'Yahudi edebiyatı yapıyor' demiş, sonraki baskılarda o cümleyi değiştirmiş

      agos.com.tr/tr/yazi/19855/zeytindagindan-ates-ve-gunese Bilgehan Uçak adlı bir arkadaşın Falih Rıfkının kitabını incelediği yazıda eski baskısıyla karşılaştırdı

      Delete
  8. Sevan Bey,
    Bu ülkenin geleceği işte o Rum ve Ermenilerin mallarına göz dikilip te yüzlerce yıldır yaşadıkları topraklardan sürüldüğünde çalınmış. Değil yüz küsür yıl bu olguyla yüzleşmeden binlerce yıl geçse bile bu topraklar abad olmaz artık. Onların ahı üzerimizden hiç bir zaman gitmeyecek.

    Çok merak ettiğim bir şey var Amerika'daki günlerinizde William
    Saroyan ile tanışma fırsatınız olmuş muydu?
    Saygılar.

    ReplyDelete
  9. Net sonuçlarınızdan birincisine kısmen katılıyorum tasfiye amaçlanmıştır ama tasfiye planı katliamdan ziyade sürgün ve iskan üzerine şekillenmiş gibi gözüküyor. Yani planın nihai amacı Anasır-ı İslam grupları içerisinde kapalı alanlara sıkışmış küçük ve parçalı gayri-müslim cemiyetler gibi.

    İkincisi problemli. Milli Mücadele'nin "Ermeni" meselesi zaten 1920 sonunda kapandı. Sonra yaşanan gelişmeler rötuşlardan ibaret.

    Ana mesele elbette İzmir'in işgali ve Batı Trakya'nın elden çıkması, Yunanistan'ın Anadolu'ya sarkmasıydı. Balkan travmasının ardından Selanik şehrinin bir kopyası olan İzmir'in işgali kabul edilebilir bir şey olamaz. O propagandanın şiddeti anlaşılır bir durum. İnsanlar memleketlerinden oldular. Komutanların büyük bölümü Balkan kökenli, hemen hemen hepsi Selanik ve Manastır'da yetişti.

    Balkan kökenli askerler, İttihatçılar ve Sefarad Yahudileri için savaşın gidişatı ve sonuçları ağır yıkıma neden oldu.

    Yani mesele kafaya takılmış Rumlar meselesi değil. 1917 Selanik yangını hiç şüphesiz Selanik'te Müslümanlarının ve Yahudilerinin tasfiyesini amaçlıyordu ve başarılı oldu.

    Milli Mücadele'nin arkasında yatan temel motivasyonda ben bu travmaları görüyorum. Hadi Rumları tasfiye edelim veya bu amaç ile bir mücadele yürütelim bence bu sizin Ermeni kimliği üzerinden yola çıkarak vardığınız sonuçlar entelektüel birikiminizden ziyade kimlik güdümlü yargılarınız.

    ReplyDelete
  10. Sevan hocam, unutma meselesi ile ilgili bir dizi film (şahsiyet) dolayımında yazılmış bir makaleyi istifadenize sunuyorum.

    Fırat Mollaer, Bir Türkiye Alegorisi: Şahsiyet Dizisi Üzerine

    http://www.birikimdergisi.com/guncel-yazilar/9063/bir-turkiye-alegorisi-sahsiyet-dizisi-uzerine

    ReplyDelete
  11. Merhabalar.
    "O yıllarda sosyalist hareketin içinde (daha doğrusu kenarında) idim, ABD’de Demokratik Türkiyeli Öğrenciler Derneği yönetimindeydim, bu mevzulardan söz etmek devrimci edebe aykırı sayılırdı." "Edebe aykırı" konusunda haklısınız zira Turkiyede önüne gelen sosyalistim yada demokkratım deme cüretine sahip. Fakat İbrahim Kaypakkaya Ermeni ve diger azınlık milletler tahlilinde sizin belirtmiş olduğunuz görüşleri ortaya koyduğu gibi daha derinlemesine incelediğini söyleyebilirim. Acaba siz sosyalist hareketin "kenarında" olduğunuz için mi bu kadar beklediz? Belkide asıl sorulması gereken siz hangi devrimcelerin "kenarında" idiniz?

    ReplyDelete
  12. This comment has been removed by the author.

    ReplyDelete
  13. Gündemde kalması gereken ve günlük tartışmalara meze edilmemesi gereken derin bir acı.
    Yalnız tarihle ilgili yazarken olaylarda teleolojik bir anlam arıyorsunuz . Tarihte sıklıkla olaylar; birbiriyle kesişmeyen etkenlerin başka olayların tetikleyicisi olma faktörü, rastlantısal durumlar, “human agency” faktörü gibi durumlardan etkilenirler.. İşin detayına indiğinizde 1915’de olaylar farklı bir şekilde cereyan edebilirdi. Fransız devriminin meyvesi milliyetçilik burada da meyve vermeye başlamıştı, toprak kaybıyla birlikte dönemin yöneticilerinde etnik olarak homojen bir ülke hayali vardı, daha önceki asırlarda da abartıldığı gibi öyle çok da büyük bir “hoşgörü” yoktu vs … Ama 1914’de Enver dışındaki ittihatçılarda Almanya ile birlikte savaşa girmeye dair körü körüne bir inanç yoktu. Tarafsız kalması daha olasılık dahilindeydi. Böyle bir ihtimalde de bu tarz bir kıyıma cüret edileceğini sanmıyorum.
    “Kurtuluş savaşının amacı şuydu” gibi bir kalıptan da kolay bahsedemeyiz. Muhtemelen tek bir sebep veya en temel sebep diye de bir yok. Zaten baktığınızdan dünya savaşından sonra sadece Türkiye’de değil başka bir çok ülkede de statüko değişimine karşı reaksiyoner hareketler oluştu. Macaristan’da Bela Kun ve sosyalist devrim çabaları, Almanya’da başarıya ulaşmayan darbe ve devrim teşebbüsleri, Arap ülkelerindeki isyanlar vs. gibi . Kolay değil asırlık bir düzen yıkılıyor. Bunun dışında beyin jimnastiği yapmak adına Kurtuluş Savaşı ile ilgili de onlarca “counter factual” senaryo çizilebilir
    Kısacası tarihsel olaylara çok de teleolojik bir anlam yüklememek gerekir. Bundan asıl faydayı, olayı sulandırmak isteyenler ve komplo teorisi esnafı sağlar. Örnek: “Nazilerin holokostu yapması sonucu Yahudilerde bağımsız bir anavatan fikri doğdu ve 1948’de İsrail kuruldu. Demek ki holokostun arkasında bir takım karanlık Siyonist odaklar vardı.”

    ReplyDelete
  14. Turkler neden kabul etmiyor?

    Zira dar bir çerçeveden bakıyorsunuz.

    Olan bitene zaman ve cografya olarak "dogru olcekte ve kronolojide" bakınca "gercek" ortaya çıkıyor.......

    1915'ten önce Hiristiyanlar Muslumanları kafkasya ve balkanlardan Anadolu'ya sürdü.

    1915'te ise Müslümanlar Hiristiyanları Anadolu'dan sürdü.....

    Olan biten aslında bir "din savaşıydı"......

    Peki kim kabahatli?

    Basit bir sokak kavgasında bile ilk yumruğu kimin attığına yani kronolojiye bakılır.....

    Ve kronolojiye bakarsak hiristiyanlar kabahatli.........................

    Zira etnik temizliği / soykırımı ilk "hiristiyanlar" başlatmış..................

    Ama ilk "kimin başlattığının" önemi yok.........

    Zira kronolojiyi en başa kadar götürünce insan türünün doğadaki "en alçak", "en namussuz", "en aşağılık", "en zalim", "en yıkıcı" ve hiç şüphesiz "ortadan kaldırılması gereken" "iğrenç bir anomali" olduğu ortaya çıkar.

    Not : "Bu iğrenç anomaliyi" ortadan kaldıraracak bir virüsün nasıl yaratılabileceğine dair "bazı fikirlerim" var : Mesela kuluçka süresini "uzun" tutmak lazımki "önce herkeze bulaşsın" ve salgın farkedildiğinde "çok geç" olsun. Tabi buda yetmez virüsün çok farklı şekillerde yayılıp çok farklı şekillerde öldürmesi ve grip gibi sürekli mutasyona uğraması lazım. Böylece "virüse dayanıklı taşıyıcılar sorunuda" çözülür. Bu ilk darbe öylesine etkili olurki geriye çok dağınık bir şekilde yaşayan çok çok az insan kalır. Sonra planın ikinci aşaması başlar : Virüs çok hızlı üreyip heryere aktive edilmeyi bekleyen ve çok uzun yıllar sağlam kalacak virüsçükler saçmalı. Böylece "bir şekilde" ilk darbeden kurtulanlarda zamanla ölür ve en sonunda geriye kimse kalmaz. Yani virüsün "çok iyi ayarlanmış bir süper melez" olması lazım. Tabi sponsora ihtiyacım var zira böyle bir virüsü yaratmak için baya güçlü bir "süper bilgisayara" ihtiyaç var.........................................

    ReplyDelete
    Replies
    1. "Üç. Soykırım olayını 1915’e, hatta 1895 sonrasına odaklanarak anlamak mümkün değildir. Arkadaki yüzlerce yıllık aşağılama, zulüm, talan ve katliam geçmişini bilmeden ne olayları, ne de tarafların psikolojisini anlayabilirsin. Soykırımı anlamak için önce fetih olgusunu iyice kavraman gerekir."

      ?

      Delete
    2. Sağol dostum benimde okuma yazmam yoktu zaten... :)

      Fetih ve aşağılama konusuna ise "boşu boşuna" girmeyelim....

      Zira 1915'te "gezegenin üçte ikisi" hiristiyan vede beyaz Avrupa'lılar tarafından fethedilmişti.......

      Beyaz hirstiyan değilsen "insan bile sayılmıyordun"....

      Elbette Osmanlı'dada hiristiyanlar aşağılanıyordu....

      Peki Osmanlı'da hiristiyanları aşağılanmadan kurtaran kimdi?

      Elbette ittihatçılardı........

      İttihatçılar 1908'de bütün Osmanlı halklarını "neredeyse tamamen" eşit yapıp aşağılanmadan kurtardı.......

      Peki sonra ne olduda başta ermenilerle çok iyi geçinen ittihatçılar "böylesine" değişti?

      Onları "böylesine" değiştiren neydi?

      1912'de ne oldu?

      Ben muhacirim....

      Dedem balkan harbinde canını kurtarmak için Bulgaristan'dan "tası tarağı bile toplayamadan" Anadolu'ya kaçmış......

      Van'ı nüfusun sadece üçte biri ermeni olmasına rağmen Ermenistan'ın başkenti yapmak isteyen "çılgınlar" ne olacak peki????????

      Bu çılgınlar bir avuç muydu?

      Maalesef değillerdi.

      O kadar ki Ermenistan hala Van'ı kendi toprağı sayıyor...........

      Resmen "delilik" bu....................

      Nedenler vede sonuçlar..................

      Maalesef "evrensel bir kural" bu........

      İyi günler.......................

      Delete
    3. 730'lu yıllarda, doğuda Çin, batıda Fransa, kuzeyde Anadolu ve Kafkas, güneyde Sudan sınırlarına kadar olan yerler - artık dünyanın "kaçta kaçı"ysa - Müslüman Araplar tarafından fethedilMEmişti.

      Tıpkı 1600'lere gelindiğinde dünyanın aynı "bilmemkaçta bilmemkaçı"nı fethedeMEyen Müslüman Türkler gibi.

      Tabii unutmadan, 1915'ten önceki Balkan-Kafkas süreci de 1683'teki bir atağın "karşı atağı" DEĞİLdi zaten.

      Gerçekten de, ilk "kimin başlattığının" önemi YOKmuş, değil mi?

      Delete
    4. Doğru "anlamışsın" dostum..

      Kimin başlattığının önemi yok.

      Ermeni tehciri / katliamı / soykırımı vs.vs.yide "ilk kimin başlattığının" önemi yok......

      Zira bütün tarihi olayların "derin" ve "karmakarışık" bir "altyapısı" var.

      "Ilk başlatan" diye bir şey yok....

      1915'in nedeni 1912'dir.

      1912'nin nedeni 1683'tir.

      1683'ün nedeni 730'dur.

      .....................

      Böyle en başa kadar gideriz...

      Vede elimizde sadece "insan" kalır.....

      İyi günler

      Delete
    5. Siz "anlamamışsınız" ama.

      Her şeyin başlangıcının kökü aynı "başlangıca" gitse de bazı "başlangıç"lar diğerlerinin cezası olamaz.

      Balkan-Kafkas müslümanları 1683'de bir evi soymaya kalktılar. O evin sahipleri olan gayrimüslimler de bu hırsızları kendi evlerine kadar kovaladılar. Olay budur.

      Bu olayla bir ilgileri olmayan Ermeni gayrimüslimlerin evini soyan hırsızların durumu neye benziyor?

      Mesela şuna: Ben size bir tokat attım, siz de bu tokatın acısını çıkartmak için başkasına tokat attınız ve "ilk tokatı kimin attığının bir önemi yoktur" dediniz.

      Eğer sözkonusu bu Balkan-Kafkas müslümanlarının 1915'de "karşı atağa" geçmeleri sonucunda bugün "Viyana tehciri/soykırımı" diye bir şeyi tartışsaydık o zaman söylediklerinizin bir anlamı olabilirdi. Üstelik o bile bir yere kadar.

      Hem 730'lardan önce Vizigotlar, Berberiler, Urumlar, Acemler ve Türkler Mekke ve Medine'yi yağmalayıp Kabe'yi mi yıkmışlar da sonra müslümanlar bunun intikamını almış?

      Delete
    6. Şunu da eklemeli ki olaya sadece bir "din (veya mezhep) savaşı" olarak bakmak yanlıştır. Din/mezhep farklılıkları çok önemli (hatta en önemli) bir etken olsa da.

      Yoksa 1683'te ve hatta sonrasında müslümanlarla birlikte ortak düşmana saldıran "gayrimüslim Macarları" nereye koyabiliriz?

      Ya da ikisi de Şii çoğunluğa sahip olan Irak ile İran'ın savaşını? Her ne kadar o zamanlar iktidarda Sünni Saddam/Baas rejimi olsa da.

      Gerçi o rejimde Şii bürokratların da olduğunu düşündüğümüzde ona bile "Sünni" dememiz ne kadar doğru tartışılır.

      Kemalist rejime "Sünni" demek kadar doğru olabilir mesela.

      Delete
    7. Valla 730'da ne olduğunu "araştırmadım" bile.

      Ama şunu söyleyebilirim.

      1912 olmasaydı 1915'te olmazdı.

      Neden mi?

      Zira ittihatçılar 1912'ye kadar Anadolu'daki gayrimüslimlere "hiçbirşey" yapmıyor.

      Milliyetçi ermenilerin Kafkasya'dan müslümanları temizlemiş Rus prdusuyla işbirliği yapmış olmasıda işin "biberi" olmuş "maalesef"..

      Nedenler vede sonuçlar....

      Nedenler önemsiz diyebilirsiniz

      Ama nedenler olmadan "olayı" anlayamayız......

      Ve olayı anlayamayıncada elimizde sadece "kartondan yapılmış kötü adamlar" kalır.....

      İyi günler

      Delete
    8. Evet.

      Yahudilere yapılanları yapan Naziler ve Filistinlilere yapılanları yapan Siyonistler gibi, Ermenilere - ve sonra Dersimlilere - yapılanları yapanları da "karton kötü adamlar" gibi göstermek yanlıştır.

      Bu nedenle, kutsal vatanımızı (maaş karşılığı değil babalarının hayrına bedavaya, veya zorunlu askerlik olmadan gönüllü olarak) koruyan kahraman Mehmetçiklerimizin şehadet şerbeti içerek cennete gitmelerine vesile olan (ve bu sayede bir sevap işleyen) "siyah pelerinli kötü adamlar"a, yani "hain - bölücü - sünnetsiz - laikçi - zerdüşt - alisizalevi - ateist - komünist - emperyalistmaşası" terörist şeytanlara "karton kötü adam" elbisesi giydirilmesi yanlışına artık bir son verilmelidir.

      Delete
    9. Nazilerin kabinesinde yahudi bakan var mıydı / olabilir miydi?

      İttihatçıların kabinesinde ise ermeni bakan vardı.

      Yani "iki farklı şeyden" bahsediyoruz.....

      İyi günler

      Delete
    10. Çok zeki bir şey söylediğinizi sanıyorsunuz. Yüzünüzdeki zafer gülücüğünün görür gibiyim. Bozmak istemezdim. Pardon.

      1. Almanya nüfusunda Yahudi oranı yüzde 0,7 idi - yani 68 milyonda 500 bin. Türkiye nüfusunda Ermeni oranı yüzde 11 ila 13 idi.

      2. Osmanlı Avrupa'ya muhtaçtı. 1860'lardan sonra her kabineye bir iki göstermelik gayrimüslim bakan soktuysa onların zoruyla soktu.

      3. İ-T iktidarını pekiştirip etnik tasfiye politikasına giriştiği 1913'ten sonra kabineye Ermeni bakan almadı.

      Delete
    11. 1 ) Nazilerden önce Almanya'da Yahudi bakan vardı. Zaten Almanya'da Yahudilerin oranı %20 olsaydı ne değişecekti? Nazilerin kabinesinde Yahudi bakan olmasını sağlayacak mıydı bu?

      2 ) Avrupa'nın Osmanlı'daki gayrimüslimleri umursamadığını sadece Anadolu'yu sömürmek için bir araç olarak gördüğünü Anadolu'yu savaşmadan terketmelerinden anlıyoruz....

      3 ) İT'nin etnik tasfiye politikasına girişmesinin nedeni iktidarını pekiştirmesi "değildir" Kafkasya ve Balkanlardaki etnik tasfiyedir...……

      İyi günler

      Delete
    12. Bir kez daha görüyoruz ki mevzu kavrayışsızlık ya da cehalet değil, ahlaki bir bozukluk. Her ne pahasına olursa olsun hatasını kabul etmeme; altta kalmamak için her türlü çarpıtmaya, olmadı çirkefliğe başvurma. Küçük yaştan alıştırılıyorlar buna. Dürüstlük kapasiyesini kaybediyorlar. Trafikte de kavga çıkarır bu, çünkü "pardon yanıldım" deme imkanı yok. Ne kadar haksızsa o kadar çok bağırıp üste çıkmayı ölüm kalım meselesi olarak görüyor çünkü. Alttan alırsa ezilmekten korkuyor. Dolayısıyla mantıkla arası yok, çünkü oyunu kurallarıyla oynasa alta düşme ihtimali var.

      Çok feci bir kişilik bozukluğu. Özellikle Türklerin az bir şey okumuş olanlarında dehşetli bir salgın hastalık.

      Delete
    13. Sayın Nişanyan,
      Yazılarınızda sık sık kullandığınız bazı temel kılavuz kavramlar var: okumuş olma, cehalet, eğitim, ahlak, ...
      Bu kavramları, tarih ve politik yaşamda vücuda gelmiş (nascent) değil, gökten zembille inmiş, soyut, bağlam dışı mefhumlar gibi ele alıyorsunuz.
      Az okumuş biri, polis veya kelli felli birine karşı korkusundan sesini bile çıkarmaz. Ben kendim okumuşa benzemediğim için, özellikle sınıf farkları ve görünüşün sonsuz hassas beyin antenleriyle ölçüldüğü Avrupa ve Türkiye'de, ne zaman bir sorun çıksa korkumdan sesimi kestim. ABD'de genellikle teamül hukuku hüküm sürdüğünden, haksız muamele durumlarda verin bir avukata uğraşsın. Hatta şansınız yaver giderse köşeyi bile dönersiniz.
      Dünya eğitim kurumları temelde meslek okulları, iş ve işçi bulma kurumları. Oradan çıkanlara okumuş demek için bin bir şahit gerekir. Sanırım siz medya izleyen, televizyon seyredip gazete okuyanlara okumuşlar diyorsunuz. Salt Türkiye değil, Avrupa ve ABD'de, tarihi bir yana bırak, son asırda dünyayı sarsan fikirleri ve fikirlerin sahiplerinin hakkında bilgisi olanlar sayısı üzerinde bir anket yapın, sonuç %0,0001'i aşmaz. Eğitim kurumlarının geleneksel meslek aktarmaları yerini almaları ile bilgilendirmeyi karıştırma çok daha dehşetli bir salgın hastalık. Daha da kötüsü var. Aydınlık Devri'nin veya Akıl Çağı'nın evrensellik vaadi tekbiçimlilikle sona erdi. Eğitimle eşitlik sağlama da fiyaskoyla sona erdi: Eğitim kurumları hiyerarşi üretim fabrikaları oldular.
      Ben biraz daha ileri gidip bilgi niteliğinin, bilme ile anlama arasındaki farkların da çok önemli olduğunu savunurum.
      Türkler çok modern bilim ve teknik düşkünleri olduğundan o alandan bir örnek vereyim. Herkes nesnelerin düştüğünü biliyordu, "anlayan" Newton, laik tanrılar panteonunda.
      Anlamalar arasında da farklar var. Çok sevdiğim bir şair İngilizlere "Newton size güneş dünyayı çektiği için etrafında döndüğünü söyledi, ben dünyayı itekleyen melekler kanatlarını çırptıkları için dönüyor diyorum" dedi.
      Bence, bilenler arasında anlamayanlar oranı, bilmeden anlayanlar arasındaki orandan yüksek.
      Aşağıdaki E. P. Thompson'ın 'The Romantics' adlı kitabından.
      'You know,’ (Paul) said to his mother, ‘I don’t want to belong to the well-to-do middle class. I like my common people best. I belong to the common people.’
      ‘But if anyone else said so, my son, wouldn’t you be in a tear. You know you consider yourself equal to any gentleman.’
      ‘In myself,’ he answered, ‘not in my class or my education or my manners. But in myself I am.’
      ‘Very well, then. Then why talk about the common people?’
      ‘Because - the difference between people isn’t in their class, but in themselves. Only from the middle classes one gets ideas, and from the common people - life itself, warmth. You feel their hates and loves.’

      Delete
  15. 1 bu kadar yazıdan anladığım tunceliler aslınız ermrni olabilir
    2 1800 li yılların sonu 1900 lerin başı orta doğu balkanlar kafkaslsrda herkes müslümanlara karşı pek bi sevecen davranırken sadece türkler ermenilere katlıyam yapmış
    3 balkanlarda kafkaslarda arnavut boşnak çerkez karadeniz bölgesinde ne kadar türk müslüman katlıyama uğramış bunlara gerek yok
    4 yukarıda geçenler 100 yıllık oldu da dün bosnada ırakta afganistanda yaşananları görmedik duymadık ama pardon onları türkler yapmadı sayılmazlar zaten
    5 buradaki yorumlara bazı yorumcuların evet yahu vay bu türkler işte böyle diye alkış tutması düşüncesiz kabul etmesi bilgi dağarcıklarının kapasitesi ile ne kadar alakalı kendileri anlar her halde
    6 1.ve 2. dünya savaşını çıkarıp milyonlarca avrupalı katlıyamıda kesin türklerin planıdır
    7 amerikan kızıl derilelinin ve afrikalıların
    başınada zaten hiç bişey gelmemiştir zaten onlarda birer hayl ürğnüdür onuda türkler uydurmuştur
    8 sonu gelmez anlatmala hiç bitmez umarım biraz katkıda bulunabildim

    ReplyDelete
    Replies
    1. 1-bu kadar yazıdan sadece bu cümleyi anlamak!!!

      2-bilmem nerde kim bilmem kime kötü davrandı diye senin de başkalarına kötü davranma hakkın yok

      3-gerek yok diyen oldu mu acaba???

      4-2.maddede yazdığımı bir daha oku!

      5-her halde diye yazılmaz herhalde diye yazılır!

      6.7-(sıkıldım bari ikisine beraber cevap vereyim)avrupadan girip kızılderililerden çıkmak büyük başarı!

      Delete
    2. Kastettiğimiz cehalet ve inkar batağı işte bu. Bunların borusunun öttüğü bir ülkede medeni bir insan nasıl yaşayabilir?

      Delete
  16. Rus, Çerkez'e Abhaz'a; Sırp, Yunan Bulgar, Türk'e, Arnavut'a. En son Türk, Cerkes, Kürt; Anadolu'da kalan tum ortodokslara.. Bu döngüyü kimlikler üzerinden tartisarak kiramayacagimiza ne zaman uyanacagiz?

    ReplyDelete
  17. 1. Kimsenin bir şey inkâr ettiği yok. Hiç bir zaman da olmadı. Cahil de değiliz. Benim babam Gedikpaşalı. Eski Ermeni mahallesi. Ben Ondan duydum. Başkaları da kendi atasından, dedesinden bir şeyler duydu. İçlerinde hasbelkader Maraşlı, Kayserili falan varsa, birlikte içki içtiğin o Susurluk tetikçileri dahi duymuşlardır. Devlet tabii ki sağır fili oynayacak. Ne desin pardon? Üzerinden bir asır geçmiş felaket için, ‘Mülklerine el konmuştu ama devir değişti. Vârisleri gelsin, iade edelim hepsini; veya 26 milyar Dolar tazminat ödeyelim’ mi diyecek? Bunu beklemek değil mi, asıl riyâkarlık? S…miş g…n davası olur mu? Böyle bir naiflik dünyanın neresinde var? Kafkasya ve Balkan’dan açlık ve sefalet içinde tehcir edilen, yarısı yollarda telef olmuş beş milyon insan için Türkiye’ye tek bir delikli kuruş ödendi mi? Her boka Ermenilerin penceresinden bakmak mı dürüstlük? Sırf Türkiye’yi AB’nden uzak tutmak ve kendi kirli geçmişlerini maskelemek amacıyla –gerçekte- zerre kadar s….lemedikleri Ermeniler için Meclis’lerinden Soykırım tasarıları geçirip, sonra da fukara Ermenistan vatandaşlarına Gabonlular gibi vize koymaktan daha utanmazca bir riyâkarlık gördün mü sen ömründe?

    Ayrıca ‘başkalarının kötülük yapması, sana kötülük yapma hakkı vermez’ gibi naif, çocukça demagojilerin arkasına saklanmak, ‘Ermenileri konuşacaksak, başkalarını da konuşalım’ diyen herkese cahil ve münkir yaftası yapıştırmak sorunu çözüyor mu? Yani senin duymak istediğin nedir? 1915’te Ermeniler tabii ki sürüldü. Stratejik olarak yanlış bir karar değildi üstelik, ve dediğin gibi, bir nüfus hareketi olarak planlanan şey başıbozuk çete hareketleri, mal hırsı v.b. sebeplerle çığrından çıktı, (beş katına kadar şişirilen rakamlar ölçeğinde olmasa da) fâciaya dönüştü. ‘Böyle bir şey oldu. Çok acı bir hadiseydi, keşke olmasaydı; ama bunun arka planında şöyle şeyler de oldu’ denmesi niye bu kadar zoruna gidiyor?

    ReplyDelete
    Replies
    1. Vicdan sahibi olupda biz Homo Sapien'lerin vahsiligine kederlenmemek mumkun degil. Maalesef sizin goruslerinizi de son analizde Gwynne Dyer'in "Turkish ‘falsifiers’ and Armenian ‘deceivers’: historiography and the Armenian massacres" perspektifinde degerlendirmek gerekiyor.

      Delete
  18. 2. Ayrıca yukarıda Yahudiler Alman nüfusunun şu kadarıydı, Ermeniler bu kadarı diye bilgiçlik taslamışsın. Oran ne olursa olsun, Alman State Apparatus içinde Yahudiler için kılını kıpırdatan tek bir Allah’ın kulu bile var mıydı? Alman halkı bizzat ihbar etti kendi komşularını ve Onları saklayanları. 1915’in koşulları aynı mı? Devletin başı sıfatıyla Halife Sultan’ın ve Sadrazamın olup bitenlerden haberleri bile yok. Enver’in haberi varsa da dahli yok. Cemal tamamen karşı. Ayrıca kafileleri ellerinden geldiği kadar korumaya çalışan, çocukları, yetimleri evlat edinen, kızları evlendiren, zâbitler, mutasarrıflar, binlerce halk düşünüldüğünde, Osmanlı’yı Nazilerle aynı kefeye koymak komik olmuyor mu? Naziler Yahudi kızlarını oğullarıyla mı evlendirdi? Kaldı ki 1917’de Bolşevik İhtilali patlak vermese de Rusya galiplerin safında yer alsa, ne Doğu’da, ne de Ege’de bir tane Müslüman bırakılacak mıydı? Seninkiler Karabağ’da bıraktı mı? Bir zamanlar, sen de harap haldeki bir kasabada, bir takım ev ve arazileri köylünün elinden üç kuruşa kapatıp, zengin olmadın mı? Köylüleri Suriye’ye sürmemiş olman, bu kapitalist uyanıklığa incelik mi katıyor?

    Riyakârlık nedir biliyor musun? Herşey olup bittikten yüz yıl sonra insanlara bu konuyla ilgili ısrarla bir çeşit suçluluk duygusu, bir aşağılık kompleksi aşılamaya çalışmaktır. Türkiye hatalarının bedelini ödedi kardeşim. Bu hesaplar karşılıklı olarak fazlasıyla görüldü. Hem siyaseten, 1921 Kars anlaşmasıyla, hem de maddeten ve ahlâken. En iyisi başka mevzularda riyâkarlık yazıları yaz. Ve Türkiye’yi kendi koşullarıyla, eski Osmanlı coğrafyası ülkeleriyle mukayese ederek yaz. Aksi tavra sübjektif tavır denir. Nokta.

    Not : İbnülemin bu ülkenin tek gerçek aristokratıydı tespitine gülmekle ağlamak arasında kararsız kaldım. Zira o adam, doğru düzgün Türkçe konuşmayı (ve özellikle yazmayı) dahi zûl sayan ve alıştığı, bildiği dünyanın yıkılmasından sadece Atatürk’ü sorumlu tutan, zavallı bir kalem kâtibinden başka bir şey değildi. Velînimeti Küçük Said Paşa aleyhinde atıp tutmaktan bile utanmayan g..boklu bir saray uşağı. Sevimsiz, ukalâ, bir çeşit early Murat Bardakçı tiplemesi. Böyle birine aristokrat dediğin için rahmetlik Neslişah Sultan, Ertuğrul Osman Efendi ve diğerleri mezarlarında ters dönmüş olmalılar.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Barış Bilen;

      Geçen yorumuma yazdığınız cevabı daha yeni okudum. Üstüne yeni yazdıklarınızı da eklesek yine bir şey değişmemiş. Lise tarih kitabındaki karalamalardan, ideoloji kurumlarından var gücüyle uğraştığı tahrip ve propagandadan haberdar değilmiş gibi "kimse inkar etmiyor" diyecek kadar kör olmak nedir? Bizzat resmi evraklar üzerinden en az 500.000 kişinin öldüğü belli iken "beş katına kadar şişirilen rakamlar" demenin kaynağı nedir? Nüfusun en üretken %15'inin din bahanesiyle 30 yıl boyunca yaşadığı acıları gerçekten "Onlar kazansaydı aynısını yapardı", "bak Bulgarlar da bunu yapıyordu" ile açıklamayı argüman mı zannediyorsunuz? Almanya'da kimsenin Yahudilerin yüzüne bakmadığını VARSAYMAKLA (eminin bunu da sırf torba dolsun diye yazmayı denediniz) Türkiye'de tersi olur, herkes komşusuna sahip çıkar millet yetimhane açar evine alır çıkarımını sağlıyor mu (bir de şöyle sorayım; Nazi Almanyasında Yahudi komşularına sahip çıkan bir Alman vatandaşı, veya Yahudi çocuklar için yetimhane açan bir Naziler, yapılanları aka çıkarır mı? Çünkü ikisinin de örnekleri bol bol mevcut.)? Her şeyden öte, Nişanyan ve çevresindeki nicelerin Şirince'de yaptığı o kadar emeğe sırf söyleyecek bir şey bulayım diye saldırmak nasıl bir ahlaksızlıktır? Sizce Şirince'deki kuleyle otel davalık diye mi soykırım yaşandı?

      Gerçekten yazdıklarınız okununca "Böyle bir şey oldu. Çok acı bir hadiseydi, keşke olmasaydı; ama bunun arka planında şöyle şeyler de oldu" gibi bir cümle çıktığına inanıyor musunuz? Ben söyleyeyim, ait olduğu kimliğin tarihinin karanlık bir meselesi ile yüzleşmekte zorlanan, bunun için bu sayfayı açan herkesi taşlayan ve o günün suçlarını temize çıkarmak için tüm insanlığı aşağılayan hınç dolu bir insan profili çıkıyor. İnkar edebilirsiniz, fakat "Türkiye hatalarının bedelini ödedi" (neyin bedeli ve neydi bedel?) sözünüz zorunuza giden şeyin ne olduğunu gayet iyi gösteriyor. Bu forumda işin arka planında olan şeyler defalarca tartışmaya açıldı, tazminat ve özür tarzı hareketlerin de gerekliliği üzerine bu yazıda herhangi bir şey söylenmemiş, ama bildiğim kadarıyla aklı başında herhangi kimsenin de böyle bir şey beklediği de yok.

      Sorun şu; bu ülke 100 yıl önce yaşanan meselelere gebe olan tüm problemleri hala içinde barındırıyor ve bir şekilde topluma yansıyor. Bunun düzgün bir şekilde tartışılmasını sağlamak sizin gibi tepkilerle gelen insanlar yüzünden mümkün değil. Kolektif bir ideoloji adına girişilen bir suçun varlığını göstermekle kimse size saldırmıyor. Bu yüzden konuyla alakalı her yorumunuzda tekrar eden bu göze-gözcülük ve mızmızlığı kısa sürede bırakmanız sizin için iyi olacak.

      Delete
    2. Eski yorumunuza cevap olarak: Kendimi ifade edecek kadar Rusça biliyorum, Rus müfredatını üvey kuzenim ve üniversitede modern tarih dersi aldığım hocam sayesinde inceleyebildim. Bulgaristan'ın eğitim sistemini de en azından göçmen bir arkadaşımın ailesiyle tartışmıştım. Eski Sovyetler ve Rusya'da modern tarih konuları lise döneminde başlıyor. Sovyet kitapları döneminin sonucu ağır ideolojik bias'a sahip doğal olarak, günümüz kitaplarında hala dersler "ekonomi savaşı" gibi işleniyor, fakat Türkiye'deki tarih derslerindeki gibi tarihi olay zincirleri ezberi yok, bütün dünya kültürünü tapulama arzusu yok, şimdiki müfredatlarında Türkiye'deki ile kıyaslanabilecek bir inkarcılık da yok. Yakın tarihte yaşanan pislikleri tartışacak ortam da en azından üniversitelerde ve araştırma kurumlarında sağlanıyor.

      İlk paragrafınızı es geçmedim, isterseniz onun için de konuşalım. Sadece millet kendine kimlik edinsin diye bir avuç kafasız sosyopata böyle değer biçilmesinin anlamı yok. Siz veya başkası olmayabilir, ama aynı eğitimden geçen onlarca insan bu şekilde "Irkçı ve Şoven" oluyor. Kaldı ki ben Balkanlar, Çeçenistan veya Gürcistan'da yaşananları inkar etmedim, sadece Rus tarih müfredatı Türkiye'ye nispetle daha objektif ve insancıl olduğunu, bunu sırf iş olsun diye ortaya attığınızı söyledim (hala aksi yönde somut bir önerme de duymadım).

      Son olarak, argüman kurmayı öğrenin. Eğer ortaya "what about Çeçen soykırımı, Balkanlar, Karabağ" diye atlarsanız, birileri de size 6-7 Eylül'ü, Dersim'i, askeri darbeleri, ÖSO'yu ve nicelerini hatırlatır, konuyu yine kıvırmaktan başka diyeceğiniz olmaz.

      Delete
    3. "tazminat ve özür tarzı hareketlerin de gerekliliği üzerine bu yazıda herhangi bir şey söylenmemiş, ama bildiğim kadarıyla aklı başında herhangi kimsenin de böyle bir şey beklediği de yok."

      Bu söylediğinize kendinizde inanıyor musunuz? Ermeni diasporası ve Hiristiyan ülkelerin parlementoları ne için uğraşıyor? Ayrıca Sevan Nişanyan eleştirilemez mi? Ne demek saldırmak? Sevan Nişanyan'da ittihatçılara saldırmasın ( eleştirmesin ) o zaman. Üstelik ittihatçılar kendilerini savunamaz ama Sevan Nişanyan savunabilir. Argümanların sefaleti konusuna ise hiç girmeyelim. Zira sizin argümanınız da pek öyle parlak değil : İttihatçılar ermenileri kesti. O dönemle ilgili yüzleşme böyle yapılamaz. Herşeyin içiçe geçtiği ve masum kimsenin olmadığı ( ermeni tarafıda dahil ) arapsaçı gibi bir dönemden bahsediyoruz. Osmanlı'da hiristiyan halklar Avrupa ile ticaret yaptıkları için milliyetçilikle / ırkçılıkla türklerden daha önce tanıştı diyerek başlayabiliriz mesela. Hiç bir olay sadece sonuçlara bakılarak değerlendirilemez. Nedenlerede bakmak lazım. En azından benim dediğim bu. Yani bu konuda farklı düşünüyoruz. Buda gayet doğal. Ama sizden farklı düşünenlere hakaret etmeye (Cahil, ahlaksız) hakkınız yok. Bu ne ya?

      Delete
  19. Bu garabet silsilesini defalarca okuduğum halde, maalesef demagoji, kıvırma ve entelektüel laf salatasınn ötesinde tek bir dişe dokunur argümana rastlayamadım. Anlayış ve kapasitenizin sınırlı olduğu varsayımıyla sekiz yaşında bir çocuğun anlayacağı düzeyde (ve son kez) özetliyorum.

    1. Sen derdini anlatacak kadar Rusça biliyorsan, ben de makale yazabilecek düzeyde Almanca, İngilizce ve okuduğumu anlayacak kadar da Flamanca ve İsveççe biliyorum. Rus eğitim sisteminin insancıl veya hayvancıl olması, neticeyi, yani hâlihazırda Rusya’nın doğal gaz ve silah dışında beş kuruşluk bir üretimi olmayan, s…tirik bir mafya diktatörlüğü olduğu gerçeğini değiştiriyor mu?
    2. Rusya’nın özellikle Ukrayna, Polonya, Kırım Tatar ve Kafkas halklarına karşı bir asır boyunca (üç-beş gün değil) işlediği insanlık suçları hangi lise tarih kitabında, ne detayda işleniyor? Kitap-Yayınevi ismi, sayfa numarası ve paragraf istiyorum. G…ten sallama palavralar değil.
    3. Ömer Seyfettin müfredatımızın temel direklerinden biri değil. Büyüklerinden dinlediği (ve hepsi gerçek olan) Kafkasya hikâyeleri üslubunu etkilemiş olabilir. Bu Onu sosyopat yapmaz. Esasen Hocanın asıl gıcık olduğu, halk nezdinde sevilmesidir.
    4. Ne tarih, ne de diğerleri okulda öğrenilmez. (Hoca da bu dediğime geldi zaten) Ayrıca bu tür konularda herkes öğrenmek istediği kadarını öğrenir.
    5. Tehcir meselesine dair içerlediğimiz şey, konunun ‘İttihat ve Terakki, yağmurlu bir günde ani bir zihin aydınlanmasıyla Ermenilerle bir arada yaşanamayacağına karar verdi ve Onları kesti’ modunda ele alınmasıdır.
    6. Osmanlı, Gayrımüslim unsurlarıyla ortak bir kimlik oluşturabilmek için hatırı sayılır ölçüde çaba sarfetti Bakmayın hocanın ‘Batı baskısıyla göstermelik bir kaç Nazır atadılar’ demesine. Yalandır. Asrın başında gayrımüslim nazır, sefir, müsteşar ve mutasarrıf sayısı yüzlerle ifade ediliyordu. (Üstelik bu geleneğin Paleolog Mesih Paşa’dan, Eflak Voyvodalarına kadar uzanan enteresan bir geçmişi de vardır ki, o ayrı konu.)
    7. Ne var ki Rumlar ve Ermeniler bizden daha eğitimli oldukları ve –Adsız beyin güzel ifadesiyle- milliyetçilik ve ırkçılığı bizden çok önce keşfettikleri için, Tanzimat ve Meşrutiyetin getirdiği laylaylom ortamını Türklerden kurtulma konusunda bir vasıta olarak kullanmaya kesin olarak kararlıydılar.
    8. 1915 Ermeni Tehcir’ini Almanların Yahudilere yaptığıyla aynı kefeye koymak ciddi bir vicdan ve ahlâk yoksunluğuna delâlet eder. Esasen bizzat hocanın kendisi, Rohingya krizine ilişkin yazısında, ‘Türkler bu işi, giderek daralan Hristiyan kuşatması altında yok olma korkusuyla yaptı’ diyerek gerçeği en yalın haliyle itiraf etmiştir.
    9. Bu söz, ‘Savaşı Ruslar(Ermeniler) kazansa tabii ki Onlar da Türkleri temizleyecekti’ veya ‘Son halkası Balkan Harbi faciası olan asırlık olaylar silsilesini anlamadan,Tehcir’i anlamaya imkân yoktur’ demenin Sevan’cası, günlerdir anlatmak için yırtındığımız ve sizin gibi kalın kafalıların da anlamamak için inat ettiği realitenin özeti gibidir.
    10. Hocayla yüz yüze gelsek, senden alacağım ‘Argüman kurma’ derslerinin de yardımıyla (!) kendisini bu acı hadiselerin tam bir ‘preemptive strike’, bir çeşit trajik, ilkel ama kaçınılmaz nefs-i müdaafa eylemi olduğuna bile ikna edermişim gibi geliyor.
    11. Son olarak mızmızlık yapmıyor, yalnızca gerçekleri dile getiriyorum. Mızmızlık yapmak istesem, adımla soyadımla yazmaz, bir takım gülünç mahlasların arkasına saklanırdım. Selam, BB

    ReplyDelete
    Replies
    1. Sevan Nişanyan'ın dedikleri (senin tabirinle) yalansa, sen ne takılıyorsun burada, neyini beğeniyorsun Sevan'ın? Siktiret madem yalancıysa!

      Delete
  20. This comment has been removed by the author.

    ReplyDelete
  21. Sevan Bey,

    Yazdıklarınızın bir bölümüne katılıyorum.
    Ancak Kurtuluş Savaşı'nın tek sebebinin Ermeni ve Rumları sürmek olduğunu iddia etmeniz biraz geldi bana. Sırf bunun için mi yapıldı bu savaş? Avrupa'da çoktan varolmuş olan ulus devletleri kurma hakkı yalnızca Avrupalıların mı? Alman, Fransız olup ulus devletini kurma hakkı sadece Avrupalıların mı? Türklere biraz geç gelmiş olabilir, ulus devletlerin günümüzdeki yeri tartışılabilir ancak Kurtuluş Savaşı 600 yıl koyun gibi yaşayan bir halkı yasalar nezdinde İNSAN saymaya başlayan yeni bir devletin oluşumunun ilk adımı olarak değerlendirilemez mi? Lütfen...
    Bu yorumunuzu ben de biraz Ermeni Kimliğinizin güdümünde buldum.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Yanılıyorsunuz Ahmet Bey. Türklerin ulus devlet kurma hakkını prensip olarak inkar eden yoktu. Ancak Dünya Savaşı galipleri, A) Türklerin ulus devletle yetinmeyip çevre ülkelerine bela olmaya devam etmesinden çekinmekteydiler, B) kısmen insani ve kısmen siyasi, hatta ikiyüzlü nedenlerle, ulusdevletleşme sürecinin içteki gayrimüslim unsurlara zarar vermeden gerçekleştirilmesini talep etmekteydiler. 1918-1922 yılları arasındaki müttefik işgalinin asli konuları bunlardır. BU problemleri çözmeye çalıştılar.

      Türkler ise, A) yumurta kırmadan omlet yapılamayacağını biliyorlardı. Bu noktada sanırım haklıydılar. B) Savaş yıllarında muazzam miktarda Rum ve Ermeni mülkü, parası, cariyesi ve kölesi edinmiş büyük bir mütegallibe kütlesi vardı ve içte siyasi erki ele geçirenler bunlardı. Savaş kaybedilince başlarına gelecek olanlardan (haklı olarak) korkuyorlardı. Erzurum ve Sivas kongrelerinin ve Ege'deki ismi unutturulan diğer Kuvayi Milliye kongrelerinin de hemen hemen tek konusu budur.

      "Direniş" İngilize veya Fransıza karşı örgütlenmedi. Güneyde Fransız şemsiyesi altında evlerine dönmeye kalkışan Ermenilere, Batıda Yunan şemsiyesi altında evlerine dönmeye (ya da evlerini terk etmemeye) çalışan Rumlara karşı örgütlendi. Öbür türlüsü zaten absürt olurdu. Baldırıçıplak Ankara ordusunun İngiliz veya Fransıza karşı bir haftadan fazla "direnemeyeceği" herkesin malumuydu.

      Delete
    2. O yıllardaki kongre sayısı galiba yirmiye yakın. Türkiye'deki Kemalist cepheden bunları anlatan belki Mütercimler hariç pek çıkmaz. Esasen Ankara'daki meclis de ilk başta bir kongre olarak toplanacaktı, çünkü asıl gaye Eskişehir'i Anadolu'da payitaht yapmaktı. Ancak "artık yeter, habire yeni kongreler toplamayalım" denip, Ankara'da mecis açılıyor. Zaten bir yıl sonra bazı Kuvayı Milliye saldırılarına karşılık olarak Yunan ordusu Eskişehir'i işgal ederek ve Polatlı ile Koçhisar tarafından Ankara'yı kuşatmaya çalışıyor. Eğer Ankara kaybedilseydi yeni payitahtın Kayseri olması planlanmıştı.

      Türkiye resmi tarihinde Mustafa Kemal'in iştirak ettiği üç kongre dışında diğerleri anlatılmaz. Anlatılmayan başka şeyler de var. Mesela Sivas kongresinde 1905 Kafkasya Azeri-Ermeni çatışmalarını ilk elden anlatan kitabıyla bilinen İtalyan casus Luigi Villari var. Erzurum kongresini tertip edenler Mustafa Kemal'i davet etmek istemiyorlar, Kazım Karabekir'in ısrarları neticesinde kabul ediliyor. Buna rağmen Mustafa Kemal'i istemeyen bazı Kürtler 500 atlıyla Bitlis'ten kendis###

      Delete
    3. İngilizler onca masraf yapıp koca bir donanma getirip o zamanki başkent İstanbul'u ve parlementoyu işgal etmiş. Siz hala savaş sadece Yunanlılara karşı verildi diyorsunuz. Söyledikleriniz hayatın doğal akışına aykırı. Elbette İngilizlerle "doğrudan" savaşılmadı. "Dolaylı" olarak savaşıldı. Yunan ordusu "sadece" iki tarafında kullandığı bir "aparattı". İngilizler yunan ordusunu direnişin gücünü test etmek için kullandı. Kemalistler ise Yunan ordusunu Anadolu'yu işgal eden İngiliz / Fransız / İtalyan vs.vs.'lere "direnmeye kararlıyız" mesajını vermek için kullandı. Kendi ülkelerinde devrim olmasından korkan savaş yorgunu halklarını yeni bir savaşa ikna edemeyecek olan "emperyalist güçler" bu mesajı alınca "tüydüler". Tabi SSCB faktörünüde atlayamayız. Kemalistlerin SSCB'ye yönelmesindende korktular. Baldırı çıplaklar meselesine gelince : Mesela Vietnam savaşı? Vietkong hepi topu 52 bin ABD askeri öldürebiliyor. ABD ordusu vietkong'u sayısız kez "ezip geçiyor". Ama savaşı sonuçta baldırı çıplak vietkong "kazanıyor". Zira Vietkong net bir mesaj veriyor : sonuna kadar direnmeye kararlıyız. ABD bu mesajı alıyor ve çekiliyor. Aslında "savaş" sadece bir mesajlaşma aracıdır. Biri "ben güçlüyüm" mesajını verir. Diğeri ise ben "direnmeye kararlıyım" mesajı verir. Yunan ordusu İngilizlerle Kemalistler arasındaki "mesajlaşma aracından" başka bir şey değildi...…..

      Delete
    4. Yanıldığınızı düşünüyorum. 1) İstanbul'u İngilizler işgal etmedi, İngiliz-Fransız-İtalyan müttefik gücü işgal etti. 2) Baştan beri işgalin kapsamı ve süresi belliydi. Barış antlaşması imzalanınca çekileceklerdi, nitekim çekildiler. 3) Şüpheiz savaş bir pazarlık aracıydı. Barış antlaşmasının şartlarını pazarlık ettiler. Ana konular a) tehcir edilen Rum ve Ermenilere tazminat ödenecek mi, veya yurtlarına dönmelerine izin verilecek mi, b) tehcir edilen Rumlara karşılık İzmir şehri verilecek mi, c) yeni Türk devletinde gayrimüslimlerin haklarını Avrupa devletleri koruyacak mı. Bunlardı mevzu. 4) Vietnam'la büyük bir fark var. Vietnam'ın aksine, 1919-22 savaşının hemen öncesinde İngilizler Türkiye ile savaştılar ve tarihte benzerine az rastlanır bir galibiyet kazandılar. İngilizler savaş yorgunuydu doğru, ama gene de Türkiye'nin elli ila yüz katı gibi bir askeri üstünlüğe sahipti. Ve Türkler İngilizlerden de beter yorgundu.

      Delete
    5. Hocam zaten barış anlaşması kemalistlerin ordularıyla Trakya'ya dayanmasıyla gündeme geldi zaten.

      Ve evet savaş yorgunluğu iki taraftada vardı ama malum müttefik kuvvetlerinde yaptığı "aptalca hatalarında" (Özellik Yunan ordusunu Anadolu'da bir maceraya göndermek, Sevr gibi komik birşeyi dayatmaya çalışmak) yardımıyla kemalistler halkı yeni bir savaş ikna edebildi.

      Müttefik kuvvetlerin ise büyük savaşın bitmesini kutlayan halklarını yeni bir savaşa ikna etmesi "çok zordu" vede devrimin ayak seslerini kendi ülkelerindede duyuyorlardı.

      Üstelik müttefik kuvvetlerin yegane derdi hiristiyan halkların haklarını korumaktı diyorsunuz fakat bende o zaman şu soruyu sormak zorunda kalırım :

      İngilizler Hindistan'ıda mı hiristiyanların haklarını korumak için işgal etmişti diye sorsam size haksızlık mı etmiş olurum?

      Veya Fransa Cezayir'i / Vietnam'ı vs.vs.?

      Yada ABD Irak'ı demokrasi götürmek için mi işgal etti?

      Her işgal için halkı ikna edecek "bir gerekçe keşfetmek" gerekir zaten.

      Vietnam savaşına gelince :

      Hocam ABD ordusu Vietkong ordusunu defalarca "ezip geçiyor".

      Vede uzun yıllar süren savaşta Vietkong hepi top 52 bin ABD askeri öldürebiliyor.

      Yani vietkong ordusu neredeyse "hiç varlık gösterememiş" desek abartmış olmayız.

      Peki ABD neden çekiliyor?

      Zira Vietkong net bir mesaj veriyor :

      "Siz çekilinceye kadar bu savaş bitmeyecek".

      Vietkong ordusunu "defalarca ezip geçmiş" "Muzaffer ABD ordusu" askeri bir yenilgi aldığı için değil bu mesaj ABD halkı, hükümeti vede belkide en önemlisi artık savaşmaktan bıktığı için subaylarını öldürmeye başlayan ABD ordusunun askerleri tarafından "net bir şekilde alındığı" için çekiliyor Vietnam'dan.

      Kemalistlerde işte yunan ordusu üstünden müttefik kuvvetlere "aynı mesajı" veriyor.

      Üstelik Kemalistler yanında "şu mesajıda" veriyor :

      Eğer bizi daha fazla zorlarsanız SSCB tarafına geçeriz.

      Kemalistlerin verdiği bu iki mesajıda "net bir şekilde alan" müttefik kuvvetler barış anlaşmasını imzalamaya "mecbur kalıyor"......

      İyi günler....

      Delete
    6. Barış antlaşması TBMM rejiminin Trakya'ya dayanmasıyla gündeme gelmedi. Kasım 1918'den itibaren gündemin tek konusuydu. Nisan-Mayıs 1919'da Paris konferansında Türkiye konuşuldu, yaz sonuna kadar antlaşmalar imzalanacak dendi, gazetelerde bu haber çıktı, sonra bilinmeyen bir nedenle antlaşma çıkmaz ayın son gününe ertelendi. Bence bütün o sürecin en büyük muamması bu erteleme olayıdır.

      Almanya, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan'ı da aynı günlerde işgal ettiler; antlaşmalar imzalanınca çekildiler.

      1919 yazında ya da 1922 Eylülünde İngilizlerin kendi kamuoylarını savaşa ikna etmesi zordu, doğru. Ama Kasım 1918'de hiç zor değildi. Osmanlı ordusu tamamen imha edilmişti. 40 günde Filistin-Suriye-Ürdün-Lübnan ve Kuzey Irak'ı alan, 20 gün daha direnip Anadolu'yu alır. Neden yapmadı?

      1919'da Mısır'da Wafd hareketini, aynı yıl Hindistan isyanının, 1920'de Irak isyanınını kanla bastırmaktan çekinmediler. Türkiye'de neden bir damla bile kan akıtmamaya özen gösterdiler?

      Vietkong dış destek almasa ABD işgaline direnemezdi. Türkiye'de Bolşevik desteği ihtimalinden mi çekindiler? Bir faktör olmuş olabilir belki, ama Türklerin uzun vadede Rus yörüngesine gireceğini ciddi olarak düşündüklerini sanmıyorum.

      İngilizlerin tek derdi Tr gayrimüslimleri idi demedim. Türklerle İHTİLAF KONUSU buydu. Diğer kalemlerde (Suriye ve Irak'ı terk etmek, Boğazlarda uluslararası rejim kurmak, içte hukuk sistemini modernize etmek, Osmanlı borçlarını makul bir takvime bağlamak) üç aşağı beş yukarı ortak noktada buluştular. Azınlıklar konusunda buluşamadılar. Nitekim İngiltere fazla ısrar etmeden azınlıkları satıp gitti.

      Delete
    7. Almanlarlada bir anlaşma imzalandı.

      Ama bu bir barış anlaşması değil "intikam" anlaşmasıydı.

      Aynı sevr anlaşması gibi.

      Yani müttefikler "barış isteseydi" Almanlara Hitler'in iktidara gelmesine yol açacak bir intikam anlaşmasını türklere ise Sevr'i dayatmazlardı.

      Müttefikler "intikam" istiyorlardı.

      Mesela Fransızların ekonomisi çökmüş Almanya'dan talep ettiği savaş tazminatının rasyonel bir açıklaması olabilir mi?

      Üstelik ihtilaf konularından bahsederken Anadolu'yu bir "yarı sömürgeye dönüştüren" kapitülasyonları atlıyorsunuz.

      Tabi şunuda atlıyorsunuz : Hangi devlet kendi ülkesindeki azınlıkların başka bir devletin koruması altında olmasını kabul eder?

      Bu talep bile "tek başına" türklerin bir devlet kurmasına karşı oldukları anlamına geliyor.

      Zaten o zaman Avrupalılar sömürgeciliği meşrulaştırmak için şu önermeyi ortaya atmışlardı :

      Her halk devlet kuracak ehliyete sahip değildir.

      Türklerde elbette bu önermenin kapsama alanındaydı.

      Zaten eğer bir ülkede azınlıklar başka devletlerin "garantörlüğü altındaysa" ortada bir "devlet falan yoktur".

      Kemalistler buna karşı çıkmak "zorundaydı" bunu kabul edemezlerdi.

      Zira bunu kabul etmek demek "sömürge" olmayı kabul etmek demektir.

      Pek tabiki türklerin sicili bozuktu diyebilirsiniz.

      Bende İngiliz ve Fransızların "azınlık" sicili "o dönemde" çok mu temizdi diye sorarım.

      Katil katile hesap sorabilir mi?

      Bastırılan isyanlara gelirsek :

      Hocam Hindistan ve Irak zaten İngilizler tarafından "işgal edilmişti".

      Anadolu'yu ise "işgal etmek gerekiyordu" ve bu işgalin maliyetini tam olarak hesaplayamıyorlardı.

      Yani arada büyük fark var.

      Yada şöyle soralım o zaman :

      Eğer İngiliz ve Fransızlar olmasaydı vede ülkenin o zamanki "başkenti" işgal edilmemiş olsaydı Yunanistan bir Anadolu macerasına cesaret edebilir miydi?

      Hatta belkide en iyisi sadeleştirmek :

      Elimizde üç devlet var diyelim : A / B / C devletleri.

      A devleti B devletinin "başkentini" ve başka bazı bölgelerini işgal ediyor.

      A devletinin "gazına gelen" C devleti bunu fırsat bilip B devletine savaş açıp oda işgale katılıyor.

      Bu durumda nasıl olurda savaş sadece B ve C devleti arasında geçti denebilir?

      Hikayenin "bütünlüğünü" bozuyorsunuz.

      Filmi "ortadan" başlatıyorsunuz.

      Tabi bunu yapabilirsiniz ama böyle oluncada filmin tadı kaçıyor.

      Üstelik kusura bakmayın ama barışa kadar geçici işgal tezinize ise katılmıyorum.

      Kemalistler "savaşı kaybetseydi" gene İstanbul'u boşaltırlar mıydı?

      Hong Kong örneği var.

      Evet boşalttılar ama yüz yıl sonra boşalttılar oda gene "Çin'in baskısıyla" boşalttılar.

      İyi günler.

      Delete
    8. M. Kemal'in komünist olmadığını Lenin bile söylemiş. Zaten komünist olsa Mustafa Suphi'yle yoldaşlarını öldürtmezdi. Kaldı ki, ilk meclis zabıtlarında komünistleri bayağı kötülemiş, "Bunlar Rusya'nın en kötü çocuklarıdır, en büyük zararları da Rusya'yadır" şeklinde konuşmuş kürsüden.

      Delete
    9. Ayrıca 1921'den sonra Bolşevik Rusya, Ankara yönetimine yardımı kesti.

      Delete
  22. Sevan Hocam: "İtiraf edeyim, çok duygusal bir insan değilim, vah insancıklar öldü, ah kanlar aktı söylemi beni çok fazla heyecanlandırmıyor. İnsan dediğin ölür. Savaşlarda çok ölür, kötü ölür." demişsiniz.
    Bu ve devamında dediklerinize katılıyorum, ancak bir şey dikkatimi çekti, sormak istiyorum: İnsanlık tarihinde insanların ölmesini yadırgamadığın(m)ıza göre, ülkelerin kendi tarihini yalanlar üzerine inşa etmesine niçin bu kadar çok şaşırıyorsunuz?

    ReplyDelete
    Replies
    1. Ölüm geçmiştedir. Riya, iki yüzlülük, nefret, alçaklık bugünü ve yarını bağlar.

      Cinayet işlemiş birine hala güvenebilirsin. Yaşamını yalan ve ahlaksızlık üzerine kurana güvenemezsin.

      Delete
    2. Hocam, Türkiye Cumhuriyeti'nin 90 yıllık Ulus-Devlet'leşme süreci kapsamında gelişen Ermeni, Rum ve diğer Gayrimüslimlere yönelik tasviye yaptırımlarından; Kürtlere ve Alevilere karşı girişilen sindirme politikalarına kadar detaylıca bilgi sahibi olacağım, başlangıç niteliğinde kitabınız(larınız) var mıdır?

      Delete
  23. bulgaristan.sırbistan.romanya.tüm balkan ulkeleri tarihinde.dikkatimi çeken.bu ulkelerde dört bes halk yasarken.herkes ulus devlet olma modasina kapilmis.ikinci dünya savasi orta avrupadan yahudiligin tasfiyesine yol acmis.israilde kurulup göç baslayinca herkes israile gondermis yahudilerini.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Balkanların "balkanizasyonu" modern tarihin en büyük trajedilerinden biridir. Altında yatan sebepleri doğru tahlil edersen, A) ilk aşamada Avusturya-Rusya rekabeti, B) 1840'lardan sonra Avrupa ittifakının Rusya'yı frenleme arzusu baş rolü oynar.

      Delete
  24. Balkan savaşları sırasında Türklere/Müslümanlara uygulananlara soykırım denilebilir mi?

    ReplyDelete